Pandemide Çevre Koruma Haftası ve biyoçeşitlilik

Dr. Baran Bozoğlu Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Keragaman Hayati/Worldbank.org

2020 yılının 5 Haziran Dünya Çevre Günü’ne bir virüsten kaynaklı pandemi ile girdik.

Biyoçeşitliliğe, yaban hayatına yapılan insan müdahalelerinin sonucu Kovid-19 salgını sanki önceden ön görülmüş gibi (!) bu yılın Dünya Çevre Günü teması pandemiden önce Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nca “biyoçeşitlilik” olarak belirlenmişti. 

Biyoçeşitliliği en genel tanımını dünyadaki tüm canlı varlıklar olarak yapabiliriz. Tüm bitki ve hayvan türleri gibi çok hücrelerin yanında tek hücreli canlıları da kapsıyor biyoçeşitlilik.

Kovid-19 virüsünü ve diğer doğada bulunan ama insana zarar veren virüs ve bakterileri de kapsıyor…

Hayatımızı alt üst eden, hastalık yapan virüs ve bakterilerin aslında doğada başka çokça görevleri de var.

Bu konuyu detaylı bir şekilde belki başka bir yazıda tartışabiliriz. Özetle, tek hücreliler de dahil biyoçeşitliliğin, doğanın parçası.  

Virüs de, bakteri de bizim virüsümüz, bizim bakterimiz, canımız ciğerimiz… Varlıkları değer katıyor ama nerede oldukları önemli kuşkusuz…

Dünyada sürekli bir döngü halinde olan besin ve madde döngüsünün sağlanması biyoçeşitliliğin görevi. Dolayısıyla her türün doğada, yaşamda bir değeri, anlamı var.

Leopold’un Toprak Etiği yaklaşımı ise cansız varlıkları da bu çeşitliliğe katıyor.

Toprağın, taşın, sahra çöllerinin yani dünyadaki her varlığın ekosistem için çok büyük değeri var. Hiç birisi diğerinden daha az önemli değil…

Leopold’un bu geniş perspektifinin haklılığı bilimsel gelişmelerle daha da görülüyor. 

Dünyada 8 milyon bitki ve hayvan türü var. Bu türleri barındıran habitatlar, yaşam alanları büyük bir genetik çeşitlilik de sağlıyor. 

Güçlü bir ekosistem sağlıklı çevrede yaşamamızın ön koşuludur.

Güçlü bir ekosistem, biyoçeşitlilik ve besin döngüsünün, madde döngüsünün dolayısıyla insan için de hayati öneme sahip olan değerlerin sürdürülebilir olmasını sağlar.

Güçlü bir ekosistem için tür çeşitliliği hayati öneme sahiptir.

Meteorolojik koşullara uygun şekilde insan müdahalesinden bağımsız gelişen ekosistemlerdeki tür çeşitliliğinde insan müdahalesi türlerdeki azalma veya tükeniş besin ve madde döngüsünü alt üst eder.

Bu durumda bazı türlerin sayısındaki artış kaçınılmazdır. Bir tür yok olurken diğer türlerde artış başka ekolojik sorunlara yol açar.

Bunun en iyi örneğini, kuş gribi sonrası, kuşların toplu halde yok edilmesinin ardından kuş sayısındaki azalma nedeniyle kene türündeki popülasyon artışı tartışmalarında görmüştük. Gribin ardından bu sefer kene ile mücadele başlamıştı…

Öte yandan, bazı bilim insanları, karınca ve kekliklerin keneye karşı etkili olduğunu belirtmiş ve binlerce keklik doğaya verilerek kene artışı kontrol altına alınmaya başlanmış, karınca yuvalarının korunması çağrısı yapılmıştı. 

Son 50 yılda insan nüfusu iki kat arttı, küresel ekonomi neredeyse dört katına çıktı ve küresel ticaret yaklaşık on kat arttı.

Artan nüfus ve mevcut üretim-tüketim ilişkisi ile insanların her yıl doğadan talepleri gittikçe arttı ve bugün bu talepleri karşılamak için 1,6 Dünya gerekiyor.

Sınırları zorladık ve birçok türün bugün dünyada yer almamasına neden olduk. 

Biyoçeşitliliğin en yoğun olduğu alan yaban hayatı. Yaban hayatına müdahale hem biyoçeşitliliği zayıflatıyor, türleri yok ediyor hem de insanlığın yaşamını tehdit ediyor.

Örneğin, insanları etkileyen tüm bulaşıcı hastalıkların yaklaşık yüzde 75’i yaban hayattaki hayvanlardan insanlara geçti. 

Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın çalışmasına göre; insan faaliyetleri kara yüzeyinin dörtte üçünü ve okyanus alanının üçte ikisini önemli ölçüde değiştirdi.

Sadece 2010-2015 yılları arasında 32 milyon hektar orman kayboldu; son 150 yılda canlı mercan kayalığı örtüsü yarı yarıya azaldı ki mercanların iklim krizini önlemede sera gazı tutma potansiyeli karasal bitki türleri ile yarışır nitelikte…

Son 10 milyon yıla kıyasla yaban hayatı türleri onlarca kat daha hızlı yok oluyor.

Önümüzdeki 10 yıl içerisinde bilinen her dört türden biri soyunun tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıya. 1

Biyoçeşitliliğin kaybolması gıda ve sağlık sistemlerinin çöküşü de dahil olmak üzere insanlık üzerine ciddi etkileri olacaktır.

Dünya Doğayı Koruma Birliğinin Kırmızı Listesi verilerine göre, dünya 2020 yılında nesli kritik tehlikede olan 6 bin 523 tür, nesli tehlikede olan 11 bin 067 tür ve nesli hassas durumda olan 13 bin 440 tür bulunuyor. 

Cinslere göre bakıldığında Türkiye’deki nesli tehlikede olan türlerin sayıları memelilerde 19, kuşlarda 20, sürüngenlerde 21, amfilerde 10, balıklarda 139, yumuşakçalarda 46, diğer omurgasızlarda 42, bitkilerde 131 ve mantarve tek hücrelilerde 7.  

Ülkemizdeki toplam nesli tehlikede olan türlerin sayısı ise 435.

Ülkemizde 8 endemik memeli türünün 7 tanesi nesli tükenme tehlikesi altındadır.

Ringa balığı ve hamsi türleri arasındaki bir tür endemik nitelikte ve nesli tükenmek üzere…

Omurgasız olan tatlısu yengeç türlerinin ikisi endemik tür ve bu türlerin de bir tanesinin nesli tükenme tehlikesi altında.

Ne yazık ki ülkemizde, dört hayvan türünün soyu tükendi. 12 tanesinin ise soyu tükenmiş olma olasılığı var. Henüz netleşmemiş durumda…

1880 hayvan türü arasında 68 tanesinin nesli kritik tehlike altında, 104 tanesinin nesli tehlikede, 125 tanesinin nesli hassas durumda, 104 tanesinin neredeyse tehlike altında, 191 tanesinde yetersiz veri bulunmakta…  

Özetle, Avrupa’nın biyoçeşitlilğinden neredeyse daha fazla türü barındıran Anadolu coğrafyasında öngörüsüz, yaban hayatı yeterince incelemeden, etkileri bilimsel verilerle değerlendirilmeden yapılan kentleşme ve sanayileşme pratiği canlı türleri tehdit ediyor.

Buna ek olarak, arıtma tesislerinin verimli çalışmaması, vahşi atık sahalarının varlığı, denetimsizlik gibi sorunlar nedeniyle su ve topraklarımız kirleniyor.

Yer altı sularımız büyük oranda kirlenmiş durumda. Dere ve göllerimizin yüzde 76’sı kirlendi…

Gediz, Ergene, Menderes havzalarında yer altı suları dahi yoğun olarak kirlenmiş durumda. 

Hal böyleyken biyoçeşitliliğin güvence altına alınması çok zor. Eğer biran önce harekete geçilmez ise, daha farklı salgınlarla, tür istilalarıyla, kendi coğrafyamızın dışından yani alışkanlıklarımızın dışından canlıların tehditleriyle de karşı karşıya kalabiliriz.

Ne yapmalı sorusunun cevabını yazmak kolay. Uygulamak ise zor değil.

Öncelikle, tür analizini, tür tespitini hızlandırmamız gerekiyor. Bu tür çeşitliliğinin sürekli güncellenmesi ve kamuoyu ile paylaşılması devletin en önemli görevi.

Çok başlı bir idari yapıyı bu alanda da görüyoruz. Üniversitelerimizin biyoloji bölümleri diğer bölümlerde olduğu gibi yeterince desteklenmiyor.

Tercih edilen bölümler arasında eskisi gibi yer almıyor… Bu alanı gen haritalarını, gen geçişliğini görmek için de geliştirmeliyiz.

Yine pandemi ile ilişkilendirmek gerekirse, aşı, ilaç gibi durumlar bu tür analizi ile daha da kolay yapılabilir. 

Ek olarak, biyoçeşitliliğin korunması için kirletici etkileri kontrol atlına almalıyız. Havamızın temiz olmasını, arıtma sistemlerimizin iyi çalışmasını, atık sahalarımızın rehabilite edilmesini sağlamalıyız. 

Bunları yazmak gerçekten kolay; ama yapmak da zor değil. Yeter ki, maddi ve manevi kaynaklar doğanın korunması ve dolayısıyla tüm canlıların sağlıklı yaşamasını sağlamak için geliştirilsin. 

Dünya Çevre Koruma Haftası'nın kutlanabilir olacağı günleri görebilmemiz için artık vakit kaybetmeden toplumsal talebin de bu eksene kayması gerekiyor.

Pandemi döneminden çıkartılacak en büyük ders aslında bu…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU