Evrim kuramının kilisenin dogmalarını tartışmaya açmasının ardında Hristiyan teolojisini ve insan algısını da tartışmaya açıyordu.
Kiliseye göre insan, “Tanrı’nın sureti”nde yaratılmıştı ve Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisiydi.
Dolayısıyla kilise “insanın doğaya hükmettiği Tanrı adına doğaya egemen olduğu insanın merkezde olduğu” bir tabiat anlayışı geliştirdi.
Bu sebeple kainatta merkez dünya; dünyada da merkez insandı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Oysa bilimsel keşiflerle kainatta merkezin dünya olmadığı aksine dünyanın güneşin etrafında döndüğü kanıtlandı.
Bu yüzden Kopernik ve Galileo zor zamanlar geçirdiler…
Kilisenin “yaratılış”ı: Statik; bilimin keşifleri: dinamik
Kiliseye göre dünya statik biçimde bir anda yaratılmış ve hiçbir değişme geçirmeden bugüne kadar var olagelmiştir.
Dünyadan başka bir yerde olan cennette yaratılan Adem (Adam) ve onun kaburga kemiğinden yaratılan Havva (Eva) ise bir anda yaratılmış ve daha sonra bu metafizik cennetten dünyaya indirilmişlerdir.
Bu anlatıya aykırı bilimsel keşiflerin yapılması dinin geçersiz olduğu fikrini ortaya çıkarttı.
Özellikle insanın biyolojik olarak doğanın merkezinde değil doğanın bir parçası olduğu sonucunun ortaya çıkması Hristiyanlık-bilim çatışmasını zirveye çıkarttı.
Kur’an’a göre Allah nasıl yaratır?
Evrim konusu halen Müslümanlar arasında rahatlıkla tartışılabilen, “itikadi bir mevzu değil de kainat ayetlerini okumakla alakalı bir konu” olarak ele alınamıyor.
Konuya böylesi bir gerilimde ve daha önceki önyargılar eşliğinde girilince de anlatılmak istenen değil anlaşılmak istenenler konunun ilmi bir şekilde konuşulmasına engel oluyor.
Evrim tartışmalarında sıklıkla müşahade edilmektedir ki evrim karşıtlığını kendilerine vazife olarak gören pek çok dindar aslında evrim kuramının ne dediğini bilmemektedir.
Evrim karşıtlığını “insan maymundan gelmiş!”, “herşeyi tesadüfle açıklayan bir teori”, “çöktü çürütüldü!” gibi popülist, yüzeysel ve çarpıtma zanlarla beslemektedir.
Evrime neden karşı olduğunu ve nasıl bir antitez sahibi olduğunun dahi farkında olmayan pek çok dindar evrimi Allah’ı kurtarmak için reddetmektedir.
Böylesi bir yüzeysellik ise konunun anlaşılmasını imkansızlaştırmaktadır.
Kuramın 160 yıldır ortaya çıkan bulgular, deneyler ve keşiflerle desteklenmesine ve doğrulanmasına rağmen karşıt iddiaların bulgu, deney ya da keşiflere dayanmayan itirazları zannın ötesine geçememektedir.
Arapça’da ve Kur’an’da yaratılış ile ilgili kavramlar
Buraya kadar öncelikle evrim kuramını anlamaya evrimsel sürecin nasıl işlediğini bulgular, gözlemler ve deneysel sonuçlar gibi veriler eşliğinde konu edindik.
Bu noktaya kadar herhangi nakli bir bilgiye başvurmamıştık.
Arapça'da evrim ve yaratılışla ilgili terim ve kavramlar şöyle:
Mesh: Klasik Arapça sözlüklerde mesh şöyle tarif edilmektedir: Bir yaratığın başka
bir şekle (suret) değişimi (tahvil). Mesh biyolojide mutasyon olarak tanımlanır.
İstihale: Canlı ve cansız şeylerin nitelik olarak başkalaşım geçirmeleri.
Tebeddül: Canlıların fiziksel olarak değişim geçirnesi.
Tegayyür: Olumsuz mutasyon, değişim geçirerek bozulma
Tahavvül: Halden hale geçerek evrimleşmek, evrim süreci
Tekamül: Tegayyürün zıddı. Olumlu yönde gelişen evrim, tahavvülün gelişime yol açması.
Tatavvur: Olumlu ya da olumsuz olması fark etmeksizin tüm evrim süreci
Şimdi de Kur’an’daki yaratılışla ilgili kavramları inceleyelim.
Kavramların Arapça'daki anlam alanlarını Kur’an kelime ve kavram sözlüğü olarak artık bir klasik halini alan Rağıb el-İsfehani’nin Müfredat’ını (Dar’ul Kalem, Dimeşk) referans alarak inceleyeceğiz:
0- İBDÂ – ابداع : Yoktan eşsiz yaratma
İbda yoktan örneksiz yaratma demektir. Daha önce tasavvur edilmemiş, varolmayan bir şey’in var edilmesi anlamına gelen bu fiil sadece Allah’a mahsustur.
Eşsizlik anlamına gelen “bedi” bu sıfır noktasından var etme kudretidir.
بَديعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنّٰى…
O semâları ve yeri yoktan var edendir…
En’am 6/101
بَديعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاِذَا قَضٰى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونَ
Göklerin ve yerin yaratıcısı O'dur; bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece 'Ol' der -ve o (şey hemen) oluverir
Bakara 2/117
1- FATARA- فطر : Potansiyeli yaratma
Fatara Allah’ın bir şeyi yaratması ve onu herhangi bir fiili yapmaya aday halde düzenlemesi demektir.
فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّينِ حَنيفًا فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّتى فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا…
Böylece sen, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah'ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran…
Rum 30/30
Fatara ya da diğer ifadesiyle “fıtrat” yaratılışın potansiyel durumudur.
2- FELAQ فلق : Potansiyelden açığa çıkartma
Felaq, zaten özünden yeni bir şeyin çıkmasına elverişli bir varlıktan yeni bir varlık çıkartmak anlamına gelir.
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى يُخْرِجُ الْحَیَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَیِّ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
Kuşkusuz Allah, tohumu ve meyve çekirdeğini çatlatarak ölüden diriyi meydana getirendir ve diriden de ölüyü çıkaran. İşte budur Allah: ve akıllarınız hala nasıl da tersyüz oluyor!
En’am 6/95
3- KHALQ خلق : Bir şeyden başka bir şeyi ortaya çıkartmak
“Khalq” kavramı varolan bir şeyi başka bir şeye dönüştürerek yeni bir şeyi ortaya çıkartmak anlamına gelir.
يَا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذى خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثيرًا وَنِسَاءً
Ey insanlar! Sizi bir tek can(lı)dan halden hale geçiren ve ondan da eşini üreten ve her ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı sorumluluk bilincine sahip olun.
(Nisa 4/1)
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ
خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَصيمٌ مُبينٌO (ki,) gökleri ve yeri (içsel) bir gerçeklik, (şaşmaz bir düzen) üzere halden hale geçirerek yaratmıştır. İnsanı nutfeden halden hale dönüştürerek yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, Rabbine açık bir hasım kesilmiştir.
(Nahl 16/3-4)
Hayatın çeşitliliği Allah’ın İşaretlerindendir:
اَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَا اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَحيمٌŞu hâlde hiç halden hale geçirerek düzenli biçimde yaratan ile, bu işlemi yapamayan bir olur mu? Artık siz düşünmez misiniz?
Allah'ın nimetlerini (bu şekilde yarattıklarını/yaratışını) saymaya kalksanız, asla böyle bir işin altından kalkamazsınız! Gerçek şu ki, çok acıyan çok esirgeyen gerçek bağışlayıcı elbette Allah'tır…(Nahl 16/17-18)
Hz. İsa da Khalq etmişti:
Halk etme kavramı Hz. İsa’ya izafeten de kullanılmıştır.
Bu kullanım da göstermektedir ki halden hale geçirerek oluşturabildiğini de göstermektedir:
وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّينِ كَهَيْپَةِ الطَّيْرِ بِاِذْنى فَتَنْفُخُ فيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِاِذْنى…
(Ey İsa) Nasıl Benim iznimle çamurdan, (sana uyanların) kaderini şekillendirdiğini ve sonra bunun Benim iznimle (onların) kaderi olabilmesi için ona üflediğini…
5/110
İsfehani, Müfredat’tan ayrı olarak yazdığı 'İnsan' adlı eserinde de Khalq (halk etmek) fiilinin anlamını şöyle açıklar:
Khalq (Halk) Pek çok durumlarda birbirini kabul eden bir şeyi bir çok şeyden icad etmeye denir.
4- ENŞEE انشأ ( ن-ش-ع) Varolan bir şeyden başka bir şeyin aşamalı olarak üretilmesi/inşa edilmesi
Enşee (inşa) da bir şeyin aşama aşama geliştirilerek/dönüştürülerek var kılınmasıdır.
İnşa ederek yaratmak Kur’an’da doğadaki şeylerin yaratılması için kullanılmıştır. Örneğin Bulutların “yaratılışı” için şöyle denmektedir:
هُوَ الَّذى يُريكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَ
O, korku ve ümit vermek için size şimşeği gösterendir, yağmur yüklü bulutları inşa edendir.
(Ra’d 13/12)
Enşee kavramı Kur’an’da ayrıca ceninin halden hale dönüşerek insanın vücuda gelmesi için de kullanılmıştır. (23/31, 53/32)
İlginç olan nokta ise yeniden yaratılış için de bu kavram kullanılmaktadır:
نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقينَ عَلٰى اَنْ نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ فى مَا لَا تَعْلَمُونَ
Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi yeniden inşa etmek üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.
(Vakıa 56/60-61)
5- CEALE جعل : Eskisinin yerine yenisini oluşturmak
Ceale, bir şeyi uygun hale getirip uygun olmayan halini bertaraf etmek anlamına gelmektedir.
اِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْاٰنًا عَرَبِیًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
Onu, düşünüp kavrayabilmeniz için Arapça bir hitabe yarattık.
(Zuhruf 43/3)
6- ZERA’E : Türkçeye de geçmiş olan zıraat ve zürriyet bu fiilden gelir. Genetik aktarımla nesilden nesile geçerek var etmek demektir.
Bitkilerin, hayvanların, insanların ve cinlerin yaratılışı ifade edilirken bu gen aktarımı fiili kullanılmıştır. (Araf 7/179)
7-SAVVERA: Tasvir etmek, suretlendirmek, şekil vermek, şekillendirmek anlamlarına gelmektedir.
Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O’dur.
(Araf 7/11)
Yukarıdaki 7 ana kavram da görüldüğü üzere yaratma fiili sadece yoktan var etme anlamında kullanılmamıştır.
Rabbimiz yoktan var ettikten sonra halden hale geçirerek te vardan da yeni varlar var etmektedir.
“İlk yaratılış” olarak tanımlayabileceğimiz varlığın özü, yokluktan Allah’ın İradesiyle yoktan yaratılmıştır.
Ancak bu başlangıçtan sonraki süreçfatara, felaq, khalq, inşa ve ceale kavramlarıyla ifade edilen halden hale geçiş, bir şeyden başka bir şeyin ortaya çıkması anlamında bir yaratılıştır.
Halk arasındaki eksik yaratılış telakkisi yaratmanın sadece yoktan yaratma olduğu zannının devamını sağlamıştır.
Oysa Allah’ın yaratıştaki sünneti bir şeyi yoktan yarattıktan sonra diğer şeyleri o özden türeterek, vardan başka bir var ederek yaratmasıdır.
“Kun fe yekun!” ne demektir?
Allah bir şeyin olmasını isterse "ol deyince, oluş sürecine girer”. Burada;
1. Allah’ın yoktan var etmesi
2. Varlıkları kullanarak var etmesi
3. Vardan var etme sürecinin devam etmesi…
Birincisi, Rabbimiz yoktan bir varlığı var etmektedir. Ayrıca dilerse de yok etmektedir.
Varlıklara verilen özellik ve yeteneklerde ol emri ile yoktan verilebilmektedir.
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
O, Tek'tir, Biricik'tir, öyle ki bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece “Ol!” der -ve o (şey hemen) oluş süreci başlar.
(Yasin 36/82)
Prof. Dr. Cafer Sadık Yaran, “Understanding Islam” adlı eserinde Yasin Suresi 82. ayetten hareketle bahsettiğimiz gibi olma sürecini üç sınıfa ayırıyor.
Evrimci yaratılışa “Kun fe yekun” ayetindeki fe yekun filinin mudari (gelecek kipinde) oluşu ve süreci ifade ettiğini belirtiyor.
Be an it is.
Ol der, o da olur.
(Yasin 82)
Burada “olur” geniş zaman fili, yani evrimdir. O halde ilgili ifadeyi Türkçe’ye Mustafa İslamoğlu’nun da yaptığı gibi şöyle çevirmeliyiz:
O, ol deyince oluş süreci başlar…
İkincisi ise, Şefkatli olan Allah varlıklardan yeni varlıklar ortaya çıkarmaktadır.
Bu konuda Rahman bazı kanunlar koymuştur. Bu kanunlar çerçevesinde olaylar gerçekleşir.
Bazıları bu yaratmayı Allah’ın koyduğu kanunlarda ya da varlıklardaki gizli bir güçte aramaktadırlar.
Oysa varlığın tanrısal yeteneği yerine bu yaratılma kanunlarından faydalanmak için araştırmalar yapılmalıdır.
Fakat bazıları bu varlıklardaki Allah’ın ol emrine uydukları kısmı görememektedirler.
Kur’an’a göre kainat bir bütünlükten ayrıştırıldı ve tüm canlılar sudan yaratıldı.
اَوَلَمْ يَرَ الَّذينَ كَفَرُوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاءِ كُلَّ شَیْءٍ حَیٍّ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ
O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan oluşturmaya başladık (ceale). Yine de onlar inanmayacaklar mı?
(Enbiya 21/30)
Kavramların öz anlamlarını koruyarak/semantik yöntem izlenerek aşağıdaki ayeti okuduğumuzda ufuk açıcı düşüncelere kapı aralıyor:
وَاللّٰهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِنْ مَاءٍ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشى عَلٰى بَطْنِه وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشى عَلٰى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشى عَلٰى اَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللّٰهُ مَا يَشَاءُ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ قَديرٌ
Ve bütün yaratıkları “hayret verici bir su”dan halden hale geçirerek yaratan Allah'tır; öyle ki, (canlılar) karnı üzerinde sürünürerek ve iki ayağı ile yürüyerek ve de dört ayağı üzerinde yürüyerek (yaşarlar). Allah dilediğini halden hale dönüştürerek yaratır; çünkü O, gerçekten de her şeye kadirdir.
(Nur 24/45)
اَلَّذى اَحْسَنَ كُلَّ شَیْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَاَ خَلْقَ الْاِنْسَانِ مِنْ طينٍ
O ki, halden hale geçirerek yarattığı her şeyi en güzel şekilde ortaya çıkarttı. İnsanı halden hale dönüştürerek yaratmaya da çamurdan başladı.
(Secde 32/7)
Kur’ân-ı Kerim'de insanın nasıl ve neden yaratıldığını açıklayan ayetlerin sayısı bir hayli kabarıktır ve bu ayetler çeşitli sûrelere serpiştirilmiştir.
Kur’an'da ilk insanın yaratılış maddesi olarak iki şeyden söz edilir: biri toprak, diğeri "Allah'ın ruhu".
Toprak ise, tek bir şekilde olmayıp, çeşitli isimler altında geçer. Bunlar;
- Turab (toprak),
- Tîyn (çamur),
- Tîn-i lâzib (şekil kabul eden çamur),
- Salsal (kuru balçık),
- Hame-i mesnun (şekillenmiş kara balçık)
olup, insanın belli aşamalardan geçirilerek yaratıldığını belirten ayete de (Nuh, 71/14) dayanan Ragıp el-İsfahânî gibi bazı âlimlere göre bunlar, "Allah'ın ruhundan üflenme" ile birlikte ilk insanın altı yaratılış merhalesini ifade etmektedir (İsfahanî 1961).
Burada sormamız gereken şey şu:
Bu ifadeler bilimsel birer bilgi midir? Yoksa yaratılışa dair genel olarak verilen teşbihi kavramlar mıdır?
Kur’an din dili kullanan bir hitabe olduğundan yukarıda verilen bilgileri bilimsel bilgi olarak değerlendirmemek gerekiyor.
İnsanın gözlemsel olarak toprak elementlerinden yapılmış olması ve özellikle insanın varoluş sürecinin şaşılası bir sudan çamurlaşma olarak ifade edilmesi üzerinde araştırmalar gerektiren bir konu.
Kur’an’da insanın yaratılışıyla ilgili şu ayetleri de okuruz:
Sizi[n her birinizi] peşpeşe aşamalardan geçirerek yaratanın O olduğunu gördüğünüz halde? Görmüyor musunuz Allah yedi göğü nasıl birbiriyle uyumlu yaratmıştır, ve onların içine ay'ı [yansıyan] bir ışık olarak yerleştirmiş ve güneşi [ışık saçan] bir lamba yapmıştır? Ve Allah sizi yerden [tedricî bir şekilde] yeşertip büyütmüştür; ve sonra sizi [öldükten sonra] ona geri döndürecektir.
(Nuh 71/14-17)
İşte bu kavramsal bütünlükle baktığı için Elmalılı Hamdi Yazır, şu tespitte bulunur:
Evet tabiatta evrim/tehavvül, doğal seleksiyon/ıstıfa, gelişim/tekamül yok değildir. Fakat o doğal seleksiyonu ve gelişimi yapan tabiat değil, tabiatlar üzerinde hakim olan Yaratıcıdır.
(Müminun 23/14.ayet tefsiri Hak Dini Kur'an Dili)
Adem kimin halefi?
Aşağıdaki ayetten insanlığın şimdikinden önce başka bir dönem geçirdiği yönünde bir izlenim edinilebilir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰئِكَةِ اِنّى جَاعِلٌ فِى الْاَرْضِ خَليفَةً قَالُوا اَتَجْعَلُ فيهَا مَنْ يُفْسِدُ فيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ اِنّى اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Hani Rabbin, meleklere 'ben yeryüzünde bir halife atıyorum' demişti. Melekler 'Ya Rabbi, sen yeryüzünde kargaşa çıkarmakta olan, kan döken birini mi atıyorsun?...
(Bakara, 2/30)
Ayette Adem’in yaratılışı ile ilgili geçen kavram yukarıda da konu edindiğimiz “Ceale” جعل kavramıyla anlatılmaktadır.
“Eskisinin yerine yenisini oluşturmak/atamak” anlamına gelen ceale ile ifadelendirmiştir.
Peki, “khalifa” (halife) ne demek?
Halife, Arapça ardı sıra gelen, eskisinin yerine geçirilen, benzeriyle yer değiştiren anlamlarına gelmektedir.
Dolayısıyla bir şeyin halife olabilmesi için selefinin, yani ardılının varolması gerekir. Selefsiz halef olmaz.
Ceale ve halife kelimelerinin kullanılmış olması Adem’den önce Adem’e benzeyen varlıkların varolduğu anlamına gelir.
Ayrıca ayette kullanılan zaman kipi hal sigasıyla (mudari/şimdiki zaman) ile gelmektedir.
Bu şu anlama gelir: “Adem”’in halife atanması onun yaratılmasından sonra ortaya çıkan bir süreçle gerçekleşmiştir.
Ayette geçen Adem’in ortaya çıkarılış sürecini şöyle de anlamlandırabiliriz:
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰئِكَةِ اِنّى جَاعِلٌ فِى الْاَرْضِ خَليفَةً.
Hani Rabbin, meleklere 'Ben yeryüzünde benzerlerinin yerine geçireceğim bir varlık olarak eskisinin yerine yenisini var edeceğim' demişti.
Bu hüküm karşısında doğal olarak Melekler soru sordular:
قَالُوا اَتَجْعَلُ فيهَا مَنْ يُفْسِدُ فيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ؟
Ya Rabbi, sen yeryüzünde kargaşa çıkarmakta olan, kan döken birini mi atayacaksın?
Bu soru doğaldır, çünkü Adem’deki önceki 'benzer'leri yeryüzünde kargaşa çıkarıp kan dökmüşlerdir.
Bu sebeple ellerindeki bilgiye dayanarak Adem’in de böyle bir tür olacağını zannetmişlerdir.
Oysa Allah onlara şu cevabı vermiştir:
قَالَ اِنّى اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ
(Allah) 'Sizin bilmediğiniz (çok şey var, onları) Ben bilirim!' diye cevapladı.
(2/30)
Adem’in, meleklerin bilmediği özelliği ise, onun isimlendirebilme yeteneğidir:
وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِٶُنى بِاَسْمَاءِ هٰـؤُلَاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقينَ
Ve O, Adem'e her şeyin ismini belletti (eşyayı isimlendirebilme yeteneği verdi), sonra onları meleklerin önüne koydu ve 'Dedikleriniz doğruysa haydi bu (şeylerin) isimlerini Bana söyleyin bakalım!'dedi.
(2/32)
قَالَ يَا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَائِهِمْ فَلَمَّا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَائِهِمْ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّى اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ
تَكْتُمُونَO: 'Ey Adem, bu (şeylerin) isimlerini onlara bildir!' buyurdu. (Adem) isimleri onlara bildirince (Allah): 'Size, 'göklerin ve yerin gizli gerçeğini, açıkladıklarınızın ve gizlediklerinizin tümünü yalnız Ben bilirim' dememiş miydim?' dedi.
Adem’in selef/önceki benzerlerinden farklı olarak bilinçli bir beşer olması onun yeryüzündeki halifeliğinin de kilit noktasıdır.
Bilindiği üzere bu teşbihi diyalog sonrasında meleklerin, Adem’in Önünde saygıyla eğilmeleri/onların Adem’in bilinci karşısında teslim olmaları istenmiştir.
Adem olarak karakterize edilen “bilinçli insan”ın çoğul olduğu da Kur’an’da Adem’in çoğul zamirle de ifadelendirilmiş olduğununu öğrenmekteyiz:
Biz sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere 'Âdem'e secde edin' dedik.
(A'râf, 7/ 11)
İnsanlık ensest ilişkiden mi türedi?
Bu açıklama yöntemi Adem’in öncesiz (selefsiz) şekilde yoktan yaratıldığı iddiasından çok daha tutarlıdır.
Adem’in selefsiz biçimde yoktan var edildiğini iddia eden haliyle eşini de onun kaburga kemiğinden yaratıldığını iddia etmişlerdir.
Daha sonra 'İnsanlar nasıl yaratıldı?' sorusuna ise Adem ve Havva’nın çocuklarının birbirleriyle evlendirildiği gibi bir izah yapmaktadırlar.
Çağlar ve mekanlar üstü evrensel bir ahlakı öngören İslam’ın dünya görüşüyle ne kadar uyumludur?
Ensest bir çoğalmayı meşru görebilen bir anlayış ne kadar tutarlı olabilir?
Tek bir canlıdan yaratıldık
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثِيرًا وَنِسَاءً ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَسَاءَلُونَ بِهِ وَالْأَرْحَامَ ۚ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
Ey İnsanlar! Sizi bir tek can(lı)dan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Kendisi adına birbirinizden [haklarınızı] talep ettiğiniz Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyun ve bu akrabalık bağlarını gözetin. Şüphesiz Allah, üzerinizde daimî bir gözetleyicidir.
(Nisa 4/1)
Muhammed Esed, ayetle ilgili şu yorumu yapar:
Klasik müfessirlerin çoğu, nefs terimine yüklenen pek çok anlam içerisinden -can, ruh, akıl, canlı varlık, canlı, insan, şahıs, kimlik (şahsî kimlik anlamında), insanlık, hayat özü, temel ilke ve diğerleri- 'insan'ı tercih ederler ve bu terim ile burada Hz. Âdem'in kasdedildiğini kabul ederler.
Ama Muhammed Abduh bu yorumu reddeder (Menâr IV, 323 ve diğerleri) ve onun yerine, insan soyunun ortak kökenini ve kardeşliğini vurguladığı için (ki yukarıdaki ayetin amacı da budur) 'insanlık' karşılığını tercih eder; ayrıca bunu Hz. Âdem ile Havva'nın yaratılması konusundaki Kitâb-ı Mukaddes'in tasvirlerine yersiz şekilde bağlamaz. Nefs'i bu bağlamda 'canlı' olarak çevirmemin mantığı da aynıdır.
Zevcehâ ('eşi') ifadesine gelince, zevc ('bir çift', 'çiftten biri' veya 'bir eş') terimi, canlı varlıklarla ilgili olarak bir çiftin veya bir ikilinin hem erkek hem de dişi tarafı için kullanıldığından, insanlarla ilgili olarak da hem kadının eşini (kocasını), hem de kocanın eşini (karısını) ifade eder.
Râzî'nin naklettiğine göre, Ebû Müslim 'Ondan (minhâ) eşini yarattı' ibaresini, 'Onun kendi cinsinden (min cinsihâ) eşini (karşı cinsini) yarattı' anlamında yorumlar ve böylece Muhammed Abduh'un yukarıda işaret edilen görüşünü destekler.
Minhâ'nın lafzen, 'ondan' şeklinde çevrilmesi, metin ile uyumlu olarak, her iki cinsin “bir tek canlıdan” türetildiği biyolojik gerçeğini yansıtır.
İsa’nın durumu nasıl Adem gibidir?
إِنَّ مَثَلَ عِيسَىٰ عِنْدَ اللَّهِ كَمَثَلِ آدَمَ ۖ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Allah katında İsa'nın durumu Âdem'in durumu gibidir, ki Allah onu topraktan halden hale geçirerek yarattı ve sonra “Ol!” dedi; işte (insanoğlu böylece) olmaya başlar/olmaktadır.
(Al-i İmran 3/59)
Esed, konuyla ilgili şunları söyler:
Lafzen, 'İsa'nın misali, Âdem'in misali gibidir...' Mesel ifadesi (ki, yukarıda 'durum' olarak çevrilmiştir), çoğunlukla, mecazî olarak bir şahsın veya şeyin içinde bulunduğu hali veya şartları göstermek için kullanılır ve bu anlamda -müfessirlerin işaret ettikleri gibi- sıfat (bir şeyin 'mahiyet'i veya 'tabiat'ı) kelimesi ile eş anlamlıdır.
Metnin siyâk ve sibâkından açıkça anlaşılabileceği gibi, yukarıdaki pasaj, Hz. İsa'nın uluhiyetine dayanan Hristiyanî doktrine karşı itirazın bir parçasıdır.
Kur’an burada, diğer birkaç yerde olduğu gibi, Hz. İsa'nın Hz. Âdem -ki, bu bağlamda bütün insan soyunu ifade etmektedir- gibi sadece 'topraktan yaratılmış', yani, toprağın üzerinde ve altında asal şekillerinde bulunan organik ve inorganik maddelerden yaratılmış bir ölümlü olduğu gerçeğini vurgular.
Karş. ayrıca Kur’an'ın bütün insanlardan 'topraktan yaratılmış' olarak söz ettiği 18:37, 22:5, 30:20, 35:11 ve 40:67. ayetler. 'Âdem'in burada insan soyunu temsil etmiş olması, bu cümlenin son kelimesinde geniş zaman kipinin kullanılması ile vurgulanmıştır.
"Adem’in babası mı var, bak burada ayet var" diyerek itiraz eden gelenekçi görüş, ayetten delil çıkartacağım diyerek aslında farkında bile olmadan büyük bşr mantık hatası yapmaktadır.
Yukarıda Esed’in de belirttiği üzere ayetin iniş bağlamı Adem’in babasız olup olmadığı konusu değil İsa’nın insan olup olmadığı mesajıdır.
Şayet bu ayetteki kıyası Adem’in babasızlığı üzerinden anlarsak bu yeni problemler doğurur:
Anne-babalık açısından İsa’nın durumu Adem’in durumu gibiyse İsa’nın annesinin de olmaması gerekir. Çünkü geleneksel algıya göre Adem anasız babasızdır.
Bu kıyası anne-baba üzerinden alırsak "Adem’in babası yok, annesi var" dememiz gerekir; çünkü İsa’nın babası yoktur ama annesi vardır.
Tüm bu mantıki sonuçlar bu ayetin anne-babalık değil ilahlık-insanlık açısından kıyas edildiğini apaçık gösterir.
Bazı sorular…
İnsanın ve doğanın en güzel biçimde yaratılmış olması ile evrim arasında bir çelişki yoktur. Aksine “Ahsen” bir şeyin tutarlı ve yolunda güzel biçimde işlemesi demektir.
Güzellik, uyumla alakalıdır. Değişen şartlara göre uyum sağlayabilen ve sistemli işleyen bir düzenek güzel bir yaratılıştır.
Sebep-sonuç dizgesinde devam eden bir düzen güzeldir. Yoksa bugün bazı insanların anladığı tarzda kainatın ve insanın en güzel biçimde yaratılmış olması onların statik biçimde tek bir defada yaratılıp durağan biçimde bırakıldığı anlamına gelmez.
"Şayet bu anlama geliyorsa, İnsanı en güzel biçimde yaratan Allah, engelli insanları güzel biçimde yaratmamış mıdır?!"
Bu sorunun cevabında Allah, (haşa) hatalı olmadığına gore demek ki bizim en güzel biçimde yaratma algımızda bir sorun var demektir.
كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللَّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ
Bütün insanlar bir zamanlar bir tek topluluktu; [sonra ihtilafa düşmeye başladılar], bunun üzerine Allah, müjdeci ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi.
(2/213)
Bu bölümden şöyle bir sonuca ulaşabiliriz ki Adem kıssası literal bir okuma ile değil sembolik bir okuma ile okunmalıdır.
Bir başka ifadeyle Adem ve eşinin kıssası Kur’an’da tarihsel bir gerçekliği anlatmamakta aksine müteşabih/alegorik bir anlatımla insanoğlunun bilinçlenme sürecini betimlemektedir.
Adem kıssasını bilimsel bir bilgilenme için değil insanın insan olmasını anlamak için okuyan muhatap teatral bir anlatım içinde karakterize edilen kahramanlar aracılılığıyla aslında kendi hikayesini dinlemektedir.
Kan döken ve yeryüzünü fesada sokan beşer türü zamansal süreç içinde yine Allah’ın koyduğu yasaların işlemesi sonucu şartlara uyum gösterdi ve bu uyumun sonucu olarak bilinçlendi.
Bilinçlendiğinde eşyaya isim verebilme onları tanımlayabilme yeteneğini ve bunun sonucu olarak ta konuşma yeteneğine ulaştı.
Bilinçlenen beşer, böylelikle bilinçsiz türdeşlerinin/seleflerinin yerini aldı böylece yeryüzünü imarla görevli bir halife oldu.
Yani ekolojik sistemin bilinçli temsilcisi, doğanın sözcüsü…
İşte bu bilinçlenme/halife olma süreci beşeri “insan” yaptı.
Bu sürecin sahibi Allahtı ve Allah bu sebep-sonuç dizgesiyle yaratmasına devam etmekte.
İlk bilinçli/halife insan(lar) “Adem ve eşi” karakterleriyle sembolize edilmektedir.
Teşbihle bu sürecin teatral biçimde anlatılması sürecin evrenselliğine de uygun. Çünkü herkes hayatında Adem kıssasını yaşar…
Her beşer bilinçsiz bir canlı olarak anne rahmine düşer. 9 aylık bir iç-evrim süreci sonucunda doğar.
Doğduğunda da bilinçli değildir. Bilinci ve bedeni zamansal bir süreç içinde olgunlaşır.
Beşer akıl-baliğ olduğunda yani cinsel ve tinsel bilince ulaştığında (yasaklanan ağaç imgesi) yeryüzü cenneti olan çocukluğundan/masum fıtratından, sorumluluk dünyasına “düşer”…
Afgani: Materyalist olmayan bir evrim kuramına doğru…
19'ncu yüzyılda evrim kuramıyla ilgili görüş serden düşünürlerin başında Cemaleddin Afgani gelmektedir.
Afgani, evrim kuramını gerekçe göstererek Materyalizmi savunanlara yönelik kaleme aldığı “Dehriyyun’a Reddiye” kitabında materyalizmin tutarsızlıklarını ortaya koyar.
Buna karşılık evrim kuramının Darwin’den çok önceleri Arap bilim adamlarınca ortaya konmuş bir düşünce olduğunu ifade eder.
Afgani konuyla ilgili şöyle demektedir:
Bu konuda öncelik, Darwin’e değil, Arap bilginlerine aittir. Bununla birlikte Darwin’in üstünlüğünü, sabır ve sebatla araştırmalarını sürdürmesini ve “tabiat tarihi”ne pek çok bakımdan hizmetini de kabul etmek lazımdır.
Afgani, dönemin materyalist Darwinistlerine atıfta bulunarak eleştirilerini dile getirir.
Daha sonra ise evrimin, İslam düşüncesindeki yerine değinen Afgani, doğal seleksiyonun benzerinin hayvancılık yapan Arapların uygulamalarında da olduğunu belirtir. (Bkz. C. Afgani’nin Hatırları, M.Mahzumi Paşa, Klasik Yay. Sf.143-149)
Şeriati: Her dem tekrarlanan kıssa: Adem
Ali Şeriati de benzeri bir tutm içindedir. Şeriati, “Adem kıssası”nın insanın bireysel serüvenini sembolize eden bir kıssa olduğu görüşündedir.
Her insan çocukluk/bilinçsizlik döneminde sorumsuzluk ve mutluluk alanındadır.
Ancak cinsel ve akli gelişimini tamamladığında bu mutlu/sorumsuz dönem son bularak sınavın yaşandığı dünyaya adım atar.
İşte Adem ve eşinin şahsında hikaye edilen şey de her insanın yaşadığı bu kadim tecrübenin sembolize edilmiş halidir.
İnsan bilinçsiz bir varlıkken sorumsuzca bahçelerde yaşardı. Sonra akli bilince evrildi ve bu bilinçlenme süreciyle beşer türü, Adem yani sorumlu, bilinçli ilk insan oldu. (Bkz. Ali Şeriati, “Hubut”, “İnsan”)
Bu yaklaşımın bir benzerini Ümit Aktaş, “Adem” (Çınar Yay. İst. 2005) isimli romanında da göstermektedir.
Ayrıca günümüzde evrimsel yaratılışı kitap ve makalelerinde araştıran pek çok Müslüman ilim adamı bulunmaktadır.
Muhammed Esed, Bahaeddin Sağlam, Prof. Dr. Süleyman Ateş, Prof. Dr. Cafer Sadık Yaran, Prof. Dr. Mehmed Bayraktar, Prof. Dr. İsmail Yakıt bu isimlerden sadece bir kaçı…
Sonuç:
1- Evrimsel türeyiş fikri ve kuramları Darwin’den çok önceleri bizzat İslam alimleri tarafından ortaya konmuş, sistematize edilmiştir.
Müslüman alimler dönemlerinde yaptıkları gözlemler ve deneylerle canlıların evrim yoluyla çeşitlendiklerini ifade etmişlerdir.
(İslam’da evrimci yaratılış teorilerinin ayrıntılar için Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar’ın kaleme aldığı “İslam’da Evrimci Yaratılış Teorisi” isimli eseri tetkik edilebilir. (Kitabiyat Yay. Ankara 2001)
2- Evrim kuramı, kainattaki işleyişin ve özelde biyolojik çeşitlenmenin kim tarafından yapıldığı ile ilgili değil nasıl işlediği ile ilgili bir açıklama tarzıdır.
3- Özgün Müslüman düşünüş ya kırk katır ya kırk satır misali dayatılan “ya evrimci materyalizm ya evrim düşmanı dindarlık” kısır döngüsünden farklı, başka bir okuma yapabilirler.
4- Kuram ve o kuramın yorumlanması ayrı şeylerdir. Kuram (teori), edinilen bulgulara ve kanıtlara dayanılarak ortaya konan bir düzenek tezi, değerlendirme iken kuramın yorumu bu kuramdan yola çıkarak dini, felsefi ve sosyolojik çıkarımlarda bulunmak kuramdan hareketle öznel yorumlarda bulunmaktır.
Bu sebeple Evrim kuramı başka, Evrim kuramını kendi materyalist ideolojilerine argüman kılmak başka şeylerdir.
5- Canlılar gezegende oluşan değişimlere göre kendi yapıları da değişiyordu. Bu değişimde hayatta kalma mücadelesi doğal seleksiyon (seçilim) ve karşılıklı yardımlaşma gibi faktörlere göre devam ediyor.
Bu durum Darwin’in elde ettiği bulgular ve gözlemleri düzenli biçimde açıklamasıydı. Ortaya konan bu açıklama tarzı Kilisenin durağan yaratılış dogmasını sarsıyordu.
Evrimi sürdüren üç temel süreç vardır; Doğal seçilim, genetik değişim ve karşılıklı yardımlaşma.
6- Evrimsel çeşitlenme: Bilinçli bir süreçtir. Evrilmek için gerekli potansiyel zaten evrilen canlının evrim öncesi yapısında vardır, evrim onun kendini gerçekleştirmesi olarak anlaşılmalıdır.
Yani, evrimin sonucu diye gördüğümüz şey, aslında öngörülmüş bir amaçtır. Bu da bir teoloji (amaçlılık) anlayışı getirir.
7- İkinci yazıda ayrıntılı örnekleri verildiği üzere Evrim dünden elde edilen tarihsel bulgu ve fosillerle günümüzdeki canlılar üzerinde yapılan deney ve genetik çalışmalarda yapılan gözlemlerle halen aksi ispatlanamamış tek açıklama tarzdır.
8- İnsan da bu evrimsel sürecin bir parçası olarak evrimleşmiş ve ortak bir hominid atadan dönüşerek tek bilinçli ve özgür iradeli canlı olmuştur. Bulgular günümüz insanı Homo Sapiens’ten önce bilinçli Homo Erectus ve Neanderthal insan türlerinin varlığını ortaya koymuştur.
9- Evvelki yazımızda tartıştığımız konu ilk insanın ilkel olup olmadığıydı. Şayet bir varlıkta bilinç varsa bu bilinç doğal olarak kültür ve medeniyeti doğurur. Bu sebeple medeniyet ilkelden gelişmişe ilerlemez.
Bilincin var olduğu her zaman diliminde aynı sonuçları ortaya çıkarır. Bu sebeple “ilkel mağara adamı kurgusu” gerçeği yansıtmamaktadır hele ki binlerce yıl boyunca insan türlerinin aynı şekilde ilkellikte yaşadıklarını düşünmek te yanlıştır.
10- Sıraladığımız bulgu ve gözlemler de göstermektedir ki ne evrimsel süreç bahanesiyle bir ırkçılık meşrulaştırılabilir ne de evrimsellik, ilerlemeci tarih anlayışını haklı çıkartır! İnsanlık ilkelden gelişmişe doğru ilerlememekte aksine insan bilincinin ortaya çıkışı/üflenişi ile birlikte insan medeniyeti ortaya çıkmaktadır.
DNA çalışmaları göstermektedir ki tüm insanların genleri aynıdır ve “ırk” kavramı kurgusaldır. Üstün ırk diye bir şey yoktur, insanlar arasındaki fiziksel farklılıklar işlevseldir.
Evrimi buna argüman kılmak isteyenlerle evrim karşıtlığını haklı çıkartmak için evrim ırkçılıktır ilerlemeciliktir modernistliktir demek açık bir tutarsızlıktır.
11- Kur’an’da yaratılış 7 ana kavramla açıklanmıştır. Bu 7 ana kavramın 1’i yoktan yaratmayı 6sı ise evrimsel, halden hale gerçek yaratılmıştan başka bir şeyi yaratmayı ifade etmektedir.
12- İnsanın Halifeliği Bilinçli sorumlu insan’dan önce benzeri bir türün var olduğunu gösterir. Her halefin bir selefi vardır.
Meleklerin “Adem” karakteriyle sembolize edilen yani ilk bilinçli insan(lar)a karşı çıkış sebebi de o ana kadar gördükleri Adem benzerlerinin yeryüzünde kan dökücü bir tür olduğundan dolayıdır.
Peki illa da Kur’an’dan evrim çıkartmalı mıyız?
Elbette hayır. Kur’an bir bilim ansiklopedisi değildir.
Allah’ın kainattaki kimi ayetlerine zaman zaman değinse de vahyi mesajın amacı bilimsel bilgi vermek değil mevcut kainat ayetine ahlaki bir değer ve anlam yüklemektir.
Kur’an okuru yaratılışı yaratılanları inceleyerek anlayabilir. Kur’an ise bir bakış açısı-gözlük olarak işlev görür.
Bu sebeple Kur’an’dan evrim ya da kuantum teorisi çıkartmak ya da reddetmek beyhude bir çabadır.
Ancak kainattaki ayetlere/işaretlere/bulgulara bakıp Kur’an’ın bunları reddetmediğini yukarıdaki kavramlara baktığımızda evrim kuramının Kur’an’la çelişmediğini ifade edebiliriz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish