Bir fırtınalı yaşamın özeti: Yılmaz Güney

Şeyhmus Çakırtaş Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Twitter

Oyuncu, yönetmen, senarist, öykü yazarı, Adana’da ırgat, İstanbul’da set işçisi, İmralı’da mahpus Yılmaz Güney, yaşamı boyunca sanatı kadar siyasi kişiliğiyle de kendinden bahsettirdi.
 

İmralı Adası - Turan Alişeroğlu Arşivi.jpg
Yılmaz Güney, Turan Alişeroğlu ve Necmettin Büyükkaya ile birliklte İmralı Adası'nda / Fotoğraf: Turan Alişeroğlu


Çocukluk yıllarından başlayarak ömrünün son anına kadar fırtınalı bir yaşam süren ve kafasına koyduğu birçok şeyi yapan biri olarak, milyonların gönlüne taht kurdu, posterleri evlerde aile bireylerinin arasına, iş yerlerinde görünür yerlere asıldı.
 

yilmaz-guney-poster
Görsel: Pinterest


Halen Anadolu’nun birçok kentinde, kasaba ve köylerinde, bir berber dükkanında gülümseyen yüzüyle karşılaşmak ya da kamyoncuların durduğu dinlenme tesislerinde, kafelerde, çay ocaklarında, eski püskü işçi evlerinde Yılmaz Güney posterlerini görmek mümkün.
 

Mehmet Alkanat 
Fotoğraf: Mehmet Alkanat 

 

Mehmet Alkanat (1).jpg
Fotoğraf: Mehmet Alkanat


Özellikle Siverek’te birçok evde, işyerinde Yılmaz Güney’e rastlamak, onun hayatından bir kesit görmek, yaşadığı yıllar kadar olmasa da yaygınlığını hala sürdürüyor…
 


Yılmaz Güney’in 1960 yıllarında çevirdiği ve giderek politik bir hat çizmeye başladığı filmleri özellikle yoksul kentlerde müthiş sahiplenilmeye başlanır.

Küçük kasabalarda bile sinemalar açılır, Yılmaz Güney’in filmleri kapalı gişe oynatılır. 

Siverek’te 1970 yıllarının yaz mevsiminde akşam saatlerinde gösterime giren Yılmaz Güney Filmleri hem çok ilgi toplar, hem de ilginç olayların yaşanmasına neden olur.

En ilginci de Yılmaz Güney’in başrol oynadığı filmlerden birinin (bir rivayete göre Seyithan) sahnesinde yaşanır.

Yılmaz Güney’in vurulma anı sırasında öfkesine hakim olamayan seyircilerden biri perdeye gerçek mermilerle ateş açarak, Yılmaz Güney’i vuran oyuncuyu durdurmaya çalışır.

Perde birkaç kurşun darbesi alsa da perdeye ateş edilmesini kimse tuhaf karşılamaz, filmi izleyen Tenekeci Mahmut lakaplı esnaf en ön sıralardan kalkarak “Merak etmeyin, merak etmeyin Yılmaz Abi bu kalleşin cezasını da verecek” der.

O dönem yaşayanlar bu ve buna benzer anılarını anlatırken Yılmaz Güney’in bir Siverekli olduğunu da eklemekten geri kalmazlar.
 

Mehmet Alkanat
Fotoğraf: Mehmet Alkanat 


Yılmaz Güney de zaman zaman Siverekliliğini öne çıkaran çalışmalara imza atar.

1968 yılında İstanbul’da kurulan Yüksek Tahsil Gençlik Derneği tarafından yayımlanan Siverek isimli derginin, 5'nci sayfasında yer alan yazısında sitemkar bir dille şunları aktarır:

- Bir gün nereli olduğumu sordular?

- Babam Sivereklidir dedim.

Siverek adına şaştılar, hiç duymamıştılar.

- 'Nerdedir bu Siverek?' dediler.

- Siverek Napoli’nin kazasıdır dedim.

Düşündüler bir süre birbirlerine bakındılar.

- Biz İtalya’yı çok iyi biliriz. Yanlışınız olmasın. Napoli’nin böyle bir kazası yoktur.

Siverek İtalya’da olsa bileceklerdi. Gelelim Siverek Urfa’nın bir kazasıydı. Urfa’da Türkiye’de bir şehirdi. 1


Yılmaz Güney kah sanatıyla, kah siyasi çıkışlarıyla gündemden hiç düşmez, varlığı Türk sinemasında sarsıcı tartışmalara neden olur, henüz tam anlaşılmadan bir vaka olarak sinema tarihe geçer.

Büyük övgüler yanında çok eleştiri de alır. Sinemaya adımını attığı dönemdeki jönlerin tümü salon beyefendisi rolünde oynayan, al gülüm ver gülüm tarzında filmler yapan tiplere tezat, Yılmaz Güney sokak jargonu ile sinemaya adımını atar ve haksızlığa başkaldıran asi, genç rolleri toplumun önüne serer. 

Bu derin uçurum Yılmaz Güney’in fırtınalı hayatına yeni fırtınalar ekler ve daha şöhretin ilk basamaklarında soruşturmalar, hapislik ve sürgünle tanışır.

Peki, kimdir bu Yılmaz Güney, bunca tartışmanın odağında olmasının sebebi nedir?
 

yılmaz güney (1).jpg
Fotoğraf: Twitter


Asıl Adı Yılmaz Pütün’dür. Annesi Güllü, Vartolu Cibran aşiretinden, babası Siverekli Dersimi diye adlandırılan Desman köyündendir.

Yılmaz Adana’nın Yüreğir ilçesine bağlı Yenice’de 1 Nisan 1937 yılında dünyaya gelir.

Hem baba tarafı, hem de anne tarafı yoksulluk, kan davası, daha iyi yaşam umuduyla Adana’ya göçmüş olduğundan, o da  aynı kaderi paylaşan yüzlerce küçük çocuk gibi erken yaşta ırgatlıkla tanışır.
 

yılmaz güney (6).jpg
Fotoğraf: Twitter


Pamuk toplar; sokaklarda simit, sinemalarda gazoz satar. 9 yaşında davar güder, ailesiyle birlikte uçsuz bucaksız Çukurova topraklarında çapa yapar.  

Sinemayla ilk ciddi tanışıklığı lise yıllarına denk gelir. O yıllarda bisikletiyle sinemadan sinemaya 16 mm’lik film bobinlerini taşıyarak hem harçlığını çıkarır, hem de içinde harlanan ateşi besler.

Sanatla, edebiyatla arasını sıcak tutmaya, dergilerde yazılar, öyküler yazmaya başlar. Başladığı gibi de ilk yol kazasını da yaşar.
 

yılmaz güney (2).jpg
Fotoğraf: Twitter


1955 yılında yazdığı “3 Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” adlı yazısı nedeniyle hakkında soruşturma açılır ve komünizm propagandası yapmaktan dava açılır, uzun süren yargılamadan sonra 18 ay ceza, 6 ay sürgün cezası alır.  

Ceza aldığında Yılmaz Güney büyük umutlarla okumaya geldiği İstanbul’da üniversite öğrencisidir.

Yaşar Kemal vasıtasıyla ünlü yönetmen Atıf Yılmaz’la tanışmış, sinemaya adımını atmıştır. Bu nedenle aldığı ceza hayatının dönüm noktası olur ve kendine bir yön çizer.

O dönemle ilgili kendi kaleminden şunları anlatır:

Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığıyla eğitmekti. Öyle yaptım. Kitaplar, sinema, iş, cezaevi, acımasızlık, hayatın katı kuralları, baskılar, kahpelikler, yiğitlikler! Karşılaştığım zorlukları yenmek için direnmek ve kararlılık. Öğretmenlerimden biri ZORDUR. 2


1961 yılında cezaeviyle tanışan Yılmaz Güney'in 1962 Aralık ayında cezası biter; 6 aylık sürgün cezasını çekmek için Konya’ya gönderilir.

Burada her gün polise imza vererek altı ayı doldurur ve İstanbul’a tekrar döner. Kaldığı yerden devam etmek için kolları sıvar.

Cezaevinde ve sürgünde yazdıkları senaryoları hayata geçirir, çalışmalarını hızlandırır. Birkaç film çeker, yeni senaryolar yazar.
 

yılmaz güney (7).jpg
Fotoğraf: Twitter


Tam işler yolunda girerken 1968 yılında askere alınır ve iki yıl kısmen de olsa sinemadan uzak kalır.

Yılmaz Güney şöhret basamaklarını tırmanırken, Türkiye ise ideolojik kamplaşmanın tavan yaptığı yıllara evirilir.

Sağ-sol diye tabir edilen çatışmaların yoğun yaşandığı yıllarda Yılmaz Güney hayallerini gerçekleştirmek için yoğun bir çaba içindedir.

Siyasi düşüncesi, yazdığı senaryolar, çıkardığı dergiler sol siyasetin odağına yerleşir.

1971 muhtırasında bir kez daha birçok aydınla birlikte gözaltına alınır, bir haftalık gözaltından sonra bu kez üç ay Nevşehir’e sürgün yolları görülür.

Boş durmaz, yeni çalışmalara imza atar, yeni senaryolarla İstanbul’a döner. Sürgünde yazdıklarını, düşündüklerini hızlıca hayata geçirir. Filimler çeker, oynar, yönetir.

O artık ülke genelinde tanınan ve sinemanın en üst basamaklarında yer alan bir kraldır. 
 

Yılmaz Güney.jpg


Yaşamı, düşüncesi, siyasi duruşu her yerde tartışılan, sinema sahnesinden atılmaya, itilmeye çalışılan birisidir. Mevcut düzene muhalif, yerleşik sanat anlayışına mesafelidir.

Bu nedenle ceza ve soruşturmalardan kurtaramaz. Her adımı takip altına alınır, düşünceleri baskılanır.

1972 yılında Mahir Çayan ve arkadaşlarına evinde sakladığı iddiasıyla gözaltına alınır ve yargılama sonucu bir kez daha ceza alır ve tekrar cezaevi yol gözükür.

İki yıl gibi bir süre cezaevinde kaldıktan sonra 1974 yılında aftan yararlanarak, serbest kalır. 

Bu kez cezaevi onun gerçek okulu olur. Zamanını okumadığı kitapları okumayla, yeni senaryolar yazmayla dolu dolu geçirir.

Bu nedenle, serbest kaldığı gibi sinemaya, kaldığı yerden daha ileri bir noktaya taşıma çalışmalarına devam eder. Projeleri daha bir sınıfsal karakter kazanır.

Ezilen yoksulların yanında, Kürt yanı da devreye girer. Bir filmi sansür kuruluna takılır. Kullandığı isimler, oyuncuların giyim kuşamları sansür için yeterli nedendir.  
 


Seyithan filminde kullanılan “Kejê” isminden dolayı film sansüre uğrar, gösterime ve uluslararası yarışmalara katılması engellenir.

Buna rağmen en küçük bir yılgınlık göstermez, son hızla sinemada var olma mücadelesini yürütür, onlarca filme imza atar.

Ancak, Adana’da yoksul tarım işçilerinin hayatını anlatan “Endişe” adlı filmin çekimi sırasında hayatı tümden değişir. 
 


Aradan yıllar geçmesine rağmen, halen nasıl meydana geldiği tam olarak anlaşılmayan olay, hayatının dönüm noktası olur.

Yılmaz Güney ve Endişe film ekibi, Yumurtalık beldesinin kır gazinolarının birinde, akşam bir araya gelmiş, filmi değerlendirirken, yan masalarda bulunan Yumurtalık İlçe Hakimi Sefa Mutlu ile bir tartışma yaşanır.

Olay kısa sürede kavgaya dönüşünce ortalık karışır ve Sefa Mutlu silahla vurulur.

Yılmaz Güney olayın faali olarak gözaltına alınır, kuzeni olayı üstlense de, Hakim Sefa Mutlu’nun öldürülme olayı Yılmaz Güney’e mal olur.
 


Yargılama sonucu 20 yıl hapis cezasına çarptırılır. Yılmaz Güney için her şey bitti denildiği dönemde, hapisteyken yarım kalmış Endişe filminin bitirilip, gösterime girmesini sağlar.

Sürü ve Yol filmlerinin senaryolarını yazar. Yazdığı filimler büyük başarılar kazanır. Cezaevindeyken “Güney” adlı kültür ve sanat dergisini çıkarır.

Güney, 13 sayı yayımlandıktan sonra 1979 yılında ilan edilen sıkıyönetimce kapatılarak, yayınına son verilir.

Ve 12 Eylül askeri darbesi yaşandığında, Yılmaz Güney Isparta’da cezaevindedir. Darbe sonrası hakkında onlarca dava açılır, hakkında 100 yılı aşkın ceza istenir.

1981 yılında izinli çıktığı cezaevine bir daha dönmeyerek, yönünü Avrupa’ya doğru çevirir. Birkaç ülke dolaştıktan sonra Fransa’ya yerleşir. 
 


1982 yılında senaryosunu yazdığı ve yönettiği Yol filmi Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü alır ve dünyanın en iyi filmleri arasında gösterilir.

Başrollerinde Tarık Akan, Şerif Sezer, Halil Ergün ve Meral Orhansoy oynadığı film Türkiye’de yasaklanır. Yılmaz Güney vatandaşlıktan çıkarılır.
 


Yılmaz Güney ise, Fransa’da yeni bir filmin çekimine başlar. Duvar filminin çekimleri başladığında Yılmaz Güney’in kanser olduğu da ortaya çıkar. Film çekilir ama istediği başarıyı yakalayamaz.
 


Kısa bir süre sonra da Yılmaz Güney, 9 Eylül 1984 yılında mide kanserinden Paris’te hayatını noktalar.

Hayatı boyunca ötekileştirilen ve çalışmaları hor görülen ve kendisine “Çirkin Kral” denilen Yılmaz Güney, ancak 1993 yılında vatandaşlığa geri alınır.
 


111 filmin senaryo ve yönetmenliğini yapar, 45 filmde başrol oynar ve 35 önemli ödül alır. 

Yani hayatı bir fırtınadan farksız geçer. Bindiği gemi karaya oturur, kayalıklara çarpar; ama asla batmaz.

Hep bir yerde umutla kendini yüzdürür. Bu nedenle Türk sinemasına katkısı, adını dünyaya duyurması, Cannes Film Festivali'ndeki başarısı, onun yaşadıklarından sıyrılıp, aramızda yaşamasına nedendir.

O bir Türkiye gerçekliğidir.

Varlığı sol ideolojiye, künyesi Kürtlüğe, yaşamı Türklüğün ifadesine, ölümü siyasallaşan Kürt’ün sürgün yaşamının ifadesidir.

Kabul etsek de, etmesek de Yılmaz Güney bir Türkiye gerçekliğidir.

Esmer tenli, yoksul, kızgın, asi; ama bir o kadar da güzel gülen bir Türkiye gerçekliği…

 

 

Kaynakça: 

  1. İstanbul Yüksek Tahsil Derneği  Siverek Adlı Dergi 
  2. Kemal Y./ Mazlumların Çirkin Kralı: Yılmaz Güney

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.  

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU