Kimyada daha iyi bir yaşam olduğunu düşünen kapitalistlerin tüketime yönelik önümüze sunduğu pek çok yenilikçi ürünün sağlığımızı tehdit eden yanlarıyla ilgili sayısız komple teorileri duymuşsunuzdur ya da okumuşsunuzdur.
Peki, dünyadaki hemen hemen tüm canlıların Teflon’daki toksik kimyasal bileşenler tarafından enfekte olduğunu, hatta bu kimyasalların DNA’larımıza kadar işlediğini ve deformasyona sebep olacak şekilde genetiğimizi değiştirdiğini, yanmaz, yapışmaz bu gri malzemenin altı farklı ölümcül hastalığa sebep olduğunu, üstelik bu malzemenin üreticisinin bu tehlikeyi bilmesine rağmen gerçekleri saklayarak bu ürünü piyasaya sürdüğünü biliyor muydunuz?
Meğer ateş olmayan yerden duman çıkmazmış. Sadece söylentilerden ibaret olduğunu düşündüğüm bu teorinin perde arkası işin vahametini gözler önüne seriyor.
Günümüzün bu vazgeçilmez ürünleri birer sessiz katiller gibi pek çok kişinin evinde sinsice beklerken mutlu bir son vadetmeyen bu malzemenin üretimi ve kullanımı her şeye rağmen yoğun bir şekilde devam ediyor.
Ama yine de bu filmi gördükten sonra teflon kaplamalı şeyler almayı ve kullanmayı bir kez düşünmek isteyeceğinize, bundan böyle bir ürünle ilgili bir söylenti çıktığında daha dikkatli kulak kesileceğinize eminim.
Evimizdeki düşman; “Karanlık Sular”
Yönetmen: Todd Haynes / Oyuncular: Mark Ruffalo, Anne Hathaway, William Jackson Harper, Bill Pullman, Tim Robbins, Victor Garber, Bill Camp, Mare Winningham / 126 dakika
İnsanlar bir filme “izlemesi zor” dediklerinde bu herkes için farklı şeyler ifade edebilir: Kimisi filmdeki şiddetten rahatsızlık duyar, kimisini aksiyon sahneleri ve görüntü teknikleri yorar, kimisi yüksek kare hızından ya da kamera hareketlerinden dolayı filmi seyretmekte zorlanırken kimisi de her şeyi hızlı yaşamaya ve seyretmeye alıştığı için bir filmin durağanlığından dert yanar.
Kimisi de seyrettiğinde kendisine istemediği bir gerçeği öğrettiği ya da bastırdığı bir acıyı hatırlattığı için o filmi “izlenmesi zor” bir film olarak kodlar.
Todd Haynes’in sessiz sedasız vizyon yolculuğu devam eden son filmi Karanlık Sular (Dark Waters) da muhtemelen pek çok kişi için bu tür filmlerden biri olacaktır.
Çünkü film gerçekten inkar edilemez derecede zorlayıcı bir konunun oldukça kasvetli bir biçimde ele alınmış huzursuz eden bir aktarımıdır.
1975 yılına ait bir sahneyle, gençlerin bir göldeki eğlencesiyle başlayan, sonrasında gelecek olan yirmi yıllık bir süreyi kapsayan ve yol boyunca tüm yaşanmışlıklara değinmeye çalışan anlatının içindeki gerçekler, nihayetinde eminim benim gibi bu konunun farkında olmayanları oldukça şaşırtacaktır.
Filmin “gerçek olaylara dayanan” ve sindirmesi biraz zaman alan hikayesindeki anlatılanları idrak ettikçe, filmi seyrettikten günler sonra bile hayatlarımıza etki eden tahribatların olasılığı düşüncesi daha korkutucu bir hal alacaktır.
Nadir bir Amerikan filmi
90’ların başlarında çekilen o çok özlediğim; orta bütçeli, karakter odaklı yapımlara benzeyen bu nadir özellikteki Amerikan filmi hem prestijli oyuncu kadrosu hem de ele aldığı konusuyla oldukça dikkat çekiyor.
Nathaniel Rich’in 2016 yılında New York Times’ta kaleme aldığı DuPont’un En Kötü Kabusu Haline Gelen Avukat (The Lawyer Who Became DuPont’s Worst Nightmare) adlı makalesinden uyarlanan bu film, şirketler hukukunda özel bir savunma avukatı olan Robert Bilott’un, kimya endüstrisinin öncü firmalarından DuPont’a dava açmasını ve şirketin birçok insanın hayatına mal olabilecek bir çevre kirliliğine yol açtığını ispatlamaya çalışmasını konu ediniyor.
Fakat bu süreç öncesinde, hikayenin başlangıcında Robert Bilott büyük kimya şirketlerini temsil eden uzman bir hukuk firmasının ortak avukatlarından biri olarak karşımıza çıkıyor.
Gerçeğin peşinde
Robert Bilott, hukuk bürosundaki ortaklığının duyurulduğu ve kutlamanın yapıldığı önemli bir toplantıdan, randevusuz ve habersiz bir şekilde onu görmek için ofise gelenlerin ısrarı sonunda çıkmak durumunda kalır.
Büyükannesinin tavsiyesiyle ona ulaşmak isteyen bu davetsiz kişi Batı Virginia çiftçisidir ve avukatın çocukluğunu geçirdiği çiftliğin sahibidir.
Öfkeli çiftçi avukata, DuPont’un çiftlikteki hayvanlarını zehirlediğini ve kanıtlamak için elinde videolar olduğunu söylüyor ve elindeki bir kutu dolusu VHS video kasetlerini gösteriyor.
Avukat şaşkın bir şekilde; “Ama ben bir kurumsal savunma avukatıyım” diye cevap veriyor ve “Bahsettiğiniz o kimyasal şirketleri savunuyorum” diye ekliyor.
Bunun üzerine çiftçi inatla ve kararlı bir şekilde “O halde şimdi de beni savunabilirsin” diyor.
Robert Bilott başlarda bu davayı üstlenme konusunda istekli değilse de büyükannesinin tavsiyesi üzerine gelen bu çiftçinin durumunu anlamak ve kontrol etmek için onu ziyaret etmeye karar veriyor.
Ona bıraktıkları kanıtlara göz atmaya başlıyor. Ancak videolardaki kararan dişlerin, hayvanlarda ortaya çıkan tümörlerin, davranışlarındaki saldırgan değişikliklerin ürküten görüntüleri onu dehşete düşürüyor.
Robert Bilott kravatını gevşetiyor, nefes alış-verişi düzensizleşiyor, gerçekten ortada yanlış giden bir şeylerin olduğu düşüncesi onu huzur ediyor.
Ve işin boyutunun düşündüğünden daha derin olması süreci takip etme konusunda onu ikna ediyor ve harekete geçmeye teşvik ediyor.
Hem çevreyi hem de içme suyunu zararlı kimyasallarla zehirlemekle suçlandığı iddiaların muhatabı olan DuPont’un kurumsal avukatıyla bir partide karşılaşan Robert Bilott, ondan aldığı bilgiler ışığında depolama sahasında soruna neden olan kimyasalın hükümet tarafından düzenlenmediğini fark ettiğinde durum daha da karmaşıklaşıyor.
Olayların yaşandığı bölgedeki fabrikadan istediği belgelerin karşılığında kendisine teslim edilen yüzlerce kutunun ortasında kaldığında, şirketin tehlikeli bir kimyasal kullanmakla kalmayıp aynı zamanda etkilerini yıllarca bildiğini kanıtlayan belgeleri arayarak bulma süreci de başlamış oluyor.
Böylelikle başlarda hatıra binaen üstlendiği bu dava, sonrasında onu, Orta Amerika ovalarının kırsal alanını acımasızca kirlettiği tespit edilen en büyük kimya şirketi ile karşı karşıya getiriyor.
Tüm hayatını etkileyen, ailesini ihmal edecek derecede onu meşgul eden, sıkı bir çalışma ve fedakarlık üzerine kurulmuş olan bu araştırma süreci nihayetinde onu günümüzün en büyük ve önemli davalarından birini başına getiriyor.
Usta bir oyuncu
Son birkaç yılını fantastik bir sinematik evrende aldığı rollerle geçiren Mark Ruffalo, Rob Bilott’e hayat verdiği ve yapımcılığını da üstlendiği bu filmde mükemmel bir performans sergiliyor.
Bu tür gerçek hayat figürlerini oynamak eminim hiç kolay değildir, ama Ruffalo üstlendiği bu rolde oldukça inandırıcı ve profesyonel bir karakter oyunculuğu sergiliyor.
Sakin görünüşün altındaki öfkesi, gözden kaçmayan ve dudağına yansıyan mimikleri, her şeyini adadığı bu davadaki çaresizlik anlarındaki mırıldanmaları, ses tonunu ve beden dilini kullanarak kendisini bu davanın kararlı ve onurlu gerçek bir takipçisine dönüşmesindeki bu samimiyet beyazperdeye etkileyici bir şekilde yansıyor.
İş yerinde, sokaklarda yürürken, derin düşüncelere dalmışken, mağdurların acılarını derinden hissederken ve yıllar geçtikçe gözlerinin altı koyulaşırken seyrettiğimiz bu roldeki varlığı tüm filme başarılı bir şekilde nüfuz ediyor.
Göz açan aktivist bir drama
Bu filme bir belgesel muamelesi yapmak istemiyorum. Ama değindiği konular sayesinde bilmediğim pek çok şey öğrendim.
Çevremizde, yanı başımızda, evimizde ve hatta artık ne yazık ki genlerimizde var olduğu laboratuvar sonuçlarıyla ispatlanan, görmezden geldiğimiz bu tehlikenin boyutunun farkına vardım.
Üstelik bu farkındalığa ulaşmak ve olan biteni anlamak için bir kimyager ya da avukat olmanıza da gerek yok.
Çünkü, korkunç hikayesiyle izleyeni öfkelendiren ama aynı zamanda gözünü de açan bu aktivist drama, seyircinin aydınlanma sürecine hizmet eden olay örgüsünün tüm karmaşık detaylarını anlamamıza yardımcı olmakla kalmayıp, buna benzer sorunların nasıl göz ardı edildiğine yönelik de çarpıcı bilgileri oldukça anlaşılır bir netlikte veriyor.
Yaptığı araştırma ve soruşturmalarla, doğal kaynakları ve insan hayatını hiçe sayarak üretim yapan şirketlerin sorumlularını hedefe alan avukatın, bu insanların her şeye rağmen yakayı kurtarmak için neler yaptıklarını ortaya çıkaran uzun soluklu bir davaya doğru yavaş ama emin adımlarla ilerleyişindeki sürecini başarılı bir şekilde özetliyor.
Göründüğünden daha zengin ve daha derin
Seyircisinin hem zekasına hem de sabrına güvenen Karanlık Sular göründüğünden çok daha zengin ve derin bir film.
Belki Todd Haynes’in dikkat çeken ve ses getiren o renkli filmografisindeki en güzel filmlerinden biri olmayabilir, ancak şimdiye kadar çektiği en önemli filmi olduğunu söyleyebilirim.
Bu film özeldir, çünkü, filmin gücü; kazanılmış bir zaferi dramatik bir şekilde inşa ederek bu başarıyı kutsallaştırmak yerine, böyle bir sonucun asla gelmeyeceğini düşünüyor ya da biliyor olsak bile daha iyi bir yaşam ve dünya uğruna her gün yılmadan mücadele etmenin önemini vurgulamasından kaynaklanıyor.
Haftanın diğer filmleri
Annelerimiz
Askeri cunta sırasında militan olan babasının kayboluşundan esinlenen Cesar Diaz’ın yönetmenliğini üstlendiği Nuestras madres (Our Mothers), Guatemala’da binlerce insanın hayatını kaybettiği iç savaştan sorumlu askeri cuntacıların yargılandığı dava ile kendi aile geçmişini araştırmaya koyulan bir antropoloğun hikayesi ekseninde ülkenin gölgede bırakılmaya çalışılan tarihine ışık tutuyor.
Prömiyerinin gerçekleştiği Cannes Film Festivali’nde iki ödüle birden layık görülen, ayrıca Belçika’nın Oscar adayı seçilen film, Guatemala’da 200.000’den fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan ve günümüzde bile çok iyi bilinmeyen iç savaşın ölümler, tecavüzler ve göçlerle sonuçlanan acılarını ve karanlıkta kalan alanlarını sinemaya aktarıyor.
Bundan ölesiye korkmalarına rağmen Cesar Diaz için ifade vermeyi kabul etme cesareti gösteren filmde görülen “anlatıcı anneler”, Guatemala kültüründe hâlâ geçerliliğini ve etkilerini yitirmeyen sözlü tarih anlatıcıları, her biri ülkenin gerçek hafızaları.
Humraz Cin Tarikatı
Humraz Cin Tarikatı, arkeoloji tahsili yapan Tuğba’nın, Humraz isimli bir cin tarikatını araştırma sürecini anlatıyor.
Arkeoloji bölümünde yüksek lisans yapan Tuğba gençliğinde anne ve babasını faili meçhul bir şekilde kaybetmiştir. Araştırmalarında Derinsuyluk köyü etrafında Humraz isimli eski bir tarikatın izlerine rastlar.
Ağabeyi Selim ve danışmanı olarak başvurduğu hocası, bu konuyu araştırmak için gece geç saatlerde bölgeye giden Tuğba’ya yol gösterir.
Tuğba tüm araştırmalarının sonucunda kan dondurucu bir gerçekle yüzleşecektir.
Karabasan
Wake Up, tüm ailesini öldüren genç bir kadının neden bu cinayetleri işlediğine dair bir araştırmaya koyulan psikiyatri doktorunun hikayesini anlatıyor.
Bir psikiyatri doktoru olan Phillip, bütün ailesini neden öldürdüğünü anlamak ve bazı cevaplar bulmak için ailesini katleden bu genç kadının tuttuğu günlüğe başvurur.
Girişinde okuyan kişinin sonsuza dek lanetleneceğini belirten bu günlüğü okumaya başladığında, genç kadının aklını kaybetmesine neden olan aynı uykusuzluk ve kafa karışıklığı durumu ile karşı karşıya kalır.
Peri: Ağzı Olmayan Kız
Cem Özduru’nun Perihan isimli çizgi romanından esinlenerek çekilen Peri, fantastik bir çocuk masalını konu ediyor.
“Baskın” ve “Ev Kadını” filmleriyle kendine has bir sinema dili oluşturan Can Evrenol’un yönettiği Peri, santralde yaşanan büyük patlama sonucu insanların bazı uzuvlarında eksiklerle doğduğu post-apokaliptik bir dünyada, hayatta kalma mücadelesi veren ağzı olmayan Peri isimli bir kızın hikayesini anlatıyor.
Santraldeki patlamadan 10 yıl sonra, Büyük Dünya Savaşı devam ederken karantina altındaki bir kasabada yaşayan ve patlamadan dolayı ağızsız dünyaya gelen Peri, babası ile birlikte ormanın derinliklerinde yaşamaktadır.
Peri, babasını kaybettikten sonra hayatta kalmak için mücadele vermek zorundadır ama bu mücadelede yalnız olmayacaktır.
7. Kayseri Film Festivali’nde Özay Fecht’e “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ödülünü getiren filmin oyuncu kadrosunda yer alan çocuklar böylesi ilginç bir tür sinemasındaki performanslarıyla da oldukça dikkat çekiyor.
Süper Ajanlar
Spycies, çalınan değerli bir materyalin peşine düşen iki ajanın hikayesini konu ediyor.
Yetenekli olduğu kadar asi ve söz dinlemez tavırlarıyla da nam salmış bir ajan olan Vladimir, uyuşuk ve çaylak bir ajan olan Hector ile birlikte çalışmaya başlar.
Bu iki süper ajan çok özel ve gizli bir metaryel olan Radiuzite’ın çalındığı haberini aldıklarında, vakit kaybetmeden onu bulmak için araştırmalara başlar. Bu araştırma yüzünden kendilerini bir anda zorlu bir mücadelenin içinde bulurlar.
Şahane Hayaller
Ömer Faruk Yardımcı’nın yönettiği ve filmde kılıktan kılığa giren Ömer Başdoğan’ın başrolünde yer aldığı Şahane Hayaller hayalinin peşi sıra olmadık işlere bulaşan bir şairin hikayesini anlatıyor.
Ankara Keçiören’de bir baltaya sap olamadan yaşayan Ömer’in yılları şair olma hayaliyle geçip gitmiştir. Bir gün karşısına çıkan liseden arkadaşı Ali bu hayalleri tekrar canlandırır.
Ali’nin amacı Ömer’in menajerliğini yapıp sırtından para kazanmaktır ama edebiyat dünyası hakkında ne bir bilgisi ne de bir çevresi vardır.
Ali, Ömer’in şiir kitabını bastırmak ve onu tanıtmak için bildiği her şeyi denediğinde başlarına en olmadık şeyler gelir.
Şeker Çocuk
Shia LaBeouf’un kendi hayatından esinlenerek yazdığı Honey Boy, aktörün çocukluk ve gençlik yıllarında babasıyla ilişkisini ve onun getirdiği psikolojik durumları anlatıyor.
Film; genç aktörün fırtınalı geçen çocukluğunu ve genç yetişkinlik zamanlarını, babasıyla barışmak için kendi içinde verdiği mücadeleyi ve akıl sağlığıyla başa çıkmaya çalışmasını anlatıyor.
Yırtıcı Kuşlar (Ve Muhteşem Harley Quinn)
Gotham’ın acımasız sokaklarında, izbe ve tekinsiz mahallelerinde geçen, polis, şarkıcı kuş, psikopat ve mafya prensesi hakkındaki bu hikayeyi hiç duydunuz mu?
Cathy Yan yönetmenliğindeki Birds of Prey (And the Fantabulous Emancipation of One Harley Quinn), Harley Quinn’in Joker’den ayrılmasından sonra Black Canary, Huntress ve Dedektif Renee Montoya’ya katılarak Cassandra Cain’i zalim suç lordu Black Mask’ten kurtarmaya çalışmalarını konu ediniyor.
Yırtıcı Kuşlar, bir mafya babası tarafından kaçırılan genç bir kızın, kurtarılması için verilen mücadeleyi konu ediyor ancak film bizzat Harley tarafından, yalnızca onun anlatabileceği şekilde anlatılan çarpık bir hikaye.
Harley, hikaye anlatıcımız olarak yalan söylüyor, abartıyor, gerçekleri kendi ihtiyaçlarına uyacak şekilde çarpıtıyor, ayrıca, zaman zaman kafası dağınık olduğu için, olaylar bir ileri bir geri gidiyor.
Mesela Bay J. İle ayrılıklarında her ne kadar Harley bunun kendi seçimi olduğunu ve bu durumla gayet iyi başa çıktığını anlatsa da aslında hiç de öyle olmadığı gayet ortadadır.
Cüretkar ve her daim sorunlu bir karakter olan Harley Quinn tek gerçek aşkı Bay J. ile fazlasıyla şiddetli ayrılığının ardından zaten hep kestirilemez olan hayatı daha da kontrolden çıkınca, açık bir hedef haline gelir.
Bu yüzden hayatında ilk kez korumasız ve kaçıştadır. Ve başta suç baronu Roman Sionis olmak üzere, Gotham’ın tüm haydutları onun peşindedir.
Artık Bay J’in korumasına sahip olmayan Harley, güvenliği için mafya babası Roman Sionis’le bir anlaşma yapma yoluna gider. Bu korumanın karşılığı olarak kendisine düşen görev ise Cass ismindeki küçük bir kaçak yankesiciden şifreli bir elması geri almaktır. Fakat her zamanki Harley’liğinin bir gereği olarak, herhangi bir anlaşmaya sadık kalması pek olası değildir.
Kendini çok akıllı ve muhteşem sanan ama aslında korkunç, berbat biri olan, kontrol ve güç manyağı, Gotham’ın en alçak, narsist kötüsü Roman Sionis ve onun hevesli yardımcısı Zsasz’in Cass adında bir genç kızı hedef göstermesi üzerine, onu arayanlar yüzünden şehrin altı üstüne gelir.
Böylece, Harley, Huntress (Avcı), Black Canary (Siyah Kanarya) ve Renee Montoya’nın yolları kesişir. Roman’ı alaşağı etmek uğruna, gerçekten güçlü ve birbirinden farklı niteliklere sahip kadınlardan oluşan bu alışılmadık dörtlünün takım olmaktan başka seçeneği yoktur.
Üstelik beraberce yapbozun bütün parçalarını oluşturan bu grubun amacı sadece doğru olanı yapmak değil, günün sonunda hayatta kalmaktır.
Harley Quinn, Gotham şehrinde suçla savaşan bir kanun savaşçısı olan Helena Bertinelli ve suçla savaşan bir aileden gelen yakın dövüş ustası Dinah Laurel güçlerini birleştirip, kaçırılan kızı kurtarmak için Black Mask’ karşı zorlu bir mücadeleye girişir.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish