Athos, Porthos, Aramis mi dedim (?) Tövbe! 3 akraba şair: Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Nazım Hikmet diyecektim

Secaattin Tural Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

"Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz" diyen 3 hısmın mottosunu, edebiyat tarihimizde 3 hasım olarak gösterilen söz konusu şairler için kullanmak elbette size yadırgatıcı gelebilir.

Öyle ya Fikret ve Akif isimleri bir araya geldiğinde hemen meşhur edebi "kavga" hafızamızda beliriverir.

Tarih-i Kadim şiiri etrafında dönen meşhur kavgadan bahsediyorum ki konunun meraklıları zaten söz konusu meseleye hakimdir.

Ben de gereksiz yere bu bahsi tekrar etmek istemiyorum. Meselenin bu tarafı zaten aşikâr, biz hasımlığın hısımlığa nasıl dönüşebileceği noktasında yoğunlaşalım dilerseniz.

Hatta bir sonraki nesilden Nazım Hikmet'le akrabalığın nasıl kurulduğu daha da önemlidir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Türk edebiyatı, Tanzimat'tan bu yana aslında poetik değil politik bir görünüm kazanmıştır.

Namık Kemal'in "Bais-i şekva bize hüzn-i umumidir Kemal/kendi derdi gönlümün billah gelmez yadına" beytinde kendini gösteren tavır sanatçılarımızın adeta kanunname gibi uydukları bir anayasa metnine dönüşmüştür.

Dolayısıyla egemen görüş "ethos" çizgisinde belirginleşir.

Anayasaya aykırı davrananlar ise biraz vicdan azabı duyarak da olsa "pathos"un etrafında toplanır.

Bu ayrıma kabaca "biz" ve "ben"in merkezde olduğu yönelimler diyebiliriz.

Görüldüğü gibi, "Üç Silahşörler" romanının kahramanlarının ses benzerliğinden faydalanmak gibi basit bir espriden yola çıktım ki umarım affedilir.
 

Namık Kemal
Namık Kemal

 

Şimdi dilerseniz çizgiyi çekelim ve bahsini ettiğimiz akrabalığı gösterelim. Şöyle ki;

Namık Kemal, Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Nazım Hikmet, ethosun peşinde, yani "biz"in; sanatın topluma, millete karşı bir yükümlülüğü olduğuna, her milletin duyuş tarzının ortak değerlere dayandığına, milletin ölüm kalım savaşı verdiği anlarda şiirin kurtarıcı bir misyonu olduğuna, bunun da ötesinde kuruculuk görevini de üstlenmesi gerektiğine inanan ve poetikalarını bu anlamda oluşturan şairlerden bahsediyorum.

Yalnız lütfen, Fikret'in milletten çok evrensel insanlığı, Nazım'ın proletarya bağlamında milli kimliği dışladığını ya da Akif'in ümmet bilincinden bahsettiğini bana hatırlatmayın.

Dediğim gibi hasımlık, yani POLİTİK tavırları hakkında çok yazıldı çizildi, fakat POETİK anlamda hemen hemen hiç yaklaşılmadı.

Hatta karartılmaya çalışıldı ki aslında bu yazının ortaya çıkması da bu nedenledir.

Namık Kemal'i bu yazının dışında bırakalım, zira Namık Kemal'in Paltosu başlığı altında bazı meseleleri tartışmıştım.

Zaten onun paltosundan çıktıkları için poetik hısımlık söz konusudur diyebiliriz.

Kurucu babanın politik anlamda farklı düşünen bu 3 oğlu, poetikaya gelindiğinde genetik benzerlik gösterir.
 

Tevfik Fikret
Tevfik Fikret

 

Tevfik Fikret, dinlere, siyasi iktidara ya da kendince yozlaşmış olduğunu düşündüğü geleneğe karşı çıkarken, şiiri kurtarıcı bir araç olarak görür.

İslamiyet'i kabul eden Türk milleti nasıl ki Ahmet Yesevi, Yunus Emre ve Süleyman Çelebi şiirleri merkezdeyse, Batı medeniyetinin değerlerini savunan Tevfik Fikret de şiiri kurucu metne çevirir.

Politik tavır farklı, fakat poetik tavır aynı.
 

Mehmet Akif Ersoy
Mehmet Akif Ersoy

 

Mehmet Akif de yaşamış olduğu çağın ortaya çıkardığı olumsuzluklar, siyasi çalkantılar ve milletin içinde bulunduğu varlık savaşında savaşmak üzere şiiri cepheye sürer.

"Safahat" ve içindeki şiirler bunun göstergesidir. O da şiirin kurtarıcılığına güvenmiş ve milletin sesi olmuştur.

Tek farkla ki çare Batı medeniyeti değil, İslamiyet'in özüne dönmektir.

Akif de din adına ortaya çıkan hurafelere savaş açmıştır, Fikret'in İslamiyet üzerine eleştirileri öze ait iken, Akif'inki Müslümanların yozlaştığına dairdir.  

Her iki şair de poetik anlamda şiiri ethosçu bağlamda yozlaşmaya başkaldırı olarak görmüş, devlet güçsüzleşmişse milletin onu yeniden tesis edeceğine olan inançlarını dile getirmiştir.

Akif'in Fikret hakkında oldukça sert bazı dizelerini "Safahat"a almadığını biliyoruz.

Her ne kadar aslında onun almak istediğini fakat bazı nedenlerle bunu yapmadığı ile ilgili yorumların haklılık payının olduğunu kabul etsem bile, onun Tevfik Fikret'le olan ilişkisinin, sevenlerinin iddia ettiği gibi hasımlıktan çok, poetik hısımlığın göstergesi olan saygıyı da içerdiğini düşünüyorum.


Peki, Nazım Hikmet nasıl buraya bağlanacak?

Burjuva değerlerine bağlı Fikret ve İslami değerlere bağlı Akif'le akrabalık nasıl kurulacak?

Tabii ki poetik alanda kalmak şartıyla. Zaten edebiyat eleştirmeninin asıl görevi bu değil mi?

Bırakalım politik değerlendirmeleri sosyologlar, tarihçiler yapsın ki onlar bizden daha donanımlılar bu anlamda.

Bana göre Türk edebiyat eleştirisinin ve akademisinin sosyolojik, tarihsel eleştiriyi asıl erbaplarına bırakmayarak edebiyat biliminden uzak kalmaları bize epey zaman kaybettirdi ve estetik/poetik okuma ihmal edilerek ideolojik/politik çözümlemeler bilimsel sayıldı.
 

Nazım Hikmet Ran
Nazım Hikmet Ran

 

Sonra ne mi oldu?

Söyleyelim efendim, hiç çekince duyulmadan Nazım Hikmet'in "Akif inanmış adam, büyük şair" dizesi şiirinden çıkarıldı.

Evet, yanlış okumadınız, "Kuvayi Milliye Destanı/Kurtuluş Savaşı Destanı" şiirinin ilk yayımlandığı nüshalarda her ne kadar "İstiklal Marşı", satır arasında politik anlamda eleştirel bir bakışla geçse de Nazım Hikmet'in ölümünden sonra basılan kitapta yalnızca "Akif, inanmış adam" dizesi yer alır, "büyük şair" ise atılır.

İşte demek istediğim şey: Hısımlığın hasımlıkla gölgelenmesi ve politik ayrışmanın öne çıkarılarak poetik yakınlığın gözden kaybedilmesi.

Çünkü "büyük şair" ibaresi daha tehlikeli görülmüş, Akif'in kişiliği, samimiyeti, dürüstlüğü gibi insani özelliklerin şiirsel gücü temsil etmemesi tehlikeli bulunmazken, şairliğini ve şiirlerini ciddiye almak daha tehlikeli bulunmuştur.

Hem muhafazakâr hem seküler hem sosyalist akademi ve eleştiri dünyası artık rahatlamıştır.

Öyle ya "Akif neden büyük şair" sorusunu sormak zorunda kalacaklardı.

O zaman edebiyat bilimi ile edebiyat tarihi yazımına ihtiyaç duyulacaktı.

Neyse ki Memet Fuat bu konuda onlara yardımcı olarak dizeyi buhar ediverdi.

Halbuki mesele aslında Nazım Hikmet'in poetik çizgisindeki küçük bir kırılma ile ilgiliydi.

Nazım Hikmet şairliğinin ilk yıllarında evrensel sosyalist değerleri ve kahramanları (Si-Ya-U, Benerci; Tarantu Babu) öne çıkarırken, ilerleyen dönemlerde bu topraklara dönerek sosyalist devrimci kahramanları yerlileştirmiştir ("Şeyh Bedrettin", "Kuvayi Milliye Destanı"ndaki halk kahramanları, "Memleketimden İnsan Manzaraları"ndaki kişiler).

Bu, bir nevi şiirin kurucu metin olduğuna da bir vurgudur.


Görüldüğü gibi politik, ideolojik, düşünsel açıdan şairleri ayrıştırmak mümkündür, poetik bakımdan ise bambaşka bir edebiyat tarihi yazımı mümkündür.

Şiiri halen tematik, izleksel, politik anlamda inceleyen edebiyat tarihçileri ve eleştirmenler, ne söylediğinden çok nasıl söylediği ile ilgilenseler "poetik" tavrın öne çıktığı bir edebiyat tarihi yazımına yönelebilirler.

Neden mi mümkün görünmüyor?

Çünkü BİÇEM PAHALIDIR!

 

 

NOT: İsmet Özel'in daha geniş bir bağlamda hem tersinden edebiyat tarihini hem de "tövbe"yi "pardon" yerine önerdiğini belirtmiş olayım.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU