Sadakat krizi: Trump'ın ikinci döneminde Pentagon ile kurumsal mücadele

Dr. Osman Gazi Kandemir Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Alex Brandon/AP

Trump'ın ikinci döneminde yürütme gücü ile askerî kurumlar arasındaki gerilim, Amerikan demokrasisinin sınırlarını test eden bir sadakat krizine dönüştü. Bu makale, bu kriz karşısında ordunun, akademilerin ve kurumların verdiği çok katmanlı yanıtı analiz ediyor.


Geçen günlerde "ABD Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkan vekilini yalan makinasına sokmakla tehdit etti" haberi basında yer aldı.

Pentagon'un, Çin'le savaş durumunda uygulanacak planlar hakkında Elon Musk'a brifing vereceği bilgisinin ortaya çıkması üzerine Hegseth'in geçen ay öfkeye kapıldığı aktarılmıştı.

Trump'ın ikinci defa Beyaz Saray'a taşınmasından beri Pentagon ile yürütme gücü arasında yaşanan sürtüşmeler zaman zaman basına yansıyor.

Bu ayın başında ise yasamayı da içine alan bir fikir ayrılığı ortaya çıktı. 

3 Nisan 2025'te, ABD Avrupa Kuvvetleri Komutanı ve NATO Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı (SACEUR) General Christopher Cavoli, Amerikan Kongresi'nde konuştu.

Trump yönetiminin NATO'ya karşı soğuk tavrı ve Avrupa'daki Amerikan askerî varlığını azaltma ihtimali tartışılırken, Cavoli'nin sözleri dikkat çekti:

Bazıları Avrupa'daki varlığımızı azaltmanın zamanı geldiğini düşünebilir; ben bu görüşe katılmıyorum.


Bu açıklama iki açıdan önemli.

İlk olarak, NATO ve Avrupa ülkeleri için taşıdığı stratejik anlam açık.

Amerikan askerî varlığı, sadece caydırıcılık sağlamaz.

Aynı zamanda ev sahibi ülkeler için ekonomik canlılık, teknoloji transferi ve diplomatik güç sağlar.

Bu üslerin bulunduğu ülkelerin ekonomisine katkı, Keynesyen yaklaşımla askerlerin yaptığı tüketim harcamalarıyla sınırlı değildir.

Bu alanda yapılan araştırmalara göre, yerel işletmeleri küresel standartlara iter, teknolojik uyumu artırır ve bu ülkelerin uluslararası sisteme entegrasyonunu hızlandırır.

Böylece Amerikan askerî varlığı, güvenliğin ötesinde ekonomik büyümeyi ve kurumsal dönüşümü tetikler.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İkinci olarak, Cavoli'nin sözleri, Trump'ın birinci döneminde başlayan kurumlarla mücadelesinin sürdüğünü gösterir.

Trump, görev süresi boyunca sivil-asker ilişkilerini zorladı.

Pentagon gibi bağımsız kurumların sınırlarını test etti.

Cavoli'nin çıkışı, komuta kademesinin siyasî iradeden bağımsız hareket edebildiğini ortaya koydu.

Bu tepki, Amerikan demokrasisinde kurumların dengeleyici rolünü yeniden hatırlattı.

Bu tablo, Trump'ın ikinci döneminde de siyasi rakiplerine ilave olarak Pentagon, istihbarat teşkilatları, medya ve askerî akademilerle de karşı karşıya kaldığını gösteriyor.

Onun güvenlik politikaları dış dünyayla sınırlı kalmıyor, içerideki anayasal dengeleri de zorluyor.

Bu yazı, Trump'ın görev sürecinde Pentagon ile yaşanan çatışmaları tarihsel ve güncel örneklerle ele alacak.

Kurumların direncini, askerî ve sivil aktörlerin rollerini ve Amerikan demokrasisinin bu sınamalara verdiği yanıtı inceleyecek.

Ayrıca, ABD'nin kurduğu güvenlik düzeninin Trump yönetimi altında nasıl bir baskı gördüğünü ve bu değişimin nereye kadar ilerleyebileceğini değerlendirecek.


1. Dönem: Pentagon'un uyarısı ve ilk kurumsal direnç

Donald Trump, 2017'de göreve geldiğinde siyasi dengeyi gibi, güvenlik kurumlarının alışkanlıklarını da sarstı.

"Önce Amerika" söylemi, NATO başta olmak üzere çok taraflı yapılara duyulan memnuniyetsizliği açık biçimde gösterdi.

Bu tavır, Pentagon'un uzun süredir benimsediği stratejik öncelikleri tartışmaya açtı.

Pentagon, sadece askeri operasyonların komuta merkezi değildir.

Aynı zamanda dış politika kararları, istihbarat iş birliği ve stratejik planlama gibi konularda da merkezdedir.

RAND Corporation gibi düşünce kuruluşları ve CIA ile kurduğu ilişkiler bu yapıyı destekler.

Pentagon, savaş planlamasının ötesinde, sistemin geleceğine dair vizyon üretir.

Trump'ın yaklaşımı, her şeyden önce Amerikan tarzı sivil-asker ilişkisinin temel yapısıyla çelişiyordu.

Samuel P. Huntington'un tanımladığı "objektif sivil kontrol" modeli, orduya siyasetten uzak ama stratejik özerklik tanır.

Trump ise dış politikada tepkisel davranıyor, iç krizlerde orduyu doğrudan devreye sokmak istiyordu.

Bu durum, Pentagon içinde rahatsızlık yarattı.

İlk döneminde Trump savunma bütçesini artırdı.

2016'da 611 milyar dolar olan harcama, 2020'de 738 milyar dolara çıktı.

Siber güvenlik ve Uzay Kuvvetleri gibi alanlara yapılan yatırımlar, modern tehditlere yanıt arayışını gösterdi.

Ancak bu kaynaklar kişisel tercihlerle dağıtılınca planlama zayıfladı.

Asıl sorun, stratejik kararların öngörülemez hale gelmesiydi.

NATO'ya yönelik eleştiriler ve asker çekme tehditleri, diplomasi yanında operasyonel krizlere de yol açtı.

Avrupa ve Asya'daki Amerikan varlığı, sadece caydırıcılık değil; istihbarat, lojistik ve çok uluslu koordinasyon için de kritikti.

Trump bu düzeni "adil olmayan yük paylaşımı" gerekçesiyle sorguladı.

Bu yaklaşım, EUCOM ve STRATCOM gibi merkezlerde uzun vadeli planlamayı riske soktu.

Bu dönemde Savunma Bakanı James Mattis, Suriye'den çekilme kararını yanlış bularak istifa etti.

Genelkurmay Başkanı Mark Milley, 2020 yılında Minneapolis'te bir polis memurunun aşırı güç kullanımı sonucu George Floyd'un hayatını kaybetmesiyle başlayan ve dünya çapında ırkçılık ile polis şiddetine karşı büyük protestolara yol açan olaylar sırasında, Başkan Trump'la birlikte sahada görüntü vermesinin hatalı olduğunu itiraf etti.

Milley, "Ordu halkın değil, Anayasa'nın yanındadır" diyerek, Amerikan ordusunun tarafsızlık ilkesine vurgu yaptı.

Bu süreçte Trump, gösterileri bastırmak için aktif görevdeki düzenli ordu birliklerinin kullanılmasını istedi.

Ancak bu talep, anayasada sivil-asker dengelerini koruma amacı taşıyan Posse Comitatus Yasası ve Amerikan geleneğindeki ordu-halk arasındaki güven ilişkisini tehlikeye atacağı endişeleri nedeniyle Savunma Bakanı Mark Esper ve üst düzey komutanlar tarafından reddedildi.

Pentagon'un bu tepkileri, modern Amerikan tarihinde nadir görülen açık kurumsal itirazlar arasında yer aldı.

Bir yandan anayasal sadakati sürdürmeye çalıştılar, diğer yandan siyasi baskılara karşı iç reflekslerini korudular.

Trump ise bu direnci cezalandırarak, George Floyd olaylarında askeri güç kullanma talebini reddeden Savunma Bakanı Mark Esper'i görevden aldı.

Bu adım, Pentagon'un kurumsal sınırlarını koruma çabasının bir başka örneği olarak kayıtlara geçti.

Trump'ın ilk dönemindeki yönetim tarzı, ordu için dış tehditlerden çok içeriden gelen baskılara karşı bir stres testi oldu.

Bu dönem, krizlerle birlikte anayasal bağlılığı ve siyasi bağımsızlığı güçlendiren yeni eğitim ve strateji belgeleriyle de sonuçlandı.

Bu süreç, ikinci dönemde yaşanacak daha sert çatışmaların işaretini verdi.


2. Döneme giden yol: Sadakat talepleri ve kampanya gerilimi

Trump, 2024'te adaylığını açıkladığında Cumhuriyetçi Parti gibi, askeri çevreler de süreci dikkatle izledi.

İlk dönemindeki direnci aşmak isteyen bir lider profili çizdi.

Bu kez daha kararlı, hesaplı ve müdahaleci hareket edeceğini açıkça gösterdi.

Kampanya boyunca en çok vurguladığı konulardan biri, ordu içinde sadakatti.

Genelkurmay Başkanı Mark Milley'yi doğrudan hedef aldı, onu "hain" ilan etti.

Eleştirileri kişisel sadakatsizlik olarak gördü.

Artık "kendisine bağlı generallerle" çalışmak istediğini açıkça söyledi.

Bu tavır, komuta kademesinde alarm etkisi yarattı.

Emekli generaller William McRaven, Joseph Votel ve Stanley McChrystal anayasal bağlılığı hatırlatan açıklamalar yaptı.

Ordunun kişilere değil, Anayasa'ya bağlı olduğunu vurguladılar.

Bu açıklamalar doğrudan muhalefet dili taşımıyordu.

Ama kurumun sınırlarını hatırlatma işlevi gördü.

Trump, kampanyası boyunca "woke ordu" eleştirisini sıkça kullandı.

Ona göre, ordu, sosyal eşitlik ve çeşitliliğe fazla önem verdiği için zayıflamıştı.

Askeri akademilerin eğitim programlarını hedef aldı.

Bu söylem bazı muhafazakâr kesimlerde destek buldu.

Ancak askeri bürokrasi, görev bilinci ile çeşitliliğin çelişmediğini açıkladı.

Demokratik değerlerin ordu için zayıflık değil, güç kaynağı olduğunu savundu.

Trump, sık sık "derin devlet" söylemine başvurdu.

Bu yaklaşım, güvenlik kurumlarının profesyonel yapısını da hedef aldı.

Kampanya süreci, Trump ile Pentagon arasındaki gerilimin artık kararların içeriğinden çok, kimin uyguladığı ve kime bağlı olduğu üzerinden şekillendiğini gösterdi.


İktidarın anatomisi: Atamalar, sadakat ve direncin sınırları

Trump, 2025'te Beyaz Saray'a döndüğünde federal kurumlar üzerinde daha sıkı bir kontrol kurmak istedi.

Yönetim kadrosunu kendi görüşüne yakın isimlerden oluşturdu.

Bu durum, Savunma Bakanlığı gibi hassas kurumlar için doğrudan bir sınama oldu.

Michael Flynn bu sürecin simgesine dönüştü.

Flynn, ilk dönemde kısa süreliğine Ulusal Güvenlik Danışmanı olmuş, ardından Rusya ile temasları nedeniyle istifa etmişti.

2025'te Savunma Bakanlığı'na getirileceği söylentileri yayıldı.

Senatonun nabzı yoklandı ve isim gündemden çıktı.

Trump bu defa, Savunma Bakanlığı için kendi çizgisine yakın bir ismi aday gösterdi.

Oylama 50'ye 50 eşit çıktı. Bakan, ancak Başkan Yardımcısı'nın oyu ile göreve başlayabildi.

Bu tablo, Trump'ın etkisine rağmen Kongre'de hâlâ direnç olduğunu gösterdi.

NATO ile ilişkileri yeniden tanımlamaya çalıştı.

Almanya, Güney Kore ve Japonya'dan daha fazla katkı istedi.

Bu ülkelerdeki ABD üslerinin geleceği açıkça tartışıldı.

Bu söylem Pentagon'un uzun vadeli planlarında belirsizlik yarattı.

Aynı dönemde Trump, ordu içindeki eşitlikçi politikaları tekrar hedef aldı.

"Woke ordu" eleştirileri devam etti. Ancak Pentagon geri adım atmadı.

Kamuoyuna yaptığı açıklamalarda çeşitliliğin askeri gücü zayıflatmadığını, tam tersine güçlendirdiğini vurguladı.

Sadakat tartışmaları yeniden alevlendi. Bazı atamalarda liyakatin değil siyasi uyumun öne çıktığı iddia edildi.

Emekli generaller, anayasal bağlılığı hatırlatan açıklamalarla bu eğilime karşı çıktı.

Askeri çevrelerde fikir ayrılıkları belirmeye başladı.

Genç subaylar arasında siyasi liderliğe dair farklı yaklaşımlar gözlendi.

Stratejik görevlerdeki personel, siyasi uyuma daha açıkken; geleneksel yapıdan gelenler anayasal bağlılığı savunmayı sürdürdü.

Bu ayrışma kurumu tamamen bölmedi, ama yapısal bir uyarı olarak değerlendirildi.

Trump'ın ikinci döneminde savunma bakanlığı hem kurumsal reflekslerini korumaya çalıştı hem de siyasi baskılara karşı sınırlarını yeniden çizmek zorunda kaldı.

Amerikan ordusu bir kez daha dış tehditlerden çok iç baskılarla sınandı.


Ekonomik savaş: Savunma sanayii, DOGE ve kurumsal çatışma

Trump'ın ikinci döneminde savunma politikası, stratejik kararların ötesinde ekonomik etkileriyle dikkat çekti.

Savunma bütçesi üzerindeki tartışmalar, Pentagon'un mali yapısını doğrudan etkileyen müdahalelere sahne oldu.

Bu müdahalelerin en çarpıcısı, Elon Musk'ın başında bulunduğu Department of Government Efficiency (DOGE) adlı yapıyla başladı.

DOGE, kamu harcamalarını azaltmak ve bütçeyi "akıllı" hâle getirmek iddiasıyla kuruldu.

Musk, savurganlığı bitirme sözü verdi. Bu doğrultuda Pentagon'a kapsamlı bir denetim uygulandı.

Raporlar kamuoyuna başarı olarak sunuldu, ancak askeri bürokraside dengesizlik yarattı.

Çünkü bazı kesinti önerileri, Pentagon'un uzun vadeli planlarıyla çelişiyordu.

Musk'ın yürüttüğü bu süreç, savunma sanayii şirketlerinde de rahatsızlık yarattı.

Lockheed Martin, Raytheon ve Boeing gibi firmalar, DOGE'yi tehdit olarak gördü.

Savunma ihalelerinin yeniden gözden geçirilmesi, bu şirketlerin Kongre'deki lobi faaliyetlerini artırmasına yol açtı.

Özellikle F-35 gibi projeler tartışmaya açıldı. Lockheed Martin CEO'su James Taiclet, F-35'in yalnızca bir savaş uçağı değil, müttefik iş birliğinin de simgesi olduğunu savundu.

Trump, yüksek maliyetli projelere mesafeli yaklaştı. Yerli üretim, düşük maliyetli drone sistemleri ve hızlı teslimat öncelik kazandı.

Bu yaklaşım, Pentagon'un bazı birimlerinde tartışma yarattı. Hava ve Deniz Kuvvetleri'ndeki planlamacılar, ağır platformların yerini hafif sistemlerle doldurmanın etkilerini sorguladı.

Stratejik kapasitenin zayıflayabileceğini belirten teknik raporlar dolaşıma girdi.

Tartışmalar üretim ve bütçeyle sınırlı kalmadı.

Ticari etkiler, karar alma süreçlerinde daha belirgin hale geldi.

Emekli generallerin savunma firmalarına geçişi "döner kapı" tartışmasını yeniden alevlendirdi.

DOGE denetimleri sırasında bazı şirket yöneticilerinin eski üst düzey askerler olması, çıkar çatışması iddialarını güçlendirdi.

Pentagon, bu dönemde siyasi baskılar yanında ekonomik baskılara karşı da kurumsal refleks geliştirdi.

Bazı bölümler, savunma sanayiine yön veren rolünü korumaya çalıştı.

Diğerleri, dış etkilere karşı denge mekanizmaları üretmeye odaklandı.

Sonuç olarak; Trump'ın ikinci döneminde savunma politikası, güvenlikten çok ekonomik çıkarlarla şekillendi.

DOGE bu süreçte etkili bir aktör oldu. Bu müdahale, Pentagon'un karar alma yapısını sorgulatan bir süreci de başlattı.


Kurumsal hafıza: Akademilerde direnişin eğitimle inşası

Askerî akademilerdeki dersler, Trump'ın birinci başkanlık döneminden itibaren toplumsal tartışmalara ve siyasal müdahalelere konu olmaya başladı.

Özellikle çeşitlilik, liderlikte eşitlik ve etik sorumluluk gibi başlıklara odaklanan bazı dersler, muhafazakâr çevreler tarafından "woke ordu" söylemiyle hedef alındı.

Bu tartışmalar neticesinde bazı içerikler müfredattan çıkarıldı, bazılarıysa ciddi biçimde daraltıldı.

Air Force Academy'de verilen "Diversity and Inclusion in Military Leadership" (Askerî Liderlikte Çeşitlilik ve Kapsayıcılık) ve "Unconscious Bias in Command" (Komuta Sürecinde Bilinçsiz Önyargılar) dersleri, liderlikte kültürel farkındalık ve önyargıların etkisini tartıştıkları gerekçesiyle yeniden yapılandırıldı.

Donanma Akademisi'nde okutulan "Gender & War" (Toplumsal Cinsiyet ve Savaş) adlı seçmeli ders ise toplumsal cinsiyetin savaş üzerindeki etkisini incelediği için programdan tamamen çıkarıldı.

En dikkat çekici örneklerden biri, West Point'te George Floyd protestoları sonrasında başlatılan "Social Inequity and Ethical Leadership" (Toplumsal Eşitsizlik ve Etik Liderlik) dersiydi.

Bu ders, kurumsal eşitsizlikler ve liderlik sorumluluğu üzerine odaklanıyordu ancak 2023 yılında siyasi baskılar sonucu kaldırıldı.

Bunlara ek olarak, West Point ve Annapolis gibi okullarda uzun yıllardır okutulan bazı Soğuk Savaş temalı tarih ve strateji dersleri de dolaylı biçimde hedef alındı.

Özellikle "U.S. Grand Strategy in the Cold War" (Soğuk Savaşta Amerikan Büyük Stratejisi) gibi derslerin bazı modülleri, "eski düşmanlık anlayışlarını yeniden ürettiği" ve güncel jeopolitik yaklaşımlarla uyumsuz olduğu gerekçesiyle daraltıldı.

Eleştiriler, bu derslerin NATO merkezli küresel güvenlik mimarisini sorgulamadan aktardığını, bazı yönleriyle Amerikan dış politikasını yücelttiğini savunuyordu.

Bu nedenle, içerikler daha çok Çin, siber tehditler ve yeni teknolojiler gibi çağdaş güvenlik konularına kaydırıldı.

Ancak bu düzenlemeler, bazı akademisyenler ve emekli subaylar tarafından "tarihsel hafızanın silikleşmesi" olarak eleştirildi.

Tüm bu müdahaleler, askeri eğitimde ideolojik tarafgirlik yaratıldığı iddialarıyla gerekçelendirildi.

Ancak akademi yönetimleri geri adım atmadı; aynı dönemde anayasal sorumlulukları ve profesyonel etik ilkeleri vurgulayan yeni dersler de geliştirildi.

West Point, 2022 yılında müfredata "Foundations of Constitutional Leadership" (Anayasal Liderliğin Temelleri) adlı dersi ekledi.

Hava Kuvvetleri Akademisi ise benzer bir içerikle "Constitutional Foundations of Military Duty" (Askerî Görevde Anayasal Temeller) adlı dersi uygulamaya koydu.

Bu yeni derslerde, subay adaylarının kriz anlarında kişisel sadakat ile anayasal bağlılığı ayırt edebilecek donanıma sahip olması hedeflendi.

Sadece yasal bilgiler değil; etik karar alma süreçleri, sivil-asker ilişkileri ve komuta sorumluluğu gibi başlıklar da eğitim kapsamına alındı.

Bu kurumsal duruşun sembolik örneklerinden biri, emekli General David Petraeus'un West Point'te yaptığı konuşmada görüldü.

Petraeus, "Eğitimli bir subay, ülkesinin sadece çıkarlarını değil, değerlerini de taşır" diyerek anayasal sadakatin eğitimin merkezinde olması gerektiğini vurguladı.

Akademiler, bu anlayışı yalnızca bir ilke olarak değil, kurumsal kimliğin sürdürücü temeli olarak benimsedi.

Trump yönetiminin askeri eğitimi siyasi sadakat temelinde yeniden şekillendirme çabalarına karşı, askeri akademiler doğrudan muhalefet etmeksizin, eğitim yoluyla şekillenen değer sistemlerini korudu.

Müfredat düzenlemeleri, öğretim içeriğini değiştirdiği gibi ordu içindeki profesyonel refleksin yeniden inşasını da sağladı.

Bu yönüyle akademiler, anayasal düzenin içselleştirilmesinde stratejik bir direnç alanına dönüştü.


Kurumsal frenler: Komutanlar, kongre ve sistem savunması

3 Nisan 2025'te General Christopher Cavoli'nin, Amerikan Kongresi'ndeki açıklamaları yalın bir güvenlik değerlendirmesi değildi.

Aynı zamanda komuta zincirindeki profesyonel duruşun göstergesiydi.

Cavoli, Amerikan askerî varlığının NATO'nun caydırıcılığı ve müşterek harekât planlaması açısından önemini vurguladı.

SACEUR makamının stratejik dengeyi koruyan bir rol üstlendiğini açıkça ortaya koydu.

Kurumsal tepki askerî düzeyde kalmadı. Kongre, NATO bütçesi ve atamalar gibi konularda başkanın yetkilerini sınırlamaya çalıştı.

NATO'ya yapılan katkıların başkan kararıyla durdurulmasını engelleyen yasa teklifleri gündeme geldi.

Atamalarda adayların siyasi geçmişi sorgulandı. Bu, teknik denetimin ötesinde, değer temelli bir yaklaşımın göstergesiydi.

Medya ve sivil toplum da sürece dahil oldu. The Washington Post, CNN ve Politico, bazı askerî kararların Signal gibi şifreli uygulamalarla iletildiğini yazdı.

Bazı subayların, anayasal sınırları aşan emirleri reddettiği ortaya çıktı.

The Atlantic'in bir analizinde bu durum şöyle özetlendi:

Bu ordu emir almıyor demek değil - ama anayasal sınırları kollamak için durup düşünüyor.


Akademik çevreler ve düşünce kuruluşları da sürece destek verdi.

Harvard Kennedy School ve Georgetown Security Studies Program, sivil-asker ilişkilerine dair seminerler düzenledi.

RAND Corporation demokratik denetim üzerine raporlar yayımladı.

Emekli generaller anayasa merkezli açıklamalar yaptı.

Bu açıklamalar, görevdeki subaylar için kamuoyunda çizilmiş sessiz bir çerçeve işlevi gördü.

Tüm bu gelişmeler, Trump'ın yürütme yetkisini genişletme çabalarına karşı sistemin verdiği çok katmanlı tepkiyi gösterdi.

Bu tepki; ordu, Kongre, medya ve akademi içinde gelişen ortak bir kurumsal refleksin ürünüydü.

Açık ya da örtülü bu karşı duruş, Amerikan demokrasisinin sadece yazılı kurallarla değil, kurumlar ve değerlerle yaşadığını ortaya koydu.
 


ABD üsleri: Sadece askerî değil, stratejik ve ekonomik varlık

Amerikan askerî varlığı, NATO'nun güvenlik yapısında merkezî bir rol oynar.

Bu varlık yalnız caydırıcılık sağlamaz. Nükleer entegrasyon, ortak harekât planları ve komuta-kontrol sistemleri açısından da ittifakın sürekliliği için kritiktir.

SACEUR görevinde hep bir Amerikan generalinin bulunması bu yapının temel taşıdır.

Bu, gelenekten öte, güç dengesini koruyan bir kurumsal tercihtir.

Amerikan üslerinin ev sahibi ülkelerdeki etkisi çok katmanlıdır.

Ekonomik kalkınma, teknoloji transferi ve diplomatik görünürlük bu etkiler arasındadır.

Bu üsler, altyapı yatırımı, istihdam ve tedarik zincirleriyle yerel ekonomileri küresel ağlara bağlar.

Ancak bu etkiler her ülkede aynı sonucu doğurmaz. Sosyal ve siyasi yapıya göre değişir.

Bazı çalışmalar, savunma iş birliklerinin kurumsal dönüşümü hızlandırdığını gösterir.

NATO standartlarına uyum için yapılan reformlar, personel eğitimi ve denetim kapasitesini artırır.

Bu, yönetişim kabiliyetine dolaylı katkı sunar. Ancak bu katkı her zaman doğrudan ya da ölçülebilir değildir.

ABD askerî varlığı, ev sahibi ülkenin ittifak içindeki yerini güçlendirir. Diplomatik manevra alanını genişletir.

Ama bu etki sadece askerî varlıkla oluşmaz. Dış politika kapasitesi, iç siyasi denge ve kamuoyu algısı da belirleyici olur.

General Cavoli, 3 Nisan 2025'teki konuşmasında bu yapının yalnızca askerî bir konuşlanma olmadığını, stratejik ve kurumsal bir sistem olduğunu vurguladı.

Pentagon'un, Polonya ve Romanya'ya 2022'de Rusya'nın Ukrayna'ya müdahalesi sonrasında konuşlandırılan birliklerin yarısını, yani yaklaşık 10 bin askeri geri çekme olasılığını değerlendirdiği belirtilirken, Cavoli bu plana karşı çıkarak, asker sayısının azaltılmasının NATO'nun doğu kanadındaki caydırıcılık kapasitesini zayıflatacağını savundu.

Pentagon'un maliyet tasarrufu amacıyla bazı üslerden çekilme planları yaptığı, örneğin Polonya'daki Jasionka hava üssünden kısmen ayrılacağı bildirildi.

Bu süreçte Temsilciler Meclisi Silahlı Hizmetler Komitesi Başkanı Mike Rogers başta olmak üzere bazı üst düzey Cumhuriyetçi üyeler de asker azaltımına karşı çıkarak, bu adımın hem ABD'nin ulusal güvenliğine hem de NATO ittifakına zarar vereceğini dile getirdi.

Avrupa ülkeleri ise, ABD'nin bu olası geri çekilme planlarından kaygı duyduklarını ifade ederek, Washington'dan net bir güvenlik taahhüdü talep etti.

Tüm bu tartışmalar hem Pentagon içinde hem Kongre'de hem de Avrupa başkentlerinde Amerikan askerî varlığının geleceği konusundaki stratejik belirsizliği gündeme taşıdı.


Sonuç: Sadakat mi, anayasa mı? Demokratik sistemlerin sınavı

Trump'ın ikinci başkanlık döneminde Pentagon'la yaşanan gerilim, basit bir yürütme krizi olarak görülemez.

Bu süreç, yürütme gücü ile kurumsal yapıların karşı karşıya geldiği daha büyük bir sınavı temsil ediyor.

ABD'de sivil-asker ilişkileri yeniden şekilleniyor; anayasal denge ise siyasi sadakat talepleri karşısında ciddi bir direnç testinden geçiyor.

Yaşananlar yalnızca bir çatışmayı değil, aynı zamanda yoğun bir pazarlık sürecini yansıtıyor.

Trump, Avrupa'daki asker sayısını azaltmak, NATO'ya verilen desteği kısmak ve müttefiklerden daha fazla katkı almak istiyor.

Bu adımlar, uzun vadeli stratejik planlamadan çok pazarlıkçı bir zihniyetin ürünü.

Pentagon ise bu talepleri doğrudan reddetmek yerine, anayasal sınırları ve uzun vadeli çıkarları öne çıkararak pozisyonunu korumaya çalışıyor.

Böylece çatışma yalnızca siyasal bir düzlemde kalmıyor; köklü kurumsal gelenekler de bu mücadeleye dahil oluyor.

Trump, dış dünyayla olduğu kadar, kendi devlet kurumlarıyla da pazarlık yürütüyor.

Taleplerini sert bir dille sunuyor, karşısındaki yapıları taviz vermeye zorluyor.

Ancak Pentagon ve diğer kurumlar, doğrudan meydan okumadan kaçınarak içeriden direnç geliştiriyor.

Askerî atamalarda denge oyları, stratejik açıklamalar, medya sızıntıları ve sivil toplumun yükselen sesi bu direncin temel unsurlarını oluşturuyor.

Sadakat talebi, Trump'ın beklentilerini aşan kurumsal bir karşı duruşla karşılaştı.

Oysa o, tartışmasız bir itaat bekliyordu. Kurumlar ise çatışmayı büyütmeden kendi anayasal çizgilerini korumayı başardı.

Sadakat ile liyakat arasındaki bu gerilim, sadece Amerikan kurumlarını değil, tüm çağdaş demokrasileri ilgilendiren bir sınav niteliği taşıyor.

Bu süreç, Washington kadar Avrupa başkentlerinde de dikkatle izleniyor.

Trump yönetiminin güvenlik kurumları üzerindeki baskısının başarıya ulaşması halinde, NATO'nun geleceği ve Avrupa'nın güvenlik mimarisi ciddi şekilde sarsılabilir.

Pentagon'un gösterdiği kurumsal direnç, Avrupa'nın güvenlikte stratejik özerklik arayışlarını doğrudan etkileyen bir unsur haline geldi.

ABD kurumlarının anayasal geleneklere bağlı kalması, Avrupa'da güvenlik politikalarının şekillenmesini teşvik etmekle kalmadı; aynı zamanda bu tartışmaları belirli bir çerçeveye de oturttu.

Bu yazının odak noktası, bir lider ile bir kurum arasındaki yetki mücadelesinden öte, demokratik sistemlerin baskı karşısında ne ölçüde direnç gösterebildiğidir.

ABD, tüm aksaklıklara rağmen bu direnci kanıtlamayı başardı. Ancak bu başarı, sadece anayasa metinlerine değil, o metinlere ruh kazandıran bireylerin kararlılığına, toplumun bilinç düzeyine ve kurumların içsel disiplinine dayanıyor.

Trump dönemi, anayasal demokrasilerin nerede sağlam durduğunu, nerelerde esneyebileceğini ve yeni denge biçimlerini nasıl geliştirebileceğini açıkça gösteriyor.

Bu deneyim, yalnızca Amerikan siyaseti için değil, yürütme gücünü sınırlamak isteyen tüm demokrasiler için ortak bir ders niteliği taşıyor.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU