"Sizin eve ayda kaç lira girdiği kimin umurunda" diyenleriniz olabilir. Bu konuyu niçin ele aldığımı birazdan açıklayacağım.
Bir söz söylüyorsanız veya bir yazı yayımlıyorsanız, ona çeşitli eleştirilerin gelmesini de doğal kabul edeceksiniz.
Artık mahkemeler, siyasetçiler hakkında hakarete varan eleştirileri de işin doğasından saymaya başladı.
2 hafta önce CHP'nin cumhurbaşkanı aday gösterme yöntemi ve zamanıyla aynı görüşte olmadığımı anlattığım yazımı eleştiren bir okurum, bu görüşümün bizim eve giren toplam aylık para ile bağını keşfetmiş!
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Eve ayda 300 bin lira girdiği tahmininde bulunmuş ve tabii bu kadar paraya hükmeden birinin emeklileri, yoksulluk çekenleri düşünemeyeceği kanısına varmış.
Bizin eve ne kadar para girdiğini anlatmadan önce, hemen herkesin mal varlığını ve servetini gizleme eğilimi taşıdığı gerçeğini hatırlatmalıyım.
Memuriyetinden ötürü haksız kazanç elde edinmeyi önlemek için göreve başlarken servet beyanında bulunma zorunluluğu karşısında bile birçok insanın bazı gelirleri ve varlıklarını gizleme yoluna gittiğini biliyoruz.
Para ile imanın kimde olduğu bile belli olmuyor.
Bir gün ilkokul öğretmenime aylığını sordum. Rakam vermek yerine benim anlamama imkân olmayan kaçıncı derecenin kaçıncı kademesinden maaş aldığını söylemekle yetinmişti!
Paramızı gizlemek eski bir huyumuzdur.
Köylüler eskiden paralarını keselerde taşırlardı.
Bir ödeme için keseyi açacaklarında arkalarını dönerler, içinde ne kadar para olduğunun görünmesini engellerlerdi.
Bu huy genlerimize işlemiş olmalı.
İnsanlar sınıf sınıftır
İnsanlar sınıf sınıftır. Bir kişinin sınıfını belirleyen, sahip olduğu taşınır ve taşınmaz mallardır.
Tarla, bahçe, ev, dükkân, maaş, banka hesabı, mücevher, servetleri oluştururlar.
Bunlara sahip olma derecesine göre toplumlar belli başlı olarak şu sınıflara ayrılırlar: İşsizler, işçiler, yoksul, orta, zengin köylüler, toprak ağaları, şehir küçük burjuvazisi, orta ve büyük burjuvazi.
Büyük burjuvazinin de ticaret, sanayi ve Bankacılığa hükmeden kanatları var.
Kümelenme temel bir sosyolojik gerçek olduğu ve insanın hem yaşama hem düşünme sisteminin temeli olduğu halde, zenginlerin yönettiği devletler "sınıf" sözcüğünü kullanmazlar ve bu sözcüğün kullanmasından hoşlanmazlar.
Onlara göre "sınıf" yerine "çıkarları birbirine bağlı işler veya meslekler" vardır.
Faşizm, burjuva sınıfının ideolojisidir. Bu nedenledir ki, bize de 1936'da Ceza Kanunun 141 ve 142'nci maddesi olarak aktarılan Faşist İtalyan kanunlarında "bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde tahakkümünü sağlamak" için örgütlenmek ve propaganda yapmak yasaklanmıştı.
Bunun sade dile çevrilişi işçi sınıfının burjuvazi üzerinde tahakküm etmesini ve o sınıfı ortadan kaldırmanın yasaklanmış olmasıdır.
(Övünmek gibi olmasın, bendeniz de birçok genç ve aydın gibi burjuvaziyi devirmeyi amaçlayan örgüt (Dev-Genç) üyesi olmak ve o sınıfı devirmek için propaganda yapmaktan (9 yıl üç ay) ceza almış ve (üç yıl) hapsedilmiş olanlardanım.)
Aydınların durumu
Sınıfsal bölünme içinde aydınların farklı bir durumu vardır.
Aydınlar, mal ve mülklerine göre değil, hizmet ettikleri sınıfa göre adlandırılır.
Kendisini burjuvazinin hizmetine vakfetmiş, bizde de bolca örneği görülen aydınlar olduğu gibi, geliri ne kadar olursa olsun, kendini emekçilerin soygun ve sömürüden kurtulmasına adayan aydınlar da vardır.
Bunlara devrimci, sosyalist aydınlar denir. Çünkü onlar mal varlığını ayak bağı kabul etmeyerek bağımsız düşünebilen ve tutum alabilen insanlardır.
Bizim toplumumuzda geçmişte ve günümüzde bu tip aydınlara örnek verilecek çok isim vardır.
Bunların bir kısmının hayatları hapisliklerde, sürgünlerde geçmiş, bir kısmi öldürülmüştür.
Onların kendilerini yoksullara, emekçilere adamalarının nedeni geçim sıkıntısı çekmeleri değil, ancak bu yolla mutlu olabileceklerini düşünmüş olmalarıdır.
Bizim eve ayda ne kadar para giriyor?
Gelelim bizim evin geçim durumuna:
Biz 1'i yurt dışında işsiz yaşayan 4 kişilik bir aileyiz.
Avukatlığı fiilen bırakmış, emekli öğretmen ve emekli milletvekili eşimin eline ayda 123 bin lira geçiyor.
Emekli öğretmen maaşı alan benim aylığım yaklaşık 30 bin lira.
Halen öğretmen olan büyük oğlum 45 bin lira kadar aylık alıyor.
Bunların toplamı yaklaşık 200 bin lira tutuyor.
Eşim oğluma her ay geçimine katkıda bulunmak üzere 30 bin lira kadar bir para gönderiyor.
Dolayısıyla bu 200 bin liradan kişi başına ortalama 50 bin lira harcama hakkı düşüyor.
Bu rakam, Türkiye'de yıllık ortalama kişi başı gelire oldukça yakın.
Buna benim bir büromdan aldığım aylık 8 bin lirayı eklesek de durumda önemli bir değişiklik olmuyor.
Buna rağmen yıllardır geçim sıkıntısı içinde olmayışımıza hep şükretmişimdir.
Aç ve açıkta değiliz. 1982'den beri kendi evimizde oturuyoruz. Bir yazlığımız da var.
Dahası benim köyde 8 dönüm kadar bir fındık bahçem ve ortağı olduğum bir ev de var.
Bunları da kattığımızda Türkiye ortalamasının biraz üzerinde bir bantta oturduğumuz anlaşılır.
Benim (bizim) derdimiz daha fazla bir gelire kavuşmak değil, yoksulluğun ortadan kaldırılması ve bizi tehdit eden boğucu bir siyasi havanın sona ererek demokratik koşulların oluşmasıdır.
Öğretmenlik yıllarında zar zor geçinirken maaşımla ilgilendiğimi söyleyemem.
Ne verirlerse onunla yetinirdik. Çünkü halkçı bir öğretmen damarından geliyorduk.
1969'da büyük öğretmen boykotunun talepleri arasında öğretmenlerin maaşlarının artırılması yoktu.
TÖS başkanı Fakir Baykurt bunu, "Halkımız yoksulluk içindeyken bizim maaşlarımıza zam istememiz yakışık almaz" diye açıklamıştı.
Okuyuculardan hatırlayan vardır:
Bir seçim öncesinde (eşimin adaylığı zamanına rastladı) milletvekili maaşlarının 5 bin lira ile sınırlandırılmasını isteyen bir yazı paylaşmıştım. Ortalama öğretmen maaşları 3 bin liraydı.
Ne yazık ki Türk siyaset kadrosu, bu gibi önerileri kabul edecek olgunlukta değil.
Bunun bir nedeni de milletvekillerinin öne sürdükleri mazeretler.
Seçmenleri memnun etmek için çok para harcamak zorundaydılar!
Önerim (milletvekili eşi olduğum için) küçük bir yankı yapmadı değil.
Fakat hoş bir seda olarak kaldı.
Başka ne yapabilirdim?
CHP'nin aday belirleme yöntemine karşı yapılan bir öneriden okuyucunun çıkardığı sonuca varmak yanlış olmakla birlikte eleştirisinde hareket noktası yaygın bir tutumdur.
Herkes, kendi gelirinden biraz fazla geliri olanı zengin olarak kabul etmekte ve ona karşı psikolojik bir uzaklık duymaktadır.
Yoksul köylü orta köylüye gıpta etmekte, orta köylü zengin köylüye tepki göstermekte, zengin köylü, toprak ağasını kıskanmaktadır.
Kirada oturan ev sahibi olanları zengin saymakta, bir evi olanlar iki evi veya yazlığı olanlara içten içe tepki duymaktadır.
Bunlar tam da sınıf olma tutumunun bir sonucudur ve doğaldır.
Uzun yıllar, ilkokul öğretmenleri, ortaöğretim öğretmenleriyle sorunlarının farklı olduğunu ileri sürerek ayrı dernek ve sendika kurma yoluna gittiler.
Neyse ki bu kademe örgütlenmesi tarihe karıştı.
Doğru olmayan, hayatını ve mücadelesini emekçilerin kurtuluşuna adamış olanların aylık gelirlerine bakarak yoksulları düşünmeyeceğini iddia etmektir.
Bu tutum, aydınların toplumdaki yerini kavrayamamaktan kaynaklanıyor sanırım.
Öyle olmasaydı, toplumsal mücadelenin en önünde işsizlerin, yoksul köylülerin ve lümpen proletaryanın olması gerekirdi.
Onların ise bunu yapacak ne zamanları ne gelirleri ne de bilgileri var.
Onlara bilinç aşılamak ve önderlik yapmak devrimci aydınların görevidir.
Günümüzde hapishanelerde gün sayan, savcılık kapılarını aşındırmaya zorlanan, sürekli tehdit edilen aydınlarımızın yaptıkları da budur.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish