Orta Asya (1): Türkiye neden Orta Asya'dan vazgeçmemeli?

Doç. Dr. Ali Oğuz Diriöz Independent Türkçe için yazdı

Orta Asya bölgesi, Türkiye, Rusya ve Çin'e ilaveten, Avrupa Birliği'nin, Japonya'ya, Güney Kore, İran ve Hindistan'ın da ilgi duydukları stratejik bir bölgedir. 

2 bölüm olarak hazırlanan yazının bu ilk bölümünde, öncelikle Türkiye'nin Orta Asya devletleriyle iyi ilişkiler yürütmesinin neden önemli olduğuna değinilecektir.

Bir sonraki devam yazısında ise, bilhassa Hindistan'ın bölgeye olan genel politikasına göz atacağız.

4 Nisan 2025'te Özbekistan'ın Semerkant şehrinde gerçekleşen ilk Avrupa Birliği ile Orta Asya ülkeleri zirvesinin yankıları hala Ankara'da devam ediyor.

Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) açısından, ilişkilerde bir talihsizlik yaşanmış olabilir.

Lakin en ufak fikir ayrılığında, ilişkilerin sekteye uğramaması gerekir.  

Orta Asya hususunda reaksiyoner tutumlar, Türkiye'yi bölgeden uzaklaştırmak isteyen kesimlerin ekmeğine yağ sürecektir.

Türk firma ve kurumlarının ilişki düzeyinin düşürmeleri, başka devletlere boş alanlar yaratacaktır.

Özellikle son yazılarımda, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (KEİ) ile ilgili yazımda, Özbekistan izlenimleri konulu makalelerimde, bölgenin (Orta Asya ve Kafkaslar) hakikaten doğal kaynaklar bakımından ve insan kaynakları bakımından, önemli bir bölge olduğunu vurgulamaya çalıştım.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Şu sıralar, dünyada ticaret savaşlarından endişe edildiği, kaynaklar ve ticaret rotaları üzerinden yoğun rekabetlerin yaşandığı dönemde, Orta Asya göz ardı edilmemesi gereken bir bölgedir. 

Dolayısıyla, kültürel, dil ve din gibi konularda çok sayıda ortak geçmişimizin olduğu Orta Asya kardeş halklarıyla ve devletleriyle, iş birlikleri birçok alanda  artarak devam etmelidir.

Türkiye'nin de üye olduğu Türk Devletleri Teşkilatı (TDT), yeni sayılabilecek bir kuruluştur.

TDT kurumsallaşmaya devam etmelidir ve Türkiye'nin stratejik hedefleri doğrultusunda, yani bir Orta Koridorun canlanması doğrultusunda önemli adımların atılmasına vesile olabilir (bu bağlamda Karabağ Deklarasyonu bir vizyon belgesi niteliğindedir). 
 

 

TOBB ETÜ Taşkent kampüsü öğrencilerine 2020 yılından beri ders veriyorum.  

Özbekistan'da çok sayıda uluslararası özel üniversite bulunuyor.

TOBB ETÜ Taşkent Rektörü Sayın Prof. Dr. Adkham Ilkhamovich Ikramov, aynı zamanda halihazırda Özbekistan'ın Spor bakanı.

Sayın Ikramov'un  Özbekistan'daki Türk uluslararası özel üniversitesinin rektörü olması çok değerli. 

Sayın Bakan ve TOBB ETÜ Taşkent kampüsü Rektörü Prof. Dr. Adkham Ikramov, ile Ankara'da TOBB ETÜ Rektörü, Rektör Hocamız Sayın Prof. Dr. Yusuf Sarınay'a, bu vesileyle saygılarımı sunarım. 

Orta Asya'nın jeopolitik önemini,19'uncu yüzyılda, Çarlık Rusya'sı ve İngiliz İmparatorluğu rekabetinden okumak da mümkün.

19'uncu yüzyıldan bu yana, bölgede yaşanan rekabette Hindistan, İngiliz İmparatorluğu'ndan dolayı yer alıyordu. 

Bu bağlamda, geçmişte Halford John Mackinder'ın "Tarihin Coğrafya Ekseni" (Heartland Theory) ile günümüzde Peter Hopkirk gibi birçok yazarın anlatımlarından, bölgedeki "yeni büyük oyun",  tarihteki benzer jeopolitik mücadelenin devamı niteliğinde. 

Kapadokya Üniversitesi Rektörü, Hocam, Sayın Prof. Dr. Hasan Ali Karasar'ın, yüksek lisans ve doktora yaptığım dönemlerde, Bilkent Üniversitesi'ndeki Orta Asya konularında verdiği derslerinde, "büyük oyun" ve "yeni büyük oyuna" sıklıkla değinirdi.

Bu vesileyle, öğrettikleri için Sn. Hasan Ali Karasar Rektör Hocama teşekkür ederim ve saygılarımı sunarım. 

19'uncu yüzyıl "büyük oyunu" Rus İmparatorluğu ile İngiliz İmparatorluğu'nun, Orta Asya ile Hindistan arasında kalan (ve o dönem sınırları bariz olmayan), Afganistan gibi "tampon" bölgelerdeki rekabetini tanımlar. 

Rusya kontrolüne geçen Orta Asya ile İngiliz sömürgeleri olan Hindistan alt kıtası, iki imparatorluk arasındaki güç mücadelesinin yaşandığı başlıca bölgeler oldu.

Yani "büyük oyun" (imperial great game) 19'uncu yüzyıl ortalarından (1853-1856 Kırım Harbinden), 1907 yılına kadar, yaklaşık yarım asır devam etti.

1906'da Rusların, Japonya'ya karşı savaş kaybetmelerinden sonra, 1907 yılındaki Rus-İngiliz anlaşmasına kadar "büyük oyun" sürdü. 

"Yeni büyük oyun" ise, Soğuk Savaş'ın sona ermesi (1989) ve Sovyetler Birliği'nin dağılması (1991) sonrası ortaya çıktı.
 

 

Orta Asya'da değerli doğal kaynakları bulunan bağımsız cumhuriyetlerin dış pazarlara olan erişimlerinin sınırlı olmasından dolayı, bu devletlerin kaynaklarına erişim ve ticaret yollarındaki rekabet, "yeni büyük oyun" olarak tanımlanıyor.

Başta petrol ve doğalgaz gibi fosil kaynaklarla birlikte, altın, bakır, çinko gibi çok farklı kıymetli madenler, uranyum ve "nadir toprak elementleri" de Orta Asya'da bulunuyor.

Orta Asya'nın nüfusu 75 milyon ve bunun yaklaşık yarısı yani 37,5 milyonu Özbekistan'da yaşıyor.

Dolayısıyla, Orta Asya'daki insan kaynağına ilaveten, zengin enerji kaynaklarının, değerli madenlerin ve nadir toprak elementleri ve uranyum gibi çeşitli kaynakların varlığı uranyum gibi Asya stratejik öneme sahip. 

Günümüzde, bu kaynakların erişimi bakımından, hangi ülke ya da ülkelerin daha avantajlı olabilme durumu, yani bir çeşit kaynak rekabeti, yeni büyük oyun olarak kabul edilebilir. 

Rekabetten ziyade iş birliği yapılacaksa da bunun için kurumsal zemin gerekli.

Bir taraftan Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) gibi kurumsal bir kuruluşun mevcut bulunması, tarihi ve kültürel bağlarının olmasından dolayı, Orta Asya ile iş birliği söz konusu olduğunda, Türkiye ilk akla gelen ülkelerden biridir.

Lakin, TDT'nin, kurumsal yapısı dahilinde, üye cumhuriyetlerin bağımsızlık ve egemenliklerine saygı gösteren, eşitler arası bir dayanışma platformu olduğu gerçeğinin de unutulmaması gerekir.

Eğer Türkiye'nin kurumları, iş insanları ve maalesef bazı üniversiteleri, tepkisel davranarak, Türkiye'nin Orta Asya'daki konumunu zayıflatırlarsa, yarattıkları boşluğu başkaları, büyük bir memnuniyetle dolduracaklardır.
 

 

Türkiye'nin bölgede zayıflamasını isteyen çeşitli kesimler de tabiri caizse, bayram edeceklerdir. 

Türkiye dışında, uzun yıllar (1991'e kadar) bölgede hâkim güç olan Rusya'nın Orta Asya'daki etkisi hala günümüzde ciddi bir şekilde hissediliyor.

Taşkent dahil olmak üzere, Orta Asya'da önemli kentlerde Rusça halen yaygın olarak konuşuluyor.

Rusya'nın varlığı ve nüfuzu, bilhassa enerji projelerinde, hissediliyor.

Türkiye ve Rusya'nın ardından, ekonomik açıdan bölgeye doğrudan komşu olan Çin akla geliyor.

Dünyada yükselen ekonomik güç olan Çin'in bölgedeki etkisi yadsınamaz.

Özellikle de sayıları artan Çin otomobilleri ve bu ülkelerin ticaretinde Çin etkisi gözlemlenebilir.

Nadir toprak elementlerini ve doğalgazı ithalatlarının yanı sıra, Çin firmaları, inşaat gibi birçok sektörde varlık gösteriyorlar. 

Asya Pasifik bölgesinden Güney Kore ve Japonya gibi ülkelerin firmalarından ve yardım kuruluşlarından, ayrıca söz edebiliriz.

Onlar da gittikçe hissedilir bir varlık gösteriyorlar.

Avrupa Birliği'ne gelecek olursak, Avrupa Birliği'nin (AB'nin) bölgeye artan ilgisi söz konusu.

AB'nin, benim açımdan hatalarından biri, Türkiye'yi dışlayarak bölgede hareket etmeye çalışıyor olmasıdır.  

Halbuki, Turkiye'yi bypass etmeye kalkışmak yerine, Türkiye ve Azerbaycan'la birlikte hareket edilmesi gerekirdi.

"Birlikten güç doğar" yaklaşımıyla hareket edilse, ticarette ve birçok iş birliği alanında oluşacak sinerji sayesinde hem Türkiye hem bölge ülkeleri hem de AB için daha verimli iş birliği imkanları oluşabilir.

Türkiye'nin zaten, AB ülkeleri gibi ülkelerle birlikte, uluslararası konsorsiyumlar oluşturulduğu bir ortamda, AB ülkeleriyle ve firmalarıyla bölgede iş birliği yapma olasılığı bulunuyordu.

Dolayısıyla Avrupa Birliği'nin, sinerji oluşturabilecekken Türkiye'yi bypass etme yönünde dar görüşlü bir siyaset tercih etmiş olması üzücü.

Önümüzdeki süreçte Avrupa Birliği ile yürütülecek Avrupa'nın güvenlik mimarisi konusundaki çalışmalarda "güven" hususunda soru işaretleri oluştu.

Zaten hali hazırda, bilhassa Gümrük Birliği anlaşmasının yenilenmesi meselesini AB'nin yavaştan alması da tabiri caizse pek güven veren bir tutum değil.

Türkiye hala Avrupa Birliği'ne üye olmak istiyor, bunun bir stratejik hedef olduğu vurgulanıyor.

Türkiye'nin zaten AB'ye tam üye olabilmesi için Avrupa Birliği'yle, Kıbrıs meselesinde bir çeşit asgari düzeyde uzlaşı olması gerekecektir.

Sonuç olarak, Türkiye, doğrudan bölgedeki varlığının önemini ne kadar anlatsak az.

Bundan sonra, ilerleyen yıllarda, yürütülecek sağ duyulu ve Orta Koridor gibi stratejik amaçlar doğrultusunda diplomasi, ilişkilerin güçlü devam etmeleri bakımından önemli olacaktır. 


Bir sonraki yazımda bölgede varlığı giderek önemli olan başka ülkelere bakacağız.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU