2019 Top 10: En çok okunan Türkiye’den Sesler yazıları

Yıl boyunca Türkiye’den Sesler’de yer verdiğimiz makale, görüş ve yorumlarıyla yazarlarımız, okurlarımız tarafından ilgi gördü

Kolaj: Independent Türkçe

Yayın hayatına başladığımız 15 Nisan’dan bugüne Independent Türkçe olarak, Türkiye’den Sesler bölümümüzde toplumun farklı kesimlerinde kabul görmüş, uzman isimlerin görüşlerine yer vererek, görüş çeşitliliğini yansıtmaya gayret ettik. 

Independent Türkçe olarak, “Yazarlar” kategorisinde The Independent’in marka isimlerinin makaleleri yer alırken, yerli yazarlarımızın görüş ve makalelerine ise “Türkiye’den Sesler” bölümümüzde yer verdik.

Türkiye’den Sesler’de bugüne dek 70’den fazla yazar ve uzmanın, yorum ve makalelerini yayımladık.

Görüş çeşitliliğini önemsediğimiz Türkiye’den Sesler bölümü ile okurlarımıza ilgi duydukları konularla ilgili farklı görüş ve yorumları aktarabilmek adına bir köprü vazifesi üstlendik.

Şimdiye kadar Türkiye’den Sesler bölümünde yer verdiğimiz yerli yazarlarımızın görüş ve makaleleri okurlarımız tarafından ilgi gördü.

Okurlarımızın bu makale ve görüşlere ilgisi “Top 10” listesine yansıdı. 


Türkiye’den Sesler’de en çok okunan yazarımız “Kürtçe gökten mi indi?” yazı serisinin ilk bölüm makalesi ile Nurullah Alkaç oldu. 

Nurullah Alkaç aynı zamanda, söz konusu yazı serisinin ikinci bölümü olan “Kürtçe gökten mi indi? (2)” başlıklı makalesi ile “Top 10” listesinde 6’ncı sıraya yerleşerek, sıralamada ikinci kez yer aldı.

Sıralamanın ikinci ismi, “'Tayyip Erdoğan’ı çıldırtacak isim' siyasete girip Ali Babacan’ın partisine katılacak mı?” başlıklı makalesi ile Lütfü Oflaz oldu.

Lütfü Oflaz, “Her şey çok güzel olmayacak!” başlıklı yazısıyla 9’ncu sıraya yerleşerek, sıralamaya ikinci kez adını yazdırdı.

En çok okunanlar listesinin 3’ncü sırasında ise “AK Parti'nin kötü sonu” başlıklı makalesi ile Nuray Mert yer aldı. 

Geçen temmuz ayında yayımlanan“Bana müsaade” başlıklı yazısı ile Nuray Mert, yaşadığı rahatsızlık sebebiyle Independent Türkçe’deki makalelerine ara verdiğini duyurmuştu.

Aynı zamanda Nuray Mert, “Bana müsaade” başlıklı yazıyla “Top 10” listesinde 8’nci sıraya yerleşerek, sıralamada ikinci kez kendisine yer buldu. 


2019’un en çok okunan Türkiye’den Sesler yazılarının ilk 10 sıralaması ise şu şekilde: 


10- Hakan Gülseven: Türkiye'nin iktisadi çöküşü
 

10.jpg
Fotoğraf: Hedgethink


Türkiye’nin en önemli meselelerinin başında ekonomi geliyor. Gazeteci, yazar Hakan Gülseven, Independent Türkçe’nin Türkiye’den Sesler bölümünde ekonomi ağırlıklı yazılar kaleme alıyor.

Gülseven, “Türkiye’nin iktisadi çöküşü” başlıklı yazısında Türkiye’yi çok ciddi bir iktisadi çöküşün beklediğini öne sürerek, “Söz konusu çöküşün esas sebebi hiç kuşkusuz siyasidir. Sonucu ise, insani ve doğal bir yıkım olacaktır” diyor. 

Türkiye için "iflasın" artık çok daha güncel bir tehdit olduğunu savunan Gülseven, “Dış borcun milli gelire oranı 2018 yılı sonu itibarıyla yüzde 56,7’ye yükseldi. Ama hepsi bu kadar değil. AKP iktidarı altında ‘geleceğe dönük gizli borçlanma’ gibi yeni bir fenomenle karşı karşıyayız. Yolcu garantili köprüler, tüp geçitler, otoyollar, havalimanları, şehir hastaneleri ek birer borç yükü getiriyor” ifadelerini kullanıyor.

“Geleceğe dönük bu borçlanmayı eklediğinizde, ortaya inanılmaz bir rakam çıkıyor” diyen Gülseven, şöyle devam ediyor:

Şimdi herkesin diline düşen 'Kefen parasını da yediler' lafı; Merkez Bankası’nda bulundurulan ‘yedek akçe’ye göz dikildiğinin, iktidarın sıfırı tükettiğinin halk dilindeki ifadesi.

Gelinen noktada daha fazla ve daha yüksek faizle borçlanma dışında herhangi bir alternatif yok. Para bitti…

Peki, bu kadar para nereye gitti?

 

9- Lütfü Oflaz: Her şey çok güzel olmayacak!
 

9.jpg
1998 yapımı “Her şey çok güzel olacak” adlı filmin afişi


Yazar, düşünür Lütfü Oflaz, “Top 10” listesine 9’uncu sıradan giren ikinci yazısında, YSK’nın 31 Mart Yerel Seçimlerini iptal kararının ardından 23 Haziran seçimine giden süreçte İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun seçim sloganı olan “Her şey çok güzel olacak” ifadesini irdeliyor.

Oflaz, 23 Haziran seçiminden kısa süre önce 5 Haziran 2019’da yayımlanan bu yazısına, “Her şey çok güzel olacak” sloganın 1998 yılında Cem Yılmaz ile Mazhar Alanson’un başrollerini oynadıkları filmin adı olduğunu hatırlatarak başlıyor.

Yenilenen seçime giden süreçte bu sloganın, İmamoğlu’nun İstanbul Belediye Başkanı olması için destek verenlerin dilinden düşmediğini belirten Oflaz, “Ya Ekrem İmamoğlu, önümüzdeki seçimin kaybedeni olursa? O zaman kimin için her şey çok güzel olacak?” diye soruyor.

Yenilenen seçimi kabul eden muhalefet partisinin 'kumar' oynadığını savunan Oflaz, şöyle devam ediyor:

Aslında Ekrem İmamoğlu’nun kazanıp mazbatasını aldığı İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminin yenilenmesini kabul etmek bir kumardı.

Çünkü bu seçimin yenilenmesine karar veren Yüksek Seçim Kurulu’nun 11 üyesinden 7’sini, ana muhalefet partisinin başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “çete” diye suçlamıştı.

Kemal Kılıçdaroğlu, YSK’nın çoğunluğunu oluşturan bu 7 üyenin, iktidar partisinin başkanı Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla seçimin yenilenmesi kararını oluşturdukları türünde konuşmalar yapmıştı.

Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla seçimin yenilenmesi kararını oluşturduklarını söylediğiniz, “çete” dediğiniz bu kişilerin yöneteceği yeni bir seçimi kabul etmek kumar değil mi?

Kumar oynamak, kazanmak kadar kaybetmeyi de kabullenmek değil mi?


“Bilelim ki bu seçimi kim kazanırsa kazansın, esas kaybeden ekonomimiz olacak” ifadelerini kullanan Oflaz, yazısını şöyle sonlandırıyor:

31 Mart’ta bitmesi gereken seçimin 23 Haziran’da yenilenmesini sağlayan ve 23 Haziran seçiminin sonucunun bir erken genel seçim doğurma ihtimaline yol açan iktidar, ekonomik kriz zirveye vardığında bu yaptıklarından çok pişman olacak.

 

8- Nuray Mert: Bana müsaade
 

 

Geçirdiğim ciddi sağlık sorunu nedeniyle yazı yazamaz oldum, çok şükür zor zaman geçti (kuşkusuz şifa Allah’tandır), ama tedavi sürecim boyunca da yazabileceğimi sanmıyorum. Bu konuda bir açıklama yapmak istedim, zira Independent Türkçe ile bir sorunum olduğunun düşünülmesini istemem. 


Siyaset bilimci ve yazar Nuray Mert, 18 Temmuz'da kaleme aldığı yazısında artık yazılarına son verdiğini bu sözlerle duyurmuştu.

Yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle, tedavi sürecine yoğunlaşmak için yazılarına son veren Mert, şöyle yazıyordu:

Cumhuriyet gazetesinde yazılarıma son verildikten sonra, liberal, demokrat, sol, muhalif iddialı internet siteleri görüşlerimi ifade edebilmem için imkan tanımadı, hatta birinin yöneticisi bir karşılaşmada Cumhuriyet’ten atılmamın ne kadar haklı olduğuna beni tatlı tatlı iknaya kalktı. Niyetinin kötü olmadığını biliyorum, ama hal işte bu hal!

Cumhuriyet gazetesinde sonradan kendileri de Kemalist kesim tarafından tasfiye edilen demokrat sol kesimlerin de içinde olduğu, büyük bir dışlanma tavrına maruz kaldım.

Böyle bir ortamda, kendisi ile siyasi görüşlerimiz çok farklı olan, ama bana görüşlerimi ifade etme imkanı veren Nevzat Çiçek’in yazma teklifi bu açıdan benim için çok önemlidir, bu vesile ile tekrar ifade etmek isterim.

Yazmaya ne zaman başlarım bilemiyorum, zaten yazdıklarına çok büyük anlamlar yükleyen biri değilim, nihayetinde 'Diller bitecekler, ilim ise iptal olunacaktır' (Yeni Ahit, I. Korintoslulara, Bab13).


Bu vesileyle tedavi süreci devam eden Nuray Hanım'a şifa diliyor, yazıları ile yeniden okurlarıyla buluşmasını temenni ediyoruz.

 

7- Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu: Küresel dalgaya hazırlanmalıyız…
 

7.jpg

Fotoğraf: AFP


Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu, bu yazısında küresel ekonomiyle ilgili 2020 beklentilerine geniş yer veriliyor. 

2020 yılı dünya ekonomisinin performansına ilişkin beklentilerde kötüleşmenin devam ettiğini vurgulayan Uzunoğlu, “Sorun açık: Küresel kriz adım adım yaklaşırken kamu maliyesinin esnekliği azalıyor. Artık harcama disiplininin sağlanması gerekiyor” ifadelerini kullanıyor. 

IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin büyümesinin yavaşlayacağı konusunda hemfikir olduğunu söyleyen Uzunoğlu, dünyada devasa bir borç sorunu olduğuna dikkat çekiyor. 

"Kamu ve özel sektörü ile Türkiye’nin dış borcunun GSYH’ya oranı yüzde 60 düzeyinde" diyen Uzunoğlu, şöyle devam ediyor:

Oysa gelişmiş ekonomiler genelde kendi paraları cinsinden borçlanıyor.

Dolayısıyla bizim döviz üretmemiz gerekiyor ki dış borcu rahatlıkla çevirelim; küresel kriz ve finansal piyasalardan olası çıkışlara karşı kendimizi koruyabilelim. 

Yavaşlayan küresel büyüme, daralan dünya ticaret hacmi çerçevesinde yalnızca ihracata dayalı büyüme “korunma” için yeterli olmayacak gibi görünüyor.

İç talebin de bir biçimde devreye girmesi gerekecek ki üretmeye devam edelim.

Tabi ki yalnızca krediye dayalı büyümenin artık sürdürülemez olduğunu da görmemiz gerekiyor.

Para politikası tek başına ekonominin toparlanmasına yeterli değil. Zaten bunu yaşıyoruz.

Maliye politkasının devreye sokulması ve diğer makro ekonomik önlemlerle desteklenmesi gerekiyor ki küresel kırılmalara karşı dirençli olabilelim. 

 

6- Nurullah Alkaç: Kürtçe gökten mi indi? (2)
 

6.jpg


Independent Türkçe’de üç bölüm halinde yayımlanan “Kürtçe gökten mi indi?” yazı serisinin ikinci bölümü ile Nurullah Alkaç “Top 10” listesinde ikinci kez yer aldı. 

Alkaç, “Top 10” listesinin birinci sırasına yerleşen yazısının birinci bölümünde adlarını vermiş olduğu ‘Lurî’ ve ‘Goranî/Hewramî’ lehçelerinin Kürt diline ait olmadığı itirazına yönelik, bu bölümde klasik kaynaklarda lehçe sınıflandırmasının nasıl ele alındığı hususu üzerinde duruyor. 

Kürtçenin ilk nesir örneklerine, gramer/sözlük ve Kürtçeye yapılmış olan çevrilere değindiği yazısıyla Alkaç, okurlarımız tarafından oldukça ilgi gördü.

Alkaç, yazı serisinin üçüncü ve son bölümünde ise, Kürt lehçelerinin nasıl edebi dil haline geldiğini tarihsel verilerle ortaya koyuyor.

 

5- Sinan Hakan: Kürtçe yarası, gönül yarası…
 

5.jpg

Fotoğraf: AFP


Sinan Hakan“Top 10” listesinde 5’nci sıraya yerleşen bu yazısına, “Şıko”nun hikayesini anlatarak başlıyor:

Adı Şıko’ydu. Babasını daha anne karnındayken kaybetmiş, annesinin, dedesinin ve amcalarının tüm özel ilgisine rağmen ‘yetimliğin’ kaçınılmaz yalnızlığını, hüznünü ve gerçekliğini iliklerine kadar yaşamıştı.

Amcası günün birinde ‘onca işin gücün arasında’ kolundan tutmuş, komşu köyde yeni açılan mektebe geç de olsa götürüp kaydetmişti.

Şıko, yaklaşık bir ay önce okula başlayıp yabancı oldukları o dille ilk travmatik temaslarını atlatmış olan diğer öğrencilerle sınıfa girip oturduğunda, yüreğinin müdavimi ‘ağlamaklı yalnızlığı’ daha bir derinden hissetmişti.

Kıyafeti ve edasıyla devlet denen ‘varlığı’ şahsında temsil ettiğini kibrimsi bir gururla hissettiren köy öğretmeni sınıfa girdiğinde içeriye sinen ‘soğuk’ sessizlik, Şıko’yu daha da germişti.

Öğretmen, bu ilk gününde gecikmeli öğrencisi Şıko’nun olduğu sıranın yanında durarak 'Adın ne oğlum?' diye soruvermişti.

Öğretmenin ne dediğiyle ilgili hiçbir fikri olmayan Şıko, muhatabının bakışlarından bir cevap beklediğini tahmin etmiş, çareyi, yabancısı olduğu o dilde bildiği yegane sihirli kelimeye ‘sığınmakta’ bulmuştu.

Evet, muhtemel cevap oydu, öğretmen onu soruyor olmalıydı… Tüm cesaretini toplayan Şıko, derhal ayağa kalkmış, hafifçe titreyen ağzından ürkekçe söyleyivermişti; ‘A. Aa.. Atatürk!’

Şıko’nun Türkçe’yle ve dönem Türkiye gerçeğiyle ilk temasının neticesi, öğretmenin bu beklenmedik cevap üzerine koca elleriyle minik yüzünde patlattığı acımasız bir şamar olmuştu...


Şıko’nun hikayesini “Türkçe'yle ve dönem Türkiye’siyle acımtırak bir tanışma partisi” olarak yorumlayan Hakan, “Kuşaklar boyunca çoğu Kürt’ün yaşadığı bu ‘tanışma partileri’ Kürtçe'nin dil yarasıyla beslenen gönül yaralarına dönüşüyordu hep...” ifadelerini kullanıyor. 

Geçen haftalarda TRT Kurdî’de yayınlanan ve sosyal medyada bolca işlenen bir videoyu izlerken “Şıko”nun hikayesini anımsadığını belirten Hakan, “Sosyal medyada bolca işlenen videoda bir kadın, eğitim verdiği bir kursla alakalı Türkçe-Kürtçe karışımı bir uslupla, tüm samimiyetiyle Kürtçe(!) bazı beyanatlarda bulunuyor, TRT Kurdi de bu ifadeleri “Türkçe altyazıyla” haberleştiriyordu” diyor ve ekliyor: 

İfadelerin samimiyetine ve bu haberi hazırlayan ekibin tüm iyi niyetine rağmen ruhumun derinliklerinde Şıko’nun, kendimin ve onlarcasına şahit olduğum pek çok kişinin dil yarasını, gönül yarasını iliklerime kadar hissettim.

Birden Kürt oldum, Kürtçe oldum, Şıko’nun okul sırasına ilk oturduğunda yüreğine çöken o dipsiz “yetim yalnızlığını” bir karabasan korkunçluğunda yaşadım. Üzüldüm…

Lakin beni asıl sarsan şey; sosyal medyada bu konunun Kürt siyasal temsiliyeti olarak genel kabul gören yetkili bazı kesimlerce dahi “ti”ye alınması ve bunun üzerinden derin Kemalist refleksin tüm karşı duruşuna rağmen Cumhuriyet Türkiye’sinde Kürt diliyle alakalı vücuda gelmiş en değerli kurum olan TRT Kurdî’nin hedefe konuyor olmasıydı.

Ortadaki gerçekliğe karşı son derece ‘sorumsuz’ ve ‘haksız’ bir yaklaşımdı bu. Tanıklık ettiğimiz şey esasında Kürtçe'nin devlet sistemimiz içindeki yapısal problemlerinin acı bir neticesidir ve çözüm bekleyen bu problemler sosyal medyada ‘Türkçe’ ifadelerle ti’ye alınacak kadar kıymetsiz mevzular değildir.

 

4- Müfid Yüksel: Mustafa Kemal Atatürk'ün Tavîla’li Ünlü Kürt Nakşibendî-Hâlidî Şeyhi Şeyh Ali Hüsâmeddîn'e gönderdiği, bugüne kadar bilinmeyen mektubunu ilk kez yayınlıyoruz
 


Sosyolog, araştırmacı ve yazar Müfid Yüksel bu makalesinde, Atatürk'ün, Tavîlali Ünlü Kürt Nakşibendî-Hâlidî Şeyhi Şeyh Ali Hüsâmeddîn'e yazıp gönderdiği ve bugüne kadar bilinmeyen mektubunu ilk kez yayımladı.

Yüksel’in yayımladığı bu mektubun yer aldığı yazısı Independent Türkçe okurlarından oldukça ilgi gördü. 

Yüksel tarafından ilk kez Independent Türkçe’de vesikalarıyla birlikte yayımlanan ve Irak-Süleymaniye/Gülanber, Tavîlali Ünlü Kürt Nakşibendî-Hâlidî Şeyhi Şeyh Ali Hüsâmeddîn En-Nakşibendî El-Hâlidî’nin Yunanlılara karşı İstiklâl Savaşı'nın zaferle neticelenmesi dolayısıyla TBMM Başkanı ve Başkumandan Mustafa Kemal’e gönderdiği tebrik mektubuna, Mustafa Kemal’in gönderdiği cevabi mektubunun tarihi ise 2 Kanun-i Sâni 1338 (2 Aralık 1922).

Yüksel, söz konusu mektupları yayımladığı bu makalesinde ayrıca Tavîlali Ünlü Kürt Nakşibendî-Hâlidî Şeyhi Şeyh Ali Hüsâmeddîn’i şöyle anlatıyor: 

Nakşibendiyye tarikatının Hâlidiyye kolunun kurucusu Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî Şehrezorî’nin ilk halifesi Tavîla/Biyâre’li Şeyh Osman Siracuddin’in torunudur. 

Şeyh Osman Siracuddin’in büyük oğlu Şeyh Muhammed Bahauddin’in oğludur. 23 Safer 1278/20 Ağustos 1861 tarihinde Halepçe’ye bağlı Tawîla köyünde doğmuştur.

Önce babasının yanında, genç yaşta iken, babası vefat edince amcası Şeyh Ahmed Şemsuddîn Efendi’nin terbiyesinde büyümüştür. Kuvvetli bir tahsil görmüştür. Yüksek bir ilmi deceye sahip olmuş olup, talebe yetiştirmiştir.

Fıkıh ve Nahiv ilminde bir derya idi. Bazı ilmi eserleri, mektupları ve Divânı vardır.

Biyâre ve Tavîla çevresindeki köylerde imar faaliyetlerinde bulunmuş, Bahekon köyünde yeni bir Tekye/Dergah binası inşa etmiş, Gülb köyünde de babasının yaptırmış olduğu dergahı genişletmiştir. 

Bağegun’deki Tekke’de postnişin olmuş bazı zamanlar da Tavila’da dedesi Şeyh Osman Siracuddin’in dergâhında ikâmet etmiştir.

Yanısıra bazı köylerde büyük çiftlikler, bostanlar, sayfiyelikler oluşturmuş, tarım ve hayvancılıkla uğraşmıştır. 

Şeyh Ali Hüsâmeddin 27 Zilhicce 1358/1938  tarihinde Bahekon’daki dergâhında vefat edip orada defnedilmiştir.


Makalenin Ekler bölümünde ise Yüksel, Tavîla Nakşibendî-Hâlidî Şeyhleri ve Mustafa Kemal'in Sivas Kongresi öncesinde, ünlü Kürt Nakşibendi-Hâlidî Şeyhleri Norşinli Şeyh Muhammed Ziyâeddin'e ve Halifesi Garzan/Kurtalan Zokaydlı Şeyh Mahmud'a gönderdiği 13 Ağustos 1335/1919 tarihli mektupları da (Bakınız Nutuk, Vesikalar, Vesika:51-52) suretleriyle birlikte yayımlıyor.

 

3- Nuray Mert: AK Parti'nin kötü sonu
 

3.jpg

Fotoğraf: AA

 

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, kuruluşundan ve iktidarından bu yana serüveni çok tartışılır, ama sonu tartışmasız çok kötü geldi. Dostumuz da, düşmanımız da olsa, Allah, hiçbir siyasi parti, görüş, ‘dava’nın destekçilerine böyle günler göstermesin.

'Dur bakalım, daha ‘son’dan bahsetmek için çok erken' diyenler çıkabilir, ama erken değil, hatta geç bile. 


Nuray Mert, 2019 yılı "Top 10" listesinin 3'ncü sırasında yer alan yazısına bu sözlerle başlıyor. 

Sağlık sorunları nedeniyle yazılarına ara vermeden önce, 10 Mayıs 2019'da kaleme aldığı yazısında Mert, YSK’nın 31 Mart Yerel Seçimlerini iptal kararının ardından 23 Haziran seçimine dair değerlendirmede bulunarak şöyle diyor: 

İstanbul’da yenilenen seçimlerde alınacak oy oranı hakkında zamansız bir öngörüde bulunmuyorum, mevcut halden bahsediyorum. Artık iyice belli oldu ki, iktidar partisi için seçim sonuçlarının bile önemi yok, kazanan kendisi değilse her yola başvurabilir, hak, hukuk, mantık tanımayabilir. Böylesi, bırakın demokrasiyi, haktan, hukuktan, siyasi ahlaktan tümüyle bağını koparmayı içine sindiremeyenler için çok hazin bir son. Sindirenler, ayrı bir mevzu, onlar artık kötü bir senaryonun isimleri zikretmeye değmez figüranları, kişilik intiharı vakaları, tarihe böyle geçecekler.


İstanbul seçimlerinin yenilenme kararının ilk olmadığını hatırlatan Mert, “7 Haziran 2015 Genel Seçimleri ardından da, başka gerekçelerle de olsa, aynı nedenlerle, Kasım ayında seçimleri yenileme kararı alındı” ifadelerini kullanıyor.

“AK Parti, demokratik sistem içinde bir parti olarak kurulup iktidar oldu, ama sonra işler değişti, en sonunda bir nevi rejim değişikliği gerçekleştirdi, yoluna fiili olarak tek parti devleti olarak devam etmeye başladı” diyen Mert, şöyle devam ediyor:

Muhalefet partileri seçim başarısı gösteremediği sürece, tablo bu denli net görünmeyebiliyordu, ama son yerel seçimler ilk kez durumu değiştirdi, artık oyunu daha açık oynamak icap etti.

Ama yine de, açıkça ‘Demokrasiye falan inanmıyoruz, bunların hepsi Batı’nın hileleri, iktidara gelmek için bu araçları kullandık, şimdi hak da bizim dediğimiz, hukuk da bizim yaptığımız, devlet biziz, bize itaat edeni yaşatır, diğerlerini yaşatmayız’ diyemiyorlar.

Çünkü o kadar da uzun boylu değil, hala lafta da olsa demokrasiden, hukuktan, bağımsız kurumlardan söz ediyorlarsa, zorunda kaldıkları için. Çünkü burası, sonuna kadar ‘asarım, keserim’ ile idare edilecek bir ülke değil, yerel seçim sonuçları da bu gerçeğe işaret ediyor.

Tam da bu nedenle, AK Parti macerasının sonu kötü geldi, güçlünün haklı olduğu bir ülke yaratmaktan gocunmadılar, onun da sonu geldi, artık güçlünün gülünç olduğu devir başladı.

 

2- Lütfü Oflaz,: “Tayyip Erdoğan’ı çıldırtacak isim” siyasete girip Ali Babacan’ın partisine katılacak mı?
 

2.jpeg

Yıl 1986… (Soldan sağa) Merhum Başbakan Adnan Menderes’in gelini Münevver Menderes, eşi Berin Menderes, torunu Adnan Menderes, oğlu Aydın Menderes ve Lütfü Oflaz, Menderes’lerin evinde…


2019 yılı “en çok okunanları” arasında yazılarıyla iki kez yer alan Lütfü Oflaz, listenin ikinci sırasında yer alan bu yazısında, ağustos ayında kulislerde ve sosyal medyada “Tayyip Erdoğan’ı çıldırtacak isim” olarak yer alan Menderes’in torunu Adnan Menderes’in Ali Babacan tarafından kurulacak yeni partiye katılıp katılmayacağı konusunu ele alıyor.

Yıllarca siyaset yaptığı partiden ayrılan ve yeni bir oluşum başlatacağını ilan eden Ali Babacan'ın partisinde torun Menderes'in de yer almasının istendiğini belirten Oflaz şöyle diyor:

Türkiye’nin çoğunluğunu oluşturan muhafazakar demokrat taban için Adnan Menderes ismi büyük önem arz eder.

Nitekim Tayyip Erdoğan da ‘Biz Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nin devamıyız’ diyerek, muhafazakar demokrat tabana mesaj verme lüzumunu hisseder.

Çünkü muhafazakar demokrat tabanın çoğunluğu hep ‘Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nin devamıyız’ diyenlere oy vermiştir.
Hep onun devamı olarak gördüklerini iktidara getirmiştir.


Menderes ailesini yakından tanıdığını belirttiği yazısında Oflaz, Adnan Menderes’in eşi Berin Menderes’in anılarını anlattığı ve Güneş gazetesinde yayımlandığı tarihte büyük yankı uyandıran “Berin Menderes anılarını ilk kez Lütfü Oflaz’a anlattı” yazı dizisinden bahsediyor:

Berin Menderes darbelere karşı olduğu gibi, ailesinden birinin siyasete girmesine de karşıydı. 

Bana anılarını anlatırken, siyaseti neden sevmediğini şu sözlerle anlatmıştı:

'Adnan (Menderes) benimle evlenmek istediğinde ona tek şartım siyasete girmemesiydi. Çünkü dayım siyaset yüzünden idam edilmişti. Adnan siyasete girmeyeceğine dair bana söz verince onunla evlendim. Ancak evlendikten sonra siyasete girince ondan boşanmak istedim. Boşanmaktan vazgeçmeye çok zor ikna edildim. Sonuçta korktuğum başıma geldi. Dayım gibi kocam da siyaset yüzünden idam edildi.'


“İşte torun Adnan Menderes, siyaset yüzünden böylesine büyük acılar çekmiş bu ailenin bir ferdi” diyen Oflaz, şöyle devam ediyor: 

Tayyip Erdoğan da Kemal Kılıçdaroğlu da torun Adnan Menderes’in kendi partilerine girmesini çok istemişlerdi.

Ama ailesi siyaset yüzünden büyük acılar çektiği için, onu siyasete girmeye ikna edememişlerdi.

Bakalım onların siyasete girmeye ikna edemediği torun Adnan Menderes’i, Ali Babacan siyasete girmeye ikna edebilecek mi?

 

1.  Nurullah Alkaç: Kürtçe gökten mi indi? (1)
 

1.jpg

Kolaj: Independent Türkçe 


Türkiye’den Sesler’de “en çok okunan” yazarımız “Kürtçe gökten mi indi?” yazılarının ilk bölüm makalesi ile Nurullah Alkaç oldu.

Alkaç, “Top 10” listesinde aynı yazı serisinin iki farklı bölümüyle 1’nci ve 6’ncı sıraya yerleşerek, sıralamada iki kez yer aldı.

Listenin ilk sırasında yer alan makalesine Alkaç, şöyle başlıyor:

Kürtlerin ırk ve dil adı iç adlandırma mı yoksa dış adlandırma mı?

Kürtlere verilen ‘Kürd/Kord/Kerd’ adının yanında başka adlar da verilmiş miydi?

Ne zamandan beri bu adlandırma kullanılmaktadır?

Tarihsel süreçteki bir değişimin son örneği mi, yoksa İslamî dönemle oluşan ve daha önceki adlandırmayla hiç de yapısal bir benzerliği olmayan yeni bir adlandırma mı?

Bu soruların muhtemel cevaplarını bulabileceğimiz verilere sahip miyiz?

O dönemlerde bütün dillerde yazılan kaynaklar bize bu şansı veriyor ya da niçin vermiyor?

Son olarak yazımızın da başlığı olan şu soruyu soralım:

Kürtler/Kürtçe gökten zembille mi indi?


Kürtçenin çok lehçeli yapısına değindiği makalesinde Alkaç, 8’nci yüzyıldan itibaren örnekler verilmeye başlanan Klasik İslâmî kaynaklarda (Arapça, Farsça, Osmanlıca) Kürtlerin diline/lehçelerine ve edebiyatlarına dair bilgilere yer veriyor. 

Alkaç, “Kürtlerin konuştuğu ve yazdığı dil/ler ve lehçeler nelerdi?” sorusuna cevap olarak Kürtlerin diline ve edebiyatına dair bilgi veren en eski kaynakları belgeleriyle birlikte ortaya koyuyor ve ekliyor:

Kürtlerin İslâm, Êzdî, Ehl-i Haqq gibi farklı inanç, din ve edebî formalarıyla  büyük bir külliyat oluşturan edebî eserlerinin her ne kadar büyük bir kısmı yakılmak suretiyle ortadan kaldırılmış veya zamana karşı dayanamayarak yok olsa da; bugün İran, Irak, Türkiye, Suriye, Mısır, Hindistan, Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere, Danimarka, Hollanda kütüphanelerinde yüzlerce yazma eser bulunmaktadır.

Diğer taraftan bireysel ve kurumsal kütüphanelerde-müzelerde hala gün yüzüne çıkmamış yazmalar da araştırmacıların dirayetini beklemektedir. 


Tarihsel sürece bakıldığında, İslamî edebî geleneğin benimsediği kurallarla ilk ‘Dîwan’ tertip eden kişi Melê Perîşan Dînawerî (1356-1421) adıyla meşhur Molla Abu’l-Kasım olduğunu ifade eden Alkaç, şöyle devam ediyor: 

Goranîce’de yazdığı ‘Dîwan’ının yazma nüshaları Almanya Merburg Kütüphanesi ile İran kütüphanelerinde (19 nüsha) bulunmaktadır.

Kurmancî’de ilk divan tertip edenin de Meleyê Cîzîri (1570-1640) olduğu düşünülmektedir.

Manzumelerin yanında Kürtçe ilk nesrin ise Müküslü Eli Teramaxi (m.1655) tarafından Kürtçenin Farsça ve Arapça ile karşılıklı gramerini konu edinen “Destûra Zimanê Erebî bi Kurdî” adıyla verildiği düşünülmektedir.

Bu açıdan bakıldığında Kürtçenin ‘yetersiz’ olduğu veya ‘medeniyet dili olmadığı’ iddiasının hiçbir geçerliliği yoktur. 

 

Independent Türkçe

DAHA FAZLA HABER OKU