Bu makalede sizlere Orta Asya, Türk dünyası ve çevresindeki güçler hakkında kısa bilgiler vereceğim.
Kültürleri, coğrafyaları yerinde incelemek, fikir sahibi olmak, çok önemlidir.
1980'lerden itibaren Avrupa'yı öğrendim, 1990'larda SSCB ve sonrasında Rusya, 1998'den itibaren Çin, 2000'lerin başından itibaren Orta Asya, hepsini birleştirirsem, geniş Avrasya coğrafyasına dair önemli sayılabilecek bir birikimim oldu.
Daha önce "Çin İzlenimlerim" olarak bir yazım oldu. Bugüne ışık tutan çok önemli sonuçlara ve değerlendirmelere bu makalede yer verdim.
Çin'i görünce ilk intibamı şöyle dile getirdim:
Dünyanın yarısını biliyormuşum, yarısını ise bilmiyormuşum!
Bu kez şunu yazıyorum:
Türk tarihini bilmek on binlerce yıl geriye gitmek demekken, sakın işin kolayına kaçmayalım, yüzlerce yıl ile yetinmeyelim! Çin tarihi ne kadar ise Türk tarihi en az onun kadardır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Mihail Gorbaçov zamanında (1990) SSCB hakkında yerinde bilgi sahibi oldum.
Perestroyka ve Glasnost dönemlerini iyi öğrendim.
ABD Başkanı Ronald Reagan'ın bu süreçteki çabasını izledim.
SSCB'nin dağılışına tanık oldum.
Sonra yeni kurulan devletlerin sorunlarını tek tek inceledim.
Peşinden gelen adına Renkli Devrim denen süreçlere ve bazı yeni kurulan devletlerin süreçlerine tanıklık ettim.
Bu süreçlerin önünde ve arkasındaki tarifler içinde Güney Kafkasya'da bulundum.
Örneğin, Gürcistan'ın SSCB dönemini de bilirim, yeni dönemini de.
Mukayese etmek daha kolay ve doğru sonuçlar veriyor.
Bir geniş coğrafyayı ve geçiş dönemi şartlarını, her yönüyle, kitaptan değil de yerinde müşahede ederek incelemek gibisi yoktur.
Her coğrafya ve kültür kendi karakterine uygun politik bakış açısına sahiptir.
Peki, bir toplum coğrafyayı değiştirince politik bakışında da bir değişim olabilir mi?
Orta Asya diyerek başlayacağım anlatımıma. Ama burada da vurgulayayım, her şeyi anlatmak mümkün değil. Sizi sıkmayacağım.
Doğu, Batı, Güney (Alt), Kuzey dendiği gibi, Orta Asya demekteyiz.
Çoğu tarifte bugünkü ülke haritalarına bakarak 5 ülkenin (Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan) sınırlarına Orta Asya deniyor ki ben buna katılmıyorum.
Doğu-Batı istikametinde Çin'den Hazar Denizi'ne kadar, Kuzey-Güney istikametinde Rusya'dan Hindistan'a kadar Orta Asya terimini kullanıyorum.
Ciddi bir tanımı olduğunu görmedim. Yabancıların söylediğini kabul edecek değilim.
Şunu da kabul etmiyorum, mesela hangi Kazakistan sınırı, hangi Özbekistan sınırı?
SSCB zamanında belirlenmiş özerk devletlerin sınırları dağıldıktan sonra tanımlanan yeni devletlerin sınırları kabul edildi.
Haritada bir siyasi sınır çizmek! Sınırlar anlaşmalarla tespit edilir ve hukukileşir.
SSCB öncesi Kazakistan, Kırgızistan vs. nasıldı, sınırları neydi?
Geriye giderek sınırları belirlemek ve kitaplara yazmak gerekir.
Bir iddiamız olsun! Sınırları Rus veya Çinli dedi diye kabul edeceksek başka tabii…
Ülke isimleriyle (veya siyasi coğrafyanın isimlendirmesiyle) bakılırsa çok farklı tanımlar var.
Gerçek şekilde söyleyecek olursak, Orta Asya bir bakıma Türk Yurdu demektir.
Rusya'nın, Çin'in, Tacikistan'ın, Afganistan'ın, İran'ın, vs. ülkelerin kıtanın merkezine bakan tüm kesimleri (genel itibariyle) Orta Asya'dır ve Türkistan'dır.
İkiye ayrılır; Doğu Türkistan ve Batı Türkistan diye.
Moğollar da Türk'tür, Altaylıdır. Hepimiz Ural-Altay dilini konuşuruz, kültürel bütün doku, bizi ondan veya onu bizden ayrına bir özelliğin olmadığını gösterir.
Önce etnografya, arkeoloji, dil bilimi, her ne varsa bakabilirsiniz, en son tarihçilerin görüşüne de bakabilirsiniz.
Pro-Altay çalışmalarına vakıf kimseler, Kazak, Moğol, Tatar, Oğuz, vs. Türk aile isimlerini (boylarını) nerede ve nasıl kullanacaklarını bilirler, çok geç oldu ama bunları bizler de öğrenmeliyiz.
SSCB dağıldıktan sonra en önemli soru:
Ortaya çıkan yeni devletler ayakta kalabilecekler miydi?
Orta Asya, Kafkaslar… Sovyetler dağıldı, ancak neden halen Rusya içindeki çok köklü federal devletler diğerleri gibi bünyeden çıkamadı?
Bunu bir soru olarak aklımızda tutalım ve hiç unutmayalım.
Altay'ı biliyorsanız, Türk boylarından bahsediyorsanız, önce şunu söylemelisiniz, bugün Rusya içindeki Türk kardeşlerimiz neden ayrı birer Türk devleti değiller?
Benzer konu Çin için de geçerlidir.
Tarihçiler kolları sıvasınlar, önce Altay'ın barındırdığı tüm boylarını yazsınlar. Altay'ı yazmak bir Türk için en büyük ödevdir.
Ama söyleyeceğim şu: Sadece literatürü taramanın ötesine geçilsin, derinlere inilsin, örneğin arkeolojiye, dil bilimine, vs. alanlara bakılsın.
Gidilsin o kurgan bizim tarafımızdan kazılsın. Referans bilgileri bizim tarafımızdan çıkarılsın.
Başkalarının kültür empozesinin etkisinde kalınmasın, evlatlarımız biçim çektiğimiz eksikleri çekmesin.
Bir de şu var, politika ve ideolojiden uzak çalışılsın, yani gerçek bilim yapılsın.
Benim Moskova kökenli bazı bilim insanlarıyla birlikte olma fırsatım oldu. Örneğin Prof. Tuyakbayeva ile (Issık Kurganı'nı, Altın Adam'ı çıkaran) yaptığım görüşmelerde Mançurya'dan, Altay'dan, Kafkaslara ve Zagros Dağları'na kadar çok yerdeki halkların Moskova kayıtlarında ne şekilde geçtiğini konuştuk.
Neticede Saka Türklerini iyi öğrendim, ama halen Saka Devleti (Yakutistan) bir Rus eyaleti halinde.
Yakutistan'ın, Kanada'nın neredeyse üçte biri büyüklüğünde bir Türk toprağı olduğunu ve gelecek yıllarda dünyanın en büyük yeraltı zenginlikleriyle kendinden bahsettireceğini biliyor olmalıyız.
Şunu da iyi öğrendim, Rus provokatör Aleksandr Dugin gibilere itibar eden içimizdekiler, Türklere değil, başkalarına çalışıyor olmalılar.
Şöyle söylenir:
Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur!
Kazakistan'da ve Tacikistan'da 2002'den başlayarak görev yaptım.
Bu görev süresi içinde tüm Orta Asya'yı gezdim, incelemelerim oldu.
Hatta bulunduğum zamanların bir kısmında henüz dağılan SSCB'den ülke sınırlarının görüşmeleri devam ediliyordu, bir kısmıyla sınır anlaşmaları yeni yapılıyordu.
Hazar Denizi'ndeki paylaşım henüz net değildi. Zamanında bunlarla ilgili çalışmalar yaptım.
Kazakistan'da bazı önemli teşkillerin kurulması sürecinde katkılarım oldu.
Kazakların Hazar'daki Deniz Kuvvetleri yapılanmasına dair şahsi çabam önemli sonuçlar üretti.
Kazakistan'a gittiğimde resmi yemeklerde Kazakça konuşurdum.
Bir Kazak general yanındakine şöyle demişti:
Ben bu söylediklerini anlıyor gibiyim, acaba hangi dilde konuşuyor?
Yani onlar o dönem büyük ölçüde Rusça konuşuyorlardı, kırsalda ve yaşlılar Kazakça biliyorlardı.
Şimdi işler değişti.
Tacikistan'da iç savaş sonrasında, yeni kurulmaya çalışılan bir politik atmosferde, bu ülkenin sorunlarına tanık oldum. Üstelik bu dönemde Afganistan Savaşı (ABD ile savaş) vardı.
Tacikistan sınır savunması bir yandan Rusya'nın askeri güçlerine bağlıydı, diğer yandan ülke Batı'dan yardım talep ediyordu. Bu bir denge meselesiydi ve hem savaş devam ediyordu.
Tacikistan'da dağlık bölge, akarsular, bazı madenler, ama daha çok Afganistan çıkışlı uyuşturucu yolunun bu ülkeden geçişi dikkat çekiyordu.
Bu konularda BM çerçevesinde önemli toplantılar yapılmaktaydı. Neyin olup neyin olmayacağını insan yerinde ise daha iyi görebiliyordu!
Daha sonra da Kazakistan'da bulundum. Bu daha uzun süreli oldu. Toplam olarak bakılırsa, bugünün popülizmi içindeki şahsiyetlerin hepsi bir yana dursun, çok fazla bilgim, tecrübem, hem o bölgedekilere çok yönlü katkım oldu.
Önemli isimlerle ve kurumlarla görüşmeler ve çalışmalar yaptım. Yeni kurulan devletler için uluslararası kurumlar faaliyetteydiler.
Silahsızlanma görüşmeleri, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı faaliyetleri, Dünya Bankası projeleri, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı projeleri, enerji anlaşmaları, vs.
Bu ülkelerden bazıları halen Rusya Federasyonu ile irtibatlı politik, ekonomik ve askeri anlaşmalara dahil oluyorlardı.
Aral Gölü ve Semey Nükleer Test Sahası konuları büyük çevre felaket alanlarıydı.
Buralardaki felaketlerin boyutlarını ve sürdürülen projeleri inceledim. Hatta Semey'in daha fazla destek alması için özel çabam oldu.
Bu arada, aradan yıllar geçse bile, bir nükleer test sahası içinde ve yakınında yaşayanların nasıl olduklarını görmek istemezsiniz!
Bir keresinde dönemin Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev şöyle dedi:
Neden güvenliğimiz tehdit altında olsun ki, kim ne istediyse verdik.
Öyleydi! Nükleer silah cephaneliği Budapeşte Anlaşması gereği Rusya'ya gönderilmişti.
Ruslarla Baykonur Uzay Üssü'nün İşletilmesi Anlaşması imzalanmışlardı.
Rus-Kazak ilişkisi ileri düzeyde devam ediyordu.
Çin Halk Cumhuriyeti ile sınır anlaşması yapılmış bir kısım toprak Çin'e bırakılmıştı.
Kazakistan-Çin sınırında serbest ticaret yapılabilmekteydi. Çin Ulusal Petrol Şirketi'ne Tengiz'de bir saha verilmişti.
Kazakistan'ın yeni açılan petrol sahaları ve eskisinin onarılıp tekrar işletilmesi bakımından Batılı büyük petrol şirketleriyle anlaşmalar yapılmıştı.
Bu demek oluyordu ki:
İstediler, verdik!
Bu arada Nazarbayev Türkiye'ye de büyük bir petrol sahası verdi.
Almatı'da bir delikanlı ilgili Türk kurumun temsilcisiydi.
"Neden diğer ülkeler gibi biz buradan petrol çıkarmıyoruz" diye sorardım kendisine.
Her neyse. Sonuç ne oldu biliyor musunuz? Bu büyük arazi bizden geri alındı, parça parça.
Ama tersi olsaydı, daha 2000'lerin başında Türkiye'nin Orta Asya'da petrol kuyuları olacaktı.
Sınırlara dönelim. Özbekistan ile Kazakistan arasında sınır anlaşması yapıldı.
Bir ara sorun çıkar mı diye düşünüldüyse de sonuçta konu tatlıya bağlandı.
Orta Asya'da bazı iktidar değişiklikleri veya iç güç mücadeleleri yaşandıysa da sınırları değiştiren büyük sorunlar çıkmadı.
Kazakistan'ı tarif ettiğimde şöyle demekteydim, "tablodaki çok element bu ülkede çıkarılıyor."
Demir, bakır, uranyum…
Bir keresinde şuna tanık oldum, Güney Kore ile Kazakistan anlaşma yaptılar ve üst üste iki bakır madeninin işletmesi G. Kore'ye verildi.
Böylelikle G. Kore dünya bakır piyasasında söz sahibi olabildi.
Demek ki kendi ülkenizde bir kaynaktan olmayabilir, ama siz girişimciliğinizle ve ciddi projelerinizle o kaynağı başka coğrafyadan temin edebilirsiniz.
Romantizm ve duygusallık, buna karşılık gerçekçilik. Biraz bundan söz edeyim.
Orta Asya zorludur, serttir, coğrafya insana işlemiştir.
Bunun açıklamasını yaparken eleştirel bir noktayı ifade etmem gerekiyor, Orta Asya'da söz senettir, tam tabiriyle.
Yalanı sevmezler.
Orta Asyalılar, Batı'ya ve Orta Doğu'ya gidildikçe, özellikle İranlılara ve Araplara yaklaştıkça, Kafkasya'ya geldikçe insanların sözüne sadık olmadıklarını söylerler.
Birçok yanlışlığın sebebinin İran ve Arap kültürüyle alakalı olduğunu düşünürler.
Hatta Orta Asya'da şöyle bir söz vardır:
Türkler Anadolu'ya atla gittiler, atları kesip yediler, şimdi atsız kaldılar. Orta Asya atın anavatanıdır, Türkler atsız hayatta olmaz… Savaşırken düşünün yüz binlerce atlı saldırıyor, önünde kim durabilir? Halen daha Orta Asya'da at çok önemlidir.
Obada kesimlik özel atlar vardır. Misafir geldiğinde at kesmek misafire değer vermektir.
Yemeklerde ev sahibinin veya aksakalın önüne geleneksel Beşparmak yemeği konur, içinde bir at başı.
Ev sahibi bir parça keser, mesela göz, sonra onu konuğa takdim eder, "Sen benim gözümsün" der.
Diğerine kulağı verilir, "Kulağımsın" der…
Kımız içilir. Kımız at sütünden yapılır.
Tabii konu at da değil, değişimdir.
Orta Asya'dakiler, Batı'ya doğru giden Türk boylarının buralardaki kültürlerle uzun süreler içinde karıştıklarını, neticede iyi veya kötü yönde, bazı öz değerlerinden de uzaklaştıklarını düşünürler.
Türklerde kadın söz sahibidir, baş tacıdır, sözü dinlenendir.
Geçenlerde Prof. Taşağıl ifade etti, "kadınlara kötü muamele İranlılardan ve Araplardan gelme" şeklinde. Doğruydu.
Orta Asya'dakiler halen dünyaya ve olaylara akılcı (rasyonel) yaklaşırlar, duygusal değillerdir.
Yine Nazarbayev'den örnek vereyim.
Bir bayram sabahı Çimkentli kadın radyo programında yayının akışı gereği Nazarbayev'e "Biz kimiz" diye sordu.
Nazarbayev şöyle cevapladı:
Biz Kazak'ız, Türk'üz, İslam'ız; ancak Arap değiliz!
Bu ayrıntıyı vurgulaması önemliydi.
Sovyetler zamanında Rusların ne denli acımasız oldukları yaşanmış çok örnekte vardı.
Ruslar insanları kimlik tanımını kullanıyordu, Kazak, Kırgız diye.
Ama onların kendi dillerini konuşmalarına izin vermiyorlardı.
"Hey Kazak gel buraya, Stalingrad'a savaşa gidiyorsun, düşmanın Almanlar…" demek için onun kim olduğu vesikasında görülüyordu.
Sovyetlerin ideolojisi ve politikası esastı, partinin koyduğu kurallara uymayanlar sert biçimde cezalandırılıyorlardı.
Bugün Çin'de durum nasıl?
Yeni Orta Asya Türk devletleri ne olduklarını, nereden nereye geldiklerini gayet iyi biliyorlardı.
Onlar için artık ideolojiler bir dogma idi. Dogmalar toplumların iflas sebebidir.
Sovyetler iflas etti ve dağıldı. Rus yayılmacılığı bu iflas sonucu başka bir aşamaya geçti.
Başkentin Astana'ya taşınması konuşuluyordu.
ABD'nin Almatı Büyükelçisi sordu, ne düşündüğümü.
Astana Kazakçada başkent demek, bu eyaletin adı Akmola.
Cevaben iki husus var dedim.
Birincisini söyledim:
Atatürk de benzerini yaptı, Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentini İstanbul'dan Ankara'ya taşıdı. Atatürk stratejik savunma ve politika gereği böyle yaptı. Savaş zamanı kurulan Büyük Millet Meclisi Ankara'da açılmış ve savaşı sevk ve idare etmişti. Ankara bozkırın ortasıydı. Tam bir ulusçu, modernist, cumhuriyetçi ve Atatürk hayranı olan Nazarbayev benzer biçimde düşündü.
İkincisini şöyle açıkladım:
Kazaklar stepleri, sert iklimi, zora dayanmayı iyi bilir. Yeni bir ülke kuruyorlar, bunu eskisinin değerleri üstüne kurarlarsa kendilerini inkâr ettiklerini düşünürler. Hem şunu söyleyecektir, isteyen ülke büyükelçiliğini Akmola'ya taşır, istemeyen taşımaz. Kazak nedir öğrenmek isteyenler Astana'ya gelirler diyecektir.
Böyle söyledim, yaklaşık 1 ay sonra Nazarbayev benzer cümlelerle "İsteyen gelir, isteyen gelmez" dedi.
Sonra Yeni Astana petrol fonlarıyla kuruldu, yeni baştan bir şehir oldu.
Stepler zorludur. Mesafeler çok yakınmış gibi söylenir, ama çok uzaktır.
Sürü nerede diye sorulduğunda şurada denir, ama orası belki de bin kilometre uzaktadır.
Bu düşünceye de yansıyan bir durumdur. Acele edilecek bir şey yoktur, zaten her şey zordur!
Esas olan hata yapmamaktır. Bu coğrafyada doğal olarak her şey zahmetlidir, ama önce bunu bilmek gerekir.
Göç edecekler göç planlarını detaylı yaparlar. İşi şansa veya kadere bırakmazlar.
Duygusal değillerdir. Kaderci değillerdir. Yaşamak için her türlü detay bilinir.
Bilmek önemlidir. Tecrübeler değerlidir.
Mesela boran çıkacak ise bunu hesaba katarlar.
Gerçek neyi gerektiriyorsa atılacak adımda bu hesaba katılır.
Kazaklar ve Kırgızlar kardeştir.
Kırgızların kaynakları azdır.
Ülkenin ayakta kalabilmesi için kaynak gerekir.
Kırgızistan'ın güneyinde Fergana Vadisi var.
Burası tarihi İpek Yolu üzerinde kavşak noktası.
Bugünkü Tacikistan, Kırgızistan, Özbekistan burada kesişir.
İkinci önemli nokta Issık Göl.
Türk tarihi açısından Tanrı Dağları'nın tepesindeki bu harika coğrafya çok önemlidir.
Kırgızlar sürekli iktidar çatışmalarına sahne oldular.
Orta Asya'da kaynak kıtsa bu normaldir. Para yoksa hayat başka türlü işler.
Yaşayacak kadar para veya kaynak olmak zorundadır, gerçekçi yaklaşımda bu esas vardır.
Fakat yine de bu ülkede bir ABD ve bir Rus etkisi oldu.
Afganistan Savaşı sebep gösterilerek ABD Kırgızistan'dan askeri üs yeri istedi ve aldı.
Amerikalılar yüklü mali destek yapmışlardı. Bu kez Ruslar bastırdı, askeri üsleri oldu.
Başka tabirle Amerikancılar ile Rusçular, kaynak bulmak ve iktidarı ele geçirmek için bir açıklama biçimi oldu.
Orta Asya'da yırtıcı kuşlar sürekli yukarıda dolaşırlar, zayıf bir canlı görsünler, büyük parçayı kim koparacak, yarışa girerler.
Orta Asya'da düşmeye gelmez, akbabalar hemen üşüşürler.
Kazaklar bu olumsuz süreçleri fazla yaşamadılar. Ne de olsa petrol zenginiydiler.
SSCB'den ayrıldıktan sonra ülke iktidarını Nazarbayev ile geliştirdi.
Fakat burada iktidar 2022 yılı başlarında şimdiki Başkan Kasım Cömert Tokayev'e geçti.
Belki bu değişim gerekliydi, zira Nazarbayev'in sağlığı pek de iyi değildi.
Özbekler için de bir gel-git yaşandı ama şu an ülkede sorun yok.
Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan'ın batısındaki Türkistan bölgesi, oradan çıkın yukarıya, Azerbaycan ve Türkiye Türkleri, hepsi Oğuz (Uz) Boyudur.
Araplara ve İranlılara yakınlıkları itibariyle bu bölgelerde Müslümanlığın etkisi daha fazla ortaya çıkar.
Ayrıca, Doğu Türkistan coğrafyasında Uygurlar kökenlerine ve kültürlerine bağlıdırlar.
Bu arada Hun İmparatorluğu da Oğuz boyudur.
Oğuz Hakanı Atilla Orta Avrupa'ya yerleşmiş ama çok uzun sürmeyen bir Türk egemenliği olmuştur.
Bu nedenle Macaristan (Hungaria) bunu bilir.
Tarih sahnesi içinde bakılırsa Özbekler coğrafyanın gereği İran dilinden ve kültüründen nispeten etkilenmişlerdir.
Toprakları verimlidir ve Orta Asya'nın önemli tarım ürünleri burada yetişir.
Türkmenistan'da Saparmurat Niyazov dönemi 2006'ya kadar sürdü ve sonra Gurbangül Berdimuhamedov başa geçti.
Sonra oğlu Serdar Berdimuhamedov başkanlığı devraldı. Burası için özellikle Gurbangül zamanında Kuzey Kore gibi bir ülke dendi.
SSCB politikası gereği ama en çok da Stalin zamanında göçe zorlanmış Türk toplulukları var; ki bazı hadiseler soykırım olarak tarif edilebilir.
Buna en bariz örnek Ahıskalılardır. Ahıska Türklerinin yaşadığı zulmü göstermek adına bir anıt dikilmesi için ilgili temsilcilerle birlikte ben de gayret gösterdim ama bunu başaramadım.
Her neyse. Orta Asya'da yaşanan şu: Birçok topluluk yerinden alınıp başka yere sürülmüş.
Bir de buna Çin ile olan savaş zamanından eklenenler var.
Bazı toplulukların akrabaları bir ülkede, diğer kısmı ise çok çok uzaklardaki başka bir ülkede.
Mesela Çin'de Kazak, Kazakistan'da Uygur yemeği yemek mümkündür.
Orta Asya'nın bu zorlu koşullarında insanlar sanki bunu tarih boyunca yaşamak zorundalar!..
Ben şu konuya çalıştım, basitçe ifade edeyim:
Mesela Avrupalılar milattan önce 2500 yılında (bundan 4-5 bin yıl önce) yaklaşık aynı topraklar üstünde, Hint-Avrupa dilini konuşuyorlar.
Çok sonradan din geliyor. Sonuçta o tarihlerdeki insanlar bugün mesela, Almanya ise Almanya'da, Fransa ise Fransa'da, ayrıntılı yazmıyorum.
Genel olarak Orta Asya Türkleri açısından ise geniş coğrafyayı, zorlukları ve hareketleri düşünün.
Konuşulan dilin değişimiyle meydana gelen farklı etkiler var. Ural Altay iken batıda Hint Avrupa'dan veya doğuda Hancadan etkilenmek gibi.
Bunun yanında din de başka bir sebep. Türkler Anadolu'ya milattan sonra 1038'lerden itibaren ayak bastılar.
Soru şu: Avrupa neden bugün para birliğine varana dek bir birlik halinde, Türkler neden değiller?
Değişkenler ve değişiklik yaratan unsurlar var, göz ardı etmeyelim bunları.
Denebilir ki yeni başladı bu birlik projesi, ümit vadediyor.
Olabilir, canı gönülden isteriz, hem de çok.
Birlik olunsun, para, ticaret, dil, yazı, politika, güvenlik, bilim, vs. her bakımdan…
Bu hususları çok iyi teneffüs etmiş biri olarak ne olup olmayacağını biliyorum.
Bazı konuları işin başındayken sorsalar, olur mu olmaz mı diye, şimdikilerden daha net cevaplar verebilirim.
Eğer konu aksakallı olmak ise ben de bir Aksakalım.
Üstelik DNA testim elimde kanıt, çok yüksek oranda Altay bölgesindenim ve öz Türküm.
En azından konulara duygusal bakmam! Mesela, "Henüz çok şey için erken, şimdiden hayale kapılmayın ve kendinizi aldatmayın" diyebilirim.
Bu noktada, kim nasıl düşünür?
Ben böyle sorarım. Çünkü cevabı biliyorum.
Başka şekilde örnekleyeyim, Asya'da (mesela alt-Asya'da) bir savaş çıksın.
Türkiye nerede durur, diğer Türk devletleri nerede olurlar?
Bir ayrım olur ise bunun temel sebebi hangi esasa dayanır?
Burada keseyim, daha doğru olacak kanısındayım.
Ama hatırlatırım, Politik Uyanış 1 isimli kitabımın içinde Türk kültüründen bahsettim, okumanızı tavsiye ederim.
Kısa notlarla size Orta Asya hakkındaki bilgilerimi paylaştım.
1. Gürsel Tokmakoğlu, Politik Uyanış, Stratejik Güç Birikimi ve Akılcılık Üzerine, Destek Yayınları, İstanbul, 2024.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish