CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Avrupa Parlamentosu’nda (AP) 136 sandalyeyle parlamentonun en büyük ikinci grubu olan Sosyalistler ve Demokratlar (S&D) İlerici İttifakı Grubu toplantısında konuşmak üzere Belçika’nın başkenti Brüksel’e geldi. Özel, grup toplantısında konuşması için Grup Başkanı Iratxe García Pérez’den davet mektubu aldı.
CHP’nin son yerel seçimlerde elde ettiği başarıyı anlatarak Özel’i, kürsüye davet eden Garcia Perez, şöyle konuştu:
Biliyorsunuz, son yerel seçimlerde büyükşehirleri; başta Ankara ve İstanbul CHP kazandı. Bu da izledikleri ilerici program ve Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu büyük dönüşümün işareti. Bu dönüşümün devamında Türkiye’de bir hükümet değişikliği ümit ediyoruz. Tabii bu gelişimin önünde birtakım engeller var. Mevcut iktidar, sistematik olarak temel hakları ihlal ediyor. AP olarak biz de bu baskı ve saldırıları kınadık ve kınıyoruz. Demokratik olarak seçilmiş belediye başkanlarının maruz kaldığı muamelenin demokraside yeri yok. Biz güçlü bir Avrupa’ya inanıyoruz ve Türkiye bizim için bir referans ülke. Ortak bir coğrafyayı paylaşıyoruz. Geleceğimizi Türkiye olmadan yazamayız. Türkiye’nin geleceği de demokrasi olmadan yazılamaz. Onun için Türk halkına desteğimiz tam. Türkiye’nin tekrar Avrupa ailesinin merkezine dönmesini bekliyoruz. Modern ve müreffeh bir Türkiye arzu ediyoruz. Özgür Bey, partiniz olarak desteğimizi alıyorsunuz, hiçbir şekilde yalnız değiliz ve AP’de müttefiklerinizle berabersiniz.
Özgür Özel: “Von der Leyen tanışmak için partimizin genel seçimleri de kazanmasını bekliyor”
Özel, yaptığı konuşmada burada bulunması için verilen nazik davetten memnuniyetini aktardı. Özel, şunları kaydetti:
Raportörümüz Nacho Sanchez Amor’a huzurunuzda teşekkürlerimi iletmek isterim. Kendisi Türkiye’yi tek bir kişiden, tek bir isimden, tek bir partiden ibaret görmeyen ve muhalefetin sesini duyan, muhalefetle ilişkileri iktidarla ilişkiler kadar önemseyen çok önemli bir görevi adilane şekilde yerine getiriyor. Bu yaklaşım konusunda, AB Komisyon Başkanı Von der Leyen’in tutumu bununla çelişkili. Türkiye’de son seçimlerden birincilikle çıkmış, nüfusun yüzde 65’ini, ekonominin yüzde 80’inin bulunduğu belediyeleri kazanmış bir partinin başkanıyla tanışmak için partimizin genel seçimleri de kazanmasını bekliyor. Tabii bu onun kendi tercihi ama kurumsal ilişkiler açısından çok önemli bir riski barındırdığını not ederek başlamak isterim.
“Türkiye’nin birinci partisinin genel başkanı olarak sizlere sesleniyorum”
Huzurunuzda Avrupa’nın en köklü, en güçlü sosyal demokrat partilerinden birinin lideri olarak bulunmanın yanı sıra ülkemizde bundan 11 ay önce, 31 Mart 2024 tarihinde yapılan seçimlerde birinci olmuş partinin genel başkanı olarak sesleniyorum. Bu seçimlerin Türkiye siyaseti açısından iki önemli noktasından bahsetmek isterim. Bunlardan birincisi, partimin 47 yıl sonra tekrar birinci parti olmasıdır. İkincisi bugün iktidarda olan AK Parti’nin kurulduğu günden itibaren ilk kez bir seçimde ağır yenilgi alarak ikinci parti durumuna düşmesidir. Bu durum, seçimden bu yana yapılan tüm genel seçim anketlerinde istikrarlı şekilde sürmektedir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
“Partimiz güçlü bir demokrasi, hukuk ve adalet mücadelesine liderlik etmektedir”
Tüm dünyada ve Avrupa’nın her yerinde, tam demokrasi için mücadele veren bütün siyasi aktörlerin, akımların, siyasi partilerin birbiriyle diyalog ve dayanışma içinde olması gerektiği bir dönemdeyiz. Partimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, modern cumhuriyetin kurucusu olmakla kalmamış, 1950’de ülkemizi çok partili hayata, demokratik seçimlere geçiş sürecini gerçekleştirdik. Bizler Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve 1920’lerde ‘Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin hakim olduğu’ ifade ettiği siyasetin temsilcileriyiz. Maalesef, 100 yıl sonra bugün, tüm dünyada otoriter popülist liderlerin kuralları ve kurumları doğrudan sistematik olarak hedef aldığı bir dönemdeyiz. Öyle ki benzerleri birbirileriyle dayanışarak, birbirlerinden öğrenerek hukuk devletini, kuvvetler ayrılığını geriletiyorlar. Ortak akıl yerine, sözde güçlü liderliği ön plana çıkarmaya yönelen bu anlayış, tüm dünyaya yayılıyor. Ülkemizde de partimiz bu anlayışa karşı güçlü bir demokrasi, hukuk ve adalet mücadelesine liderlik etmektedir.
“İktidar AB’ye tam üyelik konusunda çelişkili tutumlarının aksine, partimin tutumu kararlıldır”
Ülkemizde verdiğimiz bu mücadele, partimizin kuruluş ilkelerinin ve hedeflerinin yanı sıra AB’nin ortak değerleriyle örtüşmektedir. Ortak değer ve hedeflerin yanında, ortak risk ve tehditlerimizin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ülkemizdeki iktidar partisinin AB’ye tam üyelik konusunda konjonktürel olarak birbiriyle çelişkili tutumlarının aksine, partimin sahiplendiği hem tarihsel hem ilkesel istikrarlı tutum, tam üyelik noktasındaki kararlılığımızın temelini oluşturmaktadır. Bizim için Avrupa, sadece bizim de içinde bulunduğumuz bir coğrafya değildir. Son iki yüzyıldır ülkemiz yüzünü Batı’ya çevirmiş, yaptığı ilk anayasa ile modernleşme sürecine girmiş, Kırım Savaşı’nı bitiren 1856 Paris Kongresi ile birlikte Avrupa kamu düzeninin ve Avrupa Uyumu’nun bir parçası olarak kabul edilmiştir. O zamandan günümüze, ilişkilerimizde iniş çıkışlar olsa da Avrupa ile Türkiye’nin çok yönlü bir ilişkiye ve karşılıklı dayanışmaya olan gereksinimleri hiç değişmemiştir.
“Yapılacak seçimleri AB üyeliği açısından referandum olarak tarif etmemizden sonra toplumsal talep artmıştır”
Türkiye’nin Avrupa’yı tercihi, yalnızca tarihsel, siyasal ve stratejik bir karar değildir. Bu aynı zamanda toplumsal bir tercihtir. İktidarların tutumu ve ülkedeki siyasetin AB ile ilişkileri nasıl konumlandırdığı doğrudan seçmen tercihlerine yansımaktadır. Geçmişte Avrupa ile yaşanan krizli süreçler, yapılan karşılıklı hatalar Türkiye’de AB üyelik talebini yüzde 25’lere kadar geriletmişti. Ancak partimizin AB ile ilişkileri, Avrupa’daki kardeş partilerle yürüttüğümüz sıkı dayanışma, uluslararası birlikteliklerde üstlendiğimiz etkin görevler ve yapılacak seçimlerde iktidara en yakın parti olarak AB’ye tam üyelik hedefinin temel vaadimiz olması, hatta yapılacak seçimleri AB üyeliği açısından referandum olarak tarif etmemizden sonra yapılan kamuoyu araştırmalarında, AB’ye üyelik noktasındaki toplumsal talep istikrarlı olarak artmış ve son ölçümlerde yüzde 66’ya kadar ulaşmıştır. Özellikle genç kesim arasında Avrupa Birliği’ne üyelik talebi yüzde 72 noktasındadır.
“Türkiye’yi sınırın ötesindeki bir göçmen deposu olarak gören bir AB olmamalıdır”
Ancak o AB, Türkiye ile ilişkisini göçmen pazarlıklarına hapseden, Türkiye’yi sınırın ötesindeki bir göçmen deposu olarak gören bir AB olmamalıdır. Türkiye, savaşlar ve iklim krizleriyle doğudan gerçekleşecek büyük göç baskınını kendi topraklarında tutan, karşılığında batıdan ekonomik yardım ve siyasal destek alacak bir ülke olarak görülmemelidir. Türkiye-AB ilişkileri çok boyutludur. Çok boyutlu ilişki, elbette karşılıklı istikrar ve demokrasi arar. Bu ilişkinin içinde, insani temaslar ve bağlar, ticaret, yatırım, turizm, eğitim, bölgesel güvenlik ve stratejik konular bulunur. Tüm bunlarla birlikte son dönemde dünyanın içinde bulunduğu şartlar, AB ile Türkiye’nin kuracağı ilişkinin savunma işbirliği ayağını da her zamankinden önemli bir zemine oturtmuştur. Son dönemde dünya siyasetinin yaşattığı sınamalar, bizi savunma odaklı bakmaya zorluyorsa da beş yıl önce pandeminin kırdığı tedarik zinciri, AB-Türkiye ilişkilerine bir başka önem atfediyor. Bilinen, bilinmeyen pek çok krizlere gebe aynı kıtanın güçlü ve potansiyeli yüksek ülkelerinin nice krizleri birlikte göğüslemek zorunda olduğu açıktır. Öngörülen ve görülmeyen krizlerde en büyük güvencedir.
“İlişkileri sığınmacılar sorununa indirgeyen yaklaşım terkedilmelidir”
Hepimizin karşı karşıya olduğu sınav ise krizlere çare ararken kapsayıcı güçlü kurumların, kurumsal ilişkilerin, çok taraflı dünya düzeninin ve demorkasinin ihmal edilip edilmeyeceğidir. İstikrar ve güven ararken demokrasiden fedakarlık sadece ilkesizlik, tutarsızlık değil, bir sonraki krize tam bir savunmasızlık sonucunu doğuracaktır. Dün bu kapsamlı ilişki gereksinimini görmezden gelerek ilişkileri tek ve öncelikli konu görülen sığınmacılar sorununa indirgeyen yaklaşım, gecikmeden terk edilmelidir. Bugünün ihtiyacı 360 derece bir diplomasi, güçlü bir işbirliği, kişisel ilişkileri değil; kurumları merkeze alan, ilkeleri ve evrensel değerleri pazarlık unsuru yapmayan, tam bir karşılıklı güven ilişkisi olmalıdır. Biz parti olarak demokrasinin istikrara, insan haklarının güvenlik kaygılarına alternatif görülmesini doğru bulmuyoruz. Bunu birbirini tamamlayıcı bir bütünün parçaları olarak görüyor, ‘Biri yoksa diğeri de var olamaz’ diyoruz. Hatırlamalıyız ki demokratik değerlere, ilke ve normlara bağlı aktörler müzakere eder; pragmatizmi benimseyen aktörler ise pazarlık eder. Unutmamak gerekir ki kolay yoldan elde edilmiş pazarlıkçı kazançlar, kolay bir şekilde kaybedilebilir. AB ile Türkiye arasındaki ilişki, bir an evvel ilke, norm ve değerler temelli bir zemine dönmeli ve iki taraf karşılıklı olarak demokratik ideallerin ve demokrasi kültürünün inşası için el ele vermelidir.
“Hukuku ayakta tutacak olan temel unsur, demokrasi kültürüdür”
Burada, ‘demokrasi kültürü’ ifadesinin altını bilhassa çizmek isterim. Yasa çıkarmak, parmak hesabına bağlı bir iştir. Örneğin meclisimizde 301 oyla yasa çıkarılabilmekte, 360 oyla anayasa referandumuna gidilebilmekte, 400 oyla anayasa değişikliği referandumsuz yapılabilmektedir. AP’de de yasa çıkarmak için gereken sayılar bellidir. Demokrasi kültürü onay butonuna basan parmakların çok ötesine geçen, ancak topyekun dayanışmayla inşa edilebilecek bir şeydir. Yasalar, hukukilik, hukuk devleti; kurumsallaşmış denetim mekanizmalarına muhtaçtır. Ancak o mekanizmaların ötesinde, hukuku ayakta tutacak temel unsur, demokrasi kültürüdür. Demokrasiyi, hakiki temsiliyet iddiasıyla aşındıranlar, hukuk devletini yasaya atıfla aşındırmaktadır. ‘Law’ ve ‘warfare’ kelimelerinin birleşiminden türetilen ‘lawfare’ kavramı buna işaret etmektedir. Yani bugün yasayı bir silah olarak kullananlar, hukuk devletini yasanın menziline yerleştirmektedir. Hukukun çelikten zırhı ise demokrasi kültürüdür, bu korunmalıdır.
“Türkiye’nin Avrupa’nın ayrılmaz bir parçası olması, hem bizlerin hem de Avrupa’nın yararınadır”
Bir belirsizlik çağına girdiğimiz önermesini ben de paylaşıyorum. Bu salondaki ve kıtadaki tüm endişelere bu yüzden hak veriyorum. Ukrayna’da yaşanan savaş, Gazze’deki korkunç katliam, Suriye’de uzun süredir beklenen yönetim değişimi ancak yönetimin kontrolü güç bir ele geçmesi, ABD’de Trump yönetiminin çok taraflı dünya düzenini, demokratik kurumları yıkmaya dönük aldığı hızlı kararlar bu gelişmelerin sadece birkaçı. Yaşadığımız belirsizlikler çağında, küresel dengelerin yeniden kurulduğu bir anda Türkiye’nin stratejik öneminin arttığının farkındayız. Türkiye, önemli bir jeopolitik konumdadır. Bu belirsizlik ve jeopolitik gerginlik ortamında Türkiye’nin demokratik, güvenilir ve öngörülebilir, çevreye saygılı, istikrarlı, kurumları güçlü bir ülke olması ve bu ülkenin Avrupa’nın ayrılmaz parçası olması, hem bizlerin hem Avrupa’nın yararınadır. Türkiye; dinamik ekonomisi, genç nüfusu, canlı ve direngen sivil toplum dinamizmiyle AB’nin birçok yeni üyesinden daha köklü bir demokratik geleneğe dayanan bir ülkedir.
“Türkiye ne bir partiden ne bir kişiden ibarettir”
Türkiye, üzerinden geçen enerji hatlarından ve ticaret yollarından istifade eden Avrupalı dostları tarafından ülkesinin gençlerine, akademisyenlerine, iş insanlarına hatta hastalarına haksız vize kısıtlamaları yaşatılan 86 milyon kişilik güçlü bir ülkedir. Ne bir partiden ne bir kişiden ibarettir. CHP, Türkiye’yi Avrupa sisteminin ve Batı demokrasilerinin bir parçası olarak görmektedir. AB ile Türkiye arasında kurulacak sağlıklı ve ilkesel ilişkinin iki tarafın da yararına olacağına, her iki tarafın demokratikleşmesine, her iki tarafın refahına ve güvenliğine katkı sağlayacağına yürekten inanmaktayım. Bir kısmı bu salonda da temsil edilen Sosyalist Enternasyonal’daki yoldaşlarımızın, partimizin AB’ye tam üyelik hedefine verdikleri desteklerini çeşitli deklarasyonlarda kararlılıkla ifade etmiş olmaları, partimize ve ülkemize güç vermektedir.
“İktidar güdümlü yargı tacizleri karşısında meydan okuyan bir ayağa kalkma ve itirazla başkaldırıyoruz”
Türkiye’de partimize ve partimizin ve diğer muhalefet partilerinin belediyeleri üzerinden Türkiye’nin yerel demokrasisi üzerine kurulan baskıları ve iktidar güdümlü yargı tacizlerini yakından takip ediyorsunuz. Biz bu sürece, edilgen bir direniş yerine meydan okuyan bir ayağa kalkma ve itirazla başkaldırıyoruz. Türkiye’nin dünyanın en bilinen üç imparatorluğuna başkentlik etmiş gözbebeğimiz İstanbul’un Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 23 Mart tarihinde, 1 milyon 700 bin üyemizin doğrudan sandık başına gideceği bir ön seçim süreciyle cumhurbaşkanı adaylığı unvanını resmen kazanacaktır. Çok adaya açık bir süreçte, kendisine duyulan güven ve uğradığı saldırılara karşı korumacı bir toplumsal sahipleniş, ön seçimde tek aday olmak sorumluluğunu kendisine, ancak arkasına milyonları katma sorumluluğunu partimize yüklemiştir. Bu ön seçim sürecinin tamamlanmasıyla birlikte yapılacak ilk genel seçimlerde yarışacak isimlerin belirginleştiği ve seçimlere ilişkin tek belirsizliğin seçim tarihi olduğunun inanç ve kararlılığı içerisindeyiz.
“Avrupalı siyasetçiler, nasıl bir Avrupa hayal ediyorlar”
Partim; demokratik, barışçıl, laik, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygılı bir Türkiye arzuluyor. Biz böyle bir Türkiye’nin hayalini kuruyor, böyle bir Türkiye için mücadele ediyoruz. Avrupalı siyasetçiler, nasıl bir Avrupa hayal ediyorlar? AB ile Türkiye arasındaki ilişkinin bu sorudan bağımsız olarak düşünülmeyeceği kanaatindeyim.”
CHP Lideri Özel, ardından milletvekillerinin sorularını yanıtladı.
ANKA