Batı'da mülteci olmak

Esedullah Oğuz Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Eleanor Shakespeare/The Guardian

Bugünlerde sadece Almanya'da değil Batı'nın tamamında, eğer mülteci iseniz, özellikle de Afgan ve Suriye kökenli iseniz, işiniz oldukça zor demektir.

Zira Donald Trump'ın iktidara gelmesiyle, başta ABD olmak üzere tüm Batı'da mülteciler, özellikle de Müslüman kökenli olanlar hedef haline getirildi. 

Oysa daha düne kadar ABD ve diğer Batı ülkeleri göçmenlerden besleniyor, birçok işi onlar sayesinde başarıyla kotarıyorlardı.

Ama son zamanlarda Batı'da nedense mülteciler her sorunun, ülkede ters giden her işin sorumlusu haline getirildi. 

Ne Afgan ne Suriyeli ne de Ukraynalı, dünyanın neresinden gelirse gelsin hiçbir mülteci, doğup büyüdüğü toprakları kendi isteğiyle terk etmez.

Mutlaka mecbur kalmıştır.

Ya iç savaş, işgal ve dikta yönetiminin yol açtığı hayati tehlike ya da rüşvet, yolsuzluk ve kötü yönetimin neden olduğu ekonomik sefalet ve açlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı için ülkesini terk etmiştir. 

Dikkatlice bakarsanız, tüm bu sorunların gerisinde şöyle veya böyle bir şekilde Batı'nın parmağını göreceksiniz.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Şöyle ki, Afganistan 1970'li yıllarda kendi halinde tüm etnik grupların barış içinde yaşadığı huzurlu bir üçüncü dünya ülkesiydi.

Sonra Sovyetler bu ülkeye komünizmi getirmek; ABD de buna engel olmak istedi.

İki süper gücün rekabeti ve diğer bölgesel güçlerin araya girmesiyle ülke harabeye döndü.  

Aynı şekilde Suriye'de 2010 yılında iç savaşın çıkmasıyla ülke başta ABD, Rusya ve İran olmak üzere birçok devletin kozlarını paylaştığı bir cepheye dönüştü.

Ve olan, hayatını kaybeden veya dünyanın dört bir yanına dağılan milyonlarca Suriyeliye oldu. 

Avrupa'nın kalbinde yaşanan Ukrayna savaşı da aslında büyük güçlerin tepişmesinden başka bir şey değil.

Ne Rusya ne ABD ve AB Ukrayna'nın iç işlerine karışmasa, savaş bir anda biter, ülke eski huzurlu günlerine geri döner. 

Unutulmaması gereken şu: kimse durup dururken Batı'ya doğru yollara düşmüyor. İnsanlar mecbur kaldıkları için mülteci oluyor.

Dünyada barış içinde yaşayan fakir ama huzurlu ülkelerin insanlarına bakın: Moğolistan, Vietnam, Kazakistan, Özbekistan, Laos, Myanmar, Bangladeş, Ermenistan, Gürcistan vs.

Bu ülkelerin vatandaşları Afganlar veya Suriyeliler gibi toplu şekilde Batı'ya doğru yollara düşmüyor. 

Öyleyse, Batı mülteci sorunu istemiyorsa, diğer ülkelerin içişlerine karışarak, iç savaşları körükleyerek, soykırım ve katliamlara arka çıkarak dünyanın değişik bölgelerinde istikrarsızlığa neden olmamalı. 

Elbette, Batı'ya sığınan yüz binlerce mültecinin arasında gözü dönmüş caniler, akli dengesi bozuk, ruhsal sorunlar yaşayan insanlar olabilir.

Ne de olsa bu insanlar şehirlerin ve köylerin yakılıp yıkıldığı, binlerce masum insanın öldürüldüğü, ailelerin parçalandığı bir cehennemden çıkıp gelmişler.

O yüzden içlerinden birileri bir cinayet işlemişse, bunu tüm mültecilere mâl etmek hem kanunen hem ahlaken hem de vicdanen doğru ve adil değil. 

Ama başta ABD ve Almanya olmak üzere tüm Batı, etik ve yasal olmayan bu yolu seçmiş durumda.

Nitekim şu anda Almanya seçimlerinin ana gündem maddesi, ülkeye gelen kaçak göçmenler.

Alman parlamentosu geçtiğimiz günlerde ülkeye kaçak gelen göçmenlerin geri gönderilmesini öngören bir yasayı onayladı.

Söz konusu yasanın Alman ırkçı parti AfD'nin desteğiyle parlamentodan geçmesi tartışma yaratmışsa da Alman kamuoyu durumdan memnun. 

Göçmen karşıtı Batı'nın göç geçmişine bakarsak, onun da sütten çıkmış ak kaşık olmadığını, daha doğrusu son derece karanlık bir sicile sahip olduğunu göreceksiniz.

Hatırlayın, bundan 100-150 yıl kadar önce Avrupa'dan dünyanın diğer bölgelerine büyük bir göç akını başladı.

Milyonlarca İngiliz, İrlandalı, Alman, Fransız, İtalyan ve İspanyol, Amerika kıtasına ve Avustralya'ya göç ederek Kızılderililerin, Azteklerin ve Aborjinlerin topraklarını işgal edip bu kadim halkların köklerini kuruttular. 

Oysa bugün İslam coğrafyasından Batı'ya göç eden milyonlarca Müslüman, Batı'yı hiçbir şekilde tehdit etmiyor, aksine Batı'nın çizdiği kurallar ve yasalar çerçevesinde kendi örf adetlerini sürdürmeye çalışıyor.

Ayrıca Batı'daki en ağır işlerde en düşük ücretlerle çalışarak bulundukları ülkenin ekonomisine katkıda bulunuyorlar.  

Aralarından bir iki akli dengesi bozuk insanın suça bulaşmasıyla Müslüman göçmenlerin Batı'nın ekonomisine, kültürüne, sanatına ve edebiyatına olan katkıları göz ardı ediliyor.

Koronavirüs aşısını bulan bilim insanları Türk çift Uğur Şahin ve Özlem Türeci, kitapları onlarca dile çevrilen ve milyonlarca satan Afgan yazar Halid Hüseyni, Londra'da yaşayan dünyaca ünlü Iraklı mimar Zaha Hadid, Türk yazar Elif Şafak, modern gökdelen mimarisinin öncüsü Bangladeş kökenli Fazlurrahman Han, lazer teknolojisinin öncülerinden İran asıllı fizikçi Ali Cavan ve daha niceleri. 

Avrupa'da ve ABD'de her gün binlerce cinayet işleniyor, bunların çok azı medyaya yansıyor, büyük bir kısmı ise yerel basının arka sayfalarında kaybolup gidiyor.

Ama Müslüman bir birey suça karıştığında hemen manşetlere çıkarılıyor ve terör bağlantısı araştırılıyor.

Çoğunlukla da olaya İslami terör yaftası yapıştırılıyor.

Peki neden yukarıda isimleri anılan başarılı Müslüman asıllı göçmen bireyler bir başarı ortaya koyduğunda onların dini ve etnik kökeni gündeme getirilmiyor?

Batı'nın çifte standardı, uzun zamandır dünyada herkesin bildiği tatsız bir gerçek.

Gazze'de yaşanan soykırım ve katliam sırasında Batı medyasının ve siyasetçilerinin sergilediği tavır, bunu bir kez daha gözler önüne serdi. 

Dünyanın daha adil, yaşanılabilir, huzurlu bir yer haline gelmesi için artık birtakım şeylerin değişmesi gerekiyor.

Yoksa yarın güç Batı'dan Doğu'ya kaydığında bu kez çifte standardın kurbanı Batı'nın kendisi olacaktır. 

Daha sade, geleneksel bir deyişle ifade edersek:

Yakma pişersin, kazma düşersin. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU