Suriye'de devrim sonrası inşa: Türkiye'nin rolü

Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak Independent Türkçe için yazdı

Şam'da Beşşar Esad'ın devrilmesini kutlamak için düzenlenen gösterilerde Suriyeliler yeni Suriye "devrim" bayrağını dalgalandırıyor / Fotoğraf: X

Türkiye, gerek uluslararası platformda gerekse bölgesel düzeyde, Suriye özelinde uzun süredir beklenen olumlu gelişmelere zemin hazırlayan ve bu gelişmeleri mümkün kılan dinamiklerden faydalanmayı başardı. Bu süreçte, Suriye'de uzun yıllardır süregelen iç savaş ve siyasi belirsizlikler önemli bir dönüm noktasına ulaştı.

Suriye'deki Esad rejiminin muhaliflerle yaklaşık 13 yıldır devam ettirdiği mücadele, yalnızca 13 gün gibi kısa bir sürede dramatik bir sonuca ulaşmış ve Esad'ın Şam'ı terk etmesiyle nihayete erdi. Bu gelişme, Suriye Milli Ordusu'nun (SMO) önemli bir zafer kazanmasını sağlamış ve direniş hareketi bir devrimle sonuçlandı.

Ancak, devrim sürecinin başarıyla tamamlanmış olması, yalnızca bir başlangıç noktası. Bundan sonraki en kritik mesele, Suriye'nin demokratik bir sistem inşa edebilmesi ve üniter yapısını koruyarak toplumsal bütünlüğünü sağlayabilmesidir.

Bu süreç hem siyasi hem de sosyal açıdan büyük çabalar gerektirecektir.

Özellikle, devrim sonrası dönemde geçmişe yönelik bir "devri sabık" anlayışıyla hareket edilerek toplumsal kesimlerin kitlesel cezalandırılmasına yol açacak tutumlardan kesinlikle kaçınılmalı. Bu tür cezalandırma politikaları, yeni kimlik sorunlarının ve ayrışmaların ortaya çıkmasına neden olabilir.

Bu bağlamda, devrim sürecini yönlendiren aktörlerin, Türkiye'nin 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası elde ettiği tecrübeden yararlanması önem arz ediyor.
 

Yeni Suriye Yönetimi Genel Komutanı Ahmed eş-Şera, silahlı grupların liderleriyle Şam’da bir araya geldi, 22 Aralık 2024 / Fotoğraf: Suriye Genel Komutanlığı Telegram hesabı
Yeni Suriye Yönetimi Genel Komutanı Ahmed eş-Şera, silahlı grupların liderleriyle Şam’da bir araya geldi, 22 Aralık 2024 / Fotoğraf: Suriye Genel Komutanlığı Telegram hesabı

 

Silahlı grupların tasfiyesi 

Suriye'de iç savaş sürecinde ortaya çıkan silahlı grupların tasfiyesi, ülkenin uzun vadeli güvenlik ve istikrarı açısından büyük önem taşıyor. Bu tasfiye sürecinin, toplumsal barışı destekleyecek bir yaklaşımla gerçekleştirilmesi gerekir.

Türkiye'nin destek olduğu SMO, Fırat'ın batısında hızlı ve etkin bir kontrol sağlamış olmakla birlikte, bölgede güvenliğin sürdürülebilirliği adına daha kapsamlı stratejilerin uygulanması gerekli.

Bu stratejiler, sadece askeri unsurlarla sınırlı kalmamalı, aynı zamanda bölgedeki sosyoekonomik kalkınmayı destekleyecek mekanizmaları da içermeli.


İsrail'in varlık meselesi ve ABD

Suriye'nin yeniden yapılandırılma süreci, aynı zamanda bölgedeki kronikleşmiş sorunların çözümünü de gündeme getiriyor. Bu bağlamda, Filistin devleti topraklarının sınırlarının netleştirilmesi ve İsrail'in bölgedeki konumunun uluslararası hukuk temelinde yeniden ele alınması kritik önemde.

Özellikle, İsrail'in Suriye iç savaşından faydalanarak işgal ettiği Golan Tepeleri ve çevresindeki Hermon Dağı'ndan çekilmesi, uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde değerlendirilmeli. Bu meselelerin çözümünde, uluslararası toplumun etkin bir rol oynaması kaçınılmaz.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Filistin topraklarında tarih boyunca 2 kısa süreli Yahudi devleti kuruldu:

İlki, Kral Saul, Hz. Davut ve Hz. Süleyman'ın liderlik ettiği Birleşik Yahudi Krallığı. Bu krallık, yaklaşık 100 yıl boyunca (milattan önce 1020-922) varlığını sürdürdü, Hz.Süleyman'ın ölümünden sonra yıkılmış ve kuzeyde İsrail ve güneyde Yehuda Krallıkları olarak ikiye ayrıldı.

İkinci devlet süreci ise, tartışmalı olmakla birlikte, Makkabi İsyanı sonucunda kurulan Haşmonayim Krallığı. Bu devlet, milattan önce 140'ta bağımsızlık kazandı, ancak milattan önce 37'de Roma himayesi altına girdi ve yaklaşık 103 yıl sonra sona erdi. Bununla birlikte, Haşmonayim Hanedanı'nın Helenleşme eğilimleri, geleneksel Yahudi otoritelerinin tepkisine yol açtı ve tam anlamıyla bir Yahudi devleti olarak kabul edilmedi.

Haşmonayim Krallığı'nın ardından, Roma destekli Kral Herod döneminde bir Yahudi vilayeti kuruldu, ancak bu yapı bağımsız bir devlet statüsü taşımadı.

1948'de modern İsrail Devleti kurulsa da bu devletin gelecekteki varlığı ve bağımsızlığı, uluslararası ve bölgesel dinamiklere bağlı. İsrail'in, günümüzün süper gücü ve "modern Roma İmparatorluğu" olarak nitelendirilen ABD'nin himayesinden sıyrılarak bağımsız bir güç haline gelip gelemeyeceği belirsizliğini koruyor.

ABD'nin bölgedeki temel öncelikleri arasında, İsrail'in güvenliğinin sağlanması ve Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon kaynaklarının kontrolü yer alıyor. Bu bağlamda, ABD'nin ilgili taraflara kendi önceliklerini dayatma çabaları, bölgesel güçler arasında denge arayışını zorlaştırıyor.

Türkiye'nin bu süreçteki rolü hem bölgedeki çıkarlarını koruma hem de deniz yetki alanları konusunda uluslararası hukuka dayalı bir yaklaşım sergileme açısından stratejik bir öneme sahip.


İran ve Rusya'nın Suriye'deki senaryoları

İran'ın Suriye'deki devrim sürecine yönelik yaklaşımı, başta tarihsel bağlamı ve bölgesel stratejileri dikkate alınarak analiz edilmeli.

İran, Suriye'de yaklaşık 45 yıl boyunca titizlikle yürüttüğü ince siyasetini devrim sürecinde sahaya yeterince yansıtamamış ve süreci büyük ölçüde uzaktan izledi. Bu durum, İran'ın bölgedeki etkisini neden sınırlı tuttuğuna ilişkin önemli soruları gündeme getiriyor.

Özellikle, İsrail'in İran'a yönelik gerçekleştirdiği sabotajlar, suikastlar ve çeşitli saldırılar, İran'ın Suriye politikalarındaki pasifliğinin altında yatan en önemli nedenler arasında gösteriliyor. Bu saldırılar, İran'ın Suriye sahasındaki etkinliğini zayıflattı ve ülkedeki stratejik hedeflerini gerçekleştirme potansiyelini sınırladı.

Ancak, İran'ın Suriye'deki gelişmelere olan ilgisinin gelecekte seyirci pozisyonunda kalacağına dair bir yorum yapmak yanıltıcı olacaktır.

Aksine, İran'ın, Suriye bağlamında sahada yeniden kendini öne çıkaracak fırsatları değerlendirme eğiliminde olacağı öngörülüyor. İran, uluslararası alanda zayıflamış olan imajını ve bölgedeki itibarını restore etmeyi hedefliyor.

Bu bağlamda, Suriye'deki stratejik hamlelerini yeniden yapılandırmak ve kaybettiği etki alanlarını telafi etmek için çeşitli girişimlerde bulunması muhtemel.

Ancak İran'ın, son 15 yılda elde ettiği geniş hareket alanını tekrar bulması artık zor görünüyor. Bölgedeki aktörlerin değişen dinamikleri ve uluslararası toplumun Suriye'ye yönelik politikalarının dönüşümü, İran'ın Suriye'de eski etkisini kazanmasını güçleştirecektir.

Bununla birlikte, İran, Suriye meselesi söz konusu olduğunda, dikkate alınması gereken önemli bir bölgesel güç olduğunu göstermeye devam edecektir. Gelecekteki hamlelerinde daha fazla pragmatizm ve uluslararası konjonktürü göz önünde bulunduran stratejiler benimsemesi beklenebilir.

İran'ın Suriye'deki rolü, yalnızca bölgesel aktörlerle ilişkilerine değil, aynı zamanda İsrail ve diğer küresel güçlerin etkisine karşı nasıl bir direnç göstereceğine de bağlı.

İran, Suriye üzerinden şekillenecek yeni bölgesel dengelerde aktif bir aktör olmayı sürdürme çabasını gösterecek, ancak bu süreçte karşılaşacağı zorluklar, sahadaki etkisini sınırlamaya devam edecektir.

Rusya'nın Suriye'deki askeri varlığı, özellikle son dönemde Ukrayna'daki gelişmeler nedeniyle önemli ölçüde zayıflamış olsa da bu ülkenin tamamen çekilmesi kısa vadede olası görünmüyor. Ancak, Rusya'nın Suriye üzerindeki etkisini sürdürmesi, zorlu bir müzakere sürecine tabi olacaktır.

Özellikle, Rusya'nın hava sahasını kontrol etme kapasitesinin azalması, Türkiye destekli güçlerin Suriye'nin çeşitli bölgelerinde daha etkin bir şekilde hareket etmesini kolaylaştırdı. Bu durum, sahadaki güç dengelerini değiştirme potansiyeli taşıyor.
 

 

Mavi Vatan sınırları

Türkiye'nin bölgesel çıkarlarını genişletme çabaları, "Mavi Vatan" konsepti çerçevesinde yeni kazanımlar elde etme fırsatını da beraberinde getirdi.

Bu bağlamda, Suriye'nin yeni hükümeti ile Doğu Akdeniz'deki deniz yetki alanlarının hakkaniyetli bir şekilde ve uluslararası hukuka uygun olarak yeniden düzenlenmesi gerektiği vurgulanmalı.

Türkiye'nin Libya ile imzaladığı mutabakat zaptı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) anlaşmasının bir benzerinin, Suriye ile hızlı bir şekilde devreye alınması stratejik bir öncelik olmalı.

Bunun yanı sıra, Mısır ile de kapsamlı bir deniz yetki alanı anlaşmasının altyapısı hazırlanmalı.

Bu çabalar, Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon rezervlerinin paylaşımı ve işletimi konusundaki uluslararası rekabette Türkiye'nin elini güçlendirecektir.

Özellikle, ABD'nin bölgedeki önceliği, hidrokarbon kaynaklarının kontrolü ve bunların pazarlanmasında aslan payını elde etmek iken, Türkiye'nin bu alanda kapsamlı bir diplomatik ve ekonomik strateji geliştirmesi kritik önemde.

Türkiye'nin sınır güvenliği açısından ise PKK/YPG terör unsurlarının tamamen tasfiye edilmesi gerekliliği açıkça ortaya çıkıyor.

Bu bağlamda, Suriye'de ve Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını koruma noktasında Türkiye'nin stratejik avantajı artmış olsa da ekonomik ve siyasi hedeflerin hayata geçirilmesi konusunda izlenecek diplomatik politikalar titizlikle ele alınmalı.

Türkiye'nin bu süreçte, siyasi akıl ile entelektüel aklı bir araya getiren bir yönetim anlayışı benimsemesi elzem.

Özellikle günübirlik kararlarla hareket etmek yerine, uzun vadeli ve sürdürülebilir bir ilişkiler ağı oluşturulması öncelikli hedefler arasında yer almalı.
 

Suriye’de Beşar Esad rejiminin devrilmesinden sonra iktidarı ele geçiren Heyet Tahrir Şam (HTŞ) lideri Ahmed eş-Şera ‘sosyal adaletin’ sağlanması için ülkedeki tüm kesimlerle devlet arasında "sosyal sözleşme" olması gerektiğini vurguladı
Suriye'de Esad rejiminin devrilmesinden sonra iktidarı ele geçiren HTŞ lideri Ahmed eş-Şera "sosyal adaletin" sağlanması için ülkedeki tüm kesimlerle devlet arasında "sosyal sözleşme" olması gerektiğini vurguladı / Fotoğraf: Şarkul'l Avsat

 

Gelecek perspektifleri ve Suriye'nin üniter yapısı 

Suriye'nin üniter yapısının hangi temel esaslara dayanacağı ve azınlık gruplarının -örneğin Hristiyan Araplar, Dürziler, İsmaililer ve Nusayriler- hukuki ve toplumsal haklarının nasıl koruma altına alınacağı soruları hâlâ belirsizliğini koruyor.

Ayrıca, Filistin topraklarının ve İsrail sınırlarının netleştirilmesi, İsrail'in Golan Tepeleri'ndeki işgaline son vermesi gibi meseleler de Suriye'deki yeni yönetimin önünde duran kritik meseleler.

Bunun yanı sıra, bölgede faaliyet gösteren silahlı grupların nasıl tasfiye edileceği ve Rusya'nın Suriye'deki askeri varlığını ne ölçüde sürdüreceği de önem arz ediyor.

Rusya'nın Ukrayna'daki savaşa yoğunlaşması sebebiyle Suriye'deki bazı üslerinden malzemelerini çekmesi, Türkiye destekli SMO kuvvetlerinin operasyonel hareket kabiliyetini artırdı. Bu durum, Türkiye'nin bölgedeki stratejik konumunu daha da güçleştirdi.

Suriye'nin üniter yapısının geleceği, ülkedeki toplumsal ve etnik grupların haklarının güvence altına alınmasına ve toplumsal barışın tesis edilmesine bağlı.

Bu bağlamda, Hristiyan Araplar, Dürziler, İsmaililer ve Nusayriler gibi azınlık olarak değerlendirilen grupların hukuki statülerinin uluslararası normlara uygun şekilde korunması kritik bir gereklilik.

Bu toplulukların sosyal, kültürel ve dini haklarına dair güvence mekanizmaları oluşturulmalı ve Suriye'nin yeni anayasal düzeninde bu grupların temsil hakları anayasal teminat altına alınmalı.

Bu durum, yalnızca iç barışı sağlamakla kalmayıp Suriye'nin uluslararası arenada meşruiyetini güçlendirecek bir unsurdur.
 

Bölgesel politikalarda entelektüel derinlik ve iletişim ağı

Suriye'deki yeni yönetim yapılanmasında, Türkiye'de eğitim almış ve Türkçe bilen bireylerin aktif roller üstlenmesi, Türkiye'nin nüfuzunu artırma açısından büyük önem taşıyor.

Bu bağlamda, Suriye Geçici Hükümeti'nin dışişleri bakanının İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi'nde, Halep valisinin ise Bingöl Üniversitesi'nde eğitim görmüş olması, bu sürecin somut örnekleri olarak değerlendirilebilir.
 

Esad Hasan Şeybani / Fotoğraf: ANKA
Suriye Geçici Hükümeti Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani / Fotoğraf: ANKA

 

Uzun vadede, Suriye nüfusunun önemli bir kısmının Türkçe bilmesi ve bu kültürel etkileşimden faydalanılması, Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir boyut kazandıracaktır.

Türkiye'nin Suriye, Filistin, Lübnan ve bölge genelindeki gelişmeleri yakından takip edebilmesi için entelektüel derinliğe sahip bir uzman kadro oluşturması gerekir.

Bu bağlamda, bölgedeki saha aktörlerine hızlı ve etkili bilgi aktarımı yapabilecek bir iletişim ağı kurulması kritik bir ihtiyaç.

Arap Baharı sürecinde edinilen deneyimlerden yola çıkarak, başarılı uygulamaların bugüne uyarlanması ve hatalı yaklaşımların tekrarlanmasından kaçınılması önemli.

Türkiye'nin bölgedeki tüm toplumsal kesimlerle kapsamlı ve dengeli ilişkiler geliştirebilecek kapasitede insan kaynağına sahip olduğu göz önüne alındığında, bu potansiyelin etkin bir şekilde değerlendirilmesi gerekir.

Bu doğrultuda, dış politika, ekonomik ilişkiler ve kültürel bağların güçlendirilmesi amacıyla geniş bir perspektifle hareket eden ve uzun vadeli stratejilere odaklanan ekiplerin oluşturulması, Türkiye'nin bölgesel etkinliğini artıracaktır.

Suriye'de yeni hükümetin oluşturulması sürecinde, Türkiye'nin entelektüel ve insan kaynağı katkısı oldukça önemli bir rol oynuyor.

Türkiye'de eğitim görmüş ve Türkçe bilen Suriyelilerin yeni hükümette görev alması, Türkiye'nin bölgedeki nüfuzunu artırıcı bir faktör olarak öne çıkıyor.

Örneğin, Suriye Geçici Hükümeti'nin dışişleri bakanının İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi'nde eğitim almış olması ve yeni atanan Halep valisinin Bingöl Üniversitesi'nde yüksek lisans yapmış olması, bu ilişkinin somut göstergelerinden.

Yakın gelecekte, Suriye nüfusu içinde Türkçe bilenlerin oranının yüzde 25'e ulaşması bekleniyor; bu durum da Türkiye'nin bölgede güçlü bir diaspora varlığına işaret ediyor.

Türkiye Suriye'deki Türklere Türkmen adlandırmasını reddedip oradaki tüm kesimlerle birlikte Türklerin de haklarını anayasal koruma altına alacak tedbirlerin takipçisi.

Ayrıca, Türkçe'nin de resmi dil olarak kabul anayasaya yazılması noktasında ısrarcı olacağı açık.

Türkiye, Suriye, Filistin, Lübnan ve çevresindeki gelişmeleri entelektüel derinliği olan bir ekiple takip etmeli.

Siyasi aktörlerin, diplomatların ve sahada görev yapan diğer unsurların güncel gelişmelerden anında haberdar olabilmesi için güçlü bir iletişim ağı kurulması gerekir.

Bu bağlamda, Arap Baharı sürecindeki başarılı örnekler dikkatle incelenmeli ve bugünün şartlarına uygun bir şekilde yeniden uyarlanmalı.

Aynı zamanda, bu süreçte yapılan hataların tekrarlanmaması büyük bir önem arz ediyor.

Özellikle, Tunus örneğinde olduğu gibi, yalnızca belirli bir siyasi akımla ilişki kurmak yerine, ülkedeki tüm toplumsal kesimlerle düzeyli ve samimi ilişkiler geliştirilmeli.


Sonuç

Türkiye, bölgesel ve uluslararası düzeyde stratejik hedeflerini gerçekleştirmek için kapsamlı ve uzun vadeli bir diplomasi yürütmek zorunda.

Bu süreçte, toplumsal uzlaşı, ekonomik kalkınma ve uluslararası hukuka dayalı yaklaşımlar öncelikli olmalı.

Ayrıca, dış politika ve kültürel ilişkilerde geniş bir insan kaynağı ve uzman ekiple çalışmak, Türkiye'nin bölgedeki etkinliğini artıracak en önemli unsurlar arasında yer alıyor.

Suriye'deki dönüşüm süreci, sadece bölgesel güç dengelerini değil, aynı zamanda uluslararası toplumu da yakından ilgilendiren çok boyutlu bir mesele olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye, bölgesel etkinliğini artırma ve stratejik çıkarlarını koruma noktasında önemli bir rol üstlenirken, bu sürecin sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi kritik önem taşıyor.

Demokratikleşme, azınlık haklarının güvence altına alınması, üniter yapının korunması ve toplumsal barışın tesisi, Suriye'nin geleceği için temel öncelikler arasında yer alıyor.

Bunun yanı sıra, Türkiye'nin entelektüel derinlik ve insan kaynağı katkısıyla yeni yönetimin inşasına destek olması, iki ülke arasındaki ilişkileri güçlendirecek bir fırsat olarak değerlendirilmeli.

Uzun vadeli bir vizyonla hareket ederek dengeli diplomasi, ekonomik strateji ve toplumsal kalkınma hedeflerini bir araya getiren bir yaklaşım hem Türkiye hem de Suriye için kalıcı bir istikrarın temelini oluşturacaktır.

Bu bağlamda, Türkiye'nin bölgedeki tecrübelerinden yola çıkarak geliştireceği pragmatik ve kapsayıcı politikalar, yalnızca kendi çıkarlarını değil, aynı zamanda bölgesel barışı da destekleyecek bir nitelik taşıyacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU