Biliyorsunuz, Çin dünyanın üretim üssü.
ABD'den Almanya'ya, Fransa'dan İtalya'ya kadar pek çok Batı ülkesi başta otomotiv olmak üzere pek çok alanda Çin'le ancak bu ülkede üretim yaparak rekabet edebiliyor, o da şimdilik.
İleride onu da yapabilecekleri kesin değil.
Batılıların Çin'de üretim yapmalarının nedeni, yetişmiş eleman bolluğu, ucuz işgücü, limanlar, havaalanları, demiryolları, otoyollar, fiberoptik kablolarla ülkenin dört bir yanını saran güçlü internet bağlantısı gibi sağlam bir altyapıya sahip olması ve devletin yabancı yatırımcılara başta vergi indirimi olmak üzere pek çok kolaylık sağlaması.
Aslında Çin'de olan şeylerin pek çoğu Türkiye'de mevcut.
Milyonlarca kişiden oluşan genç ve yetişmiş bir eleman ordusu, ucuz işgücü, modern havaalanları, limanlar, otoyolları, demiryolları.
İnternet altyapımız da oldukça sağlam ve yabancı yatırımcıların ihtiyacını rahatlıkla karşılayabilir.
Gerçi demiryollarımız Çin'inki ile kıyaslanamayacak kadar geri, ama onu da 5-10 sene gibi kısa bir sürede makul bir düzeye getirebiliriz.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bizim esas sorunumuz, yatırım teşviklerimiz.
Yabancı yatırımcılara Çin, Hindistan ve Brezilya gibi bizimle aynı kulvarda olan ülkelerin verdiğinden daha fazla teşvik vermeliyiz.
Kanunlarımızı ve mevzuatlarımızı sık sık değiştirerek yabancı yatırımcıları ürkütmekten vazgeçmeli, aksine onlara sağlam bir yasal altyapı sunmalı ve uluslararası güvenceler vermeliyiz.
Böyle bir durumda Uzakdoğu'daki Batı yatırımları bize akacaktır.
Bunun bir nedeni, Asya ile Avrupa arasında bir köprü durumunda olan Türkiye'nin coğrafi konumudur.
Batılı markalar hemen yanı başlarındaki Türkiye'de yatırım yaparak hem coğrafi hem de ekonomik olarak pek çok bölgeye daha rahat ve kolay bir şekilde ulaşabilecektir.
Mesafelerin kısalması, üretim maliyetlerini düşüreceği için, markaların rekabet gücünü de arttıracaktır.
Bir an için şöyle bir şey hayal edin:
Mersin'in Şanghay gibi büyük bir üretim üssüne dönüştüğünü ve tüm Akdeniz ülkelerine gemilerle mal gönderdiğini hayal edin.
Antalya büyük bir turizm merkeziyken, Mersin ile Adana'nın da tüm Akdeniz'e ve daha ötesine mal ve hizmet ihraç eden büyük bir ticaret üssü olsun.
Aynı şekilde Samsun'un da tıpkı Dubai gibi Karadeniz'in kıyısında inci gibi parladığını ve komşu ülkelere göz kırptığını düşünün.
Samsun şu anki İstanbul gibi büyük bir üretim, ticaret, sanat ve turizm merkezine dönüşsün.
Ruslar, Ukraynalılar, Romenler, Bulgarlar, Gürcüler ve diğerleri gemilerle Samsun'a günübirlik gelip alışveriş veya tatil yapsınlar.
İş insanları mal ve hizmet almak için gelsin.
Aslında tüm bunlar mümkün, hem de kısa süre içinde.
Yeter ki, gerekli düzenlemeleri yapalım ve ülkemizi dış yatırımlara cazip hale getirelim.
Nitekim, Çin'le sorun yaşayan pek çok Batılı firma, fabrikasını taşıyacağı uygun bir yer arıyor.
Bazıları Çin'in hemen yanı başındaki Vietnam ve Filipinler gibi ülkelere taşınıyor. Ama onların altyapıları bizimki gibi sağlam değil.
Biz eğer gerekli yasal düzenlemeleri hızlı bir şekilde yapıp rakiplerimizden daha cazip yatırım kolaylıkları verebilirsek, milyarlarca dolarlık yabancı sermaye çekebiliriz.
Bu ise, milyonlarca insana aş ve iş ve Türkiye'nin ekonomisinin 10'a, hatta 15'e katlanması gerek.
Zaten bizim istediğimiz de bu değil mi?
Öyleyse, ne duruyoruz?
Elbette hiçbir şey, burada söylendiği kadar kolay değil.
Maalesef Türkiye'de istikrarlı bir siyasi ve ekonomik ortam yok. Kararlar sıklıkla ve günübirlik alınıyor ve değiştiriliyor.
İlkokul çocuğunun karalaması gibi pek çok yapboz işler yapılıyor.
Bu ise, yabancılar arasında güvensizlik yaratıyor.
Bunu aşmak elbet bizim elimizde.
Bunun için ekonomimizi sağlam temellere oturtmalı, işte verimliliği ve kabiliyeti esas almalı, dost ve akraba kayırma gibi Ortadoğu'ya özgü adetlere son vermeliyiz.
Dünyada birinci sınıf bir ülke olmak istiyorsak, birinci ligin kurallarına göre iş yapmalıyız.
Onun da yolu hukuk devletinden ve demokratikleşmeden geçiyor.
İstanbul ile Avrupa'nın belli başlı kentleri arasında direkt tren seferleri başlatmalıyız.
Gece Sirkeci'den kalkan bir hızlı trenin ertesi sabah Viyana, Berlin veya Paris'te olduğunu hayal edin.
Avrupa'dan da istese gurbetçi vatandaşımız istese Avrupa'nın yerlisi olsun, istediği zaman aklına estiği gibi trene atlayıp İstanbul'a gelebilsin.
Turizm, alışveriş veya iş görüşmesi için.
AB ile ilişkilerimizi düzeltebilirsek, tüm bunlar pekâlâ mümkün.
Aslında tüm bunlar şu anda da bir şekilde gerçekleşiyor.
Yeni İstanbul Havaalanı'na veya Sabiha Gökçen'e gittiğiniz zaman, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
İki havaalanı da her zaman düğün mahalli gibi dopdolu, özellikle de Ortadoğulu ve Balkan yolcularının çoğunlukta olduğu Sabiha Gökçen'de iğne atsan yere düşmez, salonlar öylesine yoğun ki, bazen insan nefes almakta bile zorlanıyor.
Pek çok insan (vize gibi) birçok engele rağmen hâlâ büyük bir hevesle İstanbul'a geliyor, kimisi turizm, kimisi tedavisi, kimisi de alışveriş ve ticaret için.
Benim önerimse, bunu hızlı demiryoluyla daha da kolaylaştırmak.
O zaman saatler öncesinden havaalanına gitmek, 2-3 saat havaalanında beklemek, aynı sorunu inişte de yaşamak zorunda kalmazsınız.
Kendimden bir örnek vereyim:
Yaşadığım Münih'ten İstanbul'a uçak yolculuğu 2,5 saat sürüyor ama bu, benim için aslında 10 saatlik bir yolculuk demek.
Şöyle ki, evden havaalanına varmam en az 1 saat sürüyor, 3 saat öncesinden havaalanında olmak zorundayım, 2 saat de uçağa binene kadar geçiyor, uçuş 2,5 saat sürüyor.
İstanbul'a inince de havaalanından çıkmanız neredeyse 1 saat, metro ile gideceğiniz yere ulaşmanız da ortalama 2 saat sürüyor.
Oysa saatte 200 kilometre giden hızlı bir trenle 10 saatte İstanbul'a ulaşabilirsiniz, hem de daha rahat ve keyifli bir yolculukla.
Türkiye, Ortadoğu'nun Çin'i olmak, yani bölgenin üretim ve teknoloji üssü olmak için gerekli şartların çoğuna sahip.
Yapmamız gereken, bunu gerçekleştirebilecek bir irade.
AK-Parti iktidarı pek çok insanın hayalinde bile olmayan olağanüstü projeler gerçekleştirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2028'e gelmeden bunu da yaparsa, yani ülkeye 400-500 milyar dolarlık dış yatırım çekerek Türkiye'yi bölgenin büyük bir üretim üssüne dönüştürürse, ülkeye son büyük hizmetini de yapmış olacaktır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish