Dönemin İsrail askeri istihbarat servisi (AMAN) şefi General Aviv Kochavi, Mayıs 2012'de Washington'a yaptığı gizli ziyaretten sonra Başbakan Netanyahu'ya verdiği 21 Haziran 2012 tarih, 123B/00675 numara ve 9896-USV sayı kayıtlı raporun "ABD ve İsrail'in tam kontrolündeki Vekil Müttefik" başlığı altındaki bölümünde şöyle demektedir:
Amerikan askeri yetkililer ile bölgenin en güçlü ordusu Türk ordusunun enerjisini ve zamanını alan, Türkiye'nin ekonomisini, sosyal ve siyasi yaşamını sarsan Kürt bağımsızlıkçılarının partisi PKK'ya verilen desteğin artırılmasını değerlendirdik. İsrail ordusunun da bu partiye yardım ve desteğini, belirlenecek yeni alanlarda da sürdürmesini istediler. Kürt partisinin silahlı gücünün bir orduya dönüştürülmesini, önümüzdeki süreçlerde İsrail'in güvenliği ve Amerikalıların bölgedeki çıkarları için gerekli görüyorlar. PKK hakkında yeni stratejileri birlikte belirmeyi önerdiler…
Yazının sonunda vermeyi düşündüğüm yukarıdaki alıntıyı hemen paylaşarak konuya girmenin, okuyucunun ilgisini çekeceğini düşündüm.
"Yeni bir çözüm süreci başlıyor" iddialarını güçlendirecek birçok veri var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, İsrail'in bölgede yaydığı çatışmanın Türkiye'ye de ulaşacağına dikkati çekerek, "iç cephe"nin güçlendirilmesi çağrısı ilk sinyal oldu.
MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli'nin, TBMM'de DEM Parti yöneticilerine elini uzatması da güçlü sinyallerden biri olarak görüldü.
Ama unutmayalım ki Türkiye'de, 2013-2015 döneminde çok kötü bir çözüm süreci tecrübesi yaşandı.
Terör örgütü ve yandaşlarının işi azıya aldığı söz konusu dönem, ülkemizin siyasi hafızasında ve toplum belleğinde kötü izler bıraktı.
Bu nedenle şimdilerde çözüm sürecinin adını duymak, 2013-2015 dönemindeki heyecanı yaratmadığı gibi aksine tedirginliği ve birçok soru işaretini de beraberinde getirdi.
Bu durumu en iyi anlayan siyasetçi olan Devlet Bahçeli, terör örgütünün başı Öcalan'ın Türkiye'ye getirilirken "Her türlü hizmete hazırım" şeklindeki sözlerini hatırlatarak, "Terörist başı buyursun örgütü tasfiye etsin, terörün bittiğini ilan etsin" dedi.
Konuyu, çözüm süreci nasıl olur ya da nasıl sonuçlanır türünden sorulara yanıtlar arayan bir anlayışla ele almayacağım.
Konuyu Büyük Ortadoğu Projesi'ne (BOP) ve Arap Baharına bağlama kolaycılığına kaçanlardan da olmayacağım.
Benim bakış açım çok farklı.
Çözüm sürecine sadece iç dinamikler ve Türkiye'deki aktörler üzerinden bakmıyorum.
Öncelikle şu tespiti yapalım: Adına Kürt sorunu denilen konu ne yazık ki Türkiye'nin kontrolünden, yerli aktörlerin müdahale ve etki alanından çoktan çıkmıştır.
Gerçek şu ki, Türkiye'deki siyaset kurumunun çözüm için alacağı inisiyatifleri etkisiz kılacak yeni aktörler uzun yıllardır devrede.
Bu konuyu biraz açalım.
Artık terör örgütü PKK ve Suriye'deki kolları PYD/YPG'nin hamileri var.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İsrail'in bölgedeki vekil gücüne dönüşen ve ipi bu sahipleri tarafından tutulan terör örgütü, istese de silah bırakamaz.
ABD, terör örgütüne on binlerce tır silah ve mühimmat verdi, kamplarda eğitti, teröristleri giydirmek için Bangladeş'te on binlerce üniforma diktirdi.
Zırhlı araçlarla, ağır silahlarla da donattığı, Amerikan subay ve askerlerle fotoğraflar verdirdiği teröristlere maaş bağladı.
Yaklaşık 80 bin kişiden oluşan bir "terör ordusu" kurdu.
ABD, "Bizim için ve NATO için çok önemli müttefiktir" dediği Türkiye'nin gözünün içine baka baka terör örgütü PKK'ya kol kanat gerip, besleyip, büyütüp karşımıza dikti.
Sonuçta PKK'ya, ABD ve İsrail'in Ortadoğu'daki silahlı gücü ya da vekil gücü olma görevi verildi.
Suriye'nin kuzeyinde alt yapısı kurulan uydu devletçiğin hayata geçirileceği bölge ise terör örgütünün ana üssü olarak belirlendi.
ABD, öncelikle Türkiye'ye karşı kullandığı terör örgütünü, Irak'ta, Suriye'de, Lübnan'da da değerlendireceği gerektiğinde de Ortadoğu'nun her noktasına sürebileceği, Amerikan karşıtı yapıları vurabileceği bir güç olarak da tasarladı, geliştirdi.
Kısacası terör örgütü PKK-PYD-YPG, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail'in bölgedeki hem vurucu hem de çıkarlarının koruyucu gücüdür.
ABD'nin, Ortadoğu'dan hiçbir zaman çekilmeyeceği bilinen bir gerçektir.
Gücünün bir kısmını dünyanın başka bölgelerine göndermek zorunda kaldığında bile, eyaleti gibi gördüğü İsrail'i korumaya, desteklemeye yetecek kuvveti her koşulda Ortadoğu'da bırakır.
İşte bu kuvvettin en büyük takviyesi artık terör örgütü PKK'dır.
ABD, İsrail ile birlikte adım adım düzenli bir orduya dönüştürdüğü, dron ve helikopter kullanma eğitimi de verdiği PKK'nın silah bırakmasını neden istesin?
Ortadoğu coğrafyasında İsrail ve ABD'nin en büyük hedefinin İran olduğu düşünülür.
Oysa İran sadece görünürdeki hedeftir.
ABD-İsrail ittifakının asıl kaygı kaynağı ve gizli (bazen açık) hedefi Türkiye'dir.
Beklentileri, çevresindeki gelişmelere müdahil olamayan, edilgen, askeri ve ekonomi alanlarında güçsüz, iç cephesi dağınık, kontrol edilebilir bir Türkiye görmek.
Bunları sağlamanın ve Türkiye'yi güçsüzleştirmenin en önemli yollarından biri olarak da PKK-PYD-YPG belirlenmiştir.
İşte bu nedenle ne DEM ne de Öcalan PKK'ya silah bıraktıramaz.
Bunu çok iyi bilen DEM de Öcalan da görüntüyü kurtarmak için bir şeyler yapıyor havasındalar.
Emperyalizmin, sömürgeciliğin, Siyonizm'in vekil gücü haline gelmiş terör örgütünün ne yapacağına ise sadece ABD karar verir.
Artık terör örgütü PKK da biliyor ki, ABD-İsrail arkasında durmazsa bölgede var olamaz.
Hatırlayın, PKK'nın kampı 1985'ten 1998'e kadar Lübnan'daki Bekaa Vadisi'ndeydi.
PKK, Bekaa'dayken de Mossad ve CIA ile içli dışlıydı.
Bu ilişkiler, o dönem Ortadoğu'daki İsrail-ABD karşıtı yapılar ve örgütler tarafından pek anlaşılmamıştı.
Bugün ise durum farklı çünkü her şey ayan beyan ortada.
Adı Siyonistlerin vekil gücüne çıkmış PKK'ya ne Suriye'deki Arap aşiretleri ne Hizbullah ne de Ortadoğu'daki diğer yapılar hayat hakkı tanımazlar.
Ayrıca olur da PKK içinden bazıları silah bırakma konusuna sıcak bakarsa, anında yok edilirler.
ABD-İsrail ittifakı çok kullanışlı olduğunu anladığı PKK aparatını öyle elden çıkarmaz.
Ortadoğu'da emperyalistlerin, özellikle de ABD'nin ipiyle kuyuya inenlerin yukarı çıktığı ya da çıkmasına izin verildiği hiç görülmemiştir.
Yazının başında paylaştığım rapordaki alıntıya dönün bir daha okuyun lütfen. Ne demek istediği çok daha iyi anlaşılacaktır.
Unutmadan, ABD'nin, "Suriye'deki PKK devletçiğine ses çıkarmayın, biz de Türkiye içindeki faaliyetlerini yasaklayalım" seçeneğini dillendirdiğini duyduğunuzda sakın şaşırmayın.
Not: Bu yazıyı bitirirken Hamas Lideri Yahya Sinvar'ın İsrail tarafından öldürüldüğü haberi geldi. Olayın duyulmasının ardından katıldığım canlı yayınlarda söylediğimi tekrar ediyorum:
Yahya Sinvar'ın öldürülmesi Hamas'ı çok etkilemez. Gazze'deki direniş sürer. Sinvar'ın yeri doldurulur ve İsrail 1 yılı aşkın süredir alamadığı sonucu bundan sonra da alamaz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish