Köroğlu efsanesini bilirsiniz. Zalim Bolu Beyi'ne karşı mücadele eden, ezilmiş halkın ve garibanın hakkını koruyan, onlar için hayatını ortaya koyan halk kahramanıdır.
Köroğlu efsanesi, Anadolu'da olduğu kadar Türkmenistan'da da en sevilen halk efsanelerinden biridir.
Bu yüzden her Türkmen yiğidinin gönlünde bir Köroğlu olmak yatar; yani cesur, mert, dürüst ve adil biri olmak.
30 yılı aşkın bir süredir İsveç'te yaşayan Türkmenistanlı gazeteci ve yazar Akmuhammed Velsapar'da bu özellikler fazlasıyla mevcuttur.
Velsapar'ın gazeteciliğini ve yazarlığını ayrı ayrı irdelemek gerekir; zira o, iki sıfatı da hak eden biridir.
Önce gazeteciliğiyle başlayalım;
1980'li yıllarda Moskova'da gazetecilik eğitimi gören Akmuhammed Velsapar, ilk büyük çıkışını 1987 yılında, dönemin en saygın Sovyet gazetelerinden biri olan Literaturnaya Gazeta'da yayımladığı makale ile yaptı.
Makalenin konusu, o dönemde Türkmenistan'da uygulanmakta olan tek kültürlü tarım politikası nedeniyle atılan zehirli pamuk ilaçlarıyla kırsal bölgelerin yaşanamaz hale gelmesi ve bunun sonucu olarak had safhaya ulaşan çocuk ölümleriydi.
O yıllarda Sovyetler Birliği'nde Gorbaçev'in başlattığı glasnost ve perestroika (açıklık ve yeniden yapılanma) politikalarının rüzgârı esmekteydi.
Çiçeği burnunda genç gazeteci Velsapar, bu akımdan yararlanarak, can alıcı sorunlara dikkat çekmeyi umuyordu.
Velsapar'ın makalesi, karanlık Sovyet hapishanesinin en karanlık hücresini andıran kapalı kutu Türkmenistan'da bir bomba etkisi yarattı.
O zamana kadar hiç kimse rejimin veya yöneticilerin aleyhine tek kelime yazma cesaretini gösterememişti.
Velsapar'ın makalesi Moskova'da Rusça yayınlandığı için Türkmen kamuoyunun büyük bir kısmına ulaşamamıştı; onun amacı, makaleyi Türkmen basınında yayınlatarak kendi halkını uyandırmaktı.
Nitekim 2 yıl sonra büyük uğraşlarla makale, bu kez bir Türkmen gazetesinde yayımlandı.
Bunun üzerine halk, dört bir yandan Aşkabat'daki gazetelere mektup yağmuruna tuttu.
Mektuplarda, Velsapar'ın anlattığından çok daha vahim sorunlardan söz edilmekte ve yetkililer acil olarak göreve çağrılmaktadır.
Asıl bundan sonra Türkmenistan makamları Velsapar'ın peşine düşer.
Amaç, ne pahasına olursa olsun, yazdıkları zehir zemberek makalelerle halkı galeyana getiren bu cesur sesi susturmaktır.
Ev hapsi, tutuklanma, hücre cezası ve ölüm tehdidi gibi şeyler Velsapar'ın gözünü korkutmak yerine onun mücadele azmini daha da kamçılar.
1980'li yılların sonunda kurulan Türkmenistan'ın ilk muhalif halk hareketi Ağzıbirlik'in en aktif üyesidir Velsapar.
Ateşli konuşmaları ve bir kılıçtan keskin yazılarıyla devlet başkanı Niyazov'u çileden çıkarır.
Bir kez Niyazov, Velsapar'ı bizzat makamına çağırarak Ağzıbirlik'ten ayrılmasını ister; ancak Velsapar kabul etmez.
O andan itibaren ev hapsine alınan Velsapar, kalemini hasımlarına karşı adeta bir Kalaşnikof gibi kullanmaya başlar.
Saparmurat Niyazov, sonradan Türkmenbaşı lakabını alarak 3 binden fazla yere kendi ismini verince, Velsapar alaycı bir teklifte bulunur:
Sayın başkan yoldaş, siz her sokağa, meydana ve caddeye kendi isminizi verip yorulacağınıza, gelin bu işi kökünden çözelim: ülkenin adını Türkmenistan yerine Saparistan olarak değiştirelim. Böylece siz de rahat edersiniz, halk olarak biz de!
Bundan sonra Velsapar'ın Türkmenistan'daki günleri sayılıdır.
Sağdan soldan, hatta Türkmen istihbaratındaki meçhul hayranlarından gizli telefonlar alır; dedikleri şudur:
Hayatın tehlikede, bir an önce ortadan kaybol.
Durumun ciddiyetinin farkına varan Velsapar, 1993 Ağustos'unda ülkeden ayrılır ve Moskova'ya gelir.
Orada da rahat durmaz. Önceki yayınlarından dolayı ismini tanıyan Moskova'daki Batılı gazeteciler, Velsapar ile mülakatlar yaparak Türkmenistan hakkında makaleler yayımlamaya başlar.
Onlardan biri de Washington Post'un Moskova büro şefi David Remnick'tir.
Türkmenistan'daki çocuk ölümleri ve zehirli tarım ilaçlarıyla aşırı pamuk ekiminin yol açtığı ekolojik ve sağlık sorunları artık dünya basının gündemindedir.
Niyazov veya Türkmenbaşı, Velsapar'ı susturmak için Moskova'ya ajanlarını gönderir.
Burada da güvende olmayacağını anlayan Velsapar, Avrupa'ya gitmekten başka çare bulamaz ve ailesiyle birlikte İsveç'e iltica eder.
Velsapar, İsveç'e yerleştikten sonra da rahat durmaz.
Değişik gazetelerde yazılar yazarak ve konferanslarda konuşmalar yaparak Türkmenistan'da sürüp giden katı dikta rejiminin uygulamalarına dünya kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışır.
Çalışmaları, orada burada verilen ödüllerle ve İsveç Yazarlar Birliği ve Londra'daki Uluslararası Pen Kulübü üyelikleriyle karşılık bulur.
Rusça ve Türkmence yayımlanmış 20 kadar kitabı ve yüzlerce makalesi bulunan Velsapar'ın son romanı "Kobra", Türkçe, İngilizce, Almanca ve İsveççe dahil 10 dilde yayımlanır.
Romanın konusu, bir diktatörün tepelerine çöreklenmesini kabul eden bir halkın trajedisidir.
Velsapar, "Kobra"da, artık tarihe gömülen Sovyet diktatörlüğüyle acımasızlıkta ondan geri kalmayan Türkmenistan'ın bugünkü tek adam/aile yönetimini kıyasıya eleştirir ve halkın tepkisizliğine isyan eder.
Roman Türkçeye, Rus klasiklerinin ünlü çevirmeni Mazlum Beyhan tarafından aktarılmıştır.
Velsapar romanını önce Türkmence yazmış, ardından bunu kendisi Rusçaya çevirmiştir.
Beyhan, Türkmen yazarının dile, Rusça ve Türkmenceyi kullanışındaki ustalığına olan hayranlığını şu sözlerle dile getirir:
Velsapar'ın Rusça'ya da aynı düzeyde hakim oluşu ve Puşkinlerin, Çehovların, Tolstoyların ibrişim gibi bükerek olağanüstü bir nitelik kazandırdıkları Rusçayı tüm inceliği ve anlam zenginliğiyle kullanabilmesindeki yetkinlik karşısında hayranlık duymamak mümkün değil.
Velsapar'ın gerek gazete yazıları gerekse kitapları veya konferans konuşmaları, tüm çabaları, ülkesinde demokrasi ve özgürlük şafağının sökmesine yöneliktir.
Stockholm yakınlarındaki bir kasabada rahat bir hayat yaşasa da gözü kulağı hep geride bıraktığı ülkesindedir.
Oradan gelecek güzel bir haberi bekler. Orta Asya'da birçok halk, Kazaklar, Kırgızlar ve Tacikler, kendi diktatörlerine karşı ayaklanıp birtakım haklara kavuşsalar da Türkmen halkının 30 yılı aşkın bir zamandır derin bir sessizliğe gömülmesi, Velsapar'ın içini yakan en önemli konudur.
Buna rağmen yazar, ülkesiyle ilgili umudunu kaybetmemiştir. Bunu da şu sözlerle dile getirir:
Gece ne kadar uzun ve karanlıksa da ertesi sabah aydınlıktır. Türkmenistan'a da er ya da geç demokrasi gelecek ve halkımız, içinde bulunduğu karanlıktan demokrasi ışığıyla kurtulacaktır.
Biz de yazarın dileğini Türkmence bir atasözüyle tamamlayalım:
Yağşı niyet, yarım dövlet.
Yani niyetin, düşüncen iyiyse, güzelse, hedefe giden yolu yarıladın demektir.
Öyleyse, yolun ve bahtın açık olsun Türk'ün ata yurdu Türkmenistan.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish