II. Dünya Savaşı sonrası kurulan iki kutuplu dünyada Sovyetler ateizmin, Amerika hür dünyanın sözde savunucusu olmuş ve aralarında "Soğuk Savaş" dönemi başlamıştır.
Bu yeni dönemde hem Amerika hem de Sovyetler doğrudan silahlı çatışmaya girmek yerine mücadelelerini ideolojik yarış ve "vekalet savaşları" ile yürütmüşlerdir.
İki kutup arasındaki çatışma
1960'lı yılların sonunda Vietnam'da aldığı yenilgi sonrası Amerika, yeni Başkan Nixon ile Eisenhower Doktrini'nden vazgeçerek politika değişikliğine gitmiş ve kendi askerlerini sıcak çatışma alanlarından geri çekerek vekalet savaşları dönemini başlatmıştır.
Başkan Nixon Ortadoğu'da Suudi Arabistan ve İran'ı askeri olarak güçlendirerek Sovyetlerin bölgeye yayılımını engellemeye çalışmış ancak İran Devrimi ile bu strateji başarısız olmuştur.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Müslümanların rolü ve Afganistan
Amerika'nın Sovyetlere karşı yürüttüğü savaşta ne yazık ki Müslümanlar bu vekalet savaşlarının önemli aktörleri olmuşlardır.
Sovyetler'in 1979'da Afganistan'ı işgalinden sonra Amerika'nın Afgan mücahitlerine verdiği destekle Müslümanlarla geliştirdiği sıkı iş birliği önemli bir örnektir.
Ancak Amerika'nın İslam ve Müslümanlarla ilişkisi sadece Soğuk Savaş dönemiyle sınırlı kalmamış, daha sonra "radikal/siyasal İslam"a karşı "ılımlı İslam" projesiyle bu ilişki sürdürülmüştür.
"Ilımlı İslam" ve yeni stratejiler
Amerika, günümüzde radikal/siyasal İslam'ın karşısına yine farklı bir inanç yorumu olan "Sufi İslam"ı veya "ılımlı İslam"ı çıkarmıştır.
Bu aynı zamanda eski "Yeşil Kuşak"ın karşısına yeni ve yeşilin farklı tonunda bir kuşak çıkarılmaya çalışıldığı anlamı taşımaktadır.
Yani Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Amerika yine yeni "Müslüman savaşçılar" oluşturma çabasındadır.
Temel amaç da İslam dünyasını Batı çıkarlarına göre şekillendirmek ve bu doğrultuda Batı değerleriyle çatışmayan ve uyum sağlayan bir İslam anlayışı ve Müslüman profili oluşturmaktır.
İslamofobi'nin yükselişi
Böylece bir taraftan işgal ettiği ve sömürdüğü bölgelerdeki oluşturduğu kaos ortamıyla yerel veya uluslararası el-Kaide, DEAŞ, Boko Haram gibi radikal grupların güçlenmesine ortam hazırlayıp onların yaptığı terör eylemleri üzerinden İslamofobi'ye gerekçe oluştururken diğer taraftan da kendi kontrolündeki ılımlı gruplarla İslam dünyasını kontrol altına almayı hedeflemiştir.
İslamofobi bir taraftan İslam dünyasındaki işbirlikçileri üzerinden darbeleri ve işgal girişimlerini meşrulaştırma işlevi görürken diğer taraftan da Müslümanları ötekileştirme ve düşmanlaştırma aygıtı olarak siyasal amaçlı kullanılabilmektedir.
Batı'nın tüm bu uğraşları varlığını ve gücünü devam ettirebilmek içindir. Ancak günümüz Batı kültürü de her büyük uygarlığın izlediği bir süreçten geçmektedir.
Güç ve kontrolü kaybettikçe krizler baş göstermekte, krizler ontolojik güven bunalımını getirmekte ve bu güven bunalımı da korkuyla birlikte aşırı güvenlikçi sosyopolitik tedbirleri netice vermektedir.
İslamofobi: Korkunun psikolojik temelleri
Bütün büyük uygarlıkların sonunda görüldüğü gibi Spengler'in deyimiyle Batı da uzun ve görkemli varlığını kaybedip gölgesinin etkisiyle bir süre daha hakimiyetini devam ettirmeye çalışmaktadır.
Roma'da Pax Romana, Osmanlıda Nizam-ı Âlem gibi yüksek ideallerin oluştuğu ve yenilmezlik algısının ruhları teslim aldığı dönemler aslında durağanlığın başladığı mukadder sona doğru gidişin tezahürlerinin tipik örnekleridir.
Günümüzde Batı da bu süreci yaşamaktadır. Mükemmellik duygusuna kapılması, kendisine katılmak istemeyenleri ötekileştirerek tarihin dışına itmesi, terör gerekçesiyle güvenlik stratejilerinde paranoyak davranışlar sergilemesi söz konusu düşüşün somut göstergeleridir.
Özellikle İsrail devlet terörüyle mazlum Filistin halkını çocuk/kadın ayırt etmeksizin katlederken ve göçe zorlarken Batı'nın sessizliği, hatta İsrail'e destekleri Batı'nın kendi kurucu değerlerinden vazgeçmesine yol açmakta ve çöküşünü hızlandırmaktadır.
Müslümanların stratejik yanıtı
Ancak bu düşüşün kısa sürede tamamlanması beklenmemelidir. Sonuçta özgürlükler dünyası olarak sunulan Batı, güvenlikçi bariyerlere kurban edilmekte ve özellikle İslamofobi üzerinden gerekçeler oluşturularak Batı toplumu konsolide edilirken İslam dünyası hedef gösterilmektedir.
İslamofobi'nin her ne kadar İslam korkusu anlamında kullanıldığı ifade edilse de saha uygulamaları İslam düşmanlığının bir yansıması olarak görünmektedir.
Bu yansımanın bir çıktısı olarak ön yargılar ve potansiyel korku, psikopatolojik bir duruma evrilmektedir.
Garaudy, Batı'da İslam'a yönelik tartışmaların yanlış mecralarda yürütülmesinin, İslam'ın Avrupa medeniyetinin asli unsurlarından biri olduğu gerçeğini göz ardı etmelerinden kaynaklandığını ileri sürmektedir.
Fobi: Korkunun mantıksız yüzleri
Yunan Mitolojisinde "Dehşet Tanrısı" olarak anılan Phobos'dan türetilen ve dehşete düşüren korku anlamına gelen "fobi", sözlükte "belirli bir nesnenin, etkinliğin veya olgunun oluşturduğu ve bireyin kendisi tarafından da anlamsız ya da abartılı bulunan, mantık dışı, inatçı ve yoğun korku" olarak ifade edilmektedir.
"Fobi", doğal korku ile karıştırılmamalıdır. Çünkü sağlıklı ve doğal bir refleks olan korku, anksiyete ve panik atağa dönüşürse psikolojik rahatsızlıklara yol açabilmektedir.
Fobik kişi, fobisine neden olan nesne, durum veya ortamdan acilen uzaklaşmak için engellenemez bir psikolojik davranış gösterir.
Uzaklaşmanın mümkün olmadığı durumlarda da paniğe kapılır ve kaygısını şiddetle dışa yansıtır.
Fobi, normal şartlarda korkulmayacak bir şeye verilen reaksiyoner korkuyu ifade ettiğinden İslamofobi'nin de mantık dışı korkuyu ifade etmesi gerekir.
Oysa İslamofobi, semantik çağrışımından tamamen farklı olarak Müslümanlara ve İslam'a yönelik duyulan tedirginlik ve reel korku ile özdeşleştirilerek kullanılmaktadır.
Burada İslam'a karşı ön yargının varlığı ve tedirginliğin kökenindeki kaygının mantık dışı oluşu göz ardı edilmektedir.
Stratejik çalışma ihtiyacı
İslam'ı yeterince tanımamaktan kaynaklı oluşan korkuya dayalı İslamofobi, çoğunlukla Batılı insanların iletişim araçları üzerinden kaygılarının harekete geçirilmesi ve nihayetinde korkuya dönüştürülmesi ile ilişkilidir.
İslam karşıtlığı ile ilişkili İslamofobi'de ise aksine Batı'nın üsttenci ve ayrıştırıcı zihniyetinden kaynaklı ideolojik saplantı ve psikopatolojik bir durum söz konusudur.
Müslümanların, bazı Batı Avrupa ülkelerindeki İslamofobik anlayış ve dini damgalanmadan dolayı tedirginlik yaşadıkları ve ruh sağlıklarının bozulduğu bildirilmektedir.
İslamofobi'nin mağdurları Müslümanlar olmasına rağmen "Algılanan İslamofobi Ölçeği" çalışmasının Norveçli bilim insanları tarafından yapılması da İslam dünyasının düşünmesi gereken ironik bir durumdur.
Bu yüzden Müslüman araştırmacılar bu konuya daha fazla eğilmeli ve İslamofobik davranışların bir insan hakları ihlali olduğu yönünde stratejik çalışmalara öncülük etmelidirler.
Endişe verici yükseliş
Washington Post/ABC News'in Ekim 2001'de yaptığı bir ankette Amerikalıların yüzde 39'unun İslam hakkında olumsuz görüşlere sahip oldukları, birkaç yıl sonra tekrarlanan ankette bu oranın yüzde 46'ya ve 2010 yılında yapılan ankette ise yüzde 49'a çıktığı belirtilmiş ve günümüzde ise bu oran yükselmeyi sürdürmüştür. Bu hızlı yükseliş endişe vericidir ve sebepleri iyi araştırılmalıdır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish