Dönüp dolaşıp yine Thomas Wolfe'a müracaatta bulunmamızın nedeninin çok basit olduğunu, bu işlerle yakından ilgilenen herkesin bilmesi gerekir.
O basit gerçeğin aşırı mütevazı içeriği vardır: her bir toplumda baş gösteren diktatöryel eğilimlerin farkına öncelikle yazar, şair, ressam ve müzisyen varır (varması gerekir).
Farkına vardıktan sonra bir yazar, diktatöryel eğilimlere karşı durmuyorsa, sadece kendi toplumuna değil, insanlığa en büyük ihaneti yapmış olur.
Ölümünden altı 6 önce dergi yayın yönetmenine yazdığı ve çevirisini Independent Türkçe okurlarına sunduğumuz mektupta, Amerikan edebiyatının ilk sırasındaki şahsiyetin (tespit William Faulkner'ındır) Almanya, İtalya ve Japonya'da giderek güçlenen faşizme karşı güçlü ülkelerin, örgütlerin ve şahısların çıkmasını önerdiğini belirtir.
Bu mücadelede umudunu kaybetmemesi gereken kesimin kalem sahipleri olması gerekirken, otuz sekiz yaşındaki Thomas Wolfe bunun en kararlı örneklerinden birini sergiliyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İşte Batı ülkelerini özgür kılan hususların başında yazarın bu korkusuz önerileri gelirken, Şark ülkelerinden örnek vermemiz gerekirse, diktatöryel bir yönetimin finanse ettiği Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı koltuğunu 38 seneden beri işgal eden "kethüda" lakaplı Anar Rızayev, seksen beş yaşındaki kanser hastası meslektaşına "Falanca orada-burada devletin aleyhinde konuşuyordu, hastalanınca devletten yardım istemek zorunda kaldı" şeklindeki bir Allahsızlığı dile getirmekten utanıp kızarmıyor.
Ve hem de vatandaşı olduğu toplumun yüzlerce gerçek kalem sahibinin Stalin diktatörlüğünce 1937 yılında nasıl infaz edildiğini bildiği halde...
Thomas Wolfe bu mektubunda faşizmin önünün kesileceğinden asla kuşku duymuyor ve dergiye yazdığı mektup üzerinden bunu önce ABD toplumu, ardından ise dünyayla paylaşmaktan asla çekinmiyor.
Oysa Stefan Zweig gibi dünya edebiyatının önemli ustalarından biri, faşizmin Avrupa'nın önemli kısmını kontrol altına almasından sonra dünyaya da hükümran olacağını düşünerek hanımıyla birlikte Brezilya'ya kaçmış ve 1942 yılında Yer Gezegeni'nin faşizme teslim olacağına inanan karı-koca birlikte intihar yolunu seçmişlerdi. Ama fazla değil, 40 ay sonra faşizm yenilgiye uğramıştı.
Çağdaş faşizmin özelliklerinin başında maddi hırs geliyor. Başında bulundukları ülkelerin servetlerini babalarının malı sayan çağdaş faşistler, zaman geçtikçe "devlet" kavramını ortadan kaldırarak toplumun tamamını kendi aile şirketlerinin kölesine dönüştürmeye çalışırken, bunun asla olamayacağını idrak edemeyecek kadar fikir yoksunluğuna sahip olduklarından, yenilgileri de kaçınılmazdır.
Yeter ki namuslu kalem sahipleri, aldıkları o kutsal pozisyonu terk etmesinler.
38 yaşını doldurmadan hayata veda eden Thomas Wolfe'un okurlarımızla paylaştığımız mektubu, o kutsal duruşun en çarpıcı örneklerinden birini teşkil ediyor.
Nation Dergisi Genel Yayın Yönetmenine
New York, 20 Mart 1938
Barış içinde yaşamamızın kıymet-i harbiyesine dair bizim ödeme durumunda olduğumuz veya bizden talep edilme hakkının bulunduğu sorunun -daha iki sene önce birçok insanın konuştuğu mesele- doğruluk payından asılı olmaksızın, ben barışın bu şekilde garanti altına alınmasının ve muhafaza edilmesinin imkânsızlığının altını çizmek isterim.Bunun dışında ben, İzolasyonizm'in Senato ve Kongrede daha fazla oy alarak seçmen yanındaki pozisyonunu pekiştirmek için bizim siyasetçilerin kurnaz bir sıçraması olmasının yanı sıra, 130 milyonluk milletin kendini yeryüzünün, savaşın kol gezdiği diğer kısmından soyutlayarak tenhalığa kaptırmasına ilişkin metafizik doktrinlerin düşüncesinin ürünü olarak görüyorum.
Bunun dışında, gerçeklikte mevcut olmamasından dolayı ben İzolasyonizm'in genelde somut anlamının olmadığından eminim.
Belki Kral Canute döneminde veya Hristiyan Bilimi çevresindekiler tarafından, ne hastalıkların ne de ölümün olduğu, ancak olsa bile tüm bunlarla ilgilenilmemesi gerektiği konuşulmuştur.
Bir yerlerde savaş sürüyorsa, genel barışın olamayacağı gibi, bir yerlerde insanlar hastalanarak ölüyorsa, orada da genel sağlık söz konusu olamaz.
Ben, kolektif güvenliğe bireysel güvenliğe inancımdan dolayı inanıyorum ve onların biri olmadan ötekinin var olması imkânsızdır.
Son yılların olaylarını hesaba kattığımızda, sadece ortak gayretlerle güvenlik oluşturulabilmenin farkına varmak zor değil.
Birçok diğer insan gibi ben de bunun güç kullanmadan yaşanabileceğine içten bir ümit beslememe rağmen, bunun için güç kullanma fırsatının kategorik biçimde reddedilmesinin yeterli olduğuna inanmıyorum.
Halihazırda işgalciye karşı gerçekçi biçimde karşı koymanın tek yolunun silahlı direniş olduğu giderek daha açık hale geliyor.
Güya kısa süre içinde muazzam askeri makine -günümüzde Almanya'nın elinde bulunan- devreye sokulacak; ibareler ve diplomatik protestolarla onun durdurulması imkânsızdır.
Faşizmin kaynakları korkuda ve her şeyini kaybederek köşeye sıkışmış insanların çaresizliğindedir; elinde olan her şeyi kaybetmiş ancak onlara başarıyı ve refahı getirecek her bir söze inananlardır, yani.
Bu, benim gibi 1928 ve 1930 yılında Almanya'da bulunmuş herkesin malumudur; faşizmin gücü ve popülerliği teslimcilikte, yarına güvensizlikte ve lebbeykçilikte yatmaktadır.
Tüm bunlar son yıllarda aleni hale geldi, şimdi artık bu durum hiç kimseyi şaşırtmıyor; şaşırtıcı olan sadece hâlâ bu durumdan hayrete düşen insanların olmasıdır.
Ancak acaba bu insanlar son 10 yılı hangi toplumda yaşadı?
Kendi niyetleriyle ilgili yüksek sesle ve zimnen konuşan şahıs Adolf Hitler dışındaki hiçbir şahıs değildi.
Şimdi kendisi tüm vaadlerini mitralyöz dakikliğiyle imha ediyor ve önü kesilmediği ve gerektiğinde dünyada kendisini geri püskürtecek güçlü ve iyi organize edilmiş güçlerin olduğunu anlamadığı sürece aynen bu şekilde davranmayı sürdürecektir.
Şimdi mevcut olmadığı için o güçlerin nasıl olacağını ve kimlerden oluşacağını bilmiyorum; ancak faşizmi derdest etmek istiyorsak o güçlerin ortaya çıkması gerekir.
Demokratik ülkelerin, Almanya'nın, İtalya'nın ve Japonya'nın agresif girişimlerine karşı koymadaki yeteneksizlikleri, saldırganı yerine oturtmak için bu ülkelerin yeterince güçlü olmalarına ilişkin benim inancımı sarsmadığı gibi, kolektif mücadele imkânlarına dair inancımı da asla zayıflatmıyor.
Er veya geç bunun yapılması gerekecek, bundan kuşku duymuyorum. Faşizm, karnı doymaz bir hayvandır; sürekli tavizlerle onun beslenmemesi gerekir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish