"Eserlerine dünyayı yerleştirme girişiminde bulunup, şerefli biçimde yenilen" yazarlar listesinde William Faulkner'in ilk sıraya koyduğu kişi Thomas Wolfe'un ta kendisiydi.
Thomas Wolfe'un gazeteci May Cameron'un sorularına verdiği cevaplar, News York Evening Post gazetesinin 14 Mart 1936 tarihli sayısında yayımlandı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Wolfe'un fikir ve düşüncelerinin başta Faulkner ve Hemingway olmak üzere, 1930'lu yıllardan sonraki Amerikan edebiyatını nasıl etkilediğini bu röportaj bir daha ortaya koyuyor.
Onun için kısa bir yorum bile yapmadan Thomas Wolfe'un düşüncelerini bir daha Independent Türkçe okurlarına sunuyoruz:
Yaratıcı insanı en az alakadar eden şey, başkalarının onunla ilgili düşünceleridir
Herhangi bir yazarın başarısını duyduğumda kendisine karşı en hararetli duygular dışında hiçbir şey hissetmedim. Gerçekten başka yazarlara gıptayı veya onların başarılarına acıklı tepkiyi ya yaratıcı kabiliyeti olmayan veya yaratma krizi yaşayanlar koyabilir. Veya -hepsinden daha kötüsü bu işte- sadece yarım kapasite yaratma kabiliyetine sahip, zavallı ve mutsuz yaratıklar: yarım sanatçılar; onlar daha büyük şeyler yaratmak için yanıp tutuşurken, buna ulaşmak için enerjileri ve güçleri yetmiyor. Hatta basında birilerinin senin rakibin olduğunu hatırlatmak bile sadece saçmalık oluyor. Ben ikiyüzlülük etmiyorum. Gerçekten böyle düşünüyorum.
Bir husus daha: Yazarken başka insanları düşünmüyorsun. İşi düşünüyorsun, her gün işi. Benim, hem kendimin hem de başkalarının yapıtlarına eleştirel yaklaşmayı beceremediğimi söylüyorlar.
Ben Hemingway'in ve Faulkner'in eserlerini okudum ve onlardan hiçbirinin tam yetişkinliğe ulaşmadığından ve şimdiye kadar yazdıklarından daha iyi kitaplar yazacaklarından eminim.
Ben her zaman Hemingway'in çok erken yayımlanan 'Bizim Zamanlarda' dizisini hatırlıyorum ve galiba pek ünlü değil. Hemingway'i okurken ben bu yeteneğin köklerinin Amerikan yaşamında olduğunu hissediyordum ve böyle bir diziyi yaratan insanın Amerika'nın yaşamına ilişkin büyük kitap yazmaya malzemesinin yeteceği açık. Ben o kitabı ne zamansa yazacağını düşünüyorum.
Hemingway'e asla benzemeyen bir yetenek olduğunu düşünmemin zorluğuna rağmen, aynı şey Faulkner'le ilgili de söylenebilir; bana göre Faulkner malzemeleri tüm genişliğiyle şimdi elde etmeye başladı; çünkü o, yeteneğine tüm hayatın açık olduğu bir insan.
Ben 'Ses ve Öfke'yi, 'Döşeğimde Ölürken'i ve elbette 'Tapınak'ı okudum. Faulkner’ın gelecekte nasıl gelişeceğine ilişkin bir fikrim yok ancak o, sadece karanlığı, dehşeti ve deliliği yazarak yetinemeyecek kadar bilgiye sahip bir insan. Yeryüzündeki her şeyle ilgili onun muazzam bilgisi var; bu, onun her kitabında hissediliyor.
'Döşeğimde Ölürken' kitabında okur sadece somut bir durumun dehşetini hissetmiyor, aynı zamanda kitapta bu adamın Missisipili çiftçi aileler üzerinden sunulan insan türünü nasıl bildiğini ve anladığını derinden hissediyor.
Aynı şeyi ben 'Ses ve Öfke'de hissettim. 'Ses ve Öfke' birçok açıdan mükemmel bir yapıt ve ben bu kadar güçlü bir fanteziye ve yaratıcı kabiliyete sahip bir insanın birilerinin söylediği gibi, belki eski çerçevesi içinde kalacağından ve tek tip öykülerle yetineceğinden kuşku duyuyorum. Onun nesnesi kendiliğinden sonsuza kadar büyüme ve genişleme özelliğine sahip.
Hemingway'in deneyiminin ve yaratıcılık malzemesinin savaş ile tükeneceğini düşünmüyorum. Bana göre, Hemingway'in en temel çalışması ülkemizle ilgili öyküsü olacak ve yazarın kendi deneyiminden, hafızasından ve düşüncelerinden fışkıracaktır. Ben kendi deneyimime dayanarak buna derinden inanıyorum.
Bugün bizim Amerika'da büyük yazarların olup-olmadığını bilmiyorum -belki olmayabilir de-ancak önümüzdeki 20 senede bizde mükemmel kitapların ortaya çıkacağından adım gibi eminim. İsterseniz bunu içi boş bir önsezi de adlandırın, zira ben bizim kerameti kendinden eleştirmenlerimize hiçbir şeyi kanıtlayamıyorum. Ancak önsezi hayretengiz derecede güçlü. Neden bizim Amerika'da henüz kazanın kapağını kaldırmazlar; kapağı kaldıracakları gün yaklaşacaktır.
Şahsi kanaatimce Amerika'yla ilgili daha gereken biçimde eserler yazılmadı. Ben 'Missisipi'de Yaşam' ve Mark Twain'in kendi çocukluğunu ve vapurda geçmiş çıraklığını anlattığı ilk 200 sayfayı okuyup ne kadar iyi olduğundan hayrete düşmüştüm; bu, yazarın o nehirle ilgili anlatımına da ait; adeta mucizevi bir manzum romana dönüşen nehir her defasında onun kendi kaderi ve öykünün konu aldığı insanların kaderiyle kesiştiğinde ortaya sadece mükemmel bir eser çıkıyor.
'Kendi Evine Boylan Melek' kitabı çıkmadan önce ben Walt Whitman'i okumamıştım, eleştirmenler onun beni etkilediğini söylediler ve ben, onun beni nasıl etkilediğini okuyarak görme kararı aldım. Herkesin onu eleştirme hakkı olmasına rağmen biz Whitman ile gurur duyabiliriz, o, her şeyi olduğu gibi anlattı -kelimelerden ziyade satır aralarıyla, -Amerika'da nasıl düşündüklerine ve nesneleri nasıl tasavvur ettiklerine ilişkin her şeyi anlattı.
Kanımca biz bugün belirli ölçüde hem önyargılardan hem fetişlerden hem geçmiş önündeki riyakâr tapınmadan özgürüz ve ben bizim yeni her bir zaman için ve nesnelerin her türlü yeni durumu için geçerli yeni bir dil yaratmamız gerekir. İnsanlar kendi özel lisanlarını bulacaklar.
Bu, olacak ve kanımda, beynimde, kalbimde bulunan önsezi dışında ben bunun başka bir kanıtını bilmiyorum. Temeli Twain ve Whitman attı, onlar bunun neye uyabileceğini gösterdiler ancak, bu onları tekrarlamak olmayacaktır. Sadece ben kendi ülkemizin ve yaşamımızın daha o tarzda çizilmediğini, ülkemizin ve yaşamımızın daha sona kadar tasvir edilmediğini düşünüyorum.
Ben yazarların çoğunu tanımıyorum. Bende şöyle bir düşünce oluştu: İnsan bir şeyler yarattığında edebiyat dünyasının, eleştirmenlerin kanı ortaya koyduğu, diğerlerinden daha ziyade yazarların birbirleriyle ilgili bir şeyler söylediği, hatta okur ve eleştirmen düşüncelerinin öne sürüldüğü kısmından uzakta oluyor. Bende oluşan kanıya göre, birçok genç benim yaptığımı yapıyor ve her biri kendine has biçimde kendi özel dünyasını, kendi Amerika'sını, kendi büyük veya küçük kainatını yaratıyor. Yaratıcı insanı en az alakadar eden şey başkalarının onunla ilgili düşünceleridir.
10-12 sene önce herkes yazmak için Paris'e gidilmesi gerektiğini düşünüyordu ve ben de oraya gittim. Muhtemelen beni hiçbir edebi örgütü tanımamam kurtarmıştı ve ben yazıyordum. Şimdi yazmak için hiç kimse hiçbir yere gitmiyor ancak giderek ben Amerika'yı tamamen farklı şekilde hissettim.
Son yıllarda bazen bana 'proletarya edebiyatı'yla ne düşündüğümü soruyorlardı ve kimi insanlar mektuplarında veya eleştiri yazılarında beni sözüm ona 'vatandaş bilinci' yoksunluğumdan dolayı eleştiriyordu. Buna yanıt veremiyorum, zira kaleme aldığım eserlerimin benim yerime yanıt vermeleri gerekir ve her bir diğer yazar gibi ben de hayatta kalır veya eserlerimle birlikte imha olurum. Ancak ben şunu söylemek istiyorum.
Ben emek vermiş, kendi yaşamını kendileri kazanmış insanların ortamından çıktım ve benim özel, içgüdüden doğan sempatilerim işçi sınıfının safında. Size otobiyografi temelinde yazan yazar diyebilirler, zayıf yanlarınızı gösterebilirler, ancak kendi halkınızı sonuna kadar öğrenmediğiniz, onu sonuna kadar derinden idrak edemediğiniz sürece, çalışmanız istediğiniz gibi yürümeyecek; bu insanların kaynağı ve kökeni kesinlikle sizsiniz, onları kesinlikle siz yarattınız. Kendi halkınızı özüne kadar tanımamışsanız, siz, daha doğrusu, herhangi bir bilim insanı toplumun yapısında herhangi yere sahip insanlar, toplumsal koşullar, ekonomik durumlarla ilgili nasıl konuşabilirsiniz?
Vatandaşın bilincinin altında neden somut dogmalar sisteminin olması gerektiğinin nedeni anlamıyorum.
Genç yazar şöhreti aradığını düşünüyor. O, başarıya gereğinden fazla değer veriyor -övgü, telif ve kadın-ancak büyüyünce kâinatta her şeyden daha ziyade başka şeye teşne olduğunu keşfediyor: eserini mükemmelleştirmek, yaşam izlenimlerinin zenginliğini artırmak ve genişliğini büyütmek.
35 yaşındayım ve söz konusu bir başarıyı kabul etmediğimi söyleyip kalbimi zedeleyemem ancak şimdi o başarı benim için daha önce olduğundan daha az önem arz ediyor.
20 yaşımda ben çok çok akıllı olduğumu düşünüyor ve peş peşe felsefi sistemleri ve ekonomi teorilerini öğütüyordum. Ancak şimdi her şey benden kaçıyor ve yeni fikirlerin önemli olması durumunda o fikirler yavaş bir olgunlaşma süreci için sabrediyor.
Ancak yaratıcılık söz konusu olunca burada hesaba kattığın şeyler devreye giriyor. Çok genç bir yazar kendi yaşam izlenimlerini açık biçimde alarak onları Bill Johns'un veya Thom Grant'ın kazanımı haline getiriyor, -sadece sık sık o şahsiyetin kendini gördüğüne nazaran azcık maskelemek kaydıyla- ve öyküsünü bu şahsiyetin çevresinde kuruyor.
Ve yeri gelmişken ben burada 'otobiyografi' ve 'otobiyografiye istinaden yazan yazarlar' üzerine bir şeyler söylemek isterdim (ama her bir yazar bu veya diğer biçimde 'otobiyografiye istinaden' yazıyor).
Çoğu zaman beni iratlarla sonuncu kategoriye dahil ediyorlardı; bana göre yazarın çoğu zaman 'otobiyografiye istinaden yazması'nın nedeni insanın kendini kanıtlaması veya kendinden kahraman yaratması olmayıp ısrarlı yazma talebini hisseden insanın, yazarın ta kendisinin olmasıdır; yazması gereken ancak hiçbir zaman yazmamış ve bu meşgaleyle ilgili hiçbir şey bilmeyen insan Bill Johns veya Thom Grant tarzında üstesinden gelebileceği kahraman yaratıyor.
Genç müellif yoluna devam ettiğinde Bill yazarın kendini haklı çıkarmak için yarattığı bir kahraman olmaya daha az uyuyor; yazar onu kendi deneyimiyle öylesine zenginleştirme kabiliyetine sahip oluyor ki, Bill ve Thom'un deneyimi tüm insanlıkla ilişkileri, kendilerinin evrensel ile uyumlu olmaları sayesinde ilginç ve mühim hale geliyorlar.
Ve bunun adı vatandaş bilinci değilse burada hangi farklı kavram aranması gerektiğini ben bilmiyorum.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish