Kısa bir süre önce, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Avrupa Birliği Dışişleri Bakanlarının gayri resmi toplantısına 5 yıl aradan sonra bir kez daha davet edildi.
Ancak, sanki çok büyük gelişmelere yol açacak bir toplantı gibi tanıtılan bu buluşmanın içinden hiçbir somut sonuç çıkmadı.
Tabiri caizse, Avrupa'da büyük bir değişiklik olmuş olsa da "Avrupa dağı fare doğurdu" denilebilir.
Şöyle ki, Avrupa Birliği üyeleri veya önde gelen ülkelerinin asıl derdinin Kıbrıs meselesi olduğu ve Türkiye'nin çok kutuplu dünyadan faydalanarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni (KKTC) tanıtma yönündeki gayretlerinden endişe duydukları anlaşılıyor.
Bu sebeple, böyle bir toplantı düzenleyerek Türkiye'ye, "Aman ha böyle yapmayın lütfen" veya "Bak, yaparsanız ha" şeklinde caydırıcı mesajlar verdikleri görülüyor.
Sonuç olarak, bu toplantının Sayın Bakan Fidan açısından zaman kaybı dışında bir anlamı olmadığı ortaya çıktı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından da Avrupa Birliği ile fazla bir mesafe kat edilemeyeceği gerçeği bir kez daha teyit edilmiş oldu.
Buna rağmen, Hakan Fidan ve diğer Türk yetkililer Avrupa Birliği üyeliğini bizim için stratejik bir hedef olarak tanımlıyorlar.
Peki, bu mantıklı mı?
Bu tür açıklamalar, Rumları ve Yunanları heyecanlandırıyor ve cesaretlendiriyor.
Nasıl mı?
Size bir örnek vereyim:
2014 yılında çalıştığım üniversitede bir program düzenlenmişti.
Ankara'daki büyükelçiler başta olmak üzere önemli devlet adamları toplantıya davet edildi.
Basın açık toplantılara davet edilerek konuşmaları için çağırıldılar.
Bu toplantıya Yunanistan'ın şimdiki başbakanı Kiriakos Mitsotakis'in ablası, tecrübeli siyasetçi Dora Bakoyanni de katıldı ve konuşma yaptı.
O dönemde Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne olan ilgisinin azaldığı yıllardı.
Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye üye olacakmış gibi davrandığı, Türkiye'nin de üye olacakmış gibi hareket ettiği dönemlerin sona erdiği bir dönemdeydik.
Dora Bakoyanni, Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecini desteklediklerini ve Türkiye'nin yeniden ilgi duymasından memnun olacaklarını belirtti.
Ancak, Avrupa Birliği o yıllarda Yunanistan'da olumsuz bir algıya sahipti ve Yunan halkı, Avrupa Birliği'ni başlarına gelen ekonomik felaketlerin sebebi olarak görüyor ve bu sebeple büyük bir öfke besliyordu.
Yunanistan ve Rumlar, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne olan ilgisini artırmak ister çünkü bu süreç, Türkiye'den Kıbrıs ve Ege konusunda taviz alabilecekleri tek yoldur.
Eğer Türkiye Avrupa Birliği'ne olan ilgisini kaybederse, bu durum Yunanistan ve Rumlar için hiçbir fırsat bırakmaz.
Türkiye'nin Avrupa Birliği hedefini stratejik olarak vurgulamak, onların hevesini artırır ve ilgilerini canlı tutar.
Bu durum, Yunan halkına, Avrupa Birliği'ne üye olmak için Türkiye'nin Kıbrıs ve Ege'de tavizler vermesi gerektiği şeklinde mesajlar verilmesine yol açar.
Dolayısıyla, Avrupa Birliği'ne üye olmak hedefinin Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri açısından bir başlangıç bile olmadığını unutmamak gerekir.
Bu nedenle, bu hedefi tekrar gündeme getirmekte fayda yoktur.
Mevcut müktesebat, Türkiye'yi Avrupa Birliği üyesi yapmak üzere tasarlanmamıştır.
Bu müktesebat, Türkiye'yi nasıl ve ne şekilde Avrupa Birliği üyesi yapmaktan kaçınabiliriz şeklinde bir yönlendirme içerir.
Eğer Türkiye'nin ilerleme raporlarını, strateji belgelerini, müzakere çerçeve belgelerini, örneğin 2010 yılında üye olan ülkelerle, eski Doğu Avrupa ülkeleriyle, ardından da 2007 yılında üye olan Bulgaristan ve Romanya'nın belgeleriyle karşılaştırırsanız, Türkiye'nin belgelerinin üyelik süreci için bir yol haritası yerine, üyeliği nasıl engelleyebileceğini anlatan belgeler olduğunu görürsünüz.
Dolayısıyla, mevcut müktesebat olduğu sürece Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği süreci mevcut değildir.
Avrupa Birliği'nin üçüncü ve beşinci sınıf ülkelerinin Türkiye üzerinden çıkar elde etmek için tasarlanmış bir süreci sürdürmesine izin veremeyiz.
Eğer Avrupa Birliği, mevcut uluslararası jeopolitik şartlarda Türkiye'yi hızlı bir ilerleme süreciyle 1-2 yıl içinde üye yapmak istiyorsa, bunu değerlendiririz.
Ancak Avrupa Birliği'nin sadece tatmin edici bir süreç sunarak Türkiye'yi oyalamasını bekliyorsanız, bu yanlıştır.
Bu tür bir aldatmacada artık kaybedecek vaktimiz yok. "Kusura bakmayın" demek daha yerinde olur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish