Kişiye göre hukuk olur mu?

Prof. Dr. Ulvi Saran Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: X

Güvenlik ve yargı sistemimiz uzun süredir alarm veriyor.

Cumhuriyet Savcısı Necip İşçimen'in maç çıkışında darp edilmesi ve ardından yaşananlarla ilgili kamuoyuna ve medyaya yansıyan gelişmeler, son zamanlarda sistemin işleyişindeki çelişkileri iyice su yüzüne çıkardı.

İşçimen'e saldıran iki kişiden biri darp etmekten, diğeri hakaretten tutuklandı…

Oysa, mağdurun ölesiye dövüldüğü, komaya sokularak hastaneye kaldırıldığı olaylarda bile, saldırganlar düzinelerle sabıkaları olsa da tutuksuz yargılanmak üzere ifadeleri alınıp serbest bırakılıyordu.
 


Bu uygulamada iki önemli sorun var:

Birincisi, darp edilen kişi sıradan vatandaş olsaydı saldırganın serbest bırakılacak olmasına karşılık, mağdur önemli biri olduğu için tutuklanmış olması…Yani, objektif davranılmayıp hukukun, "adamına göre" uygulanması…

İkincisi, uygulamada soğukkanlı ve duygusallıktan uzak olmak gerekirken, mağdurun kimliğinden ve statüsünden hareketle olaya duygusal yaklaşılması ve tepkisel æbir karşılık verilmesi…

Hukuk, kimler olursa olsun, güç sahiplerinin ellerindeki yetkiyi kendileri veya meslek grupları adına rövanşist duygularının aracı olarak kullanmalarına izin veren bir müessese değildir. 

Savcı, herhangi bir zamanda görevine ilişkin bir konu ile ilgili veya görevini yürüttüğü sırada herhangi bir sebeple darp edilmiş olsaydı durum elbette değişirdi…

O zaman kamu otoritesinin korunması ve kamu gücünün yerinde ve gereği gibi kullanılmasını sağlamak bakımından, yine yasalarda belirtilen özel hükümlerin devreye sokulması ve daha ağır müeyyidelerin uygulanması söz konusu olurdu.

Maçtan çıkarken, yani görev zamanı dışında ve görev konusuyla ilgili olmayan bir sebeple saldırıya uğrayan savcı, sıradan bir vatandaş konumundadır ve bu durumda hukuk herhangi bir vatandaşa nasıl uygulanıyorsa kendisine de o şekilde uygulanmalıdır.

Saldırı, mağdurun vücudunda bir darp izi bırakacak şiddette olmasa bile, kişinin kameralara yansıyacak şekilde dövülmesi ve bunun kamuoyuna yansıması, rencide edici ve itibar kırıcı bir olaydır.

Böyle durumlarda, eğer dövülenin kimliğinden ve statüsünün öneminden hareketle bir misilleme veya cezalandırma amaçlı tutuklama yapılmışsa bu da adil ve hakkaniyetli değildir.

Eğer saldırganlar bu sebeple tutuklanacaksa, saldırılarının statü veya mevki yönünden kime yapıldığına bakılmaksızın her durumda tutuklanmaları gerekir.

Zarara veya haksızlığa uğrayanların itibar veya saygınlıklarının önem ve ağırlığına endeksli, kişiye göre değişen bir cezalandırma sistemini kabul etmek mümkün değildir.

Böyle bir gelenek, hem "hukuk devleti" hem "kanun önünde eşitlik" ilkelerine açıkça aykırılık oluşturmaktadır.

Öte yandan, kamuoyunda yoğun tartışmalara konu olan ve toplumun ilgi odağına oturan asayiş olaylarında veya adli dosyalarda, ilgili ve sorumlu mercilerin sosyal medyanın yönlendirmesiyle hareket etmeleri, gelen baskılara göre farklı tutumlar sergilemeleri de ayrıca önemli bir zafiyettir.

Bu bağlamda, birçok olayda örneklerini gördüğümüz üzere, güvenlik birimlerinin ve adli makamların, aslında zanlının kaçması veya delillerin karartılması şüphesinin bulunduğu durumlarda tedbiren verilmesi gereken gözaltına alma veya tutuklama kararını, olayın medyada yer alma ağırlığına ve tartışmaların hararetine göre sık sık bir cezalandırma aracı olarak kullandıklarına, başka olaylarda ifadelerini alarak serbest bırakacakları kişileri bu nedenle tutukladıklarına tanık olmaktayız.  

Halkın can güvenliğini korumak, suçluları yakalayıp cezalandırmakla görevli güvenlik birimlerinin ve adli makamların her olayda, duruma objektif, soğukkanlı ve eşit ölçülerde yaklaşmaları, hiç bir şekilde muhatabın önem ve ağırlığına göre değişen farklı uygulamalara gitmemeleri gerekmektedir. 

Yasal yetkilerin, duruma ve kişiye göre keyfi biçimde kullanılması, hukuk devleti ilkesini, adalet duygusunu ve toplumun devlete olan güvenini zedeler.

Sistemin mevcut durumunu gözden geçirirsek;

  • İnsanları ölesiye dövmek, yaralamak, kurşunlamak, haysiyetlerini rencide etmek ciddi bir ceza ile karşılaşmadığı için neredeyse bedava hale gelmiştir.
     
  • Güvenlik ve yargı sistemi, herkesin gözü önünde suç işleyen ve tüm toplumu canından bezdiren suçluları yakalamaktan ve gereği gibi cezalandırmaktan acizdir.
     
  • Toplum için her halleriyle tehlike arz eden onlarca sabıka sahibi kişiler, genellikle ifadeleri alınıp serbest kalmakta veya infaz hükümleri, iyi hal, etkin pişmanlık, şartlı salıverme ve genel af gibi gerekçe ve bahanelerle cezaevinden tahliye edilmekte, daha sonra pek çok yeni suçun faili olmaktadırlar.

Eğer mevcut yasa hükümleri, toplumun güvenlik ve yargı alanındaki ihtiyaçlarına yeterince cevap veremiyor ve sorunlarını çözemiyorsa, bunun yolu;

  • Haksızlık veya saldırıya uğrayanın kimliğine, sosyal prestijine, siyasal ve bürokratik statüsüne bakmak,
     
  • Konu toplumsal ilginin odağına oturmuş ve sosyal medyada geniş çaplı tartışmalara konu olmuşsa toplumun gazını almak üzere, özel koşulların gerçekleşmesi halinde ve tedbiren uygulanması gereken gözaltı veya tutuklama işlemini bir cezalandırma aracı olarak kullanmak değildir.

Duruma göre tavır alma ve adamına göre muamele, hukuk ve yargı sistemimizin acziyetini ve iflas ettiğini anlatır.

Böylelikle sorun, asla çözülemez ve daha da ağırlaşır.

Çözüm yolu, sistemi topyekûn bir reforma tabi tutmak;

  • Suçluların takibi, yakalanması, yargılanması ve cezalandırılmasıyla ilgili mevzuat hükümlerini gerektiği kadar etkili, önleyici, sonuç alıcı ve caydırıcı şekilde yeniden düzenlemek,
     
  • Hayata geçirilen yeni sistem çerçevesindeki hüküm ve kuralları, sulandırmadan, hiçbir kişiye, kesime veya zümreye ayırım yapmadan herkese eşit ve tavizsiz biçimde uygulamaktır.

Türkiye'de bu sorunlara çözüm bulmak üzere, acilen bir GÜVENLİK, YARGI ve CEZA REFORMU'na ihtiyaç bulunmaktadır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU