"Çoğunluk" her kararı alma hakkına sahip midir?

Vahap Uluç Independent Türkçe için yazdı

İllüsrasyon: Adam Maida/The Atlantic

Demokrasi konusunda bilim çevrelerinde var olan temel tartışmalardan bir tanesi "demos" dediğimiz kendi kendini yöneten "halk"ın iktidar sınırının nerede başladığıdır.

Bu, demokrasinin belki de en önemli sorunudur.

Temel soru şu: Halk (pratikte bu çoğunluk oluyor) mutlak anlamda egemen bir güç müdür, yoksa halkın egemenliğinin de bir sınırı var mıdır?

Bu konuda yürütülen tartışmalar bir yana günümüzde gelişmiş demokrasilerde hakim düşünce -genel geçer demokrasi tanımı ile çelişki oluştursa da- halkın mutlak anlamda egemen bir güç olmadığı yönündedir.

Ancak özellikle demokrasinin ağır aksak işleyebildiği ve toplumun ortak değerler üzerinde güçlü bir konsensüs içinde olmadığı toplumlarda iktidarı elinde tutan siyasal çevre, çoğunluğun oyu ile seçilmiş iktidarın istediği şekilde siyasal tasarrufta bulunabileceğini düşünür. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İktidarın çoğunluk adına her tür tasarrufta bulunabileceği düşüncesi Türkiye'de de öteden beri var olan bir anlayıştır.

Merhum Adnan Menderes, özellikle 1954 seçimlerinde aldığı yüzde 58'lik oy oranı ile "halk bana yetkiyi verdi istediğim şekilde hareket edebilirim" düşüncesine sahipti ve nitekim son dönemlerinde bu düşüncesini hayata geçirmeye de çalışmaktaydı. 

Aslında bugün AK Parti çevresi de benzer bir anlayış ile hareket etmekte; desteğine sahip olduğu çoğunluk adına istediği yasal düzenlemeyi çıkarmayı, istediği kuralı koymayı ve istediği kuralı yürürlükten kaldırmayı bir hak olarak görmekte.

Oysaki yukarıda da ifade edildiği gibi bugün gelişmiş ülkeler, demokrasiyi çok daha farklı şekilde değerlendirmektedirler.

Buna göre Rousseau'nun anlayışını temsil eden çoğunluğun mutlak anlamda egemen bir güç olduğu bunun yanında azınlığa düşenin de çoğunluğa tabi olması gerektiği düşüncesi yerini halkın sınırlı düzeyde egemen olduğu bir demokrasi düzenine bırakmıştır. 

Dikkat edilirse yazıda "halk" ile "çoğunluk" aynı anlamda kullanılmıştır.

Nedeni şu:

Bir karar halka oylandığında bu kararın oylamaya katılanların yüzde 100'ü tarafından kabulü mümkün değildir.

Neticede her oylamada halkın kararı pratikte çoğunluğun kararı olmaktadır.

Bundan dolayı, yeni demokrasi anlayışına göre çoğunluğun mutlak egemenliği beraberinde Sartori'nin ifadesi ile "çoğunluğun zorbalığı"nı getirebilir. 

Oysaki azınlıkta (muhalefet partileri, mezhepler, etnik gruplar, farklı yaşam tarzına sahip topluluklar, vb.) olanın da temel hak ve özgürlüklerden yararlanma hakkı vardır. 

Bu düşüncenin temel çıkış noktası şu sorunun cevabıdır:

Çoğunluğun kararı her zaman için doğruya tekabül edebilir mi?

Başka bir ifade ile çoğunluğun iradesi azınlıkta olanın da haklarını koruyabilecek bir erdeme sahip mi?

Kitlenin bir çok konuda bir ferasete sahip olduğu göz ardı edilemez.

Ancak çoğunluğun ya da kitlenin her zaman için doğruya denk düşen kararların temsilcisi olabileceği düşüncesinin hiç bir tarihsel ya da bilimsel temeli yoktur.

Nitekim bütün medeniyetlerde "doğru" olan şeye tek kişi ya da küçük bir azınlık öncülük etmiştir.

Çoğunluğun tipik refleksi mevcut olanı sahiplenmektir; mevcut olanın da her zaman hakikat ile örtüştüğünü kimse söyleyemez. 
 


Hitler demokratik yollardan, çoğunluğun oyu ile iktidar oldu ancak kısa bir süre sonra demokratik kurumları ortadan kaldırdı ve çoğunluğu da arkasına alarak totaliter bir düzen kurdu. 

Sadece Almanya'da değil Avrupa'nın bir çok ülkesinde (İtalya, Portekiz, İspanya) halkın desteğine sahip "öteki"ni düşmanlaştıran diktatörlükler kuruldu. 

Batı ülkeleri kendi tarihlerindeki bu deneyimden de hareketle İkinci Dünya Savaşı sonrası demokrasi anlayışını köklü bir değişikliğe uğratarak çoğunluğun mutlak egemenliğine dayanan "çoğunluk demokrasisi"nden halkın sınırlı egemenliğine dayanan "çoğulcu demokrasi"ye geçiş yapmıştır. 

Evet, iktidarı çoğunluk belirler ancak bu çoğunluğun azınlıkta olanların temel insani hakları konusunda bir kararda bulunmaya hakkı yoktur.

Bütün yaşamların eşit düzeyde değerli olduğu ilkesinden hareket eden bu anlayış, anayasa metni oluşturulurken temel hak ve özgürlükler, insan hakları ve yaşam hakkı gibi evrensel kabul edilen hakların çoğunluğun ne dediğine bakılmaksızın güvence altına alınması gerektiğini savunur.

Bundan dolayı, günümüzde "çoğulcu demokrasi"ye göre yönetilen ülkeler, söz konusu konularda anayasa metinlerini çoğunluğun iradesine göre değil de evrensel hukuki metinler olarak kabul edilen İngiliz "Haklar Beyannamesi", Fransız "İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi", Birleşmiş Milletler "İnsan Hakları Evrensel Bildirisi" ve "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi" gibi gelişmiş dünyanın üzerinde uzlaşmaya vardığı belgelerin ruhuna uygun bir şekilde düzenler.

Günümüzde "çoğulcu demokrasi", halk egemenliğini iki açıdan değerlendirmekte.

Buna göre halk ya da "demos", iktidarı belirlemede "mutlak anlamda"; ancak anayasayı inşa eden "kurucu iktidar" anlamında "sınırlı düzeyde" egemen bir güçtür.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU