Kuşkusuz dünyanın herhangi bir yerinde seçimler “ulusal müzakerenin” önemli bir parçasıdır.
Burjuvazi, sermaye ya da adına ne derseniz deyin; sistem içindeki güç odakları her seçimde masaya ağırlıklarını koyar ve ulusal artı değerden, ulusal kaynaklardan paylarını isterler.
Seçim oyunu gereğince istediklerini almak için temsilciler çıkarıp destekler ve onlar aracılığıyla kendi programlarına halkın “rızasını” alırlar.
Bu pazarlıkta bırakalım geniş emekçi kesimlerin, muhafazakar sendikaların bile yeri yoktur.
Seçimlerle sınırlı olmayan bu “ulusal müzakere” gerileme, ilerleme, durgunluk ve çarpışma dönemlerini içeren dinamik bir süreçtir.
Venezuela’nın kendine özgü koşulları ve oradaki toplumun spekülatif karakteri bir tarafa bırakılırsa aşağı yukarı olan biten budur.
Ancak Venezuela’daki bu “ulusal müzakerede” esas olarak bir başka faktör belirleyicidir: Amerika Birleşik Devletleri.
Diğer ülkelerden farklı olarak ABD, Venezuela’da “ulusal müzakerenin” doğrudan bir parçasıdır.
12 yıldır başkanlık yetkisini elinde tutan Nicolas Maduro 28 Temmuz seçimlerinden 4 gün sonra X’teki hesabından bir belge yayınladı. (https://x.com/NicolasMaduro/status/1819141849426121020 )
Belge, Maduro yönetiminin 2 yıl önce Katar’da Biden yönetimiyle varmış olduğu gizli bir anlaşma metniydi.
Buna göre ABD, Venezuela’da muhalefetin seçimlere katılımının garanti altına alınması karşılığında; tüm yaptırımları ve Venezuela hükümetinin dondurulan uluslararası hesapları üzerindeki blokeyi kaldırmayı taahhüt ediyordu. Öyle ki anlaşmada Venezuela’da operasyon yapacak batılı petrol şirketlerinin adları bile yer alıyordu.
Washington her ne kadar Venezuela’da muhalefeti destekliyor olsa da, sömürgeci bir perspektifle bakıldığında; “ulusal müzakere”nin taraflarından birinin seçim zaferi ABD’nin arzu ettiği bir şey olamaz.
ABD, ulusal burjuva kesimler arasındaki düşük yoğunluklu çatışmalardan yanadır.
Çünkü kendi kontrolünde süren bir çatışma her iki taraf açısından Washington’a bağımlılığın ve vesayetin derinleşmesine hizmet eder.
Ayrıca Venezuela gibi bir ülkede taraflardan birinin zaferi, diğerini yok etme isteği uyandıracaktır.
Burjuvazinin bir kesiminin ve onun siyasi temsilcilerinin ezilmesi çok yüksek siyasi maliyetlere ve çatışmanın dengesinin bozulmasına yol açacaktır.
2017’de Venezuela muhalefetinin “guarimba” denilen sokak eylemlerinin birkaç ay içinde sona ermesinin nedenlerinden biri de budur.
Kuşkusuz Maduro’nun sağcı isyanı bastırma becerisi Bolivarcı yönetimin geleceği açısından ufuk açıcıydı.
Fakat Maduro, buna paralel biçimde ABD’ye ve burjuvaziye kendini göstermenin bir yolu olarak emekçilere geniş bir özerklik sağlayan “Çalışma Yasasını” anayasaya aykırı biçimde iptal etti.
Maduro, ABD ile Katar’da imzalanan müzakere belgesine giden yolu, toplu sözleşmeleri ve grev hakkını ortadan kaldıran, 2018 tarihli 2792 sayılı kararname ile inşa etti.
Sol, bu süreçte kademeli biçimde Maduro’dan uzaklaştı. Grev hakkı, toplu sözleşme, adil ücretler ve emekçilerin özerk örgütlenme imkanlarının yeniden kazanılmasına yöneldi.
Maduro’nun cevabı bu sol örgüt ve partileri sistemden tasfiye etme yönünde oldu: 2023 Ağustosunda bunların en köklüsü olan Venezuela Komünist Partisi’ne (PCV) ve tarihsel sosyalist liderlerden Rafael Uzcategui’nin partisi “Patria Para Todos”a kayyum atadı.
Bu iki parti 2007’de Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi “PSUV” kurulduğunda Kumandan Chávez’in “talebine” rağmen kendilerini feshedip katılmamıştı.
Çünkü PSUV bir lider partisiydi ve hiçbir zaman Chávez ya da Maduro’dan özerk olmadı.
Dahası PSUV, “Bolivarcı Devrimin”in siyasal kumanda merkezi olmaktan çok halka ulufe dağıtılan yerdi.
Bürokrasi ve üst sınıflar da “paylarını” almak için oradaydı. Ancak Chávez sürekli olarak bu yönetici sınıfların önüne yeni “siyasal görevler” koyarak onlara “rehberlik” ediyordu. Bu biçimde “ulusal ilerici restorasyon” işliyordu.
Chávez’in ölümüyle bu denge bozuldu ve sürdürülemez hale geldi. Bolivarcı projenin radikal halkçı karakteri Chávez’in gidişiyle sona erdi.
ABD ambargosuyla petrol gelirlerini kaybeden iktidar, modern restorasyonu tamamen durdurdu.
Maduro döneminde ise PSUV siyasal işlevini tamamen yitirdi.
Chávez’den farklı olarak Maduro, ABD’yi müzakere masasında tuttu.
Chávez’in kovduğu eski burjuvaziyi geri çağırdı ve ayrıcalık tanıdı.
Halk ancak gıda yardımıyla hayatta kalırken bu ayrıcalıklı burjuvazi Karakas’ın zengin semtlerinde yer alan süper marketlerde lüks tüketim mallarına ulaşır hale geldi.
Maduro, 2017-2024 döneminde ambargonun derinleştirdiği ekonomik krizin ağırlığını halkın üzerine yıktı.
Maaşları 5 USD ile sınırlayarak burjuvaziye kendini kanıtladı.
Maaşları açlık seviyesinin bile altında olan öğretmenler haftada 2-3 gün okula gidip ders verebiliyor. Bugün Venezuela’da temel eğitim bile uygulanamıyor.
Maduro döneminde eski ve yeni (Bolivarcı) burjuvalar zenginleşirken 8 milyon Venezuelalı açlık sebebiyle ülkesini terk etti. (Seçimlerde yurt dışındaki Venezuelalıların sadece 60 bini oy verebildi)
2024 seçimlerinde muhalefetin başarısı ideolojik çatışmacı söylemi terk ederek bu sosyal trajediye çözüm sunmasıyla ilgiliydi. Muhalefetin söylemi o kadar etkili oldu ki Maduro yönetimi de göçmenlerin geri dönüşüne yönelik plan açıklamak zorunda kaldı.
Aslında Venezuela’da muhalefet ve iktidar ortak bir piyasacı programda birleşmiş görünüyor.
Her iki tarafın adayları ABD için en iyi seçenek olduğunu kanıtlama yarışına girmiş durumda.
Maduro’nun seçimler sırasında; ABD'nin stratejik çıkarlarının istikrarı hakkında düşünmesi için, iktidardan ayrılması durumunda ülkenin kan gölüne döneceği “uyarısı” bundan başka anlam taşımıyor.
Maduro ve seçimdeki rakibi Edmundo Gonzalez seçim kampanyasında sendikaların örgütlenmesi, adil ücret, grev hakkı, düşünce ve basım-yayın özgürlüğünden hiç bahsetmedi.
Muhalefet; “ABD ile aramızı iyi tutalım, ekonomi iyileşirse ücretler de iyileşir, özelleştirme yaparsak sermaye gelir” tekerlemesini tekrar ediyor.
Maduro ise tüm başarısızlığının sorumluluğunu ABD ambargosuna yüklüyor.
Oysa Maduro 12 yıllık iktidarında tek bir kolektif projeyi hayata geçirmedi.
Solun siyasal araçlarını ve emekçilerin haklarını elinden aldı.
Muhalefetin adaylarına siyasal yasaklar koyup seçime girmesini engelleyerek ABD’ci sağın arkasına sığınacağı bir mağduriyet perdesi yarattı.
Yaptığı tüm hatalarla sağı ve ABD’yi içerde güçlendirdi.
ABD ile müzakereleri sürdüreceğim diye faydasız bir seçim oyunu oynadı.
Aradan 15 gün geçti ve tutanakların tartışılması devam ediyor.
CNE, Maduro'nun zaferini duyuruyor ama il ve ilçelere ilişkin ayrıntılı bilgi vermiyor.
Kurumun bu raporları yayınlamak için 30 günü var, ancak gecikme pek çok şüpheye yol açıyor ve bu şüpheler, her iki tarafın da tutanakları Yargıya sunmasıyla çözümlenemiyor.
Bu kadar muğlaklık ve şüpheden sonra tutanaklar açıklansa da bir anlam ifade etmeyecek.
Pekala Sağ, Maduro’nun zaferini “zaten kabul etmeyecektiyse” ve Maduro, sandık bir tarafa, gerçek bir halk desteğine sahip olduğunu kanıtlayamayacaktıysa…
Bu seçim niye yapıldı?
Kuşkusuz Batının barometresi her yerde olduğu gibi Venezuela’yı ölçerken de keyfidir.
Venezuela’da muğlak da olsa bir seçim yapıldı. Güney Amerika’nın 3.büyük ülkesi olan Peru’da seçilmiş devlet başkanı Pedro Castillo’yu hapse atıp yerine başkan atadılar. Üzerinden 2 yıl geçti; hala seçim yapmıyorlar.
Son 8 yılda nüfusunun dörtte birini yitiren Venezuela, Chávez zamanındaki gibi etkili bir ülke değil.
Maduro, Latin Amerika’da önemsiz bir isim.
ABD, Venezuela petrolüyle ilgileniyor ama Latin Amerika’yı bir bütün olarak kontrol ediyor.
Venezuela’da Maduro gibi etkisiz, inandırıcılıktan uzak, kitlelerle bağı zayıf ve bir o kadar da müzakereci bir yönetim ABD’nin işine geliyor.
Washington, Latin Amerika’daki kırılmayı bu zayıf hat üzerine inşa ediyor. Bunu iyi bilen Brezilya Devlet başkanı Lula ve Meksika Devlet Başkanı Lopez Obrador bu fay hattının derinleşmesini engellemeye çabalıyor.
Kolombiya, Meksika ve Brezilya hükümetleri Amerikan Devletleri Örgütü “OAS”ta Venezuela aleyhine bir karar çıkmasını engellediler. Fakat bununla birlikte hiçbiri Venezuela’daki resmi seçim sonuçlarını tanımadı.
Diğer yandan ambargo altındaki bir ülkede, ABD’nin siyasal aparatlarının başarısızlığı, solun hanesine artı olarak yazılır.
Ayrıca Corina Machado’nun liderliğindeki sağın Venezuela’da iktidara gelmeleri durumunda sola karşı bir intikam harekatı başlatacağına ve gerçek manasıyla bir sermaye diktatörlüğü kuracağına şüphe yok.
Lula ve Lopez Obrador, Venezuela’da Bolivarcı Yönetimin çöküşünün bir tür “Berlin Duvarı”nın yıkılışı etkisi yaratacağını düşünüyor olmalılar.
Kumandan Chávez, 4 Şubat 1992’de emrindeki birliklerle neoliberal bir hükümete karşı tarihteki ilk silahlı ayaklanmayı başlatıp başarısız olduğunda televizyon kameralarının karşısında hedeflerine “por ahora” yani “şimdilik” ulaşmadıklarını söylemişti.
Genç yarbay 2 yıl sonra hapisten çıkıp siyasete atılacak ve 1999’da Bolivarcı Devrimi gerçekleştirecekti.
Chávezli yıllarda sol ataktaydı.
Şimdi ise Maduro’nun inşa ettiği duvarı savunmak durumunda.
Maduro’nun duvarı yıkılmadı… “por ahora”
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish