Gıda şirketlerimiz neden bir bir yabancıların eline geçiyor?

Ulvi Saran, Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Uzun sürelerde, bin bir zahmetle kurulup belli yerlere gelen gıda şirketlerimiz, son dönemlerde yabancı şirketler tarafından bir bir satın alınıyor.

Bu kapsamda;

  • Ak Gıda ve Dost Süt, Fransız Groupe Lactalis’e,
  • Saka Suyu, Çamlıca Gazoz, Cola Turka, Japon DyDo Drinco Grubuna,
  • Yemek Sepeti, Alman Delivery Hero’ya,
  • Hayat Su ve Sırma Su, Fransız Danone’ye,
  • Erikli, Fransız Nestle Waters’a,
  • Doğadan, Coca Cola’ya,
  • UNO’nun yarısı İspanyol Vedanta Equity’e
  • YÖRSAN, Dubaili Abraaj Group’a
  • Ofçay, Amerikan Jacobs’a,
  • Peyman kuruyemiş, Bridgepoint’e,
  • Kemal Kükrer, Japon Ajinomoto’ya,
  • Kent Gıda, İngiliz Cadbury Schweppes’e
  • Banvit, Brezilyalı BRF ve Katar ortaklı TBQ Foods’a,
  • Filiz Makarna, Barilla G.e.R Fratelli S.p.A.’ya,
  • Fındık ihracat rekortmeni Oltan Gıda, Italyan Ferrero’ya,
  • Bizim Mutfak, Japon Ajimoto’ya,
  • Komili, Kırlangıç, Sezai Ömer Madra zeytinyağlarımız Amerikalılara satıldı.

Gıda sektöründeki başarılı şirketlerimize yabancıların ilgisini ve bunları satan şirketlerimizin elde ettikleri satış gelirlerini hangi sektörlere yatırdıklarını iyi analiz etmek gerekiyor.

Belli bir başarı seviyesini yakalayıp önemli bir aşamaya gelen gıda şirketlerimiz, tam da organizasyon yapılarını geliştirerek ve yenilikçi teknolojilere yatırım yaparak dünya markası olabilme şansını yakalayabilecekleri bir anda elde edecekleri yüksek kazancın cazibesiyle yabancılara satılıyorlar.

Sonuçta şirket sahiplerinin, bu satışlardan elde ettikleri gelirleri genelde kısa vadede daha fazla kazanma iştahıyla rant sektörüne veya gelip geçici alanlara kaydırmayı tercih etmeleri ekonomimiz adına büyük kayıp…

Elindeki varlığı geliştirip uluslararası itibar sahibi bir marka haline getirmek varken bir başkasına satarak getireceği kazanca talip olmak Türk girişimcisinin iş hayatına bakış açısını ortaya koyuyor.

Ne yazık ki, Türk girişimcisinin, sürdürülebilir üretim modeline dayalı değer zinciri esaslı yatırım kültürü yok. Temel hedefi, tutarlı bir organizasyon yapısıyla, yenilikçi ve vizyoner bir tasarıma ve kurumsallaşma kültürüne dayalı, geleceğe miras bırakacağı bir değer sistemi kurmak yerine, sahip olduğu servet yumağını en kısa sürede ve en kestirme yoldan büyütmektir. 

Bu nedenle, zenginliği imalat ve sanayide, hele yenilikçi ve teknolojik üretimde değil, rant ve ticarette arıyor. Çünkü üretim, sistem altyapısı, bilgi ve teknoloji, rekabetçilik ve stratejik öngörü gerektirir. Rant ve ticaret ise, konjonktüre ve fırsatçılığa dayandığından, hem daha kolaydır, hem de daha kısa sürede sonuç getirir.

Mesela, çikolatanın ana maddesi kakaonun yetişmediği İsviçre’nin, dünyanın en ünlü çikolatalarını üretmesinin ve bir çok tanınmış çikolata markası geliştirmesinin temelinde güçlü sistem altyapısı, köklü kurumsallaşma kültürü ve uzun vadeli gelişme stratejileri bulunuyor.

Öte yandan, ürünlerinde kullandığı fındığı bizden alıp (Türkiye’nin ihraç ettiği fındığın 8’de 1’ini, yani 180 milyon $’lık bölümünü) ürünlerinde kullanan İtalyan çikolata devi Ferrero, 10 milyar doların çok üzerinde yıllık ciro rakamlarına ulaşıyor. (2023 yılı cirosu 17 milyar $)

İtalya’da kakao yetişmiyor. Fındık üretimi de çok az.

Bu şartlar altında;

  • Ülkesinde yetişmeyen girdileri ithal ediyor,
  • Gelişmiş ve ileri teknolojiye dayalı bir üretim sisteminden geçirip nihai gıda ürününe dönüştürüyor,
  • 1946’da kurulan ve kalite standartlarından hiç taviz vermeyen “Ferrero” markasıyla tüm dünyaya pazarlıyor.

Ferrero, sadece ürünlerinin iki temel maddesinden biri olan fındığı bizden ithal etmekle kalmıyor. Türkiye’nin en büyük fındık ihracatçısı firmasını, Oltan Gıda’yı da satın alarak doğrudan üreticiden tedarik sonrası elde ettiğimiz ihracat gelirini de kâr marjına eklemiş oluyor.

Oysa çikolatalı veya kakaolu ürünlerin en önemli girdilerinden birinin, fındığın üreticisi olan Türkiye, pekâla dünya çapında itibarlı, birden fazla nihai gıda ürünü markası geliştirebilecek ve yüksek katma değer elde edebilecek iken, bir hammadde ihracatçısı olma rolünü benimsiyor ve fındığın baz haliyle satışından elde edeceği düşük kârla yetiniyor. Hatta Oltan Gıda’nın İtalyanlara satılması örneğinde olduğu gibi, Türkiye’nin önemli bir ihracat firmasının varlığı da son bulmuş oluyor.

Özetle:

Bin bir zahmetle kurarak geliştirdikleri ve başarılı bir rotaya oturttukları, gelecek için ümit vadeden şirketlerini yabancılara satan işadamlarımız, belki elde ettikleri yüksek gelirle servet yumaklarını sürpriz bir biçimde arttırmış ve kendilerince maddi endişelerden uzak risksiz bir geleceği garanti etmiş oluyorlar.

Ancak bu şirketlerin daha da büyüme, kurumsallaşma ve yenilikçi teknolojileri bünyelerine uyarlayarak dünya markası olma şanslarının ortadan kalkması ve sonuçta ülke ekonomisinin rekabetçi bir nitelik kazanma ve büyüme potansiyelinin sönmesiyle tüm Türkiye kaybetmiş oluyor.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU