KOBİ'ler rekabetçi bir ekonomi için ideal bir model mi?

Ulvi Saran, Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Türkiye'de 3 milyon 400 bin civarında KOBİ, yani küçük ve orta boy işletme var. Bu işletmeler, Türkiye’deki toplam işletmelerin %99,8’ini oluşturuyor. KOBİ’ler, ülkedeki toplam istihdamın %73,8’ini, toplam cironun %64,5’ini ve toplam ihracatın %56,3’ünü gerçekleştiriyor.

KOBİ'lerin temelde istihdam oluşturmaları, esneklikleri ve girişimciliği teşvik etmeleri yönüyle özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonominin motoru olma işlevini taşıdıkları kabul ediliyor. Ancak, bu tür ülkelerin pratiğine bakıldığında çoğunlukla birbirine benzer işleri yapan, teknolojik birikimleri ve sermaye yapıları zayıf, verimsiz ve güçsüz işletmeler oldukları görülüyor.

Türkiye'de resmi kriterlere göre, 250 kişiden az işçi çalıştıran ve yıllık satış geliri 250 milyon TL'yi aşmayan işletmeler KOBİ tanımına giriyor.

Bu bağlamda;

- 10'dan az işçi çalıştıran ve yıllık cirosu 5 milyon TL'yi geçmeyen işetmeler “mikro ölçekli,”
- 10-50 arası işçi çalıştıran ve 50 milyon TL’ye kadar ciro elde eden işletmeler “küçük ölçekli,”
- 50-250 arası işçi çalıştıran ve cirosu 250 milyon TL'yi geçmeyen işletmeler ise “orta ölçekli” işletme sayılıyor.

Ülkemizde istihdamın ana omurgasını oluşturan  KOBİ'lerde çalışan toplam işçi sayısı 21 milyon kişi civarında. Ortalamaya bakıldığında İşletme başına 6.1 kişi düşüyor.

KOBİ'ler esasen gelişmiş ülkelerde de ekonominin ve girişimciliğin lokomotifi… Ancak bu ülkelerdeki KOBİ tanımı, kapsamı ve ölçeği ile Türkiye'deki arasında önemli farklar var.

Avrupa Birliği'nde 250'den az işçi çalıştırıp 50 milyon avroya kadar cirosu olan şirketlere orta boy; 50-250 işçi çalıştırıp 2-10 milyon avro arası cirosu olanlara küçük; 50'den az işçi çalıştırıp cirosu 2 milyon avroya kadar olan işletmelere mikro işletme deniyor.

Genel olarak KOBİ'lerin büyük ölçekli firmalara göre AR-GE yapabilme, küresel bilgi ağlarıyla bütünleşebilme ve dijital teknolojilere uyum sağlayabilme kapasitelerinin daha düşük, esnek istihdam ve yenilikçi girişimlerde bulunma yeteneklerinin daha yüksek olduğu kabul ediliyor.

Çalıştırılan işçi sayısı, elde edilen ciro ölçeği ve genel istihdam içindeki oran yönünden bakıldığında, örneğin 30-40 kişi çalıştıran bir kafe veya alüminyum doğrama atölyesi ile aynı sayıda kişi çalıştıran bir yazılım ya da teknoloji şirketi arasında bir fark yokmuş gibi gözüküyor. Standart KOBİ tanımına göre ikisi de aynı gözükse de ürettikleri değer açısından aralarında dağlar kadar fark var.

Gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülke KOBİ'lerinin karşılaştırılmasında da çalıştırdıkları işçi sayısı veya elde ettikleri ciroların dışında başka noktalar öne çıkıyor: Ürettikleri ürünlerin ne ölçüde yenilikçi, katma değerli ve rekabet edebilir olduğu, uluslararası piyasalarda ne kadar yer alabildikleri, dolayısıyla milli gelirlerine ne kadar katkı sağlayabildikleri gibi kriterler belirleyici oluyor.

Yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye'de KOBİ'lerin ülkede üretilen toplam katma değere sağladıkları %47'lik katkı oranı, tüm OECD ülkeleri ortalaması olan %60'ın hayli altında kalıyor. Bu fark, esasen Türkiye gibi ülkelerle, dünya pazarlarına yönelik teknolojik ve yüksek katma değerli ürün üreten ülkeler arasındaki nitelik ve gelişmişlik farkını bir ölçüde ortaya koyuyor.

Ağırlıklı olarak KOBİ modeline dayanan üretim ve istihdam yapısı, düşük ve orta gelirliler grubunda ve düşük ve orta derecede kalkınmışlık düzeyinde bulunmayı ifade ediyor. Bu bakımdan KOBİ'ler özellikle gelişmekte olan ekonomilerde işgücüne yeni katılan nüfusun %80'ini istihdam ediyor.

Bizde KOBİ’ler ağırlıklı olarak Türk ekonomisinin lokomotifi olan iki temel sektörde, inşaat ve otomotiv alanında faaliyet gösteriyorlar. Şehirlerin sanayi sitelerine gidildiğinde, genelde inşaat sektörüne kaba ve niteliksiz malzeme tedariki veya otomotiv sektörüne yedek parça ve tamir hizmeti sağlayan bir işyeri profiliyle karşılaşıyoruz. Oto kaporta-boyama, demir-sac bükme ve kaynak atölyesi, inşaat demiri, seramik, cephe kaplaması, boya ve izolasyon malzemesi satıcılarından geçilmiyor.

Belli başlı şehirlerin organize sanayi bölgelerinde faaliyet gösteren nisbeten büyük ölçekli KOBİ’lere ait fabrikaların yenilikçi ve teknolojik nitelikleri düşük, dolayısıyla yükte ağır ve pahada hafif ihracat ürünleri, genellikle Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde pazar şansı buluyor.

Son yıllarda Türkiye’nin ihracat portföyü içinde hatırı sayılır bir ağırlığa ulaşan KOBİ’lere ait otomotiv yan sanayii ürünleri ise, esasen yabancı otomotiv markalarıyla yapılan fason üretim anlaşmaları çerçevesinde onların lisans ve kalite kontrolü altında üretiliyor.

2000'li yılların başından sonra milli geliri üç katına kadar artmış bulunan Türkiye, kişi başına 9-10 bin dolar civarındaki milli geliriyle orta gelirli ülkeler grubunda yer alıyor. Bu açıdan bakıldığında, ekonomilerinin yükünü, az sayıda işçi çalıştıran, sermaye yapıları ve teknolojik birikimleri zayıf, dolayısıyla dünya rekabetine uygun yenilikçi ve nitelikli ürün üretemeyen işletmelerin çektiği Türkiye gibi ülkelerin orta gelir tuzağını aşmalarını ve üst gelir grubunda yer almalarını sağlayacak sıçramayı yapabilmeleri alabildiğine zorlaşıyor.

Düşük sermaye ile kolayca kurulabilen, orta ve uzun vadeli gelişme stratejileri olmayan ve geleneksel düşünce kalıplarının dışına çıkamayan küçük işletmeler, yenilikleri izleyemiyor ve dışarıya dönük üretim yapma becerisini elde edemiyorlar. Dolayısıyla tümü iç piyasaya yönelik faaliyette bulunan girişimciler olarak, aynı pastadan sürekli daha büyük pay kapmak için birbirleriyle didişmekten başka şansları kalmıyor.

Basit bir şekilde anlatmak gerekirse durum, aynı miktar ve nitelikte malzeme ile sürekli aynı büyüklükte üretilen pastanın, her defasında daha çok aç insan arasında bölüşülmesi örneğine benziyor.

Türkiye'nin sürdürülebilir bir kalkınma ivmesi yakalayabilmesi ve ekonomide üretkenliğini arttırabilmesi için, işletmelerin iç pazarda aynı malı üretip birbirleriyle rekabet etmekten vazgeçip dışarıya odaklanmaları, küresel pastadan daha çok pay almak üzere, nitelikli, yüksek katma değerli üretim yapıp dünyadaki üreticilerle rekabet etmeleri gerekiyor.

Bu bağlamda, küçük ölçek; yetersiz sermaye, bilgi ve tecrübe eksikliği, teknolojiyi ve yenilikleri takip edememek, rekabetin dışında kalmak ve sonuçta darboğaza saplanmak demek.

Bu yetersizliklerle boğuşan işletmelerin AR-GE yapabilmelerini beklemek hiç gerçekçi değil… Dolayısıyla AR-GE kapsamında kendilerine sağlanan destekler, gerçekte ne yazık ki kaynak israfından başka bir işe yaramıyor.

Miktarları yetersiz de olsa, KOBİ’lere devletçe rutin olarak sağlanan kredi ve teşvikler var. Ancak bunlar, işletmelerin temelde taşıdıkları birikim ve donanım eksiklikleri, yapı ve işleyişlerindeki kısır döngü ve çoğunlukla içine düştükleri borç sarmalı nedeniyle darboğazdan kurtulmalarını sağlayamıyor. KOBİ’ler, devletçe kendilerine uygun koşullarda sağlanan kredileri, genelde cari harcamalarını ve personel giderlerini karşılamak ve kısa vadeli borçlarını kapatmak için kullanıyorlar.

Cari harcamalarını, işletme ve personel giderlerini bile karşılayamayacak derecede güçsüzlük sarmalına kapılan bu tür işletmelerin zaman zaman sağlanan kamu destekleriyle ayakta tutulmaları sürdürülebilir bir çıkış yolu değil.

Bu nedenlerle, işletmelerin öncelikle sermaye yeterliliği, örgüt yapıları, çalıştırdıkları personel sayısı, bilgi ve teknoloji birikimi yönüyle uygun ölçeğe kavuşturulmaları kaçınılmaz. Bu bağlamda, KOSGEB'çe sağlanan teşvikler ve kredi destekleri ağırlıklı olarak önemli bir teşvik unsuru olan "iş birliği-güç birliği" kriterine göre dağıtılmalı ve küçük işletmelerin mutlaka uygun ölçekler oluşturacak şekilde birbirleriyle birleşmeleri sağlanmalıdır.

SONUÇ

Sermayenin tabana yayılması, girişim kültürünün teşviki ve yaygınlaştırılması gibi yarar ve işlevleri olsa da, küçük ölçekli işletmelerin ekonominin can simidi ve en uygun girişim modeli olarak görülmeleri ve adeta idealize edilmeleri yanlış bir tutum.

Türkiye'deki esas sorun, KOBİ'lerin sayısal çokluğu veya istihdamdaki ağırlıkları değil, sermaye yapısı, bilgi ve teknoloji birikimi ve nitelikli üretim yönünden ekonomiye rekabet avantajı sağlayamayacak derecede güçsüz olmaları…

Sürekli sermaye darlığı çeken, aynı niteliksiz işleri yaparak iç pazardan pay kapmaya çalışan, sürekli açılıp kapanma ve iflaslarla karşılaşan güçsüz KOBİ modeliyle ülkemizde ekonomik gelişme ve kalkınmanın sağlanamayacağı açıktır.

Kısaca, ekonomimizin üretime ve KOBİ’lerin işletme modeline dayalı büyüme ve gelişme stratejisi; bu kuruluşların, sermaye ve örgüt yapıları güçlü, uzun vadede sürdürülebilir altyapıya sahip, yenilikçi ve rekabetçi girişimlere evrilmeleri yönünde  şekillendirilmelidir.


REFERANSLAR

http://ec.europa.eu/growth/smes/business-friendly-environment/sme-definition_en
https://www.oecd.org/mcm/documents/C-MIN-2017-8-EN.pdf
(https://ac.els-cdn.com/S1877042813005806/1-s2.0-S1877042813005806-main.pdf?_tid=e7116e7a-0980-11e8-a583-00000aacb35e&acdnat=1517731167_42281a1f68274df9b0ca47623acf8acb
https://www.investopedia.com/terms/s/smallandmidsizeenterprises.asp
https://www.kosgeb.gov.tr/site/tr/genel/detay/8173/kobi-tanimi-guncellendi
https://turkonfed.org/tr/detay/3707/kosgebin-yeni-kobi-tanimi-ve-istatiklere-gore-guncel-kobi-sayisi
https://www.tobb.org.tr/Sayfalar/Detay.php?rid=26166&lst=MansetListesi

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU