Afrika’nın kapılarını sömürgecilere açan Müslüman kral: Ahmed el-Mansûr

Mehmed Mazlum Çelik, Independent Türkçe için yazdı

Kral Musa'nın kervanı temsili

Ahmed el-Mansûr, yeryüzünün en habis ruhlu liderlerinden birisiydi.

Fas’ta kral olan Ahmed el-Mansûr, ahlaksız davranışları ve İslam’ın dönem içindeki en büyük düşmanları olan Portekiz ve İspanyollarla ittifak kurması İstanbul’u rahatsız etti. Osmanlı padişahı bu siyaseten münafık lidere haddini bildirmek için üzerine Kılıç Ali liderliğinde donanma yolladı.

 

Ahmed el-Mansur

Ahmed el-Mansûr, türlü hediye ve nedametlerle Osmanlı padişahından af dileyerek canını kurtarmayı başardı. Bu sinsi kral, Osmanlı olduğu müddetçe Afrika’nın Akdeniz kıyılarında kendisine hayat olmadığını anlayarak gözünü tarihin en zengin Kralı Mansa Musa’nın torunlarının ülkesi Songay Sultanlığına çevirdi.

Songay Sultanlığı tüm ülkece kendisini Kur’an talebeliğine adamış şirin mi şirin bir ülkeydi. Her sene elçileri, İstanbul’da Osmanlı Padişahı tarafından ağırlanır ve hürmet görürdü. Songalılar da sömürgecileri Kuzeyde, kendilerinden uzakta tuttukları için hürmetlerini sunardı.

İstanbul uleması, güzel Kur’an okumasıyla meşhur bu Afrika incisi siyahilere büyük bir teveccüh duyuyor, Songaylılar da Osmanlı padişahını nihai liderleri olarak görüyorlardı.

Ahmed el-Mansûr, Osmanlı’dan kurtulabilmek için aklına dâhiyane bir fikir geldi. Songay Krallığını yağmalamak! Üstelik bunu İspanyol askerleri ve silahlarıyla yapacaktı. Batılılar da Mansa Musa yolculuğundan bu yanı Afrika’nın içlerine bir şekilde girmenin hayalini kuruyordu. Şimdi Müslüman bir kral, Batılı Sömürgecilere kapıları kendi elleriyle açmayı teklif ediyordu.

Kral Mansa Musa ve yolculuğu

Tam adıyla Mansa Kanku Musa, Mali’de iktidarı 1312 tarihinde ele geçirdiğinde Mali için tarih artık başka bir seyirde akmaya başlamıştı.

Kral Musa tahta geçtiğinde kendisine bağlı Komutan Saran Mandian ile birlikte Afrika’da bulunan birçok bölgeyi fethetmeyi başardı. Kaynaklardan öğrenebildiğimiz kadarıyla; Kral Musa, kısa süre içerisinde 100 bin yaya 100 bin de atlı askerden oluşan devasa bir Mali ordusu meydana getirdi.

Sahip olduğu toprak ve askeri güç ile Kral Musa’ya rakip olabilecek tek güç Moğollar’dı. Coğrafi ve ekonomik üstünlüğü dikkate aldığımızda Kral Musa, Moğollarla çarpışsa muhtemelen büyük bir zafer elde edecekti.

Kral Mansa Musa’nın kurduğu devasa imparatorluk takdire şayandı. Kral Musa, Afrika’nın yeraltı madenlerini çıkartarak ülkesine büyük bir bolluk ve zenginlik getirdi. Mali halkı ona kısa sürede Madenlerin Efendisi Musa demeye başladı.

Kral Musa, fethettiği bölgeleri sömürmüyor, aksine mamur ediyordu. Bölgeleri eyaletlere ayıran Kral Musa her birine liyakatli valiler atıyordu. Bunu yaparken de hâkimiyeti altındaki yerel halkın değerlerine dikkat ediyor, mümkünse valilerini bölge halkından seçiyordu.

İslam dinine büyük bir inançla bağlı olan Kral Musa, Afrika’da on binlerce kişinin gönüllülük esasıyla Müslümanlığı seçmesini sağladı. Elbette bunda Arap tüccarlara tanınan imtiyazların da büyük etkisi vardı. Mali topraklarına akın akın gelen Arap tüccar ve seyyahlar bölgenin dini anlamda yaşadığı değişimde büyük bir rol oynadı.

Halkının İslamiyet’i benimsediğini gören Kral Musa, Timbuk’ta eşsiz bir caminin inşa edilmesini emretti. Sonuç gerçekten de muazzamdı. 1327 tarihinde yapımı tamamlanan Djinguereber (Cenne) Camisinin estetik açıdan Afrika’da bir eşi benzeri daha bulunmuyordu. Denilebilir ki Kral Musa, Afrika’nın tüm estetik anlayışının Djinguereber Camisine yansıtılmasını sağlamıştı.

Kral Musa bununla da yetinmedi, astronomi, tıp ve mühendislik alanında çalışmalar yürüten üniversiteler kurdu. Öyle ki çok kısa bir süre içerisinde İslam dünyasından birçok ünlü din adamı ve ilim erbabı akın akın Mali’ye gelmeye başladı. Kral Musa, ülkesine gelen birbirinden değerli bu isimlere pahada yüklü hediyeler ve özgür bir çalışma ortamı sağladı. İslam dünyasındaki ilim erbaplarına bu denli lütufkâr davranacak bir diğer kişi İstanbul Fatihi Sultan İkinci Mehmet olacaktı.

Mekke’ye büyük yolculuk

İslamiyet’i büyük bir hasiyetle idrak eden Kral Musa, Mali’de kurduğu büyük imparatorluk ile Afrika’ya huzur ve bereket getirmişti. Şimdi ise Mekke’ye gitmek ve önemli bir dini vecibe olan hac farizasını gerçekleştirmek istiyordu.

Dağıttığı zekât bile Karun’un hazinesini ikiye katlayan büyük Kral Mansa Musa, Mekke’ye gidecekti; ama bu öyle bir yolculuk olmalıydı ki insanlar asırlar sonra dahi hakkında konuşmalıydı.

Bu yolculuk için Mansa Musa’nın danışmanları yıllarca süren bir hazırlık çalışması başlattı. Yalnızca 100 deveye on binlerce külçe altın dolduruldu. Bu altınların güvenliği için yaklaşık 500 köle kullanıldı. Başkent Niani ve Mekke arasında yaklaşık 5 bin kilometrelik mesafe söz konusuydu. Dolayısıyla on binlerce muhafız askerin yanı sıra lojistik amaçlı sayısız büyük baş hayvan ve ağzına kadar dolu tahıl arabaları bu yolculukta Kral Musa’ya eşlik etti.

Kral Musa, mahiyetinde bulunan herkese İran kumaşlarından yapılmış altın işlemeli özel kıyafetler hazırlattı.

İlk durak Kahire

Tarihin gördüğü en büyük Hac kafilesi, ilk durak olarak Mısır’a ulaştı. Piramitlerin hemen dibinde kamp kuran Kral Musa’nın kafilesinin yalnızca birleşmesi tam sekiz ay sürdü.

Kral Musa’nın konaklamak için durduğu Kahire ekonomisi savaşlar ve kuraklıklardan dolayı yok olmanın eşiğine gelmişken Kral Musa bölgeden ayrıldığında şaha kalkmış durumdaydı.

Mısır Sultanı el Nasır, Kral Musa ülkesinden ayrılana kadar sanki Mısır’ın da kralıymışçasına davrandı; ancak Mısırlı tarihçilerin iddiasına göre Kral Musa, el Nasır’ın huzurunda ayaklarını değil de ellerini öptüğü için kısa süreli bir diplomatik gerginlik dahi oldu.

Oysa Kral Musa, daha ilk tanışmada el Nasıra 50 bin Dinar lütufta bulunmuştu. Elbette yalnızca Kral Musa değil, karısı Kraliçe İnari Kunate da hem güzelliği hem de ihtişamıyla tüm Mısır’ın aklını başından almaya başarmıştı.

Ünlü Arap tarihçi Makrizi, Musa’yı şöyle tarif edecekti;

“Kahverengi saçlı, hoş yüzlü ve çevik vücutlu gencecik bir adamdı. Kim yanına varsa verdiği hediyelerle kişinin aklını başından alırdı.”

Arap tarihçilerin bildirdiği bir başka ilginç nokta daha bulunuyor. Kahireliler, Kral Mansa Musa’nın halkına herhangi bir ürünü ederinin yüz katına satmaya öylesine alışmıştı ki Mali halkı gittikten sonra rahatlamış Mısır ekonomisi fiyat simsarları yüzünden kısa süre içerisinde tekrar derin bir krize saplanmıştı.

Bir sonraki durak Mekke

Kral Mansa Musa, Kahire’den ayrıldıktan sonra Mekke’ye ulaşmak adına çölü geçti. Bu yolculuk sırasında Kral’ın yanında taşıdığı hazinelerin ünü tüm dünyaya yayılmıştı.

Elbette bu durum beraberinde onlarca eşkıya grubunun güzergâh üzerine pusu kurmasına neden oldu. Bu pusularda birçok askerini kaybeden Mansa Musa, danışmanlarının önerilerine rağmen geriye dönmeyi reddederek Mekke’ye doğru hareket etmeye devam etti.
 

Mensa Musa


Mekke’ye ulaştığında dünyanın dört bir yanından Müslümanlar, Kral Musa’yı görmek için Mekke kapılarına gelmişti.

Yaklaşık üç ay Mekke’de kalıp ibadetle meşgul olan Kral Musa, ülkesine dönmek üzere tekrar aynı rotayı izledi.

Kahire’ye geldiğinde ise kendisini hiç beklemediği bir krizin ortasında buldu. Kahire’yi altına boğmuştu; ama altının bolluğu ve fiyatların uçması Kahire’de tarihte eşi görülmemiş bir zenginlik krizi yaratmıştı.

Kral Musa, Sultan Nasır’ın ricası üzerine Kahire’deki altınları yüksek faiz karşılığında ödemek üzere tüccarlardan topladı. Böylece Kahire ekonomisi hem geleceğini teminat altına almıştı hem de bu denli yüklü altının piyasada yarattığı dengesizlik giderilmiş oldu.

Mansa Musa, ülkesine döndükten sonra onun bu yolculuğu Avrupalıların dikkatini çekti ve onların Batı Afrika’nın zenginliklerine yönelik ilgilerini artırdı. Öncelikle Alman, İtalyan ve İspanyol haritacılar; Mansa Musa’nın zenginliğinin ölçülerini anlamak üzere Mali üzerine uzun yıllar araştırmalar yaptı.

Yahudi asıllı kartograf Cresques Abraham’ın çıkarttığı Mali’nin rezerv haritaları yakın zamanda başlayacak Avrupalı işgali ve sömürgenin mihenk taşını oluşturdu. Avrupalılar günden güne güçlenen Osmanlı ile baş edemeyeceğini anladığında rotasını Afrika’ya çevirecek ve bu kaynakları adeta yağmalamak için birbiriyle yarışacaktı. Üstelik yalnızca Afrika’nın rezervlerini de değil, bizatihi insanlarını da çalacak ve köle olarak dünyanın birçok yerinde satacaktı.

İbn Batuta ve Kral Musa görüşmesi

Ünlü Arap Seyyah İbn Batuta, Mali’nin bu büyük kralını görmek üzere sarayına kadar geldi. Burada Kral Musa tarafından büyük bir misafirperverlikle karşılanan Batuta şahit olduğu korkunç bir olayı şöyle nakledecekti;

“Biz sarayda bulunduğumuz sırada Prens Mansa Süleyman (Kral Musa’nın oğlu) Müslüman olmayan ve mahrem yerleri hariç tamamen çıplak yamyamları sarayında kabul ederek bir şeyler konuştu. Bu adamaların kulaklarında yarım ay şeklinde koca küpeler bulunuyordu. (Bu adamlar ülkelerinde bulunan altın madenlerinden Kral Musa’nın sarayına külçe külçe altınları vergi olarak taşıyan kimselerdi)

Kral Musa, bu yamyamlara büyük bir misafirperverlik ve hürmet gösterip onlarla oturup kalkıyordu. Altınların karşılığı güzel kıyafet giymiş siyah bir kadın yamyam grubuna getirildi. Bu kadını oracıkta parçalayarak yedikten sonra ellerine ve yüzlerine bulaşan kanla Kral Musa’ya şükranlarını sundular. Etrafımdakiler bunun her saray ziyaretinde gerçekleşen bir gelenek olduğunu söylediler.” (Ibn Battuta, Travels in Asia and Africa 1325-1354, tr. and ed. H. A. R. Gibb (London: Broadway House, 1929)

İbn Batuta

Batuta’yı rahatsız eden bir diğer noktada kadınların çıplaklığına dairdi;

“Buradaki en kötü adetlerin başında hizmetçi, cariye ve genç kızların çıplak bir şekilde gezmeleridir. Avret yerlerine kadar görünen bu kadınlar başlarına kına gibi kül sürerlerdi.

Bir diğer kötü adetleriyse at, eşek ve köpek etini tüketmekte bir beis görmemeleri olsa gerek.” (age.)

Kral Musa, 1337 yılında 57 yaşında hayatını kaybetti, yerine oğlu Mensa Süleyman geçtiyse de Mali bir daha parlak günlere dönemedi ve büyük Kral Mensa Musa’nın büyük imparatorluğu sessizce tarih sahnesinden çekildi. 

Son yapılan araştırmalara göre Mensa Musa’nın sahip olduğu servet bugün yaşayan en zengin kişinin servetinin yaklaşık dört katıdır. Nitekim bu bilgi yalnızca tespit edilebilen hazinesinin ederi hesaplandığında yapılan bir çıkarsamadır.

Ahmed el-Mansûr başarılı oldu mu?

Evet, Ahmed el-Mansûr başarılı oldu. Timbuktu, Cenne ve Songay'ın başkenti olan Gao’da tarihte eşine az rastlanan katliamlarla Kral Mansa Musa’nın tüm maddi mirasını yağmalayarak İspanyollarla paylaştı.

Ahmed el-Mansûr bu zenginlik sayesinde Osmanlı’dan bağımsızlık elde etti. Onun 1603 yılındaki ölümünden sonra krallığı oğulları arasında kaosa sürüklenince Ahmed el-Mansûr’un ittifak yaptığı Batılıların bölgeyi işgalini yine Osmanlı engelleyecekti. Öte taraftan Batılılar, bir kez Afrika’nın içlerindeki zenginliğin ve insan kanının tadını Ahmed el-Mansûr yüzünden almıştı. Bu hadiseden sonra sömürgecileri Afrika’dan uzak tutmak pek de mümkün olmayacaktı.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU