Görünüşe göre Arap dünyasındaki halklar değişime dair blöf yapmıyor. Yaldızlı tahtlarından ulusa seslenen generallere ve dini tutucuların geçit törenlerine alışmış olsak da yeni bir Arap siyasi eliti bu döngüyü kırabilecek gücü edinmiş gibi görünüyor, sırasıyla her ülkede.
Tunus halkı önceki pazar (15 Eylül) yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda eski düzene büyük bir darbe vurdu. Ve bu büyük bir an olarak hissedildi.
Tunuslular verdikleri oylarla gelecek ay yapılacak ikinci tur seçimlerine pek bilinmeyen iki siyasetçiyi, Kays Said ve Nebil Karvi'yi taşıdı. Ne Said ne de Karvi eski düzenin bir parçası; ne orduya, hatta ne de güçlü işçi sendikalarına yakın. Buna rağmen, görevdeki başbakan, iki eski başbakan, bir savunma bakanı ve eski cumhurbaşkanı da dahil olmak üzere eski rejime veya İslamcılara bağlı kıdemli politikacıları alaşağı etmeyi başardı.
Kays kendisini, değişim çağrısını yükselten Tunus gençleriyle uyumlu kılmaya çalışan bir sosyal muhafazakar. En tuhafı, seçmenlerin yolsuzluk suçlamalarıyla hücreye atılmış, tartışmalı işadamı Karvi'yi desteklemesiydi.
Her iki aday da Arap dünyasında oy kazanmak için yapılan geleneksel ve büyük kampanyaların modası geçmiş numaralar olduğunu kanıtladı. İnsanların mesajı açık ve netti: Değişim istiyorlar.
Nitekim Tunus, Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali'yi deviren ve böylelikle Arap dünyasındaki en etkili demokratik dönüşüme ön ayak olan 2011 devriminin ikinci bir turuna tanıklık etti.
Tunus'taki yeni "politik isyan" hem Nahda'nın (mevcut en büyük İslamcı hareket) hem de devrim-sonrasının laik bağnazlarının umudunu kırarken, siyaset oyununa da yeni kurallar getirdi.
Tunus cumhurbaşkanlığı seçimi, yerinde sayan Arap rejimlerini sarsan yeni ve büyük bir hareketin parçalarından biri. Seçim, belki de noktası virgülüne, Sudan'da Müslüman Kardeşler'le ordu arasındaki ittifakla tanımlanan 30 yıllık boşluğu sonlandıran ayaklanmayı andırıyor. Bu ittifakın yerinde, tamamı sivil aktivistlerden oluşan bir ittifak yükseliyor. Hartum'daki protestocuların tutarlılığı ve azmi, orduyu sivil yönetimin önünü açmaya itmekle kalmadı, aynı zamanda Arap dünyasının tamamında yankılanması beklenen geniş çaplı bir kararlılığın simgesi haline geldi.
Bu hareketin en iyi tanımı "psikolojik bir kefaret dönemi" olsa gerek. Halk, orduyla İslamcılar arasındaki iki kutupluluk üzerine inşa edilen bir siyasal sistemin başarısız olduğunu ve değiştirilmesi gerektiğini fark ediyor. Kimse bunun neyle değiştirilmesi gerektiğinden emin değil fakat insanlar bölgede görülmüş en büyük siyasal deneme-yanılma oyununa hiç olmadığı kadar hazır görünüyor.
Halkın müteahhitlik yapan uyumsuz bir aktörden; videolarıyla yolsuzluk iddialarına ve ordudaki görev suistimallerine değinen Muhammed Ali'den haber almak için heyecanlandığı Mısır'dan yeni döndüm. Bu adamın tek başına yürüttüğü kampanya rejimi sarsmayı başardı ve 2013'te Muhammed Mursi hükümetinin devrilmesinden bu yana ilk defa rejimin savunmaya çekilmesine neden oldu.
Üstelik Müslüman Kardeşler’den despotik askeri yönetimin potansiyel bir alternatifi olarak söz edildiğinde bile, insanlar herhangi bir şeye ikinci bir şans vermeyi şiddetle reddediyor.
Kahire sokaklarında insanlar genişleyen askeri ekonomik imparatorluktan, eşitsizlik ve adaletsizlikten dem vuruyor. 105 milyon nüfuslu ülkeye generaller ve kuklalaştırılmış kolluk kuvvetleri tarafından nasıl boyun eğdirildiğinden şikayet ediyor. Aynı zamanda, İslamcılara yönelik nefretlerini de dile getiriyor.
Biraz batıda, pek çok Cezayirli sivil demokratik yönetim için her hafta sokağa çıkmaya devam ediyor. Hem de Ahmed Kayid Salih ve yardakçılarının kontrolü altındaki ordunun tavizsiz direnişine rağmen.
Cezayirliler Tunuslu komşularına göz atıp kendilerinin de televizyonda tartışan adayları izleyip değerlendirebileceği günleri görmeyi umuyor. Onlar da özgür ve tarafsız seçimlere katılıp kendi siyasi liderlerini seçebilecekleri günün hayalini kuruyor.
Ortadoğu'daki halklar yepyeni bir siyasi elit oluşturmaya hazır görünüyor. Devlet yönetmeye dair deneyimleri (ve bazen de ağırbaşlılıkları) konusunda eksiklikleri olabilir ama halk yeni yüzlere ve programlara odaklanmış durumda.
Huysuz generaller ve İslamcılar karşılıklı danslarına o kadar uzun süredir kilitlenmiş durumda ki, Arap Baharı'nın ikinci dalgası neredeyse fark edilmeksizin kabarmayı başardı. Arap toplumlarını tanımlamaya başlayan derin ancak sessiz değişiklikleri anlayamıyor veya çözemiyorlar.
2018'de bağımsız aktivistler Tunus'un belediye seçimlerine damgasını vurmuştu. Bu, ülkenin rotasını partizan olmayan yeni bir siyaset tarzına çevirmişti. Şimdi cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda nispeten bilinmeyen iki siyasetçimiz var ve bunun ötesinde, gelecek ay yapılacak parlamento seçimlerinin de benzer siyasetçilerin lehinde sonuçlanması oldukça muhtemel.
Monarşik ve askeri hanedanlardan oluşan bölgesel iktidar sistemini bir arada tutan ve buna bir alternatif olarak İslamcıları sunan toplum sözleşmesi artık dağılıyor. Tunus ve Sudan halkı, demokratik veya devrimci yöntemlerle aynı hedefe,ve eski sistemin reddine ulaşılabileceğini kanıtlamış oldu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: Noyan Öztürk
© The Independent