Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olun; bu, takvaya daha yakındır. Allah'tan sakının, doğrusu Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Maide Suresi 8. Ayet
15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden tam 8 yıl geçti. Bu geçen 8 yıla rağmen halen o güne dair birçok şey karanlıkta duruyor ve aydınlatılmayı bekliyor. Tüm bunların yanında gözümüzün önünde apaçık bir şekilde duran gerçekler de var ortada.
Şöyle ki çoğu açıdan halen aydınlatılamamış olsa da bu ülkenin seçilmişlerine karşı başlatılan bir darbe girişimi oldu 15 Temmuz’da. Bunun yanında geçmişte sayısız darbeye şahitlik etmiş ve bu darbelerin getirdiği ağır yükü uzun yıllar omuzlarında taşıyan ve bu yüzden artık darbelerden de darbecilerden de bıkan ve bu kez “Bizi ezmeden olmaz!” diye haykıran ve yüzlerce can kurban vererek darbeyi durduran yürekli bir halk vardı sokaklarda. Arka planda neler yaşandığını tam olarak bilmesek de tüm bunlar ne bir tiyatro ne de bir sinemaydı. Zira demokrasiye inanmış yüzlerce masumun canı ve kanı sokaklarda kaldı. Bu korkunç derecede acı bir gerçek. Ne var ki bu acı gerçeklerin yanında pek de görülmeyen ya da görülmek istenmeyen acı gerçekler de var önümüzde. Zira 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ülkede neler yaşandığına şöyle bir baktığımızda başka bir korkunç tablo çıkıyor karşımıza.
Şöyle ki 15 Temmuz 2016’dan bu yana:
Olağanüstü Hal kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile 50 bini öğretmen, 13 bini asker, 32 bini polis, 7 bini sağlık çalışanı, 6 bini akademisyen ve 200 bini de diğer kamu ve özel sektör çalışanları olmak üzere toplamda 300 bin kişi görevinden ihraç edildi.
Tam 2 milyon 217 bin 572 soruşturma dosyası açıldı. (Yani ülkemizde terörle suçlanan kişi sayısının aralarında Estonya, Letonya, Malta ve Makedonya gibi Avrupa ülkelerinin de yer aldığı 94 ülkenin nüfusundan daha fazla olduğu anlamı taşıyor.)
Bunlarla beraber 693 bin 162 kişi hakkında adli işlem yapıldı. Bunlardan 67 bin 893’ü hakkında soruşturma; 26 bin 667 kişi hakkında da ilk derecede mahkemeler halen devam etmekte.
122 bin 632 kişi hakkında mahkûmiyet kararı verildi. 33 bin 983 kişi hakkında da diğer kararlar söz konusu. 344 bin 848 kişi hakkında takipsizlik kararı verilirken 97 bin 139 kişi hakkında da beraat kararı verildi
Gözaltına alınan kişi sayısı 600 bini çoktan geçti. Hali hazırda tutuklanan kişi sayısı da 500 bini aşmış durumda.
Tutukluların 100 binden fazlası kadın. Öte yandan anneleriyle birlikte cezaevinde kalan çocuk sayısı dehşet verici bir boyutta. Zira 3 binin üzerinde çocuk ve 900’e yakın bebek halen cezaevlerinde dört duvar arasında bulunuyor ve her şeyden habersiz olan bu masum çocuklar o karanlıkta yaşamak zorunda.
Suçlu olanların yanı sıra suçsuz yere ihraç edilen hatta hapse gönderilen bir hayli masum insan da var bunların içinde. Nitekim bu durumu “At izi it izine karıştı.” diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan da kabul etmişti.
Bu şekilde ihraç edilenlerin birçoğu işlerini, geçim kaynaklarını kaybetmiş ve toplum içinde yaftalanmış ve dışlanmış durumda. Bu durum psikolojik ve ekonomik açıdan büyük sıkıntılara yol açmıştır. Ayrıca, ihraç edilen kişilerin aileleri de bu süreçten son derece olumsuz etkilenmiş ve çok büyük mağduriyetler içerisinde bulunmaktalar.
Öyle ki 2016-2023 yılları arasında yaşatılan hak ihlalleri nedeniyle kasım ayı itibariyle 538 kişi üzüntü, stres ve hastalıktan, 138 kişi cezaevlerinde, 93 kişi intihar ederek, 36 kişi Meriç’ten veya Ege’den geçmeye çalışırken, 103 kişi uzak illerdeki cezaevlerine konulan yakınlarını ziyarete giderken trafik kazalarında, 19 kişi bilmedikleri işlerde çalışırken iş kazalarında, 8 kişi gözaltında, 1 kişi mahkemede hayatını kaybetti. Bunlardan 21 kişi öldükten sonra OHAL komisyonu ya da mahkemeler tarafından görevine İade edildi.
Alın size birbirinden acı ve çarpıcı iki örnek!
Bir ülke düşünün ki terörist diyerek elinden silahını aldığı bir polisi KHK ile önce ihraç ediyor sonra hapse atıyor ardından aynı kişiye hapisten çıktıktan sonra “sen askerliğini yapmamışsın” diyerek terörist dediği KHK’li polisin eline tekrardan silah verip askere alıyor. Sonrasında KHK’li bu polis askerde bir çatışmada vuruluyor ve hayatını kaybediyor. Yani KHK’li o polis son nefesini bir terörist olarak alırken, aldığı o son nefesi bir şehit olarak veriyor. Böylesi bir trajedinin tarihte ne bir eşi ne de bir benzeri olmasa gerek. Yaşarken teröristti, ölürken şehit. Bir insan için ne denli dayanılmaz bir acı ve bir devlet için ne denli büyük bir utanç karinesi, bu KHK’li polisin hazin hikâyesi…
Yaşarken terörist diye çağrılan birinin ölürken şehit olarak uğurlandığı tek ülke Türkiye’dir herhalde!
Kelepçeyle hapse yollananlar çelenklerle kabre konuluyor.
Bir öğretmen düşünün ki KHK ile ihraç ediliyor ardından gözaltına alınıyor ve iddia odur ki kronik rahatsızlığı olduğu halde kullanması gereken ilaçları kendisine verilmediği için gözaltındayken ölüyor. Gözaltındayken ölen ilk KHK’li olduğu için cenaze işlemlerinin nasıl yapılacağı tartışma konusu oluyor. Belediyeler, “teröristin cenazesini taşımam” diyerek cenaze aracı vermiyor, imamlar “bir teröristin cenaze namazı kılınmaz” diyerek namazını kılmaya yanaşmıyor, muhtarlar durur mu “Köyümüzde, mahallemizde hain istemiyoruz” diye ardı ardına açıklamalar yapıyor. Yani bir ölüden içinde çürüyeceği bir mezar bile esirgeniyor. Sonra içlerinden biri kalkıp müthiş bir fikir ortaya atıyor. “Ülkede hainler mezarlığı kuralım ve bu hainleri o mezarlığa gömelim.” diyor. Ve tüm bunlar koca bir ülkenin gözü önünde yaşanıyor. Ölmüş birinden şeytan bile el etek çekerken koca bir toplum ölmüş birinden yine de el çekmiyor. Ölen kişi tüm bunlardan habersiz olsa da o ölenin yakınlarına nasıl bir acı yaşatıldığının kimse farkına bile varmıyor ya da umursamıyor. KHK’li o öğretmenin cenazesini defnedecek bir yer bile bulamadığı için elinde cenazesiyle kala kalan ve kadın haliyle oradan oraya sürüklenen o zavallı eşinin çaresizliği halen gözümün önünden gitmiyor. Peki, sonra ne oluyor biliyor musunuz? O kendisine mezar yeri bile çok görülen o öğretmenin suçsuz olduğu anlaşılıyor ve ölümünden aylar sonra resmi yazıyla işine iade ediliyor. Bir kişi de “Yahu ölüler işe gidemez beyler!” demiyor ya da diyemiyor. Geç gelen adaletin adalet olmadığının en bariz resmidir mezarsız kalan o ölünün hikayesi.
Kelepçeyle hapse yollananlar çelenklerle kabre konuluyor.
İşten atılıp kabre konulanlar kabirdeyken işe alınıyor.
Gelinen noktaya bakar mısınız? Akıl ve vicdan tutulması böyle bir şey işte.
Evet, bu süreçte, gerçek suçluların yanı sıra sayıları on binleri bulan masum insanlar da ne yazık ki görevlerinden haksız ve hukuksuz bir şekilde ihraç edildi. Birçok açıdan bir mağduriyetin ve mahkumiyetin pençesine atıldı. Deyim yerindeyse kurunun yanında yaş da yakıldı. Yıllardır yaşanan bu hukuksuzluğa dikkat çekmeye çalışan, kendisi de ayrıca bir KHK mağduru olan ve iki dönemdir mecliste milletvekili olarak görev yapan Ömer Faruk Gergerlioğlu’na bu durumu sorduğumda uzun uzadıya anlatıyor yaşanan mağduriyetlerin boyutlarını.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası OHAL'in ilan edilmesiyle birlikte Bakanlar Kurulu kararıyla ilan edilen KHK'lerle yüz binlerce kişi işinden ihraç edildi. Böylesi bir tasfiye başka bir yerde görülmedi. Cumhuriyet tarihinin en büyük tasfiyesi oldu bu. Bir başka darbe döneminde yani gerçekleşmiş darbe döneminde bile olmadı. Gerçekleşmemiş bir darbe sonrası ise yüzbinlerce kişi yargı kararı olmadan Bakanlar Kurulu imzasıyla işinden atıldı ki bu imzaları Ali Babacan bunu ifade etti; boş kâğıtların altına imza atılıp üstünün doldurulması şeklinde tezahür ettiği de bir gerçek. Ali Babacan dönemin imzacılarından, Bakanlar Kurulu imzacılarından sanırım kendisi bunu da teslim etti ve bu denli keyfi imzalarla, üstü doldurulan imzalarla yüz binlerce kişi herhangi bir yargı kararı, idari bir süreç olmadan işinden ihraç edildi ve terörist ilan edildi. Gece 23.30, 00.00'da internetten terörle iltisaklı, irtibatlı olduğu ilan edildi ve ertesi güne tüm vatandaşlık haklarından, medeni haklarından mahrum edilmiş ve damgalanmış bir kişi olarak uyandı ve acımasız muameleler gördü. Neye uğradığını şaşıran KHK'liler idare mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve AİHM'e başvurdu. Hepsinden eli boş döndüler. Çünkü hepsi: "Bu yargısal bir karar değil, idari bir karar. O yüzden biz bu konuda bir şey yapamayız." gibi ifadelere sığındılar ve Avrupa Konseyi'nin uygun bulması, AİHM'in de izin vermesiyle mağdurlar Ocak 2017'de kurulan bir komisyona başvurdular. Fakat bu komisyonun başvuruları 2017 Eylül'e kadar uzadı. Yani takriben bir sene boyunca nereye başvursa sonuç alamayan bir topluluk oldu ki bunlar yüz binlerce kişiydi. Aileleriyle milyonları bulan bir önemli topluluktu. En sonunda OHAL komisyonu başvuruları almaya başladı ve iki yıl içinde sonuçları açıklayacağını ilan etti. Fakat zaten bu komisyona başvurular çok yanlıştı. Çünkü hukuksuz ihraç edenin denetimindeki, keyfiyetindeki bir komisyon ihraçlar hakkında karar verecekti ki bu kararlar anayasaya uygun değil. İhraç eden idarenin keyfine, isteğine göreydi. Komisyona başvuranların en ufak hukuki vatandaşlık hakkı bile yoktu. Çünkü ne ile suçlandığını bilmeden bu komisyona başvurdu. Yani neden ihraç edildiğini neye göre savunma yazmasını bilmeden bu komisyona başvurdu. Her vatandaşın ne ile suçlandığını bilme hakkı ve ona göre başvuru yapma hakkı vardır idari ve adli makamlara. Fakat KHK'liler için böyle bir şey olmadı. Ve OHAL komisyonu çok hukuksuz bir süreç takip ederek, legal kriterleri illegal kabul ederek, anayasayı çiğneyerek, usul ve esas hataları yaparak korkunç bir süreçte insanları tüketti ve bu arada bu bekleyiş içinde birçok kişi ekonomik bir sefalet yaşadı, psikolojik olarak depresyona girdi insanların aile ilişkileri, kişisel, ruhsal durumları ve fiziksel, psikolojik yakalandıkları hastalıklar normalin üstüne, çok üstüne çıktı. Boşanmalar, intiharlar, erken yaşta kanser hastalıkları çok yoğun ve belirgin bir hal aldı KHK'liler arasında. Büyük bir bekleyiş oldu. 2 yılda bitecek denen komisyon 6 yılda ancak bitti ve yüzde 87 oranında başvuranlara ret verildi. 125 bin 600 başvuru yapılmıştı. Tüm KHK'liler da başvurmamıştı. İlk başta 152 bin ihraç vardı ve bu OHAL ile ilgili yeni yasalar çıkarak devam etmişti. 7145 sayılı yasa ile güya OHAL hükümleri 2 yıl sonra ortadan kalktıktan sonra defalarca uzatılan, iki ayda bitecek denildiği halde iki yıl sonra biten OHAL sonrası 7145 sayılı bir yasa çıkarıldı ve bu yasa çerçevesinde OHAL yetkileri idareye verildi ve ihraçlar devam etti. 152 bin ihraç, 300 bine yakın bir sayıya ulaştı. Çünkü bakanlıklar eliyle keyfiyet 375 sayılı KHK eliyle sürdürüldü. Yani üstü örtülü bir şekilde OHAL devam etti. OHAL hiçbir şekilde bitmedi. Biz OHAL'in bitmediğini düşünüyoruz. Çeşitli taktiklerle Avrupa'yı aldatmak, Avrupa Birliği'ni aldatmak için birtakım yeni yasalar, taktikler icat ettiler. Fakat hukuksuzluk hiç bitmedi. OHAL Komisyonu'na başvuran kişilerin, ki herkeste başvurmamıştı, 125 bin 600 kişi başvurmuştu. Bunların yüzde 87'si reddedildi. Bu retler anayasaya aykırı kriterlerle alındı. Kişilerin önceden suç olduğu ilan edilmediği halde yaptıkları fiiller terörle ilişkilendirildi. Mesela BankAsya'yq para yatırmak, çocuğunu bir okula kaydetmek, derneğe üye olmak, gazete almak gibi fiilleri yaptığı zaman bunlar suçtur denilmediği halde sonrasında bunlar suç olarak kabul edildi. Ve acımasızca, hukuksuzca insanlar cezalandırıldı. İşinden atılmakla kalmadı bir de "terör örgütü üyeliğinden" veya "örgüte yardım" gibi gerekçelerle acımasızca cezalandırıldı ve burada insanlar madden manen çökertildi. Çok yalnız bırakıldı ve intiharlar devam etti. En sonunda iki yılda bitecek denen OHAL Komisyonu sonuçları 6 yılda bitti. Bu çok korkunç bir uzamaydı. Çok pervasız bir uzamaydı ve nihayet bitti ama adalet gelmedi. İnsanlar çok hukuksuz gerekçelerle kesinleşmemiş yargı kararları ile ihraç edildiler.
KHK mağdurları böylece büyük bir girdabın içine düştü. Bırakın legal kriterler olsa da ceza alanları, takipsizlik ve beraat alanlar bile iade edilmedi. Devletin başka kriterleri vardı. Güvenlik soruşturmaları yapıyordu ve bu güvenlik soruşturmaları çerçevesinde birçok yerde de ifade etti; "Ceza soruşturmalarından beraat edebilirsiniz ama biz zaten irtibat ve iltisaka bakıyoruz. Ceza soruşturmasından beraat etmenizin hiçbir anlamı yok. Zaten ihraç nedenimiz de irtibat ve iltisak." diyerek keyfi, muğlak, soyut cevaplar verdiler. Takipsizlik ve beraat alan ve iade edilmeyen kaç kişinin olduğu istatistiksel olarak tespit edilemedi. Ama on binlerce kişi olduğu tahmin ediliyor. Bunun yanı sıra KHK ile kapatılan kurumlarda öğretmen olarak çalıştığı için çalışma izni iptal edilen de en az 20 bin kişi vardı. Bu kişiler de yıllardır beraat ettikleri halde İçişleri Bakanlığı'ndaki güvenlik soruşturmalarını aşamayarak herhangi bir özel okulda öğretmen olarak çalışamadı. 20 bin kişinin çok az bir kısmı belki böyle bir hak elde etti ancak şu anda bu engellemeler Anayasa Mahkemesi'nin birtakım iptal kararlarından sonra Millî Eğitim Bakanlığı eliyle devam ettiriliyor ve bırakın kamuyu özel okullarda bile bu kişiler çalışamıyor. 35 bine yakın kamu görevlisi öğretmen ihraç edildi ve ihraç edilen doktorlar özel hastanelerde çalışabilirken öğretmenler kesinlikle özel bir dershane veya kurumda öğretmen olarak çalışamadı. Takipsizlik ve beraat aldığı halde OHAL Komisyonu'ndan iade edilmeyen yine binlerce kişi var ve sayısı tam olarak tespit edilmiş değil. Bu konuda net rakamlar yok. Fakat şöyle rakamlar var. OHAL ilan edildikten sonra 2,5 milyona yakın terör soruşturması başlatıldı. Çoğu KHK ile ilgili hususlarda bu da çok yüksek bir rakam ve dünya standartlarının çok çok üstünde bir ülkenin 2,5 milyona yakın vatandaşı hakkında terör ithamıyla soruşturma başlatılması son derece dikkat çekici. Bunun sonucunda yüz binlerce kişi cezaevlerinde kaldı. Binlerce çocuk annesiyle beraber cezaevlerinde kaldı bu son 8 yıllık süreçte. Bazen anlık olarak çocukların sayısı 850'leri buldu. Fakat toplama baktığınız zaman binlerce olduğu ortaya çıkıyor. Cezaevlerindeki sayı aniden arttı OHAL sonrası ki iki kez tahliye, infaz indirimleri yapılarak gerçekleştirildi. 2016 yılında KHK nedeniyle cezaevine girecekleri için adli mahpuslar bir infaz indirimiyle çıkarıldı. Yine 2020 yılında da 100 bine yakın adli mahpus cezaevleri boşaltılsın, KHK ile ihraç edilen kişiler cezaevine girsin diye cezaevinden çıkarıldı. Buna rağmen şu anda cezaevlerinde 50 binden fazla kapasite fazlası mahpus var ki bu sayı da arttırılmış kapasitenin üstündeki 50 bin oluyor. KHK ile ihraçların ani ve pik yapan sonuçları hayatın her alanına yansıdı. İşinden ihraç edilen insanların yüksekliği, yargılanan insan sayısı yüksekliği ve cezaevlerinde aniden artan çok yüksek sayıdaki kişiler. Bunun için neler yapıldı? İnsan hakları dernekleri konuları gündeme getirdi, raporlaştırdı. Bizler OHAL Döneminin Toplumsal Maliyetleri Raporları hazırladık defalarca. Binlerce kişi çok ağır insan hakları ihlalleri anlattı ve binlerce sorun öne çıktı ve en önemli sorunların ekonomik sorunlar, psikolojik sorunlar ve sosyal dışlama olduğu, ki bunlar yüzde 90'ın üstünde OHAL mağdurlarını etkiliyordu, bunun olduğu ortaya çıktı ve sırayla daha pek çok sorun çok dikkat çekici oranda ortaya çıkıyordu. Bütün bunlar için adım atılması gerekiyordu ama hukuki mekanizmalar siyaset tarafından engellendi ve sürekli yargının baskı altında tutulduğu bir yerde iadeler engellendi. OHALl Komisyonu son derece yoğun bir baskı altındaydı. Ve ardından idare mahkemeleri yoğun bir baskı altındaydı. Zaten bütün bunların sonucunda da Erdoğan AİHM'e ulaşsa da herhangi bir kararı tanımayacağını açıkladı.
Siyaseten biz ne yaptık? Yoğun bir şekilde konuyu gündeme getirdik ve ağır hak ihlalleri konusunda Adalet Bakanlığı'na ve diğer bakanlıklara yoğun bir şekilde soru önergeleri verdik. Çünkü adeta vatandaşlıktan çıkaran uygulamalarla KHK ile mağdur edilen kişiler bir medeni ölüm yaşıyorlardı. Yani canlı ama ölmüş muamelesi yapılıyordu. Vatandaşlıktan adeta çıkarılmıştı. Yurt dışına çıkışları yasaklanmıştı ve sosyal yardım almaları konusunda da çok skandal düzeyde uygulamalar ile engellemeler yaşatıldı. Banka hesaplarına el konuldu, bankalarda hesap açılmaları engellendi, kredi kartı almaları engellendi, sosyal yardım almaları engellendi ve ağır bir şekilde dışlandılar, ötekileştirildiler. Bütün bunların karşısında siyasetçi olarak bakanlıklar düzeyinde önemli bir mücadele sergiledik. Fakat yukarıdan gelen talimatlar çerçevesinde hukuksuz olduğu bilinse de OHAL mağdurlarına özel bir muamele yapıldığını gözlemledik. Çok özel bir dışlama yapılıyordu. Hukuksal durum bu. Defalarca legal kriterlerin cezalandırmaya neden olmaması gerektiğini tüm hukukçular ispatlasa da iktidar bunu umursamadı ve çok keyfi ve umursamaz davrandı. Gelinen noktada bir çözümsüzlük var. Bir siyasetçi olarak KHK mağdurlarının sorunlarını hep gündem ettim ve KHK'ların en başta anayasaya aykırı olduğu için iptal edilmesi gerektiğini söyledik. Yani sadece takipsizlik ve beraat alanlar iade edilsin demedik. KHK'ler anayasaya aykırıdır ve iptal edilmelidir. Çünkü keyfi olarak çıkarılmıştır. En başta anayasanın OHAL KHK'leriyle ilgili maddeleri yeri, süresi ve konusu itibariyle kesinlikle uygun değildir fakat Anayasa Mahkemesi bu konularda siyasi iradeyi üzecek kararlar alamadı ve yasa iptalleri konusunda hayal kırıklığı yarattı. Yıllar sonra bu yasaların bazı maddelerini ancak iptal edebildi. Fakat haksızlıklar yüz binlerce kişiyi bulmuştu ve iptal edilen yasa maddeleri karşısında bile iktidar yeni yasalar çıkartarak karşı ataklar geliştirmeyi tercih etti ve tüm mekanizmalar KHK'liler için iptal edildi. Şu anda gelinen noktada 9. Yıla girerken KHK'ler için Erdoğan'ın tavrından başka bir değişim umudu yok. Erdoğan'da son derece katı bir duruşla hukuksuz KHK'leri savunuyor ki bu KHK'ları 2018 yılında yasalaştırdılar ama anayasaya aykırı olduğu apaçık ortada. Aslında yeni bir yasa ile yasalaşmış KHK'lar iptal edilebilir ve çok basit bir şekilde konu halledilebilir. KHK'ler iptal edildikten sonra devlet memurları, 6507 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na göre yargılanıp ona göre yargılanabilir. Fakat bu tercih edilmiyor. Bizim meclise sunduğumuz yasa teklifleri ise görüşülmesi reddediliyor ve ne kadar gündem etsek de konu görülmek istenmiyor. Uluslararası mekanizmalar Türkiye için önem atfetmiyor. AİHM'in Türkiye'ye verdiği birçok haksız tutuklama ve diğer konudaki tazminat cezaları Türkiye iktidarını etkilemiyor. Hazine'den bu paralar ödeniyor ama politikalarda bir değişiklik yapılmıyor. Ağır bir travma yaşayan milyonlarca kişi iktidarın insafsızlığı karşısında ne yapacağını bilemez bir halde, çok ağır dramlar yaşandı ve tüm bunlara rağmen iktidar sağırlığı tercih ediyor. Muhalefet de gerektiği oranda KHK'lilerin sorunlarına sahip çıkmıyor. Bu konuda nedense bir ürkeklik, korkaklık var ve halen devam ediyor.
Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun bu sözlerle eleştirdiği muhalefetten hem de en yetkili ağızdan CHP Genel Başkanı Özgür Özel’den tam da bu noktada bir çıkış geldi. Özgür Özel, yaşanan hukuksuzluğun doğurduğu trajediyi önceki günlerde yaptığı grup toplantısında şöyle dile getirdi.
FETÖ'nün 15 Temmuz kanlı darbe girişiminde başka amaçlar için alınan OHAL yetkisi; ‘Üç aylığına istiyoruz ama bir buçuk ayda bırakacağız bunu’ dediler. Bize rağmen OHAL çıkardılar. ‘Üç ay değil, bir buçuk ay’ dediklerini yıllarca sürdürdüler. Anayasa değiştirdiler, referandum yaptılar, seçim yaptılar, memleketin canına okudular. KHK mağduriyeti diye bir mağduriyet yarattılar. Aslında en büyük iyiliği de gerçek FETÖ'cülere yaptılar. Masumlarla FETÖ'cüleri, masumlarla teröristleri bir çuvala attılar. Ve şimdi halen o mağduriyetler sürüyor. KHK mağduriyeti dediğimiz şudur: Hakkında kanun hükmünde kararname (KHK) ile işlem yapılmasına rağmen dava bile açılmamış, soruşturma açılmış kovuşturmaya gerek yok kararı alınmış, dava açılmış beraat etmiş, ceza verilmiş üst mahkemede bozulmuş, hukuken suçsuz insanların mağduriyetleri sürüyor. Bu mağduriyete bir kez daha dikkat çekmek istiyoruz.
Özel hükümete bir çağrıda bulunarak ekledi:
Darbeciyle işi olmadığını ispatlamış masumlara artık haklarının iadesi yapılmalıdır.
Evet ben de tıpkı Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Özgür Özel gibi bu işin hukuki ve insani yönünü düşünenlerdenim. Zira haksız ve hukuksuz yere İhraç edilenlerin, haklarında somut bir delil olmaksızın kendileri hakkında keyfi şekilde karar verilmiş ve adil yargılanma hakları bile ellerinden alınmıştır. Bu durum, temel insan haklarına da ve hukukun üstünlüğü ilkesine de apaçık bir şekilde aykırıdır.
Hükümet yetkilileri, haksız yere KHK ile ihraç edilenlerin haklarını geri kazanabilmeleri için bir süreç başlatmış olsa da bu süreç son derece yetersiz düzeydedir ve süreç adil ve etkili bir şekilde ne yazık ki işlememektedir. Mağdurların haklarının tam anlamıyla iade edilmesi ve yaşadıkları haksızlıkların telafi edilmesi için daha fazla çaba sarf edilmelidir.
Kısacası, Türkiye'de suçsuz yere KHK ile görevinden ihraç edilen kişilerin yaşadığı hukuksuzluk ve haksızlıklar, derin bir insan hakları ihlali ve adaletsizlik sorununu ortaya koymaktadır. Bu konuda daha fazla duyarlılık ve adaletin sağlanması gerekmektedir.
İster kabul edelim ister kabul etmeyelim hakimlerin bile hüküm verirken “acaba verdiğim hükümden dolayı başıma bela alır mıyım, ben de FETÖ’cü olarak suçlanır mıyım?” diye korktuğu, insanların “aman başım yanmasın ya konuştuğum için ben de ekmeğimden olursam” korkusuyla sustuğu, demokrasiyi yücelten ve hukukun üstünlüğünü her durumda dile getirenlerin bir şekilde susturulduğu, vicdan ve merhamet yurdu olan kalplerin giderek daha fazla yorulduğu bir dönemden geçtiğimiz yadsınamaz bir gerçek, bunu hepimiz biliyor ve bir çoğumuz bu duruma yakinen şahit oluyoruz. Böylesi puslu zamanlarda masumların sesi de soluğu da ya çok zor duyulur ya da hiç duyulmaz.
Zira böylesi zor zamanlarda neredeyse herkes üç maymunu oynar ve kör, sağır ve dilsiz olunur.
Öyle ki ne yaşanırsa yaşansın “Görmedim, duymadım, bilmiyorum!” denilir. Gelin görün ki 15 Temmuz sürecinden sonra bizim ülkede maymunların sayısı arttı, insanlar artık 3 maymunu değil 4 maymunu oynuyor, kısacası maymunlar 4 oldu. Yani “Görmedim, duymadım, bilmiyorum” maymunlarının yanına “Görüyorum, duyuyorum, biliyorum ama korkuyorum, konuşamıyorum ondan susuyorum” diyen maymun eklendi.
Karanlıkta yakılan bir mum, en az doğacak güneş kadar değerlidir bu dünyada. Güneş doğduktan sonra fener yakmak ahmakların işidir zira. Karanlığın ayazında üşüyenler için elindeki mumu yakabilme cesaretini gösterebilmek asıl mesele.
Şimdi kaleminden başka karanlığa tutacak başka bir mumu olmayan biri olarak kalemimi kalbime yaslayarak ve vicdanıma sımsıkı basarak bütün açık yürekliliğim ve cesaretimle soruyorum sizlere;
Dün darbeci Sisi ile barışan ve bugün katil Esad ile barışmaya çalışan siz hükümet büyüklerimiz masum oldukları halde tek bir imzanızla haksız ve hukuksuz bir şekilde KHK’lerle işinden ve ekmeğinden ettiğiniz masum vatandaşlarınızla ne zaman barışmayı düşünüyorsunuz?
Adalet beklerken ömrü tükenen ve bu dünyadan sizden alacaklı olarak gidenlerden belki helallik alma şansınız yok ama bilerek ya da bilmeyerek sebep olduğunuz haksızlığınızın mağdur ettiği halen binlerce insan var ve adaletin tecelli etmesini umarak sizden bir özür bekliyor. Değil mi ki onlar, ne darbeci Sisi gibi masum insanları ipe çekti ne de katil Esad gibi sayısız masumun kanına girdi.
Bu yönüyle düşündüğünüzde suçsuz olduğu halde çıkardığınız KHK’larla mağdur olan bu insanlar, en azından bir özrü darbeci Sisi’den de katil Esad’dan da daha fazla hak etmiyorlar mı sizce?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish