Arap Baharı adı altında ilk başlarda isimlendirilen ve domino etkisi yaratarak kısa sürede Arap coğrafyasının büyük bir bölümünü içine alan 2011'deki isyanlar, iki ülkede siyasal sistemi sarsarken üç ülkede sistemi tümüyle çökertti.
Bu ülkelerden bir tanesi Türkiye'yi de ilgilendiren boyutu ile herkesin bildiği gibi Suriye'dir.
Suriye iç savaşı sürecinde yüz binlerce insan hayatını kaybetti, milyonlarcası ülke içinde yer değiştirirken milyonlarcası da ülke dışına kaçmak zorunda kaldı.
Savaşın üzerinden 13 yıl geçmiş olmakla beraber Suriye’deki sorunu çözmek adına bir arpa boyu yol alınabilmiş değil.
İç savaşın yaşandığı bir ülkede iki sonucun ortaya çıktığı görülmekte:
Birincisi, düzenin tekrar sağlanmasının on yılları alması.
İkincisi de bozulan statükoyu eski hali ile tekrar inşa etmenin mümkün olmaması.
Suriye, şu anda temel olarak dört grup arasında paylaşılmış durumda.
Suriye’nin batısı Rusya ve İran’nın destek verdiği Şam rejiminin kontrolünde, doğusu ABD’nin desteklediği Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve bazı Arap, Süryani vb. grupların bileşeni olan Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’nin denetimindedir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İdlib ve çevresi Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) tarafından kontrol edilirken, Tıl Ebyed ile Azez ve Afrin arasında kalan bölgeye ise Türkiye’nin desteklediği Milli Suriye Ordusu (MSO) yerleşmiş durumda.
Son zamanlarda Türkiye ile Suriye’nin en üst düzeyde temsilciler şahsında bir araya gelmesi konusu konuşulmakta. Her iki taraf da yakınlaşma konusunda olumlu mesajlar vermekte.
Bu iki ülkenin bir araya gelmesi Suriye meselesi açısından neyi değiştirecektir?
Savaşın başında birlikte hareket etselerdi iki ülkenin devlet aklının menfaatine uygun gördüğü hakim statükonun şimdikinden daha güçlü bir şekilde ayakta durması mümkün olabilirdi.
Ancak her bir grubun belli bir coğrafyada arkalarına aldıkları güç ile konumlandıkları bir ortamda bu grupların edilgen hale getirilip Türkiye ve Şam rejiminin arzuladığı eski düzenin yeniden kurulması imkansız görülmekte.
Türkiye ve Suriye’nin bir araya gelmesinin sorunun çözümü için yeterli olmadığını anlayabilmek için yüzeysel açıklamaların dışına çıkıp sorunu daha somut ayrıntılarla değerlendirmek gerekir.
Suriye meselesini iki açıdan değerlendirmek mümkün:
İlki, belli bölgeleri kontrol eden gruplar açısından.
İkincisi de bu güçlere destek veren devletler açısından.
İlki, yukarıda ifade edildiği gibi Suriye’de belli bölgeler farklı gruplar tarafından kontrol edilmekte. Bu grupların her birinin bir takım talepleri vardır.
Örneğin Şam hükümeti eski laik, Arap milliyetçiliğini esas alan statükonun yeniden ihyasının hayalini kurmakta.
SDG, PYD şahsında en azından özerkliği içeren merkezkaç, laik-seküler bir Suriye istemekte.
HTŞ, kendince katı bir şeriat düzenini arzulamakta.
MSO’da HTŞ'ninki kadar katı olmasa da o da din esaslarına dayalı bir düzen istemekte.
Birleşmiş Milletler'in 2021'deki açıklamasına göre; Suriye iç savaşında o tarihe kadar resmi olarak teyit edilen ölü sayısı 350 bin kişi.
Ancak gerçek rakamın bunun çok üstünde olduğu kabul edilmekte. Nitekim Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin Ocak 2021’deki açıklamasına göre ölü sayısı 500 bin civarında.
Suriye’de hayatını kaybeden bu insanların en azından 300 bini söz konusu grupların karşılıklı yaşadıkları çatışmalarda hayatını kaybetti.
Dolayısıyla belli bölgeleri kontrol eden bu gruplar, hayatları pahasına kendilerince birtakım kazanımlar elde ettiler.
MSO, SDG ve HTŞ’nin 13 yıldır neredeyse kurulmuş bir düzenin parçası haline gelmiş ve asker, komutan psikolojisine girmiş yüz binlerce militanı var.
Bu grupların hiçbirinin belli kazanımları elde tutmadan kurulacak bir düzenin parçası olmayacaklarını kabul etmek gerekir.
Bir arada var olması imkansız gibi görülen zıt bu talepler hangi ilkeler çerçevesinde bir konsensüsün konusu olabilecek?
İkincisi, yine yukarıda ifade edildiği gibi söz konusu grupların arkasında bazı devletler var. Tabii ki bu devletlerin de kendilerine göre birtakım çıkarları söz konusu.
Son 13 yılda her bir devlet destek verdiği gruplara milyar dolarlarla ifade edilebilecek para ve silah yardımında bulundular ve bu yardımlar devam etmekte.
Belli hedefler için bölgede konumlanmış maddi anlamda bedel ödemiş devletlerden her birinin, özellikle siyasal açıdan, kendi çıkarlarına aykırı gördükleri gruplara karşı tavrı ne olacak?
Örneğin Rusya ve İran, HTŞ gibi katı Sünni bir grubun varlığını tolere edebilecek mi?
ABD, şiddetle karşı olduğu ve Rusya’nın güdümünde olan Esat rejimine evet der; yıllardır Suriye’ye taşıdığı silahları Esat ve Rusya’ya bırakır mı?
Hem ABD hem de Rusya’nın karşı olmadığı SDG’nin özerklik ya da federasyon taleplerini Türkiye hoş karşılar mı?
Bir çok tartışmada sanki büyük güçler bir araya gelirse bu örgütlerin silahlarını bırakıp evlerine geri dönecekleri gibi bir algı yaratılıyor.
En başta, her bir örgütün birlikte çalıştığı güçlere mutlak anlamda tabi olmadığını bilmek gerekir.
Kontrol birlikte çalıştıkları devletlerde olduğu düşünülse de sahada hayatını ortaya koyanların bu gruplar olduğunu unutmamak gerekir.
Türkiye ile Suriye’nin yakınlaşma sinyalleri verdikten sonra Türkiye’nin denetiminde kabul edilen bölgelerdeki grupların bir anda kaotik bir ortam oluşturmaları bunun somut örneğidir.
Suriye’de sorunun bir diğer boyutu da şu:
ABD desteklediği, birlikte operasyonlar gerçekleştirdiği SDG’den bütün desteğini çekip onları Şam hükümeti ve Türkiye ile baş başa bırakır mı?
Türkiye, maaşlarına kadar destekte bulunduğu MSO’dan desteğini çekip onları Şam rejiminin insafına terk eder mi?
Bu tutum, her şey bir yana, devletlerin sahip olduğu saygınlığı azaltan ve yarın başka benzer sorunda kimsenin birlikte çalışmak istemeyeceği düzeyde güvenilirliklerini zedeleyen sonuçlar doğurur.
Peki bir an için büyük güçlerin bir araya gelip bu grupların Suriye’den çıkarılması konusunda anlaştıklarını var sayalım.
Kim bu gruplarla savaşacak?
İlk akla Suriye ordusu gelmekte.
Bir defa Suriye ordusu ancak Şam ve çevresini kontrol edebilmekte, bütün Suriye’yi denetleyebilecek güçten tamamen yoksun görülmekte.
Bir an için Suriye ordusunda böyle bir gücün olduğunu var sayalım.
Bu durumda Suriye Ordusu MSO, SDG ve HTŞ’nin üzerine yürüdüğünde Suriye’de yazının başında zikrettiğimiz 2011 yılındaki kaotik ortama geri dönülmez mi?
Bu kaos ortamına da 5 milyon Suriyeli göçmeni kabul etmiş Türkiye başta olmak üzere hiçbir ülke hazır değil.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish