Dünya, geçmişteki Soğuk Savaş dönemi sonrası yeniden çok kutuplu hale geliyor.
İster istemez yeni bir çatışmanın veya en azından şu sıralar olduğu gibi yeni bir soğuk savaşın yaşanması kaçınılmaz.
Bu noktada, ABD ve NATO’nun başını çektiği Atlantik bloğu muhtemel bir kapışmada favori olarak gözükse de Rusya ve Çin’in yaptıkları jeostratejik hamleler ve yeni silah sistemleri geliştirmeleri çok önemli.
Görünen o ki, bu konuda çoğu NATO ülkesinden daha hızlı ve azimliler.
Malumunuz, Rusya, Çin ve Kuzey Kore’ye ait çoğu silah sistemini bu köşede sıklıkla ele almaya devam ediyorum.
Elbette ki stratejik ve taktik açıdan son derece caydırıcı olan (başta balistik silahlar olmak üzere) bu silah sistemlerinin güç konfigürasyonunun yansıra, liderlerin jeopolitik düzlemde yaptıkları jeostratejik hamleler de son derece kritik öneme sahip.
Vladimir Putin’in yaptığı jeostratejik hamlelerin, dost ve müttefik olarak gördüğü ülkelere yaptığı ziyaretlerin ve kamuoyuna deklare ettiği bazı açıklamaların da bu bağlamda değerlendirilmesi gerekiyor.
Rusya Federasyonu devlet başkanı Vladimir Putin dünya kamuoyunu şaşırtmaya ve sıra dışı jeostratejik hamleler yapmaya devam ediyor.
3 gün süren Kuzey Kore-Vietnam ziyaret süreci ve Putin’in bu süreçte yaptığı açıklamalar, artık sadece Avrasya’da değil bütün dünyada kartların yeniden dağıtıldığının ve savaş tamtamlarının son şiddet vurmaya başladığını gösteriyor.
Artık ciddi bir politik metafor haline gelen, üçüncü dünya savaşı ihtimalinin her zamankinden fazla olduğu düşünülse de bu ihtimalin kamuoyunda sürekli olarak yinelenmesi, kuşkusuz en çok silah tüccarlarının kazançlı çıkacağı bir küresel silahlanma yarışını başlatacaktır.
Ziyaretin ilk evresinde, Putin ve Kuzey Kore lideri Kim Jong, geçen çarşamba günü Kuzey Kore başkenti Pyongyang’ta bir araya gelerek “Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması”nı imza ettiler.
Anlaşmaya göre taraflardan birinin saldırıya uğraması halinde diğerinin askeri yardımda bulunması söz konusu.
Görüşme sonrası Putin, “Stratejik ortaklık anlaşması kapsamında Rusya’nın, Kuzey Kore ile askeri ve teknik iş birliğinin geliştirilmesini göz ardı etmediğini” ifade ederken Kim Jong, bu anlaşmayı ‘bir pakt olarak gördüğünü’ söyleyerek, iki ülke arasındaki ilişkilerin ‘yüksek ittifak seviyesine çıkarıldığını’ da özellikle vurguladı.
Burada benim aklıma ilk gelen sorular ise şunlar:
Bu ittifak ilerleyen süreçte Çin’in katılımıyla genişler mi?
Sonrasında bir Asya Güvenlik Organizasyonu veya Pasifik Anlaşma Örgütü meydana gelir mi?
Bu arada tekrarlamakta fayda görüyorum: 2010 yılında yayımlanan Rus Askeri Doktrinine göre, (bir diğer adıyla Gerasimov Doktrini) kendisine veya müttefiklerine karşı nükleer silah kullanılması halinde Rusya Federasyonu da aynı şekilde karşılık verebiliyor.
Ayrıca yine bu doktrine göre, konvansiyonel silahlarla Rusya’ya karşı yapılan saldırılarda veya Rusya Federasyonu açık tehdit altındaysa yine nükleer silahlar kuvvetli bir seçenek olarak belirebiliyor.
Amerikan Bilim İnsanları Federasyonu’na göre Rusya’nın 5 bin 997 savaş başlığı (nükleer patlamayı tetikleyen mekanizması) bulunuyor.
Elbette bu sayıya söküm emri verilmiş 1500 civarında başlık da dahil.
Geriye 4 bin 500 civarındaki savaş başlığı kalıyor ki, bunların büyük kısmı balistik füze veya roketlerden (yani uzun mesafeyi vurabilen stratejik nükleer silahlar) oluşuyor.
Zaten muhtemel bir üçüncü dünya savaşı çıkarsa bunlar kullanılacaktır.
Vladimir Putin’in 3 günlük ziyaret programının son durağı olan Vietnam’ın başkenti Hanoi‘de yaptığı basın toplantısında nükleer doktrin anlayışını ve savaşa ilişkin kararlı tutumunu ortaya koyan ifadeleri şu şekilde:
Rus Nükleer Kuvvetleri her zaman savaşa hazır durumdadır. Bu nedenle batılı ülkelerin şu an yaptıkları bizi rahatsız etmiyor. Ancak elbette yakından takip ediyoruz. Rusya, nükleer doktrininde muhtemel değişiklikleri düşünüyor. Bunun nedeni düşmanın nükleer silah kullanma eşiğinin düşürülmesi ile ilgili çalışmalarıdır. Rusya için stratejik yenilgi, devletin sonu anlamına gelecektir. Bu da korkmaya gerek olmadığı anlamına gelir. Yani sonuna kadar gidilmelidir. Eğer Kiev, Moskova ile müzakereleri Rus birliklerinin geri çekilmesiyle ilişkilendiriyorsa, böyle bir şey asla olmayacak.
Görünüşe bakılırsa, Putin'in bu açıklamaları hem kısmen temkinli hem de gerektiğinde herkesi ve her şeyi ateşe atabilecek kadar gözü kara bir karakter taşıyor.
Dünya genelinde çok süratli bir silahlanma yarışı söz konusuyken, Rusya'nın, Kuzey Kore’nin ve esasen ABD ve NATO’nun en fazla çekindiği bir küresel güç olan Çin'in yeni balistik füze sistemleri geliştirmesi, Brüksel'deki NATO karargahında bulunan kurmay subay ve analist ekibin tabiri caizse ‘hop oturup hop kalkmasına’ neden olabilir.
Öte yandan Putin’in yaptığı açıklamaların ne derece blöf ne derece ciddi olduğunu anlamanın tek yolu var: Yaşamak ve tecrübe etmek. Bunun da dünya için büyük bir kumar olduğu ortada.
Önümüzdeki günlerde NATO genel sekreteri Jens Stoltenberg’ten koltuğu devralacak olan Hollanda Başbakanı Mark Rutte, oldukça gergin ve zorlu bir görev dönemine başlayacak.
Kuşkusuz, Putin’in ve dolayısıyla Kremlin’deki stratejik yönetim aklının hamlelerini görerek, neyin blöf neyin ciddi tehdit olduğunu anlayarak ani reaksiyonlardan ve dünyayı felakete sürükleyebilecek tutum ve davranışlardan uzak bir NATO dünya için gereklidir.
Mark Rutte’un bu gerçeğin farkında olduğunu şimdilik varsaysak bile, NATO siyaset ve yönetim stratejilerinin lider ve belirleyici ülkesi olan ABD’nin mevcut başkanı Joe Biden’in Rusya-Ukrayna savaşına ve üçüncü dünya savaşının yol açabileceği bir muhtemel nükleer felaket tehdidine ilişkin genel tutumunun realist ve sağduyulu olmadığı aşikar.
Bu nedenle açıkça görülüyor ki, yakında gerçekleşecek ABD başkanlık seçimlerinin sonucu, ilerleyen sürecin akıbeti açısından belirleyici olabilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish