Bilindiği gibi birkaç gün önce Türkiye Mahsulleri Ofisi (TMO) hububat fiyatlarını açıkladı.
TMO'nun açıklamasına göre makarnalık buğdaya ton başına 10 bin TL, ekmeklik buğdaya 9 bin 250 TL, arpaya ise 7 bin 250 TL fiyat verildi.
Ayrıca buğday için ton başına bin 750 TL, arpa için ise 750 TL destekleme primi verilecek.
Çiftçiler, örneğin buğday için ton başına 14-15 bin TL fiyat beklemekteydi;
Duyurulan bu fiyat hiç bir çiftçiyi memnun etmediği gibi fiyata karşı çok ciddi bir tepki söz konusu.
Bu fiyatla ürünü satan çiftçinin sekiz ay boyunca yaptığı masraflar (tohum, ilaç, gübre, sulama, biçim parası) düşürüldüğünde elinde kayda değer bir para kalmamaktadır.
Son bir yılda enflasyon ortalama yüzde 60-70 düzeyinde artış göstermesine rağmen buğdaya verilen fiyat geçen yılki fiyata göre yüzde 17'lik artışa denk gelmektedir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bugün Şanlıurfa'da çok sayıda çiftçinin bulunduğu bir ortamda bulunma imkanımız oldu; doğal olarak konu hububat fiyatlarından açıldı.
Şunu hemen belirtmek gerekir ki bugünlerde tahıl biçiminin yapıldığı Konya, Ş. Urfa, Diyarbakır ve Mardin gibi illerde tek gündem hükümetin açıkladığı hububat fiyatlarıdır.
Çiftçiler bu fiyattan dolayı hükümete çok tepkililer.
Bu sohbette bir muhtarın anlattığı küçük bir anekdot çok çarpıcıydı.
Bazen bir kişinin şahsında yapılan bir açıklama toplumsal zihniyetin anlaşılması açısından sembolik bir öneme sahip olabilmektedir.
Doğrusu muhtarın anlattığı anekdotun da bu cinsten bir anlama sahip olduğu söylenebilir.
Köy muhtarı hububat fiyatlarına karşı memnuniyetsizliğini ifade ettikten sonra bir gün önce bir kaç muhtarı aradığını, onlara "toplanıp Ankara'ya CHP Genel Başkanı Özgür Özel'i ziyaret edip hububat fiyatlarının gözden geçirilmesi için hükümete baskı yapması amacı ile kendisinden yardım isteyelim" önerisinde bulunduğunu söyledi.
Önerisini reddettikleri gibi muhtarlardan biri ret gerekçesini kendince şöyle açıklamış:
Em dewleta xwe ezdirmîş nakin!
Yarı Kürtçe yarı Türkçe bu cümle "Devletimizi ezdirmeyiz!" anlamına gelmektedir.
Doğrusu masum bir hak talebi için muhalefet partisine gitmek ile devleti ezdirmek gibi abartılı bir ifade arasında kurulan analojiyi anlamak zor olsa da bu ifadenin toplumun siyasal kültürünü ve neredeyse her sene hak ettiği emeğin karşılığını alamayan çiftçinin bilinç düzeyini anlamak açısından işlevsel bir niteliğe sahip.
Başka bir ifade ile söz konusu muhtarın bu açıklaması, Türkiye'de genelde toplumun özelde çiftçinin sivil toplum bağlamında kendileri ile devlet arasındaki ilişkiyi nasıl algıladıkları açısından çarpıcı bir açıklama.
Demokrasinin güçlü olduğu ülkelerin belirgin özelliği siyasal alan olan devlete karşı sivil toplum alanının güçlü olmasıdır.
Sivil alanda yer alan ne kadar çıkar grubu (esnaf, çiftçi, işçi vb.) ve düşünsel grup (insan hakları, kadın hakları, çevre hakkı gibi konularda faaliyet yürütenler) varsa her biri kendi çıkarını maksimize etmek için örgütlü bir şekilde hareket ederek siyasi iktidara kendi isteklerini kabul ettirmeye çalışırlar ve bunlar çoğu defa da başarılı olurlar.
Avrupa'da bizden daha fazla devleti sahiplenen çıkar ve düşünsel gruplar, siyasi iktidardan bir talepte bulunduklarında buna "devleti ezdirmek" şeklinde bir anlam yüklemezler.
Onun için batıda devlet, yerine getirdiği işlevden bağımsız kutsallık izafe edilen bir yapı değildir.
Türkiye'de ise toplum, devlete ailede baba ile çocukları arasındaki ilişkiye benzer bir anlam yüklemektedir.
Siyaset biliminde patrimonyal ya da pederşahi devlet anlayışı olarak da ifade edilen bu devlet algısına göre vatandaş, devlete baba gözü ile bakmaktadır.
Nasıl ki baba çocuklarını istediği zaman sever istediği zaman cezalandırabiliyorsa "devlet baba"nın da böyle bir hakkı vardır.
Onun için de el aleme karşı babayı zor duruma düşürecek hareketlerden kaçınmak ahlaki bir sorumluluktur.
Kutsal devlet anlayışına dayanmayan demokratik sistemler, sadece seçim ile demokratik bir nitelik kazanmamakta, yanı sıra iktidarı sürekli eleştiren, ondan hesap soran dengeleyici bir unsur olarak muhalefet partilerine ihtiyaç duymaktadır.
Eğer demokrasi sadece seçimden seçime iktidarı belirlemekten ibaret olsaydı kuşkusuz bu iktidarların büyük çoğunluğu otoriter yönetimlere yakın yönetimler haline gelirdi.
Dolayısıyla siyasal sistemin demokratik kimliğinin korunmasında birincisi sivil toplum, ikincisi de muhalefet partilerinin büyük bir rolü vardır.
Ancak köyün kanaat önderi ve aynı zamanda yerel yönetim temsilcisi hükmündeki muhtar, en masum ve en temel hak olan, bir çıkar grubu olarak, "hak arama hakkı"larını "devletimizi ezdirmeyiz!" retoriği üzerinden değersizleştirmekte, bunun da ötesinde adeta vatana ihanet etmekle eş görmektedir.
Bu anlayış sivil toplumun kökten reddi anlamına gelmektedir.
İkincisi muhalefet partisine gidip derdini anlatmayı, muhalefet partisini siyasal iktidara karşı bir baskı aracı haline getirmeyi devleti ezmekle benzer bir tutum şeklinde algılamakta.
Bu anlamda muhalefet partisi yarının potansiyel iktidar partisi değil de adeta "dış mihrak" anlamı kazanmaktadır.
Muhtarın "Em dewleta xwe ezdirmîş nakin!" sözü bir anlık irticalen alelade söylenmiş bir söz olmaktan ziyade devlet-toplum ilişkisine dair (genel anlamda toplumun, özel anlamda çiftçinin) "hak arama" konusundaki kollektif bilincinin bir yansıması şeklinde düşünmek gerekir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish