Benim dillerim gökteki yıldızlar gibidir

Prof. Dr. M. Nesim Doru Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: NASA

Düşünce tarihinin modern öncesi dönemlerinde eşyaya bütünlüklü bir bakış açısı ile yaklaşılırdı. Yani parçalara ayırmayan, bölmeyen, küçültüp ayrıştırmayan bir bakış açısıyla.

Bu yaklaşımın anahtar kavram ve idesi ise -ünlü Fransız düşünür Foucault’nun da yerinde tespitiyle- “benzerlik” olarak görülebilir. 

Buna göre varlık veya eşya; cevher ve arazları, tümel ve tikelleri ile birbirine benzerdi. Sanki her biri aynı kaynaktan çıkan nehirler, aynı ışıktan çıkan hüzmeler, aynı mastardan çıkan isimler, aynı harften çıkan kelimelermiş gibi görülürdü. Buna göre madenler bitkilere, bitkiler hayvanlara, hayvanlar insanlara ve insanlar semavi varlıklara benziyor, biri ötekini tamamlayan varlıklar oluyordu. 

Hatta zıtlar bile birbirini tamamlıyor biri olmadan öteki olmuyordu. Yer ve gök, siyah ve beyaz, kadın ve erkek bu benzerlik teorisince birbirinin ötekisi değil mütemmimi olarak görülüyordu. Hatta yeryüzünde görülen bir tabii olayın gökyüzünde bir idarecisi olduğu bile söyleniyordu. 

Sözgelimi yeryüzündeki suyun ve ateşin gökyüzünde adları “hordad” ve “urdibihişt” olan efendilerinin yani onları yöneten meleklerin olduğu kabul edilirdi. Kısaca her eşya diğerinden ayrı değildi, lakin tam olarak aynı da değildi. 

Her bir türün bir hüviyeti, bir kimliği, onu o yapan bir neliği olduğu da teslim ediliyordu. Lakin tüm bu farklılıklar, kesret ve çeşitlilikler nihayetinde bir olana, mutlak olana, her şeyin üstündeki hakikate irca ediliyordu. 

Hikmet veya ezeli bilgi/cavidan-ı xired de zaten bu hakikatin idrakinde olmaktan başka bir şey değildi. Başka bir ifadeyle kesrette vahdet, vahdette kesret.

Klasik düşüncenin söz konusu olan bu benzerlik teorisinden yola çıkarak gökteki cisimler ile yerdeki varlıklar arasında bir ilişki olduğunu söylemek mümkün görünüyor. 

Sözgelimi klasik astronomide gezegenlere yüklenen anlamlar ile insanların konuştuğu dillere yüklenen anlamlar arasında da güçlü korelasyonlar göze çarpmaktadır. 

Bu çerçevede bir kaç örnek üzerinden bu benzerlik ilişkisini izah etmeye çalışacağım.

Felekler ile diller arasındaki güçlü korelasyonlar

Klasik astronomide gökyüzünün ikinci katında bulunan Merkür feleğinin/gezegeninin adı “Utarid” olarak geçer. Bir diğer gezegenin, Jüpiter’in ise adı “Müşteri”dir. 

Bu felekler zikredildiğinde akla ilk gelen anlamlar ince hesap, mantık, kitabet, adalet, terazi ve dengedir. Bu sebeple bu gezegenlere “göğün katibi” ve “göğün kadısı” denirdi. 

Bunlar Allah’ın el-‘Alî ve el-Azîm isimlerinin idaresi altındadır.

Bir diğer gezegen ise “Merih” olarak bilinen Mars’tır. Bu gezegen daha çok negatif anlamlara sahip olmakla beraber cesaret, hiddet, güç, kuvvet, iktidar ve otoriteyi temsil etmektedir. Bu yüzden bu gezegene “göğün beyi” ismi layık görülmüştü. 

Bu gezegen de Allah’ın el-Melik ve el-Kuddus isimlerinin idaresi altında hareket ederler.

Bir örnek daha verelim: Klasik adı “Zühre” olan Venüs gezegeni de sevgi, aşk, cömertlik, oyun, eğlence, neşe, nağme ve dansı temsil ettiğinden adı “göğün rakkasesi” olmuştur. 

Bu gezegen Allah’ın el-Ğanî ve el-Kâfî isimlerinin idaresi altındadır. 

Bu anlamlar klasik astronomi ile ilgili eserlerde ve ayrıca İbnü’l-Arabi’nin ve daha birçok sufinin eserlerinde de ayrıntılı bir biçimde görülebilir.

Bu topraklarda ilmin dili sağdan sola yazılan dillerdir

İnsanlar, tarihin ilk anından bugüne değişik biçimlerde birbiriyle iletişim içinde olmuşlardır. Bu iletişimin en yaygın ve yetkin biçimi ise kuşkusuz ürettikleri harflerden, kelimelerden ve cümlelerden oluşan dillerdir. 

Bu aygıtların her birinin elbette bir anlamı, işaret ettiği bir yeri vardır. Zaman içinde diller birbirinden görece uzaklaşarak ayrı ve özerk yapılarla varlıklarını sürdürmüşlerdir. 

Bu süreçte her birinin kendine özgü bir kimliği, ayrı bir hüviyeti, farklı bir tadı ve neşvesi olmuş ve bugün adına çoğunlukla onu konuşan halkların isimleri verilen iletişim biçimleri ortaya çıkmıştır. 

Sözgelimi; tarih boyunca sağdan sola yazılan İbranice, Süryanice ve nihayet Arapça bu topraklarda ilmin, kitabetin, felsefenin, medeniyetin ve neredeyse kusursuz gramatik yapılarıyla dengenin dili olmuştur. 

Eski Ahit ve Yeni Ahit gibi Kur’an ve Mezmurlar bu dillerde indirilmiş, İbn Sina ve İbn Meymun gibi feylesoflar, İbnü’l-Arabi ve Bar Ebroyo gibi mistik ve sufiler de bu dillerde eserler üretmişlerdir.

Bu topraklarda ilmin dili sağdan sola yazılan dillerdir kısaca. Bu yüzden diğerleri gibi ama hususen Arapça gökteki Utarid/Merkür ve Müşteri/Jüpiter misali bir dildir. 

Ural-Altay dillerinden olan Türkçe ise gökteki Merih/Mars gezegeni misali onu konuşan halklar gibi güç ve otoriteyi temsil etmektedir.

Tarihsel olarak da hususen İslam dünyasının beyleri olan Türk kavminin dilinin emir kipleri üzerine kurulmuş olması da bu tezimizi güçlendirmektedir. 

İdaresi altında bulunduğu Allah’ın isimleri el-Melik ve el-Kuddus isimleri de yöneticiliği, beyliği ve iktidarı temsil etmektedir.

Yeryüzünün rakkasesi olan diller

Şahsen beni en çok heyecanlandıran ise, son gezegenle ilişkili dillerdir. Yani Zühre/Venüs gezegeni ile aşk ve muhabbet, cömertlik, oyun, eğlence, musiki ve raks ile ilişkili diller.

Yeryüzünün rakkasesi olan diller. Pehlevi, Farisi, Kürdi diller böyle dillerdir.

Aşk ve muhabbetin, şarkının, şiirin, divanın ve raksın dilleri. Zerafetin, nezaketin, letafetin dilleri. Hafız’ın, Firdevsi’nin, Mevlana’nın, Melayê Cizîrî’nin, Feqiyê Teyran’ın dilleri. 

Burada Kürt dili özelinde konuşmak gerekirse; bu dilde üretilen eserlerin çoğunlukla manzum olmasına şaşırmamak gerekir. 

11. yüzyıldan neredeyse 19. yüzyıla kadar Kürt dilinde üretilen gramer eserleri dahil neredeyse tüm eserler manzum olarak yazılmıştır.

Zühre feleğinin dolayısıyla bu dillerin idaresi altında bulunduğu isimler olan el-Ğani ve el-Kafi isimleri de bu dillerin zenginliğini ve cömertliğini göstermektedir. 

Özellikle el-Ğanî ismi burada ayrı önem arz etmektedir. Ğani ismi hem zenginlik anlamındaki “ğani” hem de melodi anlamındaki “nağme” kelimeleri ile ilişkilidir. 

Yani bu diller diğer dillere kelime verecek kadar zengin aynı zamanda harmoni ve melodi dilleri olarak diğer dillerden ayrılırlar.

Nitekim bugün batı dillerinde günlük hayatta kullanılan father, mother, brother gibi birçok kelimenin kökü bu dillerdir.   

Tam da burada zikretmem gereken bir anekdot var. Mardin’de Arapça bilen ve konuşan insanların çok iyi bildiği bir söz vardır: 

Elkitabê bil-Arabi, elkelam bit-Tırkî, elğına bil-Kurdî kuweys wê

Kitabet Arapça, konuşmak Türkçe ve şarkı söylemek de Kürtçe güzeldir.

Bu söz belki bin yıldan fazla bir süredir süregelen bir hakikatin, tarihsel vakıanın en güzel ifade ediliş biçimidir. 

Bu topraklarda hiçbir söz öylesine söylenmemiştir zaten. 

O halde konuştuğumuz diller hele hele bu coğrafyanın dilleri bırakın kısıtlanmayı tabiri caizse kutsal olmayı hak eden dillerdir. 

Çünkü benim dillerim gökteki yıldızlar gibidir hangisine tutunursanız bambaşka bir deryaya açılırsınız. 

Her biri bir inci misali gizli bir hazine olarak görülmeli ve bizim zihin ve gönül dünyamızın bereketli alanları olarak kabul edilmelidir. 

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU