Demokrat Parti döneminde Türkiye Yahudilerinin huzuru, 6-7 Eylül Olayları ile bozuldu.
Kıbrıs meselesi ve tahrikler nedeniyle İstanbul’da Rumlara ait kiliseler, mağazalar ve evler yağmalandı. Bu yağma hareketleri sırasında Yahudilere ait yerler de zarar gördü. Hatta hedef gayrimüslimlerin malları olmasına rağmen Müslümanların dükkânları da zarar görmüştü.
Rıfat N. Bali tarafından derlenen ve 2015 yılında Libra Kitap’tan yayınlanan “6-7 Eylül 1955 Olayları Tanıklar-Hatırlalar” adlı eserde, Yahudi İşadamı İshak Alaton’un sözleriyle, 6 Eylül 1955 günü kardeşinin karşılaştığı manzara şöyle anlatılmıştı:
6 Eylül 1955 günü… Öğleden sonrası, kardeşim yayan Gümüşsuyu Caddesi’ni çıkıyor, Taksim’e gidiyor. Taksim’den de Tünel’e doğru yürümeye başlıyor ki bir kitap alacak…
Daha Galata’ya varmadan büyük bir gürültü duyuyor ve bir güruh ona doğru yürüyor. Kalabalık o kadar öfkeli ki, tıpkı bir selin her şeyi önüne katıp akması gibi hızla geliyor.
Kardeşim Bonjur şaşkın… Olduğu yerde donakalıyor, çünkü bu insanlar sağlı sollu bütün vitrinleri parçalıyorlar…
Yine olayların tanıklarından Bensiyon Pinto da büyük bir kalabalığın, Beyoğlu’na doğru koştuğunu ve bağırarak dükkânları yağmaladıklarını söylemektedir:
…Bir anda bütün gazetelerin kapışıldığını gördüm. Yürüdüm, içime bir korku düştü. Beyoğlu’na geri dönmeye karar verdim…
Birdenbire büyük bir insan kalabalığının Beyoğlu’na doğru koştuğunu gördük.
Bir yandan da bağırıyorlardı: 'Dükkânları yağmalıyorlar, koşun! Koşun!'
Hemen fırladım, gördüklerim tüyler ürperticiydi!
İngiliz Konsolosluğu’nun karşı köşesinde Philco adında beyaz eşya satan bir yer vardı. Oranın camlarını kırmışlar, yukarı çıkan birkaç kişi yepyeni buzdolaplarını ikinci kattan aşağı atıyordu…
Dükkânların camlarını kırmışlardı. Top top ipek kumaşlar yerlerdeydi…
Hedef gayrimüslimlerin mallarıydı; ama Müslümanların da dükkânları yağmalanmıştı…
Hükümet, olaylara derhal müdahale etti. Zararların tanzim edileceğine dair açıklamalar yapıldı. İstanbul Valiliğinde sabahlayan Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a göre olayların nedeni, komünist tahrikti.
7 Eylül günü zarar tespitlerine başlandı. Başbakan, bir tebliğ yayınlayarak binalara zarar vermek isteyenlere karşı önlem almak için İstanbul ve İzmir’de örfi idare ilan edildiğini duyurdu.
6-7 Eylül olaylarından sonra Türkiye’deki Yahudilerin bir kısmı daha İsrail’e göç etti. 23 Ekim 1955 nüfus sayımına göre Türkiye’de yaşayan Musevilerin sayısı sadece 49 bin 995 kişiden ibaretti.
Bu dönemde Türkiye Yahudi Cemaatinin siyasi eğilimi
6-7 Eylül Olayları dışında bütün olarak değerlendirildiğinde DP döneminin, Türkiye Musevileri için refah ve huzur yılları olduğu söylenebilir. Yahudilere karşı toplumda kin ve nefret aşılayabilecek her türlü faaliyete karşı tedbirler alındı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Başbakan Adnan Menderes, azınlıklara güven veren açıklamalar yaptı, Milliyetçiler Derneği kapatıldı. Bu Derneğin Başkanı ve Genel Yönetim Kurulu üyesi olan DP Isparta Milletvekili Sait Bilgiç ile Tahsin Tola, partiden ihraç edildiler.
Öte yandan başını Cevat Rıfat Atilhan’ın çektiği antisemit yayınlar, bu dönemde de hız kesmeden devam etti. Türkiye Yahudileri, zaman zaman bu yayınlara karşı tepki gösterse de hem Hahambaşılığın hem de cemaatin tepkileri genelde etkisiz kaldı. Fakat hükümet, hiçbir zaman bu tür yayınları desteklemedi.
Demokrat Parti iktidarıyla Cumhuriyet döneminin en rahat yıllarını yaşayan Türkiye Yahudileri, 2 Mayıs 1954 seçimlerinde de bu partiye destek vermeye devam etti. Hanri Soriano, DP’den İstanbul milletvekili seçildi.
1957 seçimlerine girilirken, 6-7 Eylül Olaylarına rağmen Yahudilerin genel tutumunda, bir değişiklik olmadı. CHP sözcülerinin, azınlıkları kucaklayıcı açıklamalar yapmaları ve 6-7 Eylül Olayları nedeniyle iktidara yüklenmeleri sonucu değiştirmedi. DP’nin ise azınlıkların desteğini almak için kozu, yine Varlık Vergisi oldu.
Seçimlerde Dr.İzak Taranto CMP’den, Dr. Salamon Becerano Hürriyet Partisi’nden (HP), İsak Altabev ile Yusuf Salman (Jozef Salmona) DP’den, Avukat Erol Dilek de CHP’den aday oldular. DP’nin Yahudi Cemaatinden iki aday göstermesi dikkat çekiciydi.
Demokrat Parti, gerçekten de vatandaşlar arasında eşitlik ilkesini ön planda tuttu. DP grubunda yapılan bir müzakerede “ekalliyetler” sözcüğünü kullanan bir milletvekili “Ekalliyet yoktur, Türk vatandaşı vardır” diyerek uyarılmıştı.
1955 yılından itibaren 6-7 Eylül Olayları, geçmişten gelen Türkçe konuşma tartışmaları, basında antisemit yayınlar, bu dönemde onlar için belli başlı problemler olarak ortaya çıkmışsa da Yahudi toplumu, Demokrat Parti’ye iktidarının sonuna kadar destek verdi.
Bu desteğin bir sonucu olsa gerek XI. dönemde Demokrat Parti, Yahudi toplumunu temsilen iki aday gösterdi. Cemaatin önerisi ile İsak Altabev ve kuruluşundan itibaren DP içinde faaliyet gösteren Yusuf Salman, milletvekili adayı oldular.
Böylece Cumhuriyetten itibaren ilk defa bu dönemde (XI.) iki Yahudi milletvekili aynı anda Mecliste yer aldı.
Türkiye Yahudilerinin temsili noktasında önemli bir gelişme olan bu durum, iki Musevi Türk milletvekilinin Yassıada’nın mağdurları arasında yer almaları sonucunu doğuracaktı. Bir başka deyişle İsak Altabev ve Yusuf Salman, Yahudi Cemaatinin Yassıada’ya dönen yüzleri olacaklardı.
1957 seçimleri sonucunda Meclise giren DP’nin Yahudi milletvekillerinden İsak Altabev (İzak Etebaki), Türkiye’deki Musevi Cemaatinin öncülerindendi.
Aslen Gelibolulu olan babası Samuel ile Rıfka’nın ikinci çocukları olarak 1316 (1900) yılında İstanbul’un Fatih semtinde doğmuştu.
Orta tahsilini İstanbul'da, yüksek tahsilini ise Berlin Üniversitesinde tamamlamıştı. Üniversiteden mezun olduktan sonra çeşitli bankalarda, şirketlerde idarecilik, Fakirleri Koruma Cemiyeti ve Hahambaşılık Hayır Komisyonu başkanlığı gibi görevlerde bulunmuştu.
1938 yılında Koç Ticaret A.Ş.'yi kuran ortaklardan birisiydi ve milletvekili olana kadar Koç Grubunun kurmay kadrosunda yer almıştı.
Hahambaşılık Hayır Komisyonu Başkanı olarak, Neve Şalom Sinagogu’nun yapımında da emeği geçmişti.
Fransızca, İngilizce, İspanyolca, Almanca ve biraz da İtalyanca biliyordu.
Siyasi hayatına gelince milletvekili olana kadar siyasetle organik bir bağı yoktu.
Yassıada’da Anayasa Davasında yaptığı savunmada Cemaatinin isteği ile DP’den aday olduğunu söyleyecekti. Fakat söylemleri dikkate alındığında, öncesinde Demokrat Parti’yi desteklediği anlaşılmaktadır.
12 Ekim 1957 tarihli İstanbul Ekspres gazetesine verdiği bir röportajda, adaylığının kendisi için bir iftihar meselesi olduğunu söylemiş ve "kısa zamanda büyük kalkınma hamlelerini gerçekleştiren Demokrat Parti’nin uzun yıllar iktidarda kalması gerektiğini" sözlerine eklemişti;
Yüzyıllarca her türlü kalkınma nimetlerinden mahrum bırakılmış bu feyizli topraklar üzerinde yepyeni bir vatan kurmak ve bütün bu işleri çok kısa bir zamana sığdırmak, kabul edilmelidir ki, son derece zor bir iştir.
Memlekette yapılan ve gözle görülen müspet icraatı küçümsemek ve baltalamaya çalışmak, kanaatimce çirkin bir harekettir…
Girişilen gayretlerin devam etmesi için Demokrat Parti’nin işbaşında kalması, memleket hesabına elzemdir.
İsak Altabev röportajında ayrıca DP sayesinde Türkiye’de “ekalliyet” diye bir meselenin kalmadığını belirterek, Musevi Cemaatinin de tercihini bu yönde yapacağına dair inancını dile getirmişti:
Ben Musevi vatandaşlarımın büyük bir olgunluk göstererek 1950 ve 1954 seçimlerinde nasıl doğru yolu seçmişlerse, bu seçimlerde de aynı şekilde hareket edeceklerinden emin bulunuyorum.
XI. dönemde DP’nin diğer Yahudi Milletvekili Yusuf Salman, Davi (Davit) ve Beneta’nın çocukları olarak 1888 Selanik doğumluydu. 1906 yılında Galatasaray Lisesinden mezun olmuştu.
1921 yılında Emanuel Karasu’nun kızı 1897 doğumlu Frida ile evlenmişti.
Fransızca, İngilizce, İtalyanca, İspanyolca ve Almanca biliyordu.
Yusuf Salman’ın siyasete ilgisi, İsak Altabev’den farklıdır. O, inanmış bir partiliydi ve kuruluşundan itibaren DP saflarında aktif olarak yer almıştı.
Siyasi hayatı, 1946 yılında Demokrat Parti’nin Kuledibi Semt Ocağı’nda başlamış ve aynı yıl yapılan genel seçimlerde DP’den milletvekili adayı olmuştu.
Milletvekili seçilemese de İstanbul Şehir Meclisinde vazife almış dolayısıyla aktif olarak siyasi hayatını sürdürmüştü.
XI. dönem DP’nin Yahudi milletvekilleri, aktif bir vekillik dönemi geçirmediler. Bulundukları Meclis oturumlarında hükümetin getirdiği tüm kanun tekliflerinin lehinde oy kullanmak, bazı encümenlerde çalışmak ve birkaç teklif vermek dışında faaliyetleri olmadı.
Tutanaklar üzerinde yaptığımız araştırmada ne grupta ne de parlamentoda söz alıp fikirlerini beyan ettikleri bir oturuma rastlamadığımızı belirtelim.
İsak Altabev, sıhhi sorunlarının yanında gerginliklerden hoşlanmayan bir karakter yapısına sahipti, dönemin siyasi atmosferi düşünüldüğünde siyasete de çok ısındığı söylenemezdi.
Yusuf Salman’ın ise Meclis çalışmalarına iştirakini engelleyecek kadar ciddi sağlık problemleri vardı.
Bir gün vazifesini ifadan onu alıkoyan bu durumdan dolayı yaşadığı üzüntüyü, Başbakan Adnan Menderes’e yazdığı bir mektupta dile getirdi:
Birkaç defa biletimi alıp tam Ankara’ya gideceğim dakikada vaziyetim fena oluyor ve eve dönmeye mecbur oldum.
Bu sefer de iki defa bilet aldıktan sonra bizim İstanbul’da bakan doktorumuz yine bir müsaade name yazıp elime verdi.
Ne yapacağımı ben de doktor da bilmiyoruz.
27 Mayıs 1960 Askeri Müdahalesinde Yahudi Cemaatinin Tutumu ve DP’nin Yahudi Milletvekilleri
27 Mayıs 1960 günü ordu, on yıl ülkeyi yönetmiş iktidarı yönetimden uzaklaştırdı. Hemen ardından da mensupları, teker teker toplanmaya başlandı.
DP’liler Harp Okulu, Davutpaşa Kışlası gibi yerlere getirilerek Yassıada’ya nakledilene kadar gözaltında tutuldular.
Aralarında hasta olmalarına rağmen iyileşmeleri beklenmeden Yassıada’ya getirilen DP’nin iki Musevi milletvekili de vardı.
Yahudi Cemaati, bu süreçte yeni idareyle ters düşecek bir eylemden kaçındı.
Hahambaşı, İstanbul’un yeni Askeri Valisi Refik Tulga’yı ziyaret ederek boynundaki altın takıyı hediye etti. Yanındakiler de alyanslarını masanın üzerine bırakarak, alyans bağışı kampanyasına destek verdiler.
Yani Yassıada’da yargılanan Yahudi Cemaatinin önde gelen iki mensubu, adeta kaderlerine terk edilmiş gibi gözüktüler. Fakat bu tutumu değerlendirirken 27 Mayıs’la birlikte oluşan ortam gözden kaçırılmamalıdır.
Tamamen DP yanlısı bir çizgisi olan basının dahi yayın politikası bir anda değişmiş, DP mensupları her yerde “düşük”, “sakıt”, “hain” , “kuyruk” gibi nitelemelerle anılır olmuşlardı.
Sözle dahi olsa 27 Mayıs hareketine tepki gösterenler cezalandırılmışlardı.
14 Ekim 1960 tarihinde Türk tarihinin en büyük siyasi davası bu ortamda başladı. 10 yıl ülkenin kaderinde söz sahibi olmuş kişilerden, beraat edenler bile yaşadıkları kaygı ve endişeyi uzun yıllar üzerlerinden atamadılar.
27 Mayıs darbesinde ve Yassıada’da azınlık, çoğunluk DP’lilere aynı muamelede bulunuldu. Davranış farklılığı sadece milletvekilliği döneminde partisine muhalifliği ile ön plana çıkan isimlere yapıldı. Bunun dışındaki mahkûmlar her yönden eşitti.
Diğer davalar sürerken Yassıada’da tutuklu bulunan ve Yüksek Adalet Divanı’nda yargılanan mahkûmlara, geriye dönük olarak “Gayrimeşru Servet İktisap Davaları” açıldı.
Son on yılın hesabı iğneden ipliğe soruldu. Ranzalar üzerinde gelir ve gider beyannamelerini doldurmaları istendi.
Hem İsak Altabev hem de vefatından sonra açıklanan kararda Yusuf Salman bu davalardan aklanmışlardır.
Yusuf Salman, Yassıada’daki Anayasayı İhlal Davasının sadece tek celsesine katılabilmiş kalp hastalığından vefat edene kadar, Kasımpaşa Deniz Askeri Hastanesinde gözetim altında kalmıştır.
Yusuf Salman’ın 28 Kasım 1960 günü kalp krizi geçirerek vefat etmesinden sonra Yahudi Cemaatinin dikkati, İsak Altabev’e çevrilmişti.
İsak Altabev, 16 Temmuz 1960 tarihinde İstanbul’daki evinde yakalanarak tutuklanmış, hastalığı anlaşılınca, o da Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi'ne yatırılarak nezarete alınmıştı. 10 Ağustos 1960 günü getirildiği Yassıada’da altıncı koğuşa yerleştirilmiştir.
Yüksek Adalet Divanında esas numarası 1960/1 olan Anayasayı İhlal Davasında milletvekilliği döneminde murakabe görevini yapmamakla, antidemokratik kanunlara oy vermekle suçlanmıştır.
8 Haziran 1961 Perşembe günü toplanan on altıncı oturumun saat 16:10'da açılan üçüncü celsesinde, mahkemedeki ilk ve tek sözlü savunmasını yaptı ve dikta rejimine gidildiğine dair iddiaları, böyle bir kanaate sahip olmadığını söyleyerek reddetti.
Ardından da aile efradından yedi kişiyi, Nazi imha kamplarında Auschwitz (Anşulus) kaybeden birisi olarak diktatörlük gibi bir rejimin içinde bulunmasının mümkün olmadığını, hem yazılı hem de sözlü savunmasına ekledi.
15 Eylül 1961 tarihinde Türk tarihinin en büyük ve tartışmalı mahkemesi olan Yüksek Adalet Divanı, kararlarını açıkladı.
Anayasanın 146/3, 59. ve 173. maddeleri hükmünce anayasa suçu işlediğine kanaat getirilen İsak Altabev, 4 yıl 2 ay ağır hapisle cezalandırıldı.
Mahkeme Başkanı Salim Başol ile birlikte Yüce Divan üyelerinden Hıfzı Tüz, Abdullah Üner, Selman Yörük’ün, bu karara muhalefet ettiklerini belirtelim.
Kararlar verildikten sonra aralarında İsak Altabev’in de bulunduğu DP’nin mahkum milletvekilleri, Kayseri Cezaevine nakledildiler. Siyasi tutuklular için buradaki yaşam şartları, Yassıada’ya göre daha iyiydi. Fakat aralarında durumları tehlikeli bir hal alacak kadar sağlık sorunlarından mustarip olanlar vardı.
Bunların başında da Kayseri Cezaevinde beyin kanaması geçiren İsak Altabev geliyordu.
Altabev beyin kanaması geçirince Kayseri Memleket Hastanesine nakledildi. Tedavi sonuç vermedi, gittikçe durumu kötüleşti ve 31 Ocak 1962 tarihinden itibaren 6 ay süreyle cezası tehir edilerek serbest bırakıldı.
Gelişmeler üzerine eşi Mari Altabev, Kayseri’ye gelir ve İsak Altabev’i alarak İstanbul’a götürür.
5 Şubat 1962 tarihinde Pasteur Fransız Hastanesine kaldırılan İsak Altabev, burada tedavi altına alınır. Tüm çabalara rağmen kurtarılamaz ve 6 Mart 1962 günü saat 10’da vefat eder.
Yusuf Salman’dan yaklaşık 1 yıl 4 ay 10 gün sonra vefat eden İsak Altabev, Yassıada’da ve Kayseri Cezaevinde kaldığı süre içinde yakın dostlarına mektuplar yazdı. Duygularını bu mektuplar aracılığı ile ifade etti.
Cümlelerinde, satır aralarında bazen umudu, çoğunlukla ise çaresizliği ve umutsuzluğu görmek mümkündü.
Örneğin DP Trabzon Milletvekili Fikri Karanis’e Kayseri Cezaevinden yazdığı -ilk defa “Yassıada’da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri I” adlı eserimizde yer verdiğimiz- 8 Ekim 1961 tarihli mektubunda şöyle diyordu:
Bundan daha kötü bir basamak yoktur, merdivenin en alt seviyesindeyim.
Bundan böyle ne hareket varsa yukarıya doğru olur.
Geç olsun, güç olmasın.
Vesselam!
Dostu ve mali danışmanı İlya Perahya'ya yazdığı 22 Kasım 1961 tarihli mektubuna ise mücadeleden yorgun düşmüş, yaşadıklarını kabullenmeye karar vermiş bir siyasi mahkumun ruh hali hakimdi:
Fırtınalı havalar açılınca, kuşlar tekrar ötmeye başlar. Bir tabiat kaidesidir.
Bir zaman, hiç olmazsa insanların fırtınalı anlarda meydana çıkması icap ettiğini zannederdim.
Meğer yanılmışım. Tabiat kaidelere karşı gidilmez.
Ara sıra yel değirmenleriyle mücadele etmek isteyen benim gibi olan Kişotlar çıkar; faydasızdır.
Yel değirmenleri, insan haline getirilemez.
Dersimi öğrendim.
Böylece Demokrat Parti’nin iki Yahudi Türk milletvekili, ilerlemiş yaşlarına ve sağlık durumlarındaki sorunlara rağmen, 27 Mayıs’ın ve Yassıada dramının mağdurları olmuşlardır.
Daha açık bir ifadeyle İsak Altabev ve Yusuf Salman Türk Musevi vatandaşları olarak ülkelerine uzun yıllar hizmet etmişler ve sonrasında da mensup oldukları siyasi parti ile aynı kaderi paylaşmışlardır.
Yararlanılan kaynaklar:
Not: Makale, “Demokrat Parti Döneminde Türkiye Yahudileri ve Yassıada Mağduru Yahudi Milletvekilleri İsak Altabev, Yusuf Salman” adlı kitabımızdan yararlanılarak hazırlanmıştır.
Bkz. Zehra Aslan, “Demokrat Parti Döneminde Türkiye Yahudileri ve Yassıada Mağduru Yahudi Milletvekilleri İsak Altabev, Yusuf Salman”, Libra Kitap, İstanbul 2018.
Diğer Kaynaklar:
500.Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi Arşivi
Akis
Akşam
Bensiyon Pinto, Anlatmazsam Olmazdı Geniş Toplumda Yahudi Olmak, Derleyen, Tülay Gürler, 8. Baskı, Doğan Kitap, 2008.
Halil İmre, bir ömür üç kitap (çocukluğum, yoluma çıkan politika, 27 Mayıs 1960-27 Kasım 1964), Ayyıldız Matbaası, Ankara 1976.
İstanbul Ekspres
Mehmet Korkud AYDIN, “Dönemin Basınına Göre Varlık Vergisi Uygulaması”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 28, Sayı: 1, Ocak 2018, Sayfa: 289-311.
Milliyet
Osman Yalçın, “Varlık Vergisi Kanunu ve Uygulaması”, Avrasya İncelemeleri Dergisi (AVİD), 2012.
Selahaddin Karayavuz, 1945’ten Buyana, Yayınlanmamış hatıralar.
Şalom
Türk Parlamento Tarihi, XI. Dönem, Cilt:3.
Makale kapak görseli: Devlet Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi
Zehra Aslan, Yassıada’da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri I, Libra Kitap, 2017.
6-7 Eylül 1955 Olayları Tanıklar-Hatırlalar, Derleyen: Rıfat N. Bali, 12. Baskı, Libra Kitap, İstanbul 2015.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish