Yıllardır çok söylenegelmiştir; partilerimize demokrasi gelmeden, Türkiye'ye demokrasi gelmez.
Bu sözler esasen zımni veya aleni şekilde siyasi partileri ve onların yöneticilerini itham etmekte veya daha doğru bir ifadeyle mevcut durumdan siyasetçileri müsebbip tutmaktadır.
Türkiye'de siyasetin büyük oranda elit tabakanın güdümünde olması ve sıradan vatandaşa kapalı olması nedeniyle, siyaset pahalı, kapalı ve kendi çıkarını maksimize etmek isteyen elitlerin oynadığı bir oyun olarak tasvir ediliyor.
Bu çıkarımlar büyük oranda doğrudur. Bu nedenlerle siyasi partiler genel olarak elitist ve oligarşik yapılar olarak demokratik bir yapıya bürünemezler.
Ancak bu gerçeklik, madalyonun diğer tarafını görmeye engel olmamalıdır.
Şöyle ki, herkesin malumu olduğu üzere, siyasi partiler büyük oranda toplumdaki yerleşik siyasal kültür üzerine bina edilirler.
Bir başka ifadeyle siyasi partileri toplumların aynası olarak tanımlamak da mümkündür.
Öyleyse şu soruyu sormakta fayda vardır:
Siyasi partiler ve siyasetçiler bu ülkenin siyasi kültüründen azade bireyler veya gruplar mıdır ki, toplumdan bağımsız bir siyasi veya demokrasi kültürünü haiz olsunlar?
Siyasi partiler ve demokrasi konusunda bu soru büyük ölçüde görmezden gelinir ya da üzerinde pek durulmaz.
Bu noktada akla gelen bazı hususların altını çizmek gerekiyor.
İlk olarak demokratik siyaset temel olarak seçmen çoğunluğunun desteğini sağlayarak iktidara ulaşmayı gaye edinen bir faaliyetler bütünü olarak tanımlanabilir.
Bu açıdan siyasi partilerden seçmenlerden gelen talepler ve beklentiler çerçevesinde söylemlerini ve siyasal stratejilerini belirlemeleri beklenir.
Bu ideal duruma işaret ediyor ve işlerin her zaman bu minvalde gerçekleşmediğini belirtelim. Ancak bu ideal durumu ele alacak olursak, toplumun talepleri nelerdir diye bakmak gerekiyor.
Kabul etmek gerekir ki, Türkiye'de toplumun önemli bir bölümü için özgürlükler, sivil toplum, hukukun üstünlüğü, anayasal devlet, kurallı yönetim gibi kavramlar önceliklerin başında gelmiyor.
Bunun yerine devlet bekası, hikmeti hükümet, güvenlik konuları ve milliyetçi anlayışın baskınlığı genele bakıldığında büyük ölçüde daha geçerli görünüyor.
İkinci olarak, toplumun lider odaklı siyasete verdiği büyük değerin de altını çizmekte fayda var.
Ülkemizde liderlere ideal bir demokraside olması gerekenden çok daha fazla önem verilmektedir.
Liderlere büyük oranda gelip geçici bir faniden öte, efsanevi özellikleri olduğuna inanılan, her şeyiyle mükemmel, bir nevi kurtarıcı gözüyle bakılıyor.
Lider kendine biat etmiş yardımcıları ile ülkeyi kötü durumdan çekip çıkaracak, bunu yaparken adeta olağanüstü meziyetlere sahipliği nedeniyle farklı değerlere ve kurumlara ihtiyacı olmayacaktır.
Bu okuma peyderpey azalsa da, genele bakıldığında bu azalmanın çok sınırlı ve yavaş gerçekleştiği rahatlıkla görülebilir.
Liderlere bu denli büyük rol biçilen bir toplumsal kültürde, siyasetçilerden bambaşka biçimde hareket etmelerini beklemek çok gerçekçi mi sorusu üzerinde düşünmek gerekiyor.
Bu şartlarda partiler, liderlerin asla sorgulanamadığı, hatta bırakın sorgulamayı eleştirilemediği birer çiftlik ya da krallık haline dönüşmektedir.
Bu çerçevede, partilerde liderlerin iradelerinin sorgulanmaması ve başarısızlıklarının kişiselleştirilmemesi neredeyse genel kural haline gelmiş durumdadır.
Tam da bu noktada, bir diğer önemli konuyu son olarak vurgulamak gerekir. Toplumda var olan siyaset kültürü, ne yazık ki siyasetçiler için istismara açık nitelikler arz etmektedir.
Bu minvalde lider odaklı siyaset anlayışı, siyasi partiler ve liderler tarafından sistematik biçimde istismar edilmekte ve demokratik tavırların yaygınlaşmasına bilinçli biçimde engel olunmaktadır.
Hülasa, partilerin bu denli demokrasiden uzak olmalarında toplumda yerleşik siyasal kültürün etkisi olduğu kadar, siyasetçilerin öz çıkarlarını maksimize etmek adına kültürel kodları kendi lehine istismar etmelerinin etkisi de büyüktür.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish