Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanı ve After Parti En Genel Başkanıyım.
Daha sorulurken cevaplanamayan soruların köşesine hoş geldiniz.
Elon Musk'ın sahibi olduğu Twitter'a rakip olarak sosyal medyacı Mark Zuckerberg'in Meta'sı tarafından kullanıma sunulan Threads uygulaması geçen hafta "bomba" etkisi yarattı, takipçi sayısı artıyor.
Etrafımda doğru telaffuz edene henüz rastlamadığım uygulama, kanımca gelinebilmek için bir yenilik sunmalı ki meraktan öteye gitsin.
Daha başlangıçta ama değişmeli, gelişmeli. İlk çıktığında her şey heyecan yaratır, bu uygulama da yaratır ama;
- Aynı Instagram gibi, ara yüzünün aynısı. Profili dahi Instagram'dan aktarıyorsun.
- Instagram'la bağlantılı olunca hesap açtığınızda bağlantı öneri listesi buradan akıyor ama bir sorun var ki, bu platform Twitter'ın alternatifi.
- Instagram olmadan hesap açamıyorsun.
- Bağımsız değil, Instagram'ın yaması gibi. Herkes aynı kişi. Takip kişilerinin Threads ve Instagram'da yüzde 99 aynı olduğuna neredeyse eminim.
- "Trend topic" yok, gündem hastag alanı yok. Gündemi yönlendirmiyor, etkileşimi zor.
- Özel mesaj yok. Bu, etkileşimde sıkıntı yaratır.
- Twitter gibi anonim kullanılamıyor, bu sorun.
En önemlisi de şu Threads'ı silmek için Instagram'ından vazgeçme gerekliliği.
Tamam dondurduğunda uygulamayı, Instagram kalıyor ama kullanıcı bu işi sevmez, belirteyim.
Bu yukarıda saydıklarımda ve sayacaklarımda "geliştirme" olmazsa, "Facetagram" olarak devam eder, yani edemez söyleyeyim.
Daha önceki bir yazımda Clubhouse için yaptığım tüm ihtimallerim gerçekleşti, bunu da not edeyim.
Fakat benim bu yazıdaki amacım Threads uygulaması analizi değil.
Ben "bizi" analiz etmek istiyorum. Kendimizi "başka bir algoritmada", "başka bir mekanda" bulunca "görme" fırsatı buldum, biraz sosyolojimize, bunun üzerinde bakalım dedim.
O yüzden, sosyal medyadaki kendimizi soracağız.
Biz neyiz?
Kimiz?
Sosyal medyadaki biz kimiz?
Twitter, Instagram, TikTok, Facebook ya da Threads'teki biz aynı mıyız?
Sürekli mutluyuz, sürekli kızgınız; sürekli kızıyoruz ama kızdığımız insanın aynısı gibi davranıyorsak?
Anlatmaya çalışalım.
Anlatırken de bize çok güzel resimler eşlik edecek.
İranlı ressamlar Laia Moqadam ve Mohammad Alavi son yıllarda yaptıkları işlerle oldukça beğeni topluyorlar.
"Yalan sahnesinde sanat" vurgusu yapmak gibi bir dertleri var. Post-truth göndermeler yaptıkları resimlerde zamanı, mekanı, kişiyi, değerleri, ideolojiyi büküyorlar.
Sanat pazarı manipülasyonları, propaganda nedenli manipülasyonlar, sosyal ve politik manipülasyonları eleştirel bakış açısıyla farklı bir tarzları var.
Söyleyelim, normal dizilişte, yüksek sanatın gerçeği hakikatin peşindedir.
Her ne kadar mutlak bir gerçeklikten söz etmek olanaksız, gerçek göreceliyken, sonsuz sayıda bakış açısında sonsuz gerçeğe açıkken gerçeğin algılanması zorlaşıyor.
Gel gör ki, zaman kayınca, mekan kayınca bugün posttruth sanat, uydurma, safsata, pejoratif ve kaynaksız bir duruşu ifade ediyor.
Doğruların, hakikatlerin, olguların önemini yitirdiği bir dönemde Moqadam ve Alavi, İnci Küpeli Kıza selfie çektiriyor, Da Vinci'nin Yıldızlı Geceleri'nde roket uçuruyor, İlber Ortaylı ya da Osman Hamdi'nin Kaplumbağa Terbiyecisi'ni birlikte resmediyor, karikatürüze ediyor, ilginç de şeyler yapıyorlar.
Bir de bu "postiş", "karikatür", "bükülmüş" resimlerde Mohammad Alavi, kaligrafi, hat gibi katkılarla post truth'tan postmoderne kayan bir katkı yapıyor resimlere.
Gerçekten ilham verici genç sanatçılar, sosyal medyaya da pek çok gönderme yapıyorlar eserlerinde, kendilerindne daha sonra söz edeceğiz. Şimdi yazıya devam edelim.
Threads'te açıldığından beri önemli bir içerik yanılgısı var, bunu görüyorsun. Hele ki bizim dilimizde.
"Takipçi kasma" derdindeki hesapların anasayfayı "işgal" için sınırsız aforizma, alıntı ve çalıntı görsel içerik paylaşması buna sebep.
Ben metin temelli bir mikroblog olan Threads'te sınırsız fotoğraf, kadın, erkek "yaz galerisi" paylaşanları ilgiyle izliyorum.
Twitter'daki genel hastalık ise olduğu gibi devam ediyor. Baya baya bir her şeye "atarlıyız" burada da.
Bugünlerde, şu günlerde, aslında hemen her gün her zaman bir şeylere, birilerine kavramlara olgulara saldıran, doğrudan diğerini gömen pek çok insan ve paylaşım görüyoruz.
İzninizle ben bu tür videolarda daha dolaylı, daha derin, daha alışılmadık tonlarda konuşmak istiyorum.
Sıkılırsanız devam etmeyin izlemeye. Sanki bunu söylememe gerek varmış gibi. İnsan bazen kendini fazla önemseyebiliyor!
Karar biliminde şöyle deriz;
İnsanlar kitleler halinde ve hızlıca çıldırır, akıllanmaları ise teker teker ve yavaş yavaş olur!
İşte tam o zamanlardayız. Evrende neler döndüğünü zaten bilmiyorduk, zaman sıçramaları, paralel evrenler, dünya dışı varlıklar, vs. zaten anlamak zordu.
Dünya ise bir keşmekeş. Küreselcikler, anlaşılmaz politikalar… Sürdürülemez adaletsizlikler.
Canım ülkem ise kendimi bildim bileli zaten muamma, anlayan beri gelsin.
Bir yandan Van'da, Tatvan'dan, Bitlis'ten duvarlardan atlayıp gelen, sığınmacı mı, göçmen mi, mülteci mi statüsünü tam bilmediğimiz insanlar...
Genelde tek cinsiyet ve aynı yaş fotoğrafları görüyoruz. Taliban bayrakları filan açıp sahil pozu veriyorlar.
Yangınlar bizi fena korkuttu,"hepsi mi yanacak" diye endişelendik. Korona zetasıyla, alfasıyla, betasıyla… Sanki tetikte bekliyor.
Olmadı Kovid-19, Kovid-20 olacak gibi zaten. Öyle ki "Batsın Bu Dünya" şarkısı bile dinleyemiyorum, böyle bir ihtimal var gibi.
Yangınlar, felaketler, yoksunluklar, adaletsizlikler, devletlerarası ezici bir düzen, küresel çetelerin cirit attığı bir dünya.
Bilimden uzaklaşma, sanatta ıraklaşma. Leş bir popüler kültür, irin dolu magazin, televizyonların haline bakın.
Ulusal TV'ler yangında bile dizilere, şovlara devam ettiler. Bence en dürüstü Flash TV'ydi, hiç olmazsa yayın çizgisi belliydi, artı bir iddiası yoktu.
Üçüncü dünya savaşı çıksa halay çekeceklerini biliyorduk. Ben buna tutarlılık ve dürüstlük derim.
Fakat biz, hepimiz, her şey yeterince zorken, birbirimizi niye yiyoruz; işte bunu anlamıyorum.
Civar etrafıma baktığımda herkesi anlamakta zorluk çekiyorum.
Aslında bakmayın; İnsanların ekseriyetini hiçbir zaman anlamadım, hala da anlamıyorum.
En az 5 duyu organımız var ama dünyayı kıçından algılama konusunda üstün bir ısrar sahibiyiz!
Zaten siyaset denen şeyi biliyoruz. Ne olursa olsun gemisini yürütmeyi amaçlar, başka da bir beklentisi yoktur. Ne yapsalar kendilerine yakışır.
Bunu biliyorken bu kadar tarafgirlik ya da muhaliflik niye?
Rejimler, sistemler de öyledir. Benjamin Franklin'e atfedilir:
Demokrasi, iki kurt ve bir kuzudan oluşur. Ve öğle yemeğinde kimi yiyeceklerini oylarlar! Özgürlük ise gerçekten mücadele azmine sahip kuzunun oylama sonucunu tartışmaya açmasıdır.
Dünyada güç erklerinin hepsi son derece kurnazdır, zekâlarının temeli oradan çalışır.
Kurnazlık tehlikelidir. Kurnaz zekâ diye bir şey vardır ama kurnazlıkla zekilik farklıdır.
"Zekâ" ile "kurnazlık" birbirine çok benzer ama taban tabana zıt iki kavramdır.
Zeki olan iyi olma potansiyeli taşır, kurnaz olan ise çoğunlukla saf kötüdür.
Kötü de güçlüdür. Karar biliminde şöyle deriz: Kötülük kendiliğindendir, iyilik ise çaba ister. O nedenle iyi olmak zordur.
En önemli ve en açıklayıcı fark şudur ki "zeki", zekâya duyduğu tutku nedeniyle, kendisinden daha zeki olanı da keşfeder ve saygı duyar.
İnsan ne denli zeki ise yaşamı da o denli derindir. O denli doyumsuzdur. Ve acısı da o denli büyüktür.
Genel olarak zekâya "saygılıdır". Oysa "kurnaz", en zeki olarak bir tek kendisini gördüğünden ve bu yetisini sadece kendi hesap ve çıkarlarına yönelik kullandığından, zekâya saygı duymaz. "Saygısızdır".
Kurnazlığı zekâ zannedenlerin topraklarında nezaketiniz sizi aptal gösteriyor olabilir.
Bu nedenle aptallığa oldukça benzeyen bir suskunluk içinde olabiliriz. Konuştuğumuzda da aptal gibi konuşuyor olabiliriz.
İkon yönetmen Ingmar Bergman şeytanın açık havadan nefret ettiği söylenir. Bakın herkesin umut bağladığı her kategorideki yalancı peygamberler de böyle zamanlarda ortaya çıkar.
Ve dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır.
Dünyamız biraz kurnaz, zeki ve ahmakların savaşı gibidir. Her biri birbirini ezmeye çalışır.
Yalnız hangisinin zeki hangisinin kurnaz hangisinin ahmak olduğu da soru işaretidir. Bazen hepsi aynıdır.
İşte yakınlarda paylaştım; 30 milyon lastiği Kuveyt'te yakan insanlar para kazanırlar kurnazdırlar, iş modeli geliştirdiler zekidirler ama tasarladıkları dünyada can verirler, ahmaktırlar.
İşte dünyada şu an yaşadığımız şey de böyle bir şeydir. Tanrı bazen yaşamak isteyen insana kayıtsız kalır gibi görünse de, tam olarak durum böyle değildir.
Her şeyin bir sebebi vardır. Şöyle derler:
Beklemekte olduğun şey, ancak onu beklediğini unuttuğunda gerçekleşir; bu, evrenin 'sen bakarken soyunamıyorum' deme.
Biz biz olalım, saldırmayalım birbirimize. Hem öyle bir şeyin değişmediğini gördük.
Ama acaba bilimsellik çözer mi?
Zeka bu işi özer mi?
Aklı selimle düşmanlaştırmadan oluşturulan bir dil, o sert ve militan dili yener mi?
Bir de bunu düşünelim derim.
Çünkü bugün yaptığımız şey şimdi anlatacağım fıkraya benziyor.
Tilkilerin canı sıkılıyormuş, birbirleriyle konuşmaya başlamışlar:
- Bir şeyler bulsak da eğlensek...
- Aşağıdaki patikanın başında duralım, karşımıza ilk çıkanı dövelim
- İyi de durup dururken adam dövülür mü?
- O kolay, "Senin niye şapkan yok" der döveriz!
Tilkiler yolun başına inmişler ve tavşanı görmüşler.
"Senin niye şapkan yok!" diye bir girişmişler, tavşan neye uğradığını şaşırmış.
Ertesi gün yine aynı pusu, yine kısmetlerine tavsan çıkmış, zavallı sekiyor, topallıyor:
"Ulan senin niye şapkan yok?" diye bir dayak daha.
Üçüncü gün tilkilerden birinin adalet damarları kabarmış:
Yahu, tilki kardeş, şapkası yok diye her gün pat, küt adam dövülmez ki!
Diğer tilki "Kolay!" demiş ve eklemiş:
Sigara almaya yollarız ya filtreli alır ya filtresiz, hangisini almışsa, niye diğerini almadı, diye döveriz!
Sabah yine tavşanı görmüşler yüzü, gözü sarılı, titriyor:
Git bize sigara al, gel!
Tilkiler keyifli keyifli gülerken, tavşan biraz gittikten sonra dönüp sormuş:
Affedersiniz, filtreli mi, filtresiz mi?
Tilkiler çok bozulmuş "Gel lan buraya!" diye bağırmışlar. "Senin niye şapkan yok!" diye bir güzel dövmüşler.
Yani bir yolunu buluruz: Twitter, Instagram, TikTok, Facebook ya da Threads… Hepsi biziz.
Neyse. Bitiriyorum. Bitiyorum!
Başlarken demiştim:
Ben Profesör Doktor Uğur Batı. Karar Bilimi Uzmanı ve 3 boyutlu düşünce ahtapotuyum.
Ve hepinize şöyle sesleniyorum:
Biz size düşünmeyin demiyoruz, hobi olarak yine düşünün. Ve büyük düşünün ki seneye de düşünürsünüz!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish