Ekrem İmamoğlu'nun "siyaseten baba katli" olup olmayacağına veya ne derece bunu başarabileceğine geçmeden önce "baba katli" derken neyi kastettiğimi netleştirmek isterim.
14 Haziran 2020'de yazdığım "Türkiye siyasetinde siyasi kopuşlar veya baba katli" başlıklı yazımda "siyaseten baba katli" metaforunu şöyle açıklamıştım:
Partisinin liderine meydan okuyarak, bir paradigma değişikliğine giderek onun sözünün üzerine söz söyleme veyahut onu aşacak nitelikte söylemlerde bulunmayı siyasetimizde 'baba katli' olarak tanımlıyorum.
Tüm hikâyeyi bu kavramın etrafında kurguluyorum, o nedenle yazıyı bu gözle okumanızı isterim.
İmamoğlu'nun "akıl hocalarından" Necati Özkan, Joseph Campbell'in "Kahramanın Sonsuz Yolculuğu" kitabından esinlenerek "Kahramanın Yolculuğu" adlı kitabını Kasım 2019'da yayımlamıştı.
Kitap, CHP İl başkanı Canan Kaftancıoğlu tarafından şu şekilde eleştirilmişti:
Kahramanın hikayesini yazıyorum diyerek kahramandan daha çok kendilerini kahramanlaştırmaya çalışan profesyoneller bilsinler ki; yalan, yanlış ve eksik verilerle Genel merkez iradesinin, CHP örgütlerinin ve İstanbul ittifakının emeğine hiç kimse saygısızlık edemeyecektir!
Kahramanın hikayesini yazıyorum diyerek kahramandan daha çok kendilerini kahramanlaştırmaya çalışan profesyoneller bilsinler ki; yalan, yanlış ve eksik verilerle
— Canan Kaftancıoğlu (@Canan_Kaftanci) November 6, 2019
Genel merkez iradesinin, CHP örgütlerinin ve İstanbul ittifakının emeğine hiç kimse saygısızlık edemeyecektir!
İmamoğlu ise Kaftancıoğlu'nun çıkışı sonrasında şunları kaydetmişti:
Ama kitabın şu noktasına bir şerh koyuyorum o da şu; Her ne kadar kendisi beni kahraman diye tanımlasa da ben kendimi kahraman diye tanımlamıyorum. Çünkü insan kendine kahraman dememeli, kahraman olmak büyük sorumluluk ister, zaman ister olgunluk ister. Ben sadece bir başlangıca imza atmış. Daha büyük bir imza atmak isteyen hizmet etmek isteyen bir belediye başkanıyım.
İmamoğlu'ndan Necati Özkan'ın kitabı hakkında açıklama: Şerh koyuyorum https://t.co/f4FcLMP5TC pic.twitter.com/0ds4GB2Wj7
— Independent Turkish (@TurkishIndy) November 8, 2019
Bu karşılıklı açıklamaları İmamoğlu'nun seçildikten 4-5 ay sonra bile genel merkeze karşı bir güç savaşı vermeye veya kendini ayrıştırmaya başladığını gösteren önemli göstergeler olarak değerlendirebiliriz.
"Kahramanın Yolculuğu"nda Campbell, 12 adımlı bir yoldan bahsediyor. Bunlara kısaca bakacak olursak, İmamoğlu'nun yolculuğunda birçok aşama tamamlanmayı bekliyor.
1- Sıradan dünya
Sıradan dünya, kahramanın hikâye başlamadan önce içinde bulunduğu hâldir. Kahraman burada genellikle huzursuz ve rahatsızdır, bir arayış içindedir. İzleyici veya okuyucu bu arayıştan dolayı kahraman ile empati kurar.
2- Maceraya çağrı
Burası kahramana problem, meydan okuma veya atılacak bir maceranın sunulduğu yerdir. Bu çağrı, dışarıdan veya kahramanın iç dünyasından gelebilir. Kahraman, değişimin başlangıcıyla yüz yüzedir.
3- Macerayı reddetme
Bu nokta kahramanın kendine sunulan maceraya gönülsüz olduğu veya durakladığı yerdir. Bilinmeyenin korkusu yaşanır, maceradan uzaklaşılır.
4- Akıl hocasıyla tanışma
Kahraman yolculuğunda kendisine yardımcı olacak eğitim, ekipman veya tavsiyeler verecek, ruhsal rahatlığa erişmesini sağlayacak bir akıl hocasıyla tanışır.
5- İlk eşik
Maceranın ve yolculuğun gerçekten başladığı, hikayenin yükseldiği an bu ilk eşiğin atlandığı andır. Bu aşamada kahraman artık sıradan dünyada değil, özel bir dünyadadır.
6- Testler, dostlar, düşmanlar
İlk eşik geçildikten sonra kahraman yeni dünyanın kurallarını tanımaya başlar; dostlar ve düşmanlar edinir, sınavlarla karşılaşır.
7- Büyük soruna yaklaşma
Kahraman ve kahramanın dostları bu yeni dünyadaki en büyük soruna doğru yaklaşır ve onunla yüzleşir. Bu aşama yolculuğun ikinci eşiğidir, yeni dünyanın en tehlikeli yeridir.
8- Büyük değişim, çile
Yolculuğun ve hikâyenin ortasına doğru yaklaşıldığında kahraman ölümle veya en büyük korkusuyla karşı karşıya kalır.
9- Ödül, ceza
Büyük değişimin sonuçlarının yer aldığı aşamadır. Kahraman ölümden veya sorundan kurtulur. İzleyici veya okuyucunun rahatladığı yerdir.
10- Geri dönüş
Kahramanın macerayı tamamlamak için harekete geçtiği aşamadır. Yolculuğun sonu geliyordur artık, yeni dünyadan çıkış yapılır.
11- Doruk noktası
Kahramanın en büyük sınavını verdiği final aşamasıdır. Yeniden doğuşun başlangıcıdır. Artık eskisinden çok farklı bir yerde olan kahraman başlangıçtaki çatışmalarından da kurtulur ve saflaşır.
12- Dönüş
Yolculuğundan kalan değerlerle kahraman sıradan dünyaya döner. (Bu bilgileri aldığın kitabın referansını dipnota ekleyebilirsen güzel olur.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İmamoğlu'nun yolculuğu
İmamoğlu için üç farklı dönemde üç farklı "kahramanın yolculuğu" sürecinden bahsedebiliriz.
- 2019 Yerel Seçim Süreci
- 2023 Başkanlık Seçim Süreci
- Seçim Sonrası "Değişim Talebi" Süreci
Beylikdüzü belediye başkanlık dönemi de ayrıca ele alınabilir ama merkezi siyasette görünür olduğu İstanbul seçimlerinden başlamak daha yerinde olacaktır.
2019 yerel seçiminden önce kendi sıradan dünyasında yaşayan İmamoğlu maceralı yola çıkmayı kabul ederek daha çok görünür olmuştur.
3. aşama olan "macerayı reddetme" aşamasında tereddüt dahi etmeden maceraya atılarak aday olmuştur. Kendi "akıl hocaları"yla yola çıkmış ve "ilk eşik" olan 29 Mart 2019 seçimlerini kazanmıştır.
Daha sonrasında seçim iptali gibi büyük meydan okumalara rağmen kendisi açısından süreci başarıya erdirmiştir.
Ancak 2023 başkanlık seçim sürecindeyse "maceraya çağrı" ve "macerayı reddetme" adımlarında takılı kalmıştır.
Hem siyasi yasaklı olmasına yol açan dava sürecinde hem de Meral Akşener'in altılı masadan kalktığı 3-6 Mart krizinde Akşener'in "macera çağrılarına"; "evet" dememiş ve macerayı reddetmiştir.
Dolayısıyla kahramanın yolculuğu perspektifinden bu sürecin kendisi için başarılı geçmediği kaydedilebilir. Her ne kadar başkan yardımcılığı adaylığı ile sürece dahil edilmişse de bu, Akşener'in masaya dönmesi için taraflar arasında "onurlu bir barış" adımıydı.
2023 seçim sonrası değişim talebi sürecinde ise şu an ikinci adımda bulunan İmamoğlu destekçileri bir "maceraya çağrı" yapıyor ve İmamoğlu şimdilik "macerayı reddetme" gibi bir intiba uyandırmıyor. Sonraki aşamalara geçip geçmeyeceğini hep beraber göreceğiz.
Bu süreç İmamoğlu'nun "siyaseten baba katli" yapıp yapamayacağının da göstergesi olacak. Şu an niyeti var, isteği var ama nereye kadar ilerleyebileceğini öngörmek zor.
Muhalefetin 14-28 Mayıs seçim kaybı,Erdoğan'ın birçok kesim tarafından "olumlu" bulunan görece daha "güvercin kabinesi" ve belli politika değişikliklerini ima eden yeni kadrolarıdan sonra siyasetin ana tartışma konusu muhalefetin bundan sonra ne yapacağı.
Muhalefet içinde de en çok öne çıkan figür şimdilik 14 Mayıs akşamı seçim sonuçları hakkında basının karşısında konuşma yapan ve arak "karizması" yara alan Ekrem İmamoğlu.
15 Mayıs sabahı belediyeden bir görüntü paylaşarak işinin başında olduğu imajını çizen İmamoğlu, iki seçim arası çok aktif bir rol almazken, 29 Mayıs sabahı muhalefet için değişim talebini açıktan dile getirmeye başladı.
En son 4 Temmuz tarihinde "İktidar İçin Değişim" sitesini duyurarak "maceraya çağrıya" desteğini ifade etti. Yakın zamanda bir manifesto açıklayacağı dile getiriliyor. Bütün bunların anlamlı bir yöne evrilip evrilmeyeceğini en geç yerel seçimler sonrası göreceğiz.
Yerel seçimlerde olası büyük başarısızlık sonrası Kılıçdaroğlu'nun bugünkü gibi istese de koltuğunda kalamayacağı gözükmekte.
Kılıçdaroğlu'na uzun uzun değinmeyeceğim, bugüne kadar kendisine yönelik olumlu olarak inşa ettiği ya da inşa edilen ne varsa hepsini yerle bir ederek bugün değilse bile uzak olmayan bir gelecekte sahneden çekilmesi yüksek ihtimaldir.
İstanbul, Ankara, Antalya, Hatay, Adana, Mersin gibi illerde AK Parti'nin muhtemel başarısı muhalefeti tekrardan büyük bir umutsuzluk iklimine sokabilir. Şu ana kadar kurumsal muhalefetin verdiği tepkilere bakınca 2023 seçimlerinde neyi kaybettiklerinin tam olarak farkında olmadıklarını söyleyebiliriz.
Profesör Evren Balta'nın söylediği gibi Türkiye'yi Rusya vb. ülkelerden ayıran en önemli fark seçim kazanma umudu olan muhalif partilerin varlığıdır.
Erdoğan sonrasında bile ülkede görece daha muhafazakâr olan parti ve isimler arasında iktidar değişiminin olabileceği bir atmosfere doğru yol alıyor olabiliriz.
Muhalefet eğer önümüzdeki süreçte toparlanamaz ve yerel seçimlerde de benzer bir yenilgi alırsa Erdoğan'ın olmadığı bir denklemde de bugünkü anlamıyla bildiğimiz muhalefetin Türkiye'de genel seçim kazanması çok zor olacaktır.
Muhalefetin her şeye rağmen şu an elindeki en büyük "çıkış fırsatı"nın ülkenin mevcut ekonomik durumu olduğu ortada ve bu durumdan daha fazla etkilenen büyükşehirlerde muhalefetin oy oranları daha iyi durumda.
7 Temmuz günü resmi gazetede yayımlanan vergi artışlarının kamuoyunda yarattığı tepki malumunuz. Kendisinin yarattığı ekonomik sıkıntıları aşmak için "acı fatura" kesmek zorunda olan iktidarı yerel seçimler sınavı bekliyor.
İktidar eğer ekonomik tabloda bir iyileşme yapmaz veya tablonun daha da vahim hâle gelmesini engelleyemezse genel seçimde tazelediği özgüvenine rağmen yerel seçimlerde umduğunu bulamayabilir.
Yerel seçimlerden sonra ekonomide daha sert tedbirler alınması olası. Bu yüzden muhalefet yıpranmışlığına rağmen ekonomik durumdan dolayı ummadığı bir başarı elde edebilir. Elindeki mevcut belediyeleri tutabilmesi bile bu tabloda başarı olarak değerlendirilecektir.
Seçmenlerin genel seçim ve yerel seçim oy davranışları daha farklı olmakla beraber yerel seçimde hem yerel unsurlar daha ön plana çıkmakta hem de ekonomik durum yerel seçimlerde oy davranışına dönmesi daha olası.
2019 seçimlerinde de Cumhur İttifakı beka söylemini kullanmış ama bu söylem istenildiği gibi karşılık bulamamıştı. Yerel olan bir seçim genel bir seçim havasında geçmişti.
Ama 2023 genel seçimlerinde benzer söylemeler daha fazla karşılık bulabildi. Dolayısıyla seçmen yerel seçimleri beka söylemi gibi söylemler etrafında değil de ekonomik durumu önceleyen bir şekilde davranabilir.
Erdoğan cumhurbaşkanlığını kazanmış olsa da AK Parti'nin önceki seçime göre 7 puanlık oy düşüşü yerel seçimler için bir alarm zili olduğu ortada.
Hülasa son seçimden sonra Türkiye'de yepyeni bir siyaset sahnesi oluştu, oluşuyor. Bu yeni sahnede Erdoğan'ın bir "kurucu irade" olarak kendisinden sonra uzun yıllar sürecek bir sistem inşa etme arayışında olması mümkün gözükmekte.
Dolayısıyla bunun en önemli adımlarından biri yerel seçimlerden sonra gündeme gelecek olan sivil, yeni bir anayasa yapımıdır.
Bu anayasa yapımında hem İYİ Parti hem de DEVA, Gelecek ve Saadet partilerinin yer alma ihtimalleri yüksek olduğu gibi bu anayasaya evet demeleri de mümkün.
Bu iş birliğinin olup olmayacağının demosunu meclis açıldıktan sonra başörtüsü için hükümetin getireceği anayasa değişikliği teklifinde göreceğiz. Muhtemelen minimum 405 milletvekilinin onayı ile bu anayasa değişikliği yapılacaktır.
Bütün bunlar süreç içinde hem İYİ Parti'nin hem de diğer üç muhafazakâr parti'nin iktidar kanadına ya da iktidarın kurduğu sistem içine entegre olmasının yolunu açabilecek adımlar olabilir.
İmamoğu'nun geleceği de bazı noktalarda, oluşacak bu sistemin neresinde olacağı, ne kadar yakın duracağı veya tamamen karşı durup durmayacağına göre şekillenebilir.
Genel bir perspektiften sonra asıl yazı konumuza gelecek olursak, İmamoğlu bundan sonra ne yapacak, ne yapabilir gibi sorulara geçmişten bugüne çeşitli cevaplar vermeye çalışacağım.
Siyasi kopuşların en yakın örnekleri DEVA ve Gelecek Partileri. Geçmiş 21 yılda partilerinden ayrılarak yeni partiler kuran birçok isim oldu. Erkan Mumcu, Abdüllatif Şener, Meral Akşener, E. Ülke Tarhan gibi birçok isim mevcut partilerinden kopup yeni bir maceraya atıldılar.
AK Parti'den kopan partiler içinde özellikle DEVA'nın ima ettiği büyük bir değişim "umudu" vardı. Ama kimlik krizi yaşayan parti ironik bir şekilde "kendini arayan bir partiye" dönüştü. Görülen o ki hââ da aramaya devam ediyor.
Babacan İmamoğlu gibi önümüzdeki süreçte etkili olabilecek bir figür. Ama kendi sıkışmışlığı içinde, hayal ettiği etkiyi yaratamadığı için kendisi de bir çıkmazın içinde.
DEVA'nın hem seçim öncesi Saadet ve Gelecek partileri ile ittifak içinde ittifak modeline girmemesinin hem de seçim sonrasında yine bu partilerle mecliste grup kuramamasının, "ayrıksı" yapısının ondan neler götürüp ona getireceğini önümüzdeki süreçte daha net göreceğiz. Ayrıca Saadet ve Gelecek partileri 6 Temmuz günü beraber Saadet Partisi çatısı altında grup kurmayı başarırken DEVA şimdilik bu denklemin dışında kaldı. Farklı bir modelde DEVA da bir şekilde dışarıdan destekle bir grup kuracaktır.
17 Temmuz 2020'de Ali Babacan ve DEVA Partisi için şunları yazmıştım:
Öne çıkan söylemler ve isimler ya seküler ya da muhafazakarlıkla sekülerlik arasında olan isimler.
Ama bunlar tek başına iktidar ya da cumhurbaşkanlığı seçimi için yeterli olmayabilir. Türkiye'de bugün tabiri caizse oy deposu muhafazakar/dindar seçmendir.
CHP'nin yıllardır aşamadığı bir girdap olan muhafazakar/dindar seçmene ulaşma politikasını hatırlatmak isterim. Neden ulaşmak istediği ortadadır.
İlginç bir şekilde muhafazakar bir partinin içinden çıkıyor olsa da DEVA Partisi görece seküler kanat tarafında teveccüh gördüğü görülürken, muhafazakar camiada bu etkiyi tam yapmış olduğu görülmüyor.
Bu çeşitli baskılardan da olabilir ve belki de gelen bir dip dalgadır.
Paradoksal bir şekilde DEVA Partisi'nin asıl açılması gereken kesim muhafazakarlar olacaktır. Zira oradan oy alamadığı sürece anlamlı bir başarıya imza ataması ihtimal dahilinde değildir.
DEVA Partisi'ne ve Babacan'a özellikle değinmemin nedeni "siyaseten baba katli" denemesini yapmakla beraber İmamoğlu ile olan benzerliği.
İkisi de daha genç, daha "özgürlükçü", daha "Batı odaklı" ve biri mevcut diğeri eski parti liderinden ayrışmış olması ilk akla gelen benzerlikler.
Görece daha seküler bir dünya içinden gelen İmamoğlu'nun görece daha muhafazakâr dünya içindeki rakibi Erdoğan değil Babacan vb. figürlerdir.
Şu an siyaset sahnesinde yer alan lider düzeyindeki en önemli rakibi belki de Babacan'dır. Bugünkü siyasi başarısızlık içinde bu o kadar net gözükmeyebilir ama süreç ilerledikçe bu durumun daha da ortaya çıkmasını bekleyebiliriz.
Elbette gelecek yıllarda kendisi de siyaset sahnesinde yer almaya devam ederse Süleyman Soylu, Hakan Fidan, Selçuk Bayraktar, belki Mehmet Şimşek gibi rakiplerle de karşılaşması olasıdır.
Aynı yazıda İmamoğlu ve Babacan hakkında 2020 yılında şunları kaydetmiştim:
Ali Babacan'ın çıkışı her ne kadar Erdoğan ve AK Parti'ye karşı bir çıkış olsa da diğer yandan da Erdoğan sonrası CHP'nin iktidar alternatifi olmasını engellemiştir.
İmamoğlu ve CHP'nin Babacan'ın çıkışından çok mutlu olmadıklarını düşünebiliriz. CHP ancak bir çatı aday formülü ile iktidar ortağı olabilir.
Temel olarak bakıldığında İmamoğlu ve Babacan'ın çok farklı siyasi pozisyonlarda olmadıklarını da değerlendirebiliriz; ama muhafazakar seçmen için İmamoğlu vb. isimlerden ziyade Babacan daha anlamlı bir tercih olabilecektir.
Cumhuriyet tarihimizde siyaseten "baba katli" yapmış ve başarılı olmuş olanlar kimler?
"Dörtlü Takrir" ile Adnan Menderes ve arkadaşları, "Ortanın Solu" söylemi ile Bülent Ecevit, İsmet İnönü'ye karşı tutumlarıyla ilk akla gelen örnekler.
Menderesler ülke içinde "dokunulmaz" olduğu varsayılan İnönü'ye Ecevit ise parti içinde "dokunulmaz" olduğu varsayılan İnönü'ye meydan okumuştur.
Her ikisi de bu meydan okuyuşlarının karşılığını almıştır. 14 Mayıs 1950 ile beraber seçimlerle ülkemizde iktidar değişebilmiş ve Demokrat Parti 10 yıl tek başına iktidar olabilmiştir.
Ecevit ise solun ülkemizde bugüne kadar görebildiği en yüksek oy oranına ulaşmış, tek başına iktidar olamamışsa da Başbakanlık koltuğuna oturmuştur.
Yine yakın dönem siyasi tarihimizde "siyaseten baba katli" yapan kuşkusuz Recep Tayyip Erdoğan'dır.
Önce Refah Partisi içinde Erbakan'a karşı "Yenilikçiler Harekatı" içinde yer almış ve süreç içinde AK Parti'yi kurarak tek başına iktidar olmuştur.
Bu isimler nasıl ve hangi ortamda değişimin öncüsü olabildiler?
Aynı yazıdan bir alıntı ile daha devam ediyorum:
Hem Demokrat Parti'nin hem de AK Parti'nin kurulduğu ve başarılı olduğu dönem itibarıyla ülke ekonomik, siyasi ve sosyal krizin içindeydi.
Toplum ise kendilerini bu karmaşa içinden çıkaracak kendilerine yeni bir yol ve yeni bir umut olacak kadroları bekliyordu ve toplum ilk fırsatta da ortaya çıkan nitelikli kadroları destekledi.
Bugün de benzer kriz süreçlerinden geçiyoruz.
AK Parti'nin kendi tabanının büyük kısmı hala AK Parti'ye oy veriyor olsa da yeni bir siyaset dilinin gerekliliğini görmekteyiz.
Bunu belki AK Parti'nin kendisi yapabilirdi ve hala iktidarda siyasi gücü olduğu için yine belli manevralar yapabilir.
Daha önce olduğu gibi yeni açılım siyaseti izleyebilir. Kendisine yeni meşruiyet alanları oluşturmaya çalışacağını da öngörebiliriz.
İmamoğlu ne yapacak, ne yapabilir?
Aslında Türk siyasetinde görüldüğü üzere "siyaseten baba katilleri" çoktur ama önemli olan sonrasında ortaya çıkardığı anlam ve sonuçtur.
Buradaki en önemli başarı kriteri gerçekçi ve cesur bir tavır, iyi planlanmış bir politikalar bütünü ile halkla anlamlı bir ilişki kurabilmek ve toplumsal destekle beraber geleceğe dair umut ettirebilmek.
İmamoğlu'nun şuna karar vermesi gerekiyor:
Erkan Mumcu, Abdüllatif Şener, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Muharrem İnce, E. Ülke Tarhan, Meral Akşener vb. birçok figürün yaptığı gibi bir "baba katli mi" yoksa Menderes, Bayar, Ecevit, Erdoğan'ınki gibi mi"?
İkinci grupta yer alan Menderes-Bayar, Ecevit ve Erdoğan ilk fırsatlarında başarılı oldular ve iktidarı kazandılar. Birinci grupta yer alanlar ise siyaset sahnesinde kaldıkları sürece ya "etkisiz" bir figür oldular ya da zaman içinde siyaset sahnesinden çekildiler.
İmamoğlu şu ana kadar kendisi açısından fırsatlar yaratan durumları tam olarak kullanamadı. Siyasi yasaklı olmasına yol açan davayı veya Akşener'in 3-6 Mart krizinde kendisine yaptığı çağrıyı kendi hikâyesi için bir yükseliş noktası olarak kullanabilirdi.
Her ikisinde de gerekli adımları a(ta)madı. Uzlaşmacı ve arabulucu bir rol oynamaya çalıştı, şartlar belki de kendisi açısından bunu gerektiriyordu ama reel politik açıdan ne büyük fırsatlar kaçırdığını kendisi de görecektir.
Dolayısı ile şu ana kadar İmamoğlu'nun verdiği intiba birinci grupta yer alan isimlere daha yakın olmakla beraber bir arada kalmışlık hâlidir. Önümüzdeki süreçte İmamoğlu'nun bu arada kalmışlığı siyasi hayatını ve geleceğini belirleyecek.
Kırmadan, dökmeden Kılıçdaroğlu'nun eliyle parti genel başkanlık koltuğunu kendisine vermesini beklese de kısa sürede kendisi de bunun gerçekçi bir tavır olmadığı görmüş oldu.
İmamoğlu bir mücadele vermediği sürece böyle bir şeyi elde etmesi imkânsız. Ki bu yola çıksa bile başarılı olmaması için birçok neden var.
Öyle ki İmamoğlu çıktığı bu yolda İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı bile yapılmak istenmeyecektir. Sonrasında muhtemelen yeni bir parti ile veya Macronvari bir hareketle yoluna devam edecek.
Ama belediyeye bir şekilde aday olur ve seçimi kaybederse İmamoğlu'nun siyasi hayatının bugünkünden çok daha olumsuz bir hâl alacağını tahmin etmek zor değil.
İmamoğlu için şu an havada asılı kalan çok soru var:
Kurultay sürecinde neler yapabilecek? Kendi kadrolarını kurabilecek mi?
Aday olup seçilmezse yeni bir parti mi hareket mi kuracak?
İstanbul belediye başkan adayı olabilecek mi? Olmak isteyecek mi?
Yoksa siyasi hayatı büyük yaralar alacak ve kendi ekosistemine sıkışıp kalacak mı?
Tüm bu soruların cevabını İmamoğlu da tam olarak bilmiyor ama bunlara göre stratejiler üretmesi gerekecek.
14 Mayıs'ta olduğu gibi sadece kazanma stratejisi ile yola çıkılması durumunda baştan kaybedilmiş bir mücadele vereceği aşikar.
İmamoğlu CHP genel başkanı olarak başarılı olabilir mi?
Türk siyasi tarihinin gördüğü en geniş konsensüse rağmen son seçimde seçmen, CHP'ye ve CHP'li bir başkan adayına teveccüh etmedi. CHP'nin muhafazakâr dünya için ima ettikleri ve geçmişi hâlâ parti için çok büyük bir engel.
Kılıçdaroğlu geçen 13 yıl içinde CHP'nin kendi içinde değişimini yönetmeye çalıştı, belli noktalarda başarılı da oldu ve en net başarısı da 2019 yerel seçimlerindeki başarısıydı.
Bu başarıyı 2023 seçimlerinde sürdüremeyerek toplamda 12 seçim kaybetti. CHP içinde Deniz Baykal'ın laiklik-ulusalcılık denklemine sıkıştırdığı partiyi daha kapsayıcı bir hâle getirmeye çalışırken diğer yandan da parti içinde kendi iktidarını yıllar içinde kurdu.
Parti içinde birçoklarının unuttuğu en büyük ilk adımı ise onu göreve getirmekte kritik rol oynayan Önder Sav ve ekibini tasfiye etmesidir. Ki bunu genel başkan olduktan birkaç ay sonra yaptı.
O tasfiye sonrası parti içinde zaman içinde giderek net olarak kendi iktidarını kurdu ve geldiğimiz noktada bugünkü delege yapısından dolayı Kılıçdaroğlu'nun destek vermediği bir kişinin genel başkanlığa seçilmesi imkânsız hale geldi.
Bütün bunlar siyasi partiler kanunumuzun değişmesi gerektiğini net göstermekle beraber kimsenin buna pek yanaştığı da yok. Ön seçim, milletvekillerin yerel unsurlar göz önüne alınarak sadece genel başkan onayı ile seçilmediği bir ortam oluşturulma gerekliliği ortada.
Yine başkanlık sistemine de uygun olan dar bölge veya daraltılmış bölge sistemleri ile lider sultası esnetilebilir ve yerelden gücünü alabilen siyasi isimlerin ortaya çıkması sağlanabilir.
Bu durumda CHP'nin halktaki algısından dolayı İmamoğlu'nun CHP'nin başında olması da kendisine başarı getirmeyebilir. Sadece daha genç ve dinamik "yeni" bir Kılıçdaroğlu olma ihtimali de var.
Belediye başkan adayı olmayıp kendi partisini kurması veya İYİ Parti'ye yanaşıp yeni bir denklem kurmaya yönelmesi kendi siyasi hayatı için çok daha verimli olabilir.
İlla genel başkan adaylığını koymak istiyorsa da bunu sadece kendisine bir çıkış yolu ve mücadele alanı olarak bir kampanyaya çevirmesi iyi olabilir.
İmamoğlu'nun hedefi eğer genel başkanlıksa, CHP'de şimdiden başarısız olma ihtimalinin yüksek bir seçenek olduğu söylenebilir.
İmamoğlu 4 yılda neler yaptı, neler yapamadı?
Bunun için birçok şey söylenebilir ama kısa bir benzetme ile 4 yılı açıklayabileceğimizi düşünüyorum.
İmamoğlu 2019 seçimlerinde belediye başkan adayı olduktan sonra kendisi için yapacağı en iyi yatırım 1994 model Recep Tayyip Erdoğan'ın yolunda gitmek ve sadece İstanbul'a odaklanıp bir hizmet siyaseti üretmek olabilirdi.
Tüm şartlar ve benzerliklerle beraber ortam buna çok uygundu. Sadece İstanbul'a odaklanmış bir İmamoğlu, taraflı tarafsız herkesin kendisine bakışını daha farklı kılabilirdi.
Ama İmamoğlu muhalif kamuoyunun beklentisi ve kendisinin de isteği ile direkt 2023 model Recep Tayyip Erdoğan olmak istedi ve o şekilde davrandı.
Bu hem gerçekçi değildi hem de hikâyenin daha hakiki olmasını engelledi. Enerjisinin çok büyük bölümünü yerele, küçük bir kısmını ise merkezi siyasete ayırması kendisi için çok daha anlamlı sonuçlar ortaya çıkarabilirdi.
Bu anlamda Mansur Yavaş daha gerçekçi davrandı diyebiliriz ama onun da İmamoğlu kadar kitleyi etkileme ve onları olası bir yarışta peşinden sürekleme konusunda bir takım eksiklilkleri var.
İmamoğlu merkezi siyasete attığı her adımdan sonra bir başarısızlık/olumsuzlukla ile karşılaştı ve hemen dönüp belediyeye işimizin başındayız mesajı vermeye çalıştı.
Söz gelimi Nagehan Alçı gibi isimlerin yer aldığı Karadeniz gezisinden sonra da olan buydu son seçimlerden sonra yapmaya çalıştığı da.
Ama attığı/atacağı bu son adımlardan sonra olası bir başarısızlık durumunda geri döneceği bir belediye binası bulamayabileceğini ve yeni bir yol yürümesi gerekliliği de ortada.
Velhasıl "kahramanın" çıktığı bu yolculuğun "son" veya "sonsuz" olması hem İmamoğlu'nun yapacaklarına hem CHP'nin tutumuna hem de kamuoyu desteğine göre şekillenecektir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish