Cumhurbaşkanı Erdoğan yeniden seçilmesinden sonra görevi devraldıktan sonra ilk yurt dışı ziyaretlerini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) ile Azerbaycan'a gerçekleştirdi ve KKTC'nin tanınmasıyla ilgili dünyaya mesajlarverdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önce KKTC'ye, ardından da Azerbaycan'a ilk yurt dışı gezilerini gerçekleştirmiş olması Türkiye'nin devlet gelenekleri açısından gayet yerinde, gayet doğru olmuştur. Çünkü Türkiye'de göreve gelen her devlet adamı ilk yurt dışı gezisini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne yapar.
Son yıllarda da kardeş Azerbaycan'ın özellikle bağımsızlığını elde etmesinden sonraki dönemde de ikinci olarak da Azerbaycan'a giderler. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan bu geleneği devam ettirmiş, doğru yapmıştır.
İkinci bir şey, Cumhurbaşkanı Erdoğan, KKTC'de yaptığı açıklamalarda, özellikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin tanınması yönünde çağrılarda bulundu ve bütün dünya devletlerine aslında KKTC'nin neden tanınması gerektiğini ifade etti.
Dahası 20 Temmuz'da yeniden adada olacağını, dolayısıyla yeni mesajlarla yine geleceğini ya da yine oraya gideceğini ifade ederek konunun takipçisi olduğunu da vurgulamış oldu.
Şimdi bu tek başına bir konuşma değil ya da ilk yapılan bir konuşma değil.
Aslında belli bir süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar'ın ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yetkililerinin yaptıkları açıklamalarla birlikte devam eden bir sürecin devamı.
O da şu, Ersin Tatar Bey'in 2020 yılının sonlarında cumhurbaşkanı seçilmesinden itibaren adım adım -ki kendisi zaten Kıbrıs'ta iki devletli çözümde ısrar edeceği söyleyerek Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmıştı- ve Ankara'daki hükümetin özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Sayın Ersin Tatar'ın seçimleri kazanmasının ardından yaptığı konuşmalarda ete kemiğe büründürdüğü bir iki devletli çözüm projesi söz konusu.
Artık biz diyoruz ki;
Kıbrıs meselesiyle ilgili bu kadar görüşme, bu kadar müzakere… Şapkadan çıkarılmadık hiçbir tavşan kalmamış, bütün konular ele alınmış, defalarca tartışılmış ama Rumların yetki paylaşımına dayanan ve her şeyi paylaşma esaslı hiçbir anlaşmaya razı olmayacakları anlaşıldıktan sonraki bu 2017'de açıklık kazanmıştı. Türkiye artık adım adım Kıbrıs'ta iki devlet seçeneğine gelmişti ve bunda da ısrarcı.
Şimdi 20 Temmuz 2021'de Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunu adada ilk defa açıklamıştı. Ardından aynı yıl Ersin Tatar da defalarca ifade etmiş ve sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımaya bütün dünyayı davet etmişti.
Şimdi o politika devam ediyor. Bir ara seçim kampanyası sırasında, eğer muhalefet partileri kazanırsa onların yönetiminin bu politikadan vazgeçebileceği sinyalleri işaretleri gelir gibiydi.
Yapılan açıklamalar çerçevesinde bu sonucu çıkarmak mümkündü. Fakat onlar kaybettiğine göre şimdi bundan sonra anlıyoruz ki Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu konuşmasıyla birlikte Türkiye'yi iki devletli çözümde ısrarcı olacaktır.
Aslında söylemek gerekir ki içinde bulunduğumuz çok kutuplu dünyada Türkiye'nin iki devletli çözüm teklifi seçeneği epeyce daha kolay olacaktır.
Yani tek kutuplu dünyaya göre çok kutuplu dünyada Türkiye'nin KKTC'yi tanıtması öbür alternatife göre daha uygun, daha müsait şartlar içermektedir.
Şimdi bu çerçeveden baktığımızda bir defa Batı dünyasının -ki Batı dünyası Kıbrıs meselesinin bu hale gelmesine gelmesinde ve bir türlü çözülememesinde en büyük suçludur.
Çünkü ısrarlı bir şekilde sırf Türkiye'ye adadan çıkartabilmek için habire "çözüm de çözüm" diyerek bin bir türlü yol ve yöntemle ve bu arada Türkiye'nin de bazı zaaf ve yanlışlarını da istismar ederek Kıbrıs meselesini adeta içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir.
Bu meselenin Batı dünyasının reçeteleriyle ya da onların olmayan iyi niyetiyle çözüleceğini beklemek ise büyük yanlış olur.
Bu mesele çok kutuplu dünyada muhtemelen Batı dışındaki büyük aktörler ve Türk dünyasına mensup devletler tarafından kırılacaktır.
Azerbaycan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni mutlaka tanıyacaktır.
Ne zaman?
Şu anda işgal altındaki topraklarını kurtardı. Ama Ermenistan'la henüz resmi bir barış anlaşması imzalamadı.
Bunu yaptıktan sonra da Azerbaycan'ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanıması gayet muhtemeldir.
Hatta belki ondan da önce olacaktır. Çünkü Ermenistan Başbakanı Paşinyan yaptığı açıklamalar bu konuda bazı ipuçları veriyor.
Karabağ'ı, Azerbaycan'ın parçası olarak tanımaya hazır olduklarını, bu arada işte Ermenistan resmi armasında bulunan Ağrı Dağı'nın da kendisi açısından hiçbir anlam ifade etmediğini, bunu doğru bulmadığını falan söylüyor ki, bugüne kadar Ermenistan'ın hayalci dış politikasının en büyük sorunlar yaratan bölümlerini oluşturuyordu bütün bunlar.
Bunlara ilaveten başka bir konuyu burada kısaca ele almak istiyorum.
Türkiye evet, çok kutuplu dünyada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanıtmak için daha fazla imkan, daha fazla fırsat bulacak. Batı dünyasının bu konuda kendisi üzerinde yaptığı baskının azaldığını görecek vesaire ama bu kendiliğinden olmayacaktır.
Bunun için her devlete yönelik mutlaka özel politikalara ihtiyaç var.
Şimdi bu devletlerden biri de Rusya.
Neden?
Çünkü Rusya, şu ana kadar hep Kıbrıs'ta tek bir devlet çatısı altında bir federal çözümden yana oldu.
Ama bugün itibarıyla düşündüğümüzde böyle bir çözümün Rusya'nın ulusal çıkarlarıyla uyumlu bir tarafı kalmadı.
Şöyle düşünelim, herhangi bir "çözüm"le bu ada tek bir devlete dönüştüğü zaman ne olacaktır?
Avrupa Birliği toprağı olacaktır.
Hatta böyle bir çözüm için mutlaka Türkiye'nin Amerika, İngiltere ve Avrupa Birliği'yle el sıkışması gerekeceğine göre, böyle bir çözümün ardından kurulacak Kıbrıs Devleti NATO'ya da üye olacaktır.
Peki, Ukrayna'da NATO'nun genişlememesi için büyük bir savaşı göze alan bir Rusya, hem de Batı dünyasının tümünün karşısına alarak çok büyük bir savaşa girişmiş olan bir Rusya, Kıbrıs gibi bütün Doğu Akdeniz'i kontrol etme kabiliyetine sahip kritik bir adayı, kritik bir toprak parçasını neden Avrupa Birliği'ne ve NATO'ya hediye etsin?
Bunun Rusya'ya faydası nedir?
Bunu zaten konuştuğumuzda Rus eliti de bu konuların takip eden dış politika uzmanları da bunun böyle olduğunu teyit ediyor.
"Evet. Bu geçmiş bir politika" diyor ve "Artık bugünkü konjonktürde bunun bir faydası yok Rusya'ya".
Ayrıca Ukrayna savaşına giden günlerde ve savaştan bu yana Yunanistan ve Kıbrıs Rumları, Rusya aleyhine ne varsa yaptılar; yaptırımlara katıldılar, kendi topraklarını Batı'nın kullanımına açtılar, Yunanistan'ın Dedeağaç Limanı'ndan bütün Yunanistan'daki üsler Rusya'ya karşı kullanılıyor…
Kıbrıs Rumları tam manasıyla Rusya karşıtı politika içindeler. Ve bundan dolayı da Rusya bunları düşman devletler kategorisinde değerlendiriyor.
O halde demek ki burada bir girişime ihtiyaç var.
Eğer tek devletli bir çözüm olursa -ki bu çok büyük bir faraziye- Türkiye'nin Amerika'yla, İngiltere'yle Avrupa Birliği'yle el sıkışması sayesinde olacaktır ki bu pek mümkün görünmüyor.
Çünkü az önce dediğim gibi, Rum ve Yunan politikaları buna izin vermiyor.
O zaman zaten Türkiye de Batı dünyasına daha fazla yanaşacaktır. Bu da Rusya'nın işine gelmeyecektir.
O halde burada Rusya'yla yeni bir pazarlığa ihtiyaç var. Yani Rusya'nın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanıması için elinde yeterli sebep var.
Ama bu kendiliğinden olmaz. Bu yine de bir pazarlıkla olur.
Suriye'de bir barış anlaşmasına doğru gittiğimiz bu günlerde konunun iki lider arasında ele alınması için tam bir uygun ortam oluştuğunu düşünüyorum.
Peki Rusya buradan ne elde edecektir?
Bir defa NATO içinde Türkiye'yle Yunanistan arasındaki çatlak, kavga derinleşerek devam edecektir.
Rusya için bundan daha büyük fayda olamaz.
Ayrıca, Kıbrıs gibi çok önemli bir toprak parçasının Avrupa Birliği ve NATO toprağı olması engellenecektir.
Dahası Türkiye gibi Rusya açısından Ukrayna savaşında giderek değeri daha da anlaşılan önemli bir devletin Batı dünyasının bir uzak karakolu olması engellenecektir.
Peki bunlardan dolayı Rusya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanır mı?
Evet tanır.
Bunlar çünkü çok stratejik çıkarlar. Ve Rusya üzerinde bu konuda çalışma yapmakta fayda vardır.
Dolayısıyla KKTC'nin tanınması yönünde yapılan çağrılar doğrudur yerindedir.
Ama dediğim gibi, KKTC'nin tanınması kendiliğinden gerçekleşmeyecektir.
Her ülkeye yönelik ayrı ayrı politikalara ihtiyacımız var.
Rusya'yla ilgili de böyle bir politikanın sonuç vereceğini düşünüyorum.
En azından benim Rus elitiyle konuşmalarım, gazetecilerle yaptığım görüşmelerim ve Rus basınında yayımlanan röportajlarıma olan ilginin sonucunda da bunun pratikte mümkün olduğunu görebiliyorum.
İnşallah olur demekten başka şu anda benim bir akademisyen olarak yapabileceğim bir şey yok ama önümüz açık görünüyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish