Profesör Gürsel: Enflasyonu süratle düşürmek dehşet bir daralmayla olur, Şimşek'e kısıtlı zaman verilmiş

Independent Türkçe ekonomist Prof. Dr. Seyfettin Gürsel ile Türkiye'nin ekonomik görünümünü, yeni yönetimi, ülkeyi bekleyen riskleri ve perşembe günü açıklanacak faiz kararını konuştu

Cumhurbaşkanı Erdoğan, enflasyonun yeniden tek haneli rakamlara düşeceğini belirterek "Yeni ekonomik kadromuzun da birinci önceliğini bu meselenin çözümü oluşturuyor" diyor / Görsel: Canva

Türkiye'nin ekonomik altyapısında, uluslararası rekabet noktasında ciddi sorunlar olduğu konuşuluyor.

Söz konusu sorunun döviz, faiz, enflasyon denkleminden ziyade vizyon ile ilgili olduğunu düşünenler var.

Ama tüm bunlar da konuşmadan edilmiyor. 22 Haziran'da Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) yeni faiz kararını duyuracak.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kendi işini yapmasını "kabullendik" dediği Merkez Bankası'nın açıklayacağı oran ile ilgili farklı tahminler yapılıyor.

Son olarak Morgan Stanley ekonomistleri TCMB'nin politika faizini 11,5 puan artışla yüzde 20'ye çıkarmasını beklediklerini belirtti.

AA Finans'ın beklenti anketine katılan ekonomistlere göre ise politika faizi yüzde 19,25'e çekilecek. 

Independent Türkçe'ye konuşan Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel'e göre ise faiz artışı kadar TCMB'nin kullanacağı iletişim dili, vereceği mesajlar da önemli. 

Profesör Gürsel, "8,5'tan yüzde 20-25'e çıkarmasının bir manası olmaz" diyor, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "nas"tan vazgeçtiği konusunda ciddi şüpheleri olduğunu söylüyor.

Elbette ekonominin önünde duran tek mesele bu değil.

Kurumlar, demokrasi, yabancı yatırım, cari açık...

Sonra Kur Korumalı Mevduat'ın (KKM) ve hatta Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in geleceği... 

Gürsel, Türkiye'ye güven ortamı gelmedikçe KKM'ye son verilmeyeceğini söylüyor.

"Beştepe'de ekonomi danışmanlarının bir kısmı Mehmet Şimşek'e çok şiddetle karşı çıkmışlar" diye duyumlarını aktarıyor Gürsel.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Bu işi süratle halledeceğiz" derken ise aslında Şimşek'e enflasyonun düşürülmesi için zaman sınırlaması getirdiği tespiti yapan Gürsel, eski Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu'nun BDDK Başkanlığı'na getirilmesi için ise "Belki de Mehmet Şimşek'e 'Bütçeye çok karışma' demek istiyorlardır" yorumu yapıyor.

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mustafa Gültepe'nin döviz kurunun 35 TL'ye yükselmesi halinde bile ihracat hedeflerine ulaşmanın 'zor' olduğunu açıklaması için "Abartıyorlar" diyor ekonomist Gürsel.

"Mevzu Nedir?" Türkiye'nin yeni ekonomi yönetimini ele aldığı röportaj serisinin sonuncusu yine bilindik mevzularla farklı bakış açısıyla başlıyor.

"Güven geri gelmedikçe KKM'ye son veremezler" 

Kur Korumalı Mevduat (KKM) bir enstrüman olarak kullanılıyor. Hesaplarda biriken toplam para 2 trilyon lirayı aştı. Sizce raftan indirilecek mi? Uygulamaya son verilmesinin olası yansımaları ne olur? 

KKM, oldukça iyi düşünülmüş bir enstrümandı. Çünkü hatırlarsanız çıkartıldığı zaman müthiş bir dövize hücum yaşanıyordu, kurda çok ciddi bir artış söz konusuydu. Kuru tutabilmek için Merkez Bankası rezervlerini de harcamışlardı. Dolayısıyla bunun etkili olduğunu gördük. Çünkü ondan sonra kur yatay seyretti uzun süre. Dövize yönelen insanlar, vatandaşlar, hane halkı veya firmalar daha da çok artacağını düşünüyorlardı, bekliyorlardı. Şimdi sen devlet olarak "O riski ben karşılayacağım, olur da faizin üzerinde bir kur artışı olursa farkı ödeyeceğim" dediğin anda, tabii insanlar dövize hücum etmekten, yani sırf tasarruflarını enflasyondan korumak için dövize yatırım yapmaktan vazgeçtiler. Bunun da etkisini gördük.
 

seyff-62-20200414101317-700x700.jpg
Prof. Dr. Seyfettin Gürsel / Fotoğraf: Twitter


Devletin bütçesine bir yükümlülük getirdi. Ciddi miktarlara vardı. Siz de hatırlattınız. Dolayısıyla bundan sonra devam eder mi etmez mi? Sermaye akımlarının yeniden başladığı görülürse ve inandırıcı olursa yeni yönetim o zaman belki KKM'ye artık gerek kalmayacak. Çünkü faizleri bilmiyoruz. Bunlar belirsiz. Acaba pozitif bir reel faiz verilebilecek mi? Verilirse ne kadar süre içinde? Hemen mi olacak, zaman içinde mi olacak, yavaş yavaş? Bunları henüz bilmiyoruz ama son tahlilde şunu söyleyeyim. KKM'ye bu güven geri gelmedikçe bence son veremezler. Ama ne zaman bundan emin olacaklar, Türk lirası, faizler, mevduat faizleri artık az bile olsa pozitif bir getiri getirince, sermaye akımları da gelince, hatta kurda belki bu nedenle bir az da olsa belki bir düşüş bile olunca, Türk lirası değerlenince yani bu gibi durumlarda bence KKM'ye gerek kalmayacak.

Piyasanın KKM'nin çıkışını satın aldığı yönünde bazı yorumlar var. Bu çok doğru değil mi diye düşünüyorsunuz? Eylül ayına kadar KKM'nin kaldırılabileceği olasılığı dillendiriliyor zira…

Eylül ayı biraz kısa bir tarih. Çünkü dediğim gibi yani iki tane koşul söylüyorum. Bunlar olmazsa olmaz koşullar. Birincisi; pozitif reel faize geçildiği görülecek ve bunun devam edeceğine dair bir kanaat, bir güven oluşacak. İkincisi; bununla beraber de bir tekrardan portföy yatırımları -doğrudan yabancı sermaye belki hemen harekete geçmeyebilir ama- tekrar başlayacak. Dolayısıyla cari açığın da üzerinde bir döviz birikiminin yavaş yavaş olduğu görülecek. Şimdi bu iki koşul eylüle kadar olursa evet eylülde kalkar ama ben eylülün çok yakın bir tarih olduğunu düşünüyorum. Yani belki sonbaharda, aralık ayına doğru. Ve dediğim gibi bu iki koşul yerine geldiği takdirde evet KKM'den çıkış olabilir.

"Erdoğan'ın "nas"tan vazgeçtiği konusunda şüpheler var"

TCMB net rezervleri eksi 75 milyar dolara düşürülerek borçlandırıldı, kurumsallığı zedelendi, piyasalar kilitlendi. Cari açık 2012 zirvesini aşmış durumda.  Ama uzun süre "nas"tan bir türlü vazgeçilmedi. Ne oldu da Türkiye rasyonel politikalara geri dönüş yapıyor? Sorunlar daha fazla ertelenemez hale mi geldi?

Son saptama doğru. Hakikaten erteleme imkanı tükendi. İki türlü tükendi. Yani KKM de olsa bir kuru tutmak… Çünkü cari açık çok büyümüştü. Dolayısıyla döviz talebi vardı. Bu döviz talebinde de sonunda ister istemez bir takım gayri resmi kısıtlamalar da başlamıştı. Yani bir firma dolar istiyor, bir ithalat yapacağım diyor. 5 milyon dolar istiyor. Banka diyor ki; "Sana ancak 1 milyon dolar verebiliyorum". Şimdi bu serbest sermaye akımlarının olduğu, dışa açık bir piyasa ekonomisinde olacak bir şey değildi zaten. Şimdi bu bağlamda tabii… Ama bunlar da yeterli olmadığı için dışarıdan dünya kadar SWAP yoluyla bir şeyler alındı, Putin Gazprom'a milyar dolarlar yolladı Akkuyu'da vesaire… E, onlar da bitti. Şimdi hem cari açık devasa boyutta hem döviz yeterince yok.
 

Erdogan-balkon-2.jpg
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçim zaferinin ardından balkon konuşmasında / Fotoğraf: AA


O zaman seçimlere kadar beklendi. Ama o arada anlaşılan Recep Tayyip Erdoğan'ı da çevresinin bir kısmı -şimdi hepsi demeyeceğim çünkü anlaşılan orada da çok farklı fikirler ortaya çıkmış- Mehmet Şimşek ile bu işin içinden çıkılabileceğine dair ikna ettiler. Ya da bunun ancak böyle olabileceğini söylediler. İkna ne kadar ettiler, o daha büyük bir soru işareti… Bu süreci yaşadık hep birlikte. Çünkü seçim kampanyası sırasında Mehmet Şimşek ile toplantılar da yapıldı. 

Ama anlaşılan Mehmet Şimşek'i de bir ikna süreci oldu…

Elbette. Çünkü Mehmet Şimşek bu mevcut politikalarla hiçbir yere varılamayacağını bilen birisi. Dolayısıyla Mehmet Şimşek bir taraftan maksimum ölçüde özgürlük istedi. "Bana bırakacaksınız, elimi kolumu bağlayacaksınız" dedi belli ki. Atandığına göre demek ki; bu kısmen kabul edildi. Ama hala soru işaretleri var mı? Var. Yani soru şuydu: "Erdoğan 'nas'tan vazgeçti mi?" Valla o konuda şüpheler var. Çünkü neden şüpheler var? Uzun süre biliyorsunuz bu konuda Mehmet Şimşek veya yeni işte para politikası, iktisat politikaları hakkında seçim kampanyasında da hemen hemen hiç konuşmadı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Ama bakanlar kurulu atamaların yapılmasından hemen sonraydı galiba. Azerbaycan'a ve Kıbrıs'a yaptığı dönüşte işte o malum gazeteci grubuna bir soru üzerine bir açıklama yaptı, ilk defa orada dile getirdi. Şimdi ben bunu çok önemsedim. Hatta yazdım. İzninizle okuyup bir analiz yapmak istiyorum. Çünkü sorunuzun cevabının anahtarı burada gizli diyorum. Gizli diyorum çünkü açık değil. 

Evet, çelişik bir açıklama yorumları yapıldı... Lütfen okuyun. 

Aynen öyle. Cumhurbaşkanı Erdoğan diyor ki, "Bazı arkadaşlar Cumhurbaşkanı faiz politikasında ciddi bir değişikliğe mi gidiyor gibi bir yanılgının içine düşmesin. Ben burada aynıyım" Şimdi bir kere bu kamuoyuna yönelik. Çünkü gazetecilere hitaben konuşuyor. Neden bazı arkadaşlar diye başlıyor? Ben bunu şöyle yorumluyorum, sonra rivayetler de çıktı sosyal medyada. Aslında Beştepe'de ekonomi danışmanlarının bir kısmı Mehmet Şimşek'e çok şiddetle karşı çıkmışlar. Hani "Cumhurbaşkanımız bu doğru politikalardan, faiz politikasından vaz mı geçiyor acaba?" diye endişeye kapılmışlar. Anlaşılan Erdoğan onlara sesleniyor, "bazı arkadaşlar" diyor. Böylece gardını alıyor, "Ben aynıyım" diyor.
 

724527Image1.jpg
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Mehmet Şimşek seçim öncesi 4 Nisan'da bir araya gelmişti / Fotoğraf: AA


Peki o zaman neden Mehmet Şimşek'i atıyorsun? Çünkü belli ki; çok farklı bir politika uygulayacak. Erdoğan, "Ama Hazine ve Maliye Bakanımızın şu andaki düşüncesi noktasında biz tabii kendisine burada atacağı adımları..." diyor. Şimdi bu iki tane sıfat çok önemli. "Süratle, rahatlıkla Merkez Bankası ile birlikte atmasını kabullendik" diyor. Yoruma ihtiyaç duyan birçok sözcük var. Bir kere "rahatlıkla" diyor. Bu demektir ki; "Tamam, sen ne yapacaksan yap. Burada senin elini kolunu serbest bırakıyorum. Ama bunu sadece para politikası Merkez Bankası aracılığıyla yapacaksın" zaman. Halbuki Mehmet Şimşek Hazine ve Maliye Bakanı. Yani buradan hareketle acaba "Bütçeye çok fazla karışma, banka sistemine çok karışma" mı diyor? Çünkü Erdoğan hemen ardından BDDK'nın başına önceki Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu'nu getirdi. Sonuçta para politikasının bankalarla uyumlu çalışması lazım. Faizi değiştiriyorsunuz, o faizin enflasyonu fiyatları işte büyümeyi vesaireyi etkilemesi için çeşitli kanallar var, en önemli kanal ise bankacılık kanalı. Şimdi orada bir soru işareti ortaya çıkıyor. İkincisi Erdoğan uçaktaki konuşmasında "rahatlıkla" lafını kullandıktan sonra "süratle" diyor. Bence burada bir süre vermiş Erdoğan. "Bir an önce, bunu başaracaksın" diyor.  "Bu şekilde enflasyonu tek haneye düşürmekteki kararlılığımızı da bildirdik" diyor.

"Süratle enflasyon düşmezse Şimşek görevden alınacak mı?"

Yerel seçimlere kadar süre verildiğini mi anlamalıyız?

Hatta yerel seçimleri beklemeden… Çünkü onun arifesine kadar daraltıcı birtakım politikalar uygulayamazsınız. Büyük bir ihtimalle sonbaharı kastediyor Erdoğan. Ekim mi kasım mı? Kafasında nasıl bir süre var bilmiyorum. Şimdi süratle enflasyonu tek haneye düşürmek, ancak dehşet bir daralmayla olacaksa olur. Ondan da emin değilim. Yani hem o güveni vereceksiniz hem döviz kuruyla ilgili beklentileri enflasyonla ilgili beklentileri karşılayacaksınız… Bunların hepsi düzelecek, herkes çok iyimser bakmaya başlayacak, sermaye akınları gelecek, hatta Türk lirasının ciddi anlamda değerlenmesine de izin verilecek ki; Mehmet Şimşek bir an önce enflasyon düşürsün diye…
 


Tüm bunların Mehmet Şimşek tarafından yapılabileceğine, ayrıca istendiğine de inanmıyorum. Dolayısıyla burada büyük bir hakikaten soru işareti var. Diyelim enflasyonun tek haneye düşüşü "süratle" olmadı. O zaman ne olacak? Mehmet Şimşek'in görevi ne kadar sürecek? Seçimler yaklaştıkça, ekonomide de bir canlanma olmayınca? Yani faizler artmış, hatta pozitif reel faizler olmuş… 

Öyle bir durumda ikinci Naci Ağbal/Lütfi Elvan vakası mı olacak?

Evet ikinci bir vaka mı olacak? Bu akla geliyor tabi. Erdoğan'ın uçaktaki açıklamasından devam ediyorum. "Enflasyon yüzde 6,2'ye düştüğünde Merkez Bankası faizi 4,6'ydı" diyor. "Biz o zaman düşük faiz düşük enflasyon teorisiyle çalıştık" diyor. Ki; bu doğru değil bir kere. Böyle çalışılmadı. Ama bakın ben böyle bir cümle kuracak olsam "Düşük enflasyon düşük faiz teorisiyle çalıştık" derdim. Yani enflasyon düştüğü için faizler düşebildi. Hâlâ düşük faizi önce söylüyor. E, bu da bir kez daha 'nas'tan vazgeçti mi?" sorusuna zemin hazırlıyor. Yani nasıl inanacaksınız? "Aynı anlayışla çalışıyorum, aynı düşüncedeyim" diyor cumhurbaşkanı. Benim anladığım Mehmet Şimşek'e belli bir süre tanımış Erdoğan. Bu süre içinde "Faizi ne yapacaksan yap, buna izin veriyorum" demiş. "Yalnız bana birkaç ay içinde (3-4 ay mı bilmiyorum, herhalde 5-6 ay değil) bana tek haneli enflasyon getireceksin" demiş. Yani Erdoğan, Şimşek'e "Hem enflasyonu yüzde 10'un altına indireceksin hem o noktaya gelindiğinde faizleri gerekirse yıllık enflasyonun altında tutacaksın" diyor. Bu ancak ne zaman olur? Beklentiler enflasyonun daha da düşeceğini gösterdiği zaman, buna güven olduğu zaman olur. Böyle bir şey olacak mı? Vallahi ben düşük ihtimal olarak görüyorum. 

Şu planlanıyor olabilir mi? Önümüzdeki 5,5 ay kemer sıkma politikası, acı reçeteler ve istenilen verilere bu şekilde ulaşma… Sonraki 3 aylık dönem içerisinde yani seçim sath-ı mailine yeniden girildiğinde tıpkı bir önceki seçimlerde olduğu gibi bir öteleme politikası…

Bunu Mehmet Şimşek ile yapamazsın. Ondan sonra yine at değiştirmen lazım. Gene at mı değişecek? Bilemiyoruz. Mehmet Şimşek'in kendisi hiçbir açıklama yapmadı bu konuda. Yani ben onun yerinde olsam "Beni 2 yıl rahat bırakacaksın" derdim. Ama böyle yapmadığı belli. Para politikasında bir bağımsızlık süresi aldığı çok şüpheli. Yani Erdoğan'ın söylediklerinden öyle gözükmüyor. 

"Faizi yüzde 20-25'e çıkartırsanız devam edeceğine inandıramazsınız"

Hazır faizden bahsetmişken malum herkes faiz artırımlarına kilitlenmiş durumda. Buradan yola çıkarak iki soru. Bir; sizin beklentiniz ne? İki; negatif reel faizlerden daha az negatif reel faizlere geçersek bunun yaşanan yapısal problemlere büyük bir katkısı olmayacak mı? Halihazırda sizin de daha önce dile getirdiğiniz gibi Mehmet Şimşek isminin sembolik değeri var ama faiz işin sanıyorum sadece bir kısmını oluşturuyor öyle değil mi?

Bir kere ne yapacak? Belli ki faiz artacak. Yani Merkez Bankası faizleri artacak ama baştan bir büyük şok şeklinde mi artacak? Yani şu anda enflasyon yüzde 40 civarında. Tamam bir düşme eğilimi gösteriyor ama herhalde yüzde 50 yapmayacak. Yani belli ki önce bir ciddi belki artış yapacak. 8,5'tan herhalde yüzde 20-25'e çıkarmasının bir manası olmaz, kimseyi de bunun devam edeceğine inandıramazsın. Ama önce faiz artışıyla ilgili bir hamle yapıp ondan sonra bunun etkileri eğer enflasyon beklentilerini düşürücü yönde olursa, kur da o arada sakinleşmeye başlarsa o zaman daha ılımlı bir şekilde arttırmaya devam edecek. Bir de tabii biliyorsunuz Merkez Bankası'nın söylemi çok önemli. 

Güven duyulan Merkez Bankaları için mi, tüm Merkez Bankaları için mi?

Elbette güven duyulan Merkez Bankaları için önemli. Merkez Bankası şunu diyecektir.  Diyelim yüzde 20-25 yaptı -bence yüzde 25'ten aşağısı ne kadar kurtarır emin değilim- aynı zamanda şunu da demeli: "İlk hamleyi yaptım. Bundan sonra hem beklentilere bakacağım, döviz kuruna bakacağım. Gerekirse faizleri arttırmaya devam edeceğim" Elbette bu söylemde biraz da inandırıcı olması lazım, Mehmet Şimşek'in bu konuda güven vermesi lazım. Bunu yaptıktan sonra ise adım adım enflasyon gücüne bağlı olarak nominal faizleri arttırmaya devam edebilir. 

Nereye kadar? 

Ta ki; enflasyonun biraz üzerine çıkıncaya kadar. Ama burada da geçmiş enflasyon değil, gelecek enflasyon beklentisini hedef alacaktır. Bu teknik bir konu ama altını çizeyim bunun. Vatandaşlar yani biz iktisatçılar bile, ekonomik aktörler geçmiş enflasyona bakıyor. Geçmiş enflasyondan kastım ne? İşte son bir yılda enflasyon ne kadar oldu? İşte yüzde 40 oldu. Şimdi böyle bir rota değişikliği uygulandığı zaman bakılması gereken "Son bir yılda enflasyon ne oldu değil enflasyon beklentileri ne yönde gelişiyor?" sorusu olmalı. Daha da önemlisi Merkez Bankası'nın koyacağı enflasyon hedefi… Ama Merkez Bankası o kadar büyük güven kaybetti ki!  Enflasyon hedefleri koydu. Ve koyduğu hedefleri tutturmaktan o kadar uzak kaldı ki! Ve her 3 ayda bir şey söylüyor, ondan sonra bir daha arttırıyor, bir daha arttırıyor. Yani hiçbir inandırıcılığı kalmadı. Ama şimdi bu inandırıcılığı verebilirse kendi koyduğu hedefe göre faiz politikasını ayarlayacak. Yani şunu da hemen beklemeyelim. Atıyorum ağustos geldi. Bakılacak etkilere. Etkiler olumluysa ağustosta çok daha düşük bir artış yapacak. Eylül'e geldiğinde belki de "Yeterince güven verdim, enflasyon beklentileri de düşüyor" deyip yıl sonu hedefine göre daha fazla arttırmayabilir. Düğüm noktası Mehmet Şimşek gibi Merkez Bankası yeni yönetimiyle 2-3 ayda uygulayacağı politikayla ne kadar inandırıcı olacak? Bunu başarırsa o zaman finansal istikrara ve düşük enflasyona doğru gidiş olacak demektir. Buna da umut bağlanabilir. Ama bunun karşılığında tabii Erdoğan da dediğim gibi "Bu politikalar acaba ekonomide bir durgunlaşma yaratıyor mu yaratmıyor mu?" diye bakacak. "Biz tek haneli enflasyona ve dolayısıyla çok düşük faiz oranında acaba ne zaman varacağız?" gibi soruların yanıtlarına bakacak Erdoğan da. Yani bir çeşit karşılıklı satranç oyunu gibi karşılıklı hamleler ve değerlendirmeler olacak. Sonunda ne olacağını vallahi bakıp göreceğiz. Yani müneccim olmak lazım ne olacağını kestirmek için.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


"Cari açığı makul seviyeye çeken ihracat artırıcı politika gerek"

Peki Türkiye cari açığını kapatmadığı müddetçe enflasyon kısır döngüsünden çıkış yolu bulabilir mi? 

Cari açık şöyle etki ediyor enflasyona. Döviz ihtiyacı büyüdükçe yani cari açık arttıkça, tabii ki dışarıdan da finansman kesildiyse o zaman döviz kurunu yükseltiyor. Döviz kuru yükseldikçe de tabii ki enflasyon yükseliyor. Şimdi cari açık çok yüksek bir düzeye geldi. Ama eğer bu cari açık normal sermaye akımlarıyla, portföy akımlarıyla finanse edilebilirse o zaman döviz kuru üstündeki baskı kalkar ortadan. Üstünden baskı kalkınca da enflasyon üstündeki baskı da kalkar. O zaman bir sorun olmayabilir. Ne olur? Borçlanma tabii devam eder ve bu uzun vadede sürdürülebilir değil. Ama biz neden konuşuyoruz? Önümüzdeki 5-6 aydan söz ediyoruz. Yani bu temel sorunlara bir çözüm olacak politika değil. Aslında doğrusu birkaç yıl içinde cari açığı makul düzeylere getiren ihracatı arttırıcı bir politika izlenmesi lazım. Bu arada da iç talebin üstünde bir baskı kurmak lazım ki, ithalat da bu sayede düşsün. Şimdi bu Erdoğan'ın hiç istemediği bir şey. Kesinlikle iç talebin baskı altına alınması artı ihracat çekişli bir büyüme için de Türk lirasının aşırı değerlenmesine izin vermemesi lazım. Çünkü o zaman reel kur artıyor, bizim üretim malları pahalı bulanıyor dolar/avro cinsinden, e tabii ihracat o zaman engelleniyor. O gelen döviz fazlasını bence satın alacak merkez bankası ve tekrar bir rezerv biriktirmeye başlayacak çünkü aksi takdirde Türk lirası çok hızlı değerlenir ve bu da ihracat köstekler. İhracat kösteklenince cari açık hiç azalmaz. Dolayısıyla yani bu cendereden çıkmanın tek yolu 2001 krizinden sonra olduğu gibi Türk lirasının değerlenmesine güvenmeyeceksin. Çünkü çok ciddi değerlenmişti. Hatırlayın "1 lira 1 dolar mı olacak?" diye rahmetli Güngör Uras yazmıştı. O derece değerlenmişti Türk lirası. Ama ne oldu? Cari açık devasa hale geldi ve sürdüremedi daha sonra. Ama artık bunu yapamazsın. Millet şimdi araba, telefon alamaz hale geldi, 2002, 2003, 2004, 2005… O yıllarda biz böyle yaşamıyorduk. İstediğimiz gibi alıyorduk. Hatta yurt dışında Yunanistan'da adalara gitmek, Türkiye'de tatil yapmaktan daha ucuz hale gelmişti. Sen nasıl enflasyonu 3-4 ayda yüzde 10'un altına çekeceksin? Öyle bir mucize ben bilmiyorum. Şunu yapabilirsin; içeride talebi öldürürsün. Tamamen talep zafiyeti yüzünden firmalar belki fiyatlarını düşürmek zorunda kalırlar ama o da zor.

"Maaşlar dolara endekslensin ama Türk lirası ödensin". Bu son zamanlarda sıkça konuşuluyor. Sizce mümkün mü? Endeksleme serbest piyasa sistemine aykırı mı? 

Allah aşkına ciddi bir şey değil bu. Diyelim ki endeksledin. Enflasyon Türk lirası ile ölçülüyor mu? Ölçülüyor. Ve diyelim Türk lirası değerlendi. Öyle politikalar uygulandı ki, Erdoğan da buna izin verdi, yüksek faiz ve yeniden muazzam bir sermaye akımı oldu. Merkez Bankası da enflasyonu bir an önce düşüreceğim diye piyasaya müdahale etmedi. Döviz kuru düşmeye başladı. Oldu mu, bunları yaşadık mı? Yaşadık bir zamanlar. Türk lirası hızla değerleniyor. E ne oldu senin o zaman ücretler Türk lirası cinsinden başlayacak düşmeye. O zaman ne yapacaklar? Son yıllardaki hafızayla hareket ediyor insanlar. 3-4 yılın sorunu ne? Döviz zaman zaman alıyor başını gidiyor, enflasyon yaratıyor. Ücretler de enflasyonu takip edemiyor, onun için reel olarak düşüyorlar. Doğru, böyle oldu. Bundan sonra hep böyle mi olacak? Ya da böyle olmaktan çıkınca, Türk lirası değerlenmeye başlayınca "Haydi bu sefer dövize endeksten vazgeçeceğiz" mi denilecek. Bence ciddi değil. 

"Ekonomide sürprizlere yer olmadığını tesis etmeniz lazım"

Çoğu kimsenin ümit ettiği gibi yabancı sermaye yeniden Türkiye'ye gelir mi?

Yabancı sermaye Türkiye'ye gelmiş miydi? Bir ara gelmişti. 16 milyar dolarlara çıkmıştı 2005 yılında ve sonrasında. Şimdi yok neredeyse. Bunun gelmesi için içeride senin ekonomiyi doğru dürüst yöneteceğine, sürprizler olmayacağına, abuk sabuk politikaları uygulanması gereken politikalar gibi düşünmeyen bir yönetim olacak. Demokrasi, hak, hukuk, güvenceler, kurumlar olacak. Burada kurumlar çok önemli elbette. Tabii Avrupa Birliği çıpasını da kaybettik. Yeniden bunu tesis etmemiz lazım. İlla üye olalım demiyorum ama müzakerelerin devam etmesi bile çok önemliydi. Belki başka bir orta yol bulunurdu. Şimdi bunlar olursa yabancı sermaye gelir. Burada dönüyoruz sistem ve rejim meselesine geliyoruz. Ekonomiden uzaklaşıyoruz. Türk lirasını artık yeniden değerlemeye kesinlikle izin vermemek lazım. Tekrar ediyorum çünkü bizim mutlaka ihracatla büyümemiz lazım. Aksi takdirde cari açık öyle büyük boyutlara varıyor. 

"Türk lirasının değerlenmesine izin verilmemesi gerekiyor" diyorsunuz ya. İktisatçıların ve iktisatla ilgilenenlerin anlayacağı dil dışında bunun size göre neden böyle olması gerektiğini basitçe tercüme eder misiniz?

Çünkü bizim ihracatımızın ileri teknolojiyle yüksek katma değerli ürünlerin ihracatımız içindeki payı hala yüzde 3-4 civarında. Ve büyük kısmı bundan 30-40 yıl önce düşük teknolojiyle üretilen konfeksiyon-tekstil-tarımdı. Bunların payı yüzde 40-50'ydi. Şimdi bunların payı düştü. Ama orta teknoloji esas olarak bizim ihracatımız. Yani otomotiv var. Tabii gene konfeksiyon var. Başka bir sürü mal da var. Çeşitlendi, ihracatımız kabul. Ama sonuçta orta teknoloji… Şimdi orada fiyat rekabeti önemli. Çünkü bizim gibi bu malları üreten bir sürü ülke var gelişmekte olan. O ülkelerde bir ücret senden daha düşük olabilir, daha tasarrufları yüksek olabilir, iç talebi bizimki kadar yüksek olmayabilir. Vesaire vesaire… Fiyat önemli rekabette. Sen Türk lirasını değerlendirirsen bu rekabette ne olacak? Giderek bu rekabette kaybolacaksın. Dolayısıyla burada fiyat derken Türk lirası fiyat değil. Dolarla avroyla, uluslararası fiyatlardan söz ediyoruz… Türk lirası değerlenir ise ne olur o fiyatlar? Artar. Artarsa senin yerine başkaları o malları üretir, satar senin sattığın ülkelere. 

Yani tercih edilebilirliğiniz kalmaz? 

Tabii ki! Günün birinde tabi sen, yani 10-15 yılda tüm makro ekonomi politikaları düzgün bir şekle sokarsın, Türk lirasının değerlenmesine de fazla izin vermeden ihracat çekişli bir büyüme yoluna girersin ama buna paralel olarak kesinlikle verimliliği arttırıcı, ileri teknolojileri kullandığın ürünlerin sayısını arttırırsın. Bunu arttırdıkça onların payı da artar. İsrail gibi. 50 yıl önce İsrail böyle değildi. İsrail'in para birimi şekel nasıl değerlendi biliyor musunuz? İnanamazsınız. İsrail'in böyle bir fiyat rekabeti problemi yok. Çünkü sattığı ürünlerin yüzde 60-70'i ileri teknoloji ürünler… Orada fiyat önemli değil ki! Orada senin teknolojin önemli… O malın kalitesi önemli… Ya rakibin vardır fiyatı senden yüksektir, örneğin Amerika Birleşik Devletleri ya da senin kaliten onunki kadar kalitelidir ama sen ondan daha ucuza üretiyorsundur.

TİM'in "Kur 35 bile olsa..." açıklaması

Şimdi ihracatla ilgili konuşunca Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mustafa Gültepe bir açıklama yapmış. "Döviz kurunun 35 liraya yükselmesi halinde bile ihracat hedeflerine ulaşmamız çok zor" diyor. Ne dersiniz?

Bu dediğimi kastediyor ama onlar da abartıyorlar Allah aşkına! Türk lirasının reel kuru büyük döviz şoklarından sonra bir ara yüzde 60'ın altına düştü. 2007 yılında 123'e çıkmıştı. Şimdi biz 60'lara nereden geldik? Son birkaç yıl içinde 80-90'lardan geldik. Türk lirası değer kaybetti. Ha bunlar da "Sen buna TÜFE ile bakıyorsun ÜFE ile bakarsan bizim girdiler çok daha fazla arttı" diyor. Ama Türk lirası öyle aşırı değerli bir durumda değil. Daha nereye gidecek? Otuza kırka mı inecek? Yani bu 35 denildiği zaman bence abartıyorlar. Şunu da tabii bir uyarı olarak kabul etmek lazım. Hani "İhracat Türk lirasının değerlenmesine izin vermemek" derken, belki bir miktar hatta daha değersizleşmesine de belki izin vermek gerekiyor. Bilmiyorum. Bu hesap işi. Tabi bu durum sanayiden sanayiye çok değişiyor. Yani İHA satmak için herhalde Türk lirasının değer kaybına gerek yok. Ama belki araba satmak için gerek var… 

"IMF ile görüşme ihtimali sıfır"

Yeni ekonomi yönetiminin IMF ile temas kurma olasılığı var mı sizce?

Bence sıfır. Erdoğan o konuda çok katı. Yani bu son dönemde de hiçbir esneklik emaresi göstermedi, işareti vermedi.  2017'lerden sonra yerden makro dengeler bozulmaya başladı. 2018 zaten inşaat krizi yılıydı, büyüme düştü. 2019'da daha da düştü. Yüzde 1'e geriledi. Çok kötü gidiyordu, işsizlik artıyor, makro dengeler bozulmuştu. Pandemi öncesinden söylüyorum, o dönemde bazı meslektaşlar tutturmuşlardı "Önünde sonunda pragmatiktir Erdoğan, IMF'ye gidecek" diye. Ben de dedim ki; "Bunu o kadar tekrarladı ki artık bu şeyi yutması mümkün değil. Çünkü IMF ile anlaşma elini kolunu bağlıyor. Bunu katiyen istemez" Bence hâlâ orada. Çok angaje oldu, çok karşı çıktı. "Kesinlikle IMF'yi bu kapıdan içeri sokmam" dedi defalarca. Yani bunu yutmak kolay değil.  Ama aynı zamanda neden böyle söylüyor? Çünkü IMF gelirse eli kolu bağlanacak. O zaman Mehmet Şimşek tam özgür olacak.

Bankaların siyasi kontrol altında olduklarının öne sürüldüğü bir sistemde merkez bankası mı yoksa Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) mu stabilizasyon politikası için daha önemli?

BDDK Başkanı Kavcıoğlu'nun bu göreve getirilmesi ile ilgili iyimser yorum şu olabilir. Yani Erdoğan açısından söylüyorum, kendimi Erdoğan'ın yerine koyarak haddim olmayarak. "Yahu Kavcıoğlu bana bu kadar hizmet etti, çok laf dinledi. Ben bunu şimdi kapının önüne koymayayım, iyi bir mevkii vereyim". Bu iyimser yorum. Kötümser yorum; "Bu Mehmet Şimşek'in de böyle elini o kadar serbest bırakmamak lazım. Kavcıoğlu benim lafımı dinliyor. BDDK'nın da merkez bankaları, özellikle de kamu bankaları üzerinde yaptırım gücü var. Ben istediklerimi onun kanalıyla bankalar sisteminde yaptırırım" Bu tabi Mehmet Şimşek'i çok rahatsız eder. Hatta öyle noktalara gelinebilir ki; uzanıp bırakabilir de. Gerçi istifa edilmiyor memlekette, cumhurbaşkanlığı sisteminde. Af dileniyor ama o afta kabul ediliyor veya edilmiyor. 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU