Profesör Öngel: Faiz yüzde 20'lere çıkar, kendi politikamızı belirleyecek şekilde IMF ile anlaşmaya gidilebilir

Beykent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Volkan Öngel ile faiz, enflasyon ve Türkiye'nin ekonomik görünümünü konuştuk

Yeni Merkez Bankası Başkanı ile birlikte ilk TCMB PPK toplantısı gelecek hafta yapılacak / Görsel: Canva

İnşallah ülkemizin yatırım, ihracat, üretim, istihdam noktasında güçlü bir şekilde, toplumda refah artışını sağlayacak bir modelle yolumuza devam edeceğiz"

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye Bankalar Birliği (TBB) üyesi bankaların yöneticileriyle yaptığı görüşmenin ardından böyle konuştu, piyasa dostu mesajlar verdi.

Türkiye öncelikli olarak gelecek hafta açıklanacak faiz kararına kilitlenmiş durumda.

Seçimlerin ardından gerçekleştirecek ilk Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı ile ilgili çok sayıda tahmin dillendiriliyor.

Reuters'a göre faizin 1,150 baz puan artarak yüzde 20'ye yükseltilmesi bekleniyor.

Bloomberg HT Araştırma Birimi'nin anketine katılan 15 kurumun medyan beklentisi ise faizin yüzde 25 seviyesine çıkarılması yönünde. 

Beykent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Volkan Öngel'e göre de faizin yükselmesi kaçınılmaz görünüyor.

Ekonomist Öngel, "Enflasyonun kırılması için olması gereken iş -maalesef doğru ya da yanlış- faiz artırımı" diyor.

Bir başka tartışma konusu ise Türkiye ile IMF arasında bir anlaşma olup olmayacağı. 

Enflasyon yüksek, cari açık fazla, toplam dış borç milli gelirin yüzde 60'ından fazlasına denk geliyor. Türk lirası, Amerikan doları karşısında tarihinin en güçsüz seviyesinde... 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanlığı için Hafize Gaye Erkan tercihleri ise izlenen yolda 180 derece dönüşümü ifade ediyor diye okunuyor.

Siyasi irade geçmişte Türkiye'ye şartlar dayatmakla suçladığı IMF ile yeni bir anlaşmaya karşı olduğunu sürekli dile getirirken bir yandan da körfez ülkelerinde finansman arıyor, döviz takas anlaşmaları imzalıyor.

Prof. Dr. Volkan Öngel, ağır şartlar dayatan bir stand-by anlaşması değil ama Türkiye'nin kendi politikasını belirleyeceği şekilde IMF ile bir anlaşmaya gidilebileceğini söylüyor. 

Independent Türkçe'ye "Bütçe açığı ve dış ticaret açığı sürdürülebilir değil" mesajı veren Öngel, "Acı reçeteyle karşılaşmazsak enflasyon canavarı durmaz" tespiti yapıyor.

"Mevzu Nedir?" yeni ekonomi yönetiminin yönelimleri ve mevcut tabloyla ilgili verileri mevzu etmeye devam ediyor.

"Enflasyon canavarını durdurmak için döviz kurlarında düzenleme gerek"

Seçim öncesi "FED ve ECB gibi büyük merkez bankalarının kararlarına bağlı olarak döviz kurları üzerinde yukarı yönlü bir baskıyı ortaya çıkarabilir. Böyle bir durumda Merkez Bankasının net rezerv pozisyonu da göz önüne alındığında dövizde ortaya çıkabilecek yükseliş ile mücadele etmek zor olacaktır" demiş, seçim sonrası yaptığınız değerlendirmedeyse "Yılın ikinci yarısında yükselen döviz kurları ekonomi gündemimiz olacak" ifadesini kullanmıştınız. Bugünden baktığınızda dolar nereye kadar gidecek ve Türkiye için sonuçları ne olacak?

Seçim öncesi yaptığım değerlendirmeyi seçimden bugüne kadar yaşanan süreç içerisinde tekrar gözden geçirdiğimde aslında bu değerlendirmenin çok yanlış ya da hatalı olmadığı gibi bir sonuç ortaya çıktı maalesef. Çünkü özellikle döviz kurlarında seçimden bugüne yaklaşık yüzde 20'lik bir artışı gördük. Yukarı yönlü baskının devam ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Burada Merkez Bankası'nın rezerv pozisyonundaki olumsuz gelişmeler de Merkez Bankası kanallarınca seçim sonrası dönemde kamuoyuna açıklandı. Dolayısıyla mevcut ekonomik durumumuz içerisindeki senaryoyu biraz açalım. Gerçekten dış ticaret açığı vermeye devam ediyoruz ve bu dış ticaret açığı rakamları büyüyor. Burada her ne kadar ticaret haddi dediğimiz ihracatın ithalatı karşılama oranında bir miktar iyileşme olsa bile miktarsal olarak ithalata yetişemiyor şu anda ihracat. Burada Türk lirasının aşırı değerlenmesi dediğimiz iş ya da döviz kurlarının olması gerekenden biraz daha değersiz kalması işi çok etkili durumda. Yani cari açığımızı sürekli negatif etkileyen bir tablo ortaya koyuyor. Diğer taraftan özellikle depremle birlikte ortaya çıkan süreci de göz önüne aldığımızda bütçe açığı da ekonomi içerisinde yer alıyor. İkili bir açığı sürekli devam ettiremememiz gibi bir durum ortaya çıkmış durumda.
 

dolar tl.png

Ticaret Bakanlığı'nın verilerine göre öncü dış ticaret dengesi Nisan'da 8,85 milyar dolar açık verdi. Bu dönemde ihracat yüzde 17,2, ithalat yüzde 4,5 azaldı / Görsel: Canva


Diğer taraftan hem özel sektör hem kamu tarafında borçlanma gereksiniminin de ortaya çıktığını rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Bunların hepsini alt alta yazdığımızda döviz talebi yükseliyor, döviz kurlarında hala yukarı yönlü bir baskı ortaya çıkmaya devam ediyor. Bu süreç ister istemez bizim döviz kurlarımızın daha da yukarı gitmesine sebebiyet verecek. Zaten uluslararası finans piyasalarındaki fiyatlamalara baktığımızda, özellikle dolar/TL kuru üzerinden konuştuğumuzda 28-30 lira bandının yıl sonu için muhtemel beklenti rakamı olduğunu görüyoruz. Bu ne demek? Bugünden itibaren dolar tarafında yüzde 30'luk ciddi bir yükseliş söz konusu ikinci altı ay için demek. Dolayısıyla ikinci altı ayda biz döviz kurlarındaki artışı konuşmaya devam edecek miyiz? Evet. Yüzde 30'luk olursa bu ayda yüzde 5'lik bir yükseliş anlamına gelir. İster istemez bizim ekonomik yapımız içerisinde, döviz kurlarındaki yükseliş enflasyonu da ciddi şekilde tetikliyor. Enflasyon savaşını kazanabilmek için mutlaka döviz kurlarında bir düzenleme gerekli. En azından öngörülebilir şekilde yükselişlerin önceden tamir edilebiliyor düzeylere gelmesine ihtiyacımız bulunmakta.

Nasıl bir düzenleme yapılabilir?

Aslında burada şimdi iktisat teorisi açısından baktığımızda belirli yöntemlerin var olduğunu rahatlıkla görüyoruz. Bu yöntemler içerisinde bir bilim değil iktisat-ekonomi. Sadece 2+2=4 olan bir doğal bilim değil. Dolayısıyla bu işin içerisinde insan faktörü çok önemli, beklentiler çok önemli. Dolayısıyla farklı bakış açıları, farklı yol ve yöntemleri beraberinde getirir.

Ve sürdürülebilirlik mi önemli?

Kesinlikle sürdürülebilirlik önemli. Her şeyden önce piyasa açısından güven önemli. Buradaki piyasayı sadece finansal ya da üretim piyasası değil tüm halk için söylüyorum bunu. Tüm halkın yapılanlara ve yapılacaklara yapılan açıklamalara güveniyor olması lazım. Ekonomiyle alakalı beklentilerinin olumlu olması lazım. Ki; buna göre hareket edebilsinler.
 

enflasyon.png

Yıllık enflasyon TÜİK'e göre yüzde 39, ENAG'a göre yüzde 109 / Görsel: Canva


Şu anda maalesef hepimizin beklentisi ücretlere yüksek oranda zam yapılacağı, seçim öncesinde verilen çeşitli sözlerin tutulacağı -bu noktada kimsenin kafasında soru işareti yok- dolayısıyla herkesin satın alma gücünün yükseleceği yönünde. Fakat bu fiyatları daha yukarıya çekecek. Dolayısıyla enflasyon tarafında tekrar yükseliş ortaya çıkacak. Dolayısıyla ben 3 ay sonra mı, 5 ay sonra mı tahmin ettiğim enflasyona göre fiyatlamaya çalışıyor olacağım. Hepimiz böyle bir düşünce içerisinde olduğumuz sürece, enflasyonun düşürülmesini herhangi bir politikayla sağlayabilmek çok kolay değil hatta mümkün değil. Çünkü siz ne yaparsanız yapın, halkın beklentisi bunun gerçekleşmeyeceği yönünde olacak. Burada elbette bugüne kadar yapılan işlerde de dediğim gibi bir seçim söz konusuydu. Çünkü neden? İktisatta bedava diye bir şey yoktur. Yaptığınız her seçimin bir maliyeti vardır. Bazen şunu yapmak durumunda kalırsınız. Buna teorik anlamda "ikinci en iyi teorisi" adı verilir. Siz en iyiyi bilirsiniz ama en iyi o an için uygulanabilir değildir. Dolayısıyla en iyi değil de bunun alternatifini tercih edersiniz. Biraz daha açıklamak gerekirse mesela dünya ticareti ve üretim açısından bakarsanız tüm gümrük vergilerinin kaldırılması dünyanın toplam üretimini arttır. O zaman biz şöyle deriz: "Dünya Ticaret Örgütü'nün de savunduğu budur. Tüm vergileri kaldıralım. Hiç vergi olmasın uluslararası. Dolayısıyla dünyada herkes daha çok ürettiği için daha çok kazansın." Fakat işin özüne baktığınızda buradaki kazanç her ülke için aynı mı olacaktır? Elbette her ülke için aynı olmayacaktır. Dolayısıyla bu noktada ülkeler kendilerini savunmak için vergilendirmeye gitmeye başlarlar. Şimdi ekonomi diğer unsurlarda da tercih böyledir. Biz neyi tercih ettik 2022 yılı veya pandemiyle başlayan süreçte?

Heterodoks politikalar?

Evet. Aslında heterodoks politikadan kastımız şuydu. "Bilinen ortodoks yani klasik, alışılagelmiş politikaları değil yeni bir politika izleyeceğiz" dedik. Bilinen politika nedir? Sebep-sonuç ilişkisine baktığınızda faiz ve enflasyon arasında şöyle bir ilişki vardır. Enflasyon yükseldiği için faizler yükselir. Dolayısıyla enflasyon sebep faiz sonuçtur. Fakat bizim bakış açımızda biz şöyle yorumladık bu işi. Dedik ki; aslında enflasyon faizler sebebiyle yükseliyor. Dolayısıyla "Faizler sebep, enflasyon sonuçtur" dedik. Yani tam ters bakış açısı geliştirdik. Bu noktada da savaşımızı faizi düşürmek ve üretimi arttırmaktan yöne kullandık. Bu, ister istemez biraz önce söylediğimiz gibi başka bir maliyeti ortaya çıkardı. Enflasyonu ikinci planda bıraktık. Mal piyasası üzerinden baktığınızda, yatırım-tasarruf eşitliği açısından bakıldığında teorik olarak bu iş çok doğru bir iş midir? Kesinlikle çok doğrudur. Yani bizim IS denklemi (farklı faiz oranlarındaki denge üretim düzeylerini gösteren eğri) dediğimiz denklem içerisinde rahatlıkla şunu söyleriz; siz piyasadaki faiz oranlarını, politika faizini düşürdüğünüz zaman yatırımlar bundan olumlu etkilenir. Dolayısıyla daha düşük faizle krediye borçlanmaya ulaşabilen girişimci-yatırımcı daha çok üretir. Dolayısıyla hem ülkenin üretimi artar hem gayrisafi milli hasılası artar hem de işsizlik problemini ortadan kaldırıp istihdam yaratırsınız. Bu bir politika tercihidir. Ama tabii ekonomi içerisine baktığınız zaman bu iki yarayı tedavi ederken, diğer yandan enflasyon gibi bir sıkıntıyı maalesef gözden kaçırdık demeyeyim ama ikinci planda bıraktığımız için o beklenenden çok daha fazla büyüdü.

"Enflasyonun kırılması işi doğru ya da yanlış faizin yükseltilmesinden geçiyor"

Hatırlayacağınız gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye Ekonomi Modeli'nin ilk işaretini 4 Ağustos 2021 tarihinde vermiş, "Bundan böyle enflasyonun daha yukarı çıkması mümkün değil. Yüksek faiz, bize yüksek enflasyonu getirecektir" demişti. O dönemden bu yana enflasyonun yüzde 19 seviyesinden yüzde 85'e yükseldiği görülüyor. Cumhurbaşkanı birkaç gün önce faiz meselesine şu sözlerle değindi: "Tabii bazı arkadaşlar 'Cumhurbaşkanı faiz politikalarında ciddi bir değişime mi gidiyor' gibi bir yanılgının içine düşmesin. Ben burada aynıyım. Ama Hazine ve Maliye Bakanımızın şu andaki düşüncesi noktasında, biz tabii kendisine burada atacağı adımları süratle, rahatlıkla Merkez Bankası'yla beraber atmasını kabullendik". Bu sözlerden yola çıkarak Erdoğan'ın faiz konusunda takındığı tutumda Şimşek'e kerhen destek verebileceği sonucunu çıkaranlar oldu. Ancak Erdoğan'ın aynı mülakatın devamında "Başbakanlığım döneminde biz (enflasyonu) tek haneye düşürdüğümüzde faiz 4,6'ydı, enflasyon da 6,2'ydi. O zaman yine tabii bu işleri beraber yaptık ve şimdi de Sayın Bakanımıza bunları söyledik, aynı şekilde bunu birlikte yapmalıyız. Biz o zaman "düşük faiz, düşük enflasyon" teorisiyle çalıştık. Şimdi de aynı anlayışla çalışıyorum, aynı düşüncedeyim ve bu şekilde bunu başarabiliriz diye inanıyorum" sözleri faiz konusundaki eski tutumunu değiştirmeyeceği olarak okundu. Sizce ne olacak?

Buradaki beklenti artık ülkenin ortodoks politika dediğimiz, daha çok bilinen, uygulanan politikalara dönüş yapılması şeklinde. Bu ortodoks politikaları biz son yıllarda FED ve ECB tarafında gördük. Yani basitçe nedir? "Enflasyonla savaş için bizim uygulayabileceğimiz para politikası faizlerin yükseltilmesi şeklinde oluyor ve biz öncelikle piyasanın tabiri caizse soğutulmasına ihtiyacımız var, çok güçlü bir talebin ortadan kaldırılması lazım" dediler. Bunun için de faizlerin yükseltilmesini tercih ettiler. Faizlerin yükseltilmesi, ekonomi içerisinde nasıl bir etki yaratır? Aslında basitçe şöyle bir etkiden bahsediyoruz. Siz eğer paranızı bugün harcamayıp bir şekilde değerlendirirseniz, size enflasyon üzerinde bir faiz getirisi vadedilirse bu harcamanızı ileri bir tarihe ertelersiniz. Buradaki saikiniz yarın daha fazlasını satın alabilmek olur. Ama tersi bir durum varsa -yani siz paranızı bankaya koyduğunuzda bugün alabileceğinizden daha azını satın alabiliyor duruma geliyorsanız- yarın faizle birlikte o zaman neyi düşünürsünüz? Elinizdeki paranın değeri erimesin diye bir an önce harcamayı düşünüyorsunuz. İşte faizin ortaya çıktığı nokta burası.
 

faiz.png

Görsel: Canva


Şimdi biz mevcut durumda neyi konuştuk veya konuşuyoruz? Bugün satın aldığınız herhangi bir mal dünden pahalıdır. Ama yarın da ucuz olacaktır. Dolayısıyla biz o yarını beklemeden sürekli satın almaya çalışıyoruz ve bu da ciddi şekilde hala talebi, piyasayı canlı tutuyor. Ve enflasyonu körüklüyor. Şimdi bunun kırılması için olması gereken iş -maalesef doğru ya da yanlış, tartışılır bakış açısına göre- faizlerin yükseltilmesinden geçecek. Politika faizi bu süreç içerisinde yükselecek gibi gözüküyor.

"2018'de 8,5'ten 20'lere çıkıldı, yine çıkar"

Piyasa faizleri ve beklentiler dikkate alınarak ilk PPK toplantısında politika faizinin yüzde 30 seviyesine çıkarılabileceği yönünde iddialar gündemde. JPMorgan'ın da geçtiğimiz günlerde yayımladığı raporda yüzde 25'lik bir seviyeden bahsediliyordu. Siz bu beklentileri nasıl okuyorsunuz?  Politika faizinin yüzde 8,50'den bu seviyelere yükselebileceği yönündeki öngörüler için ne diyorsunuz? Böylesi bir hareketi öngörüyor musunuz?

Burada biraz tarihe bakmakta fayda var. Yakın tarihimiz bize şunu söylüyor. Öyle çok geçmişe değil, beş yıl önceye döndüğümüzde, 2018 yılına baktığımızda Merkez Bankası'nın politika faizini 8,5 seviyesinden çok hızlı şekilde yüzde 20'ler seviyesine çıkarttığı bir süreç yaşadık. O dönemde de hatırlarsanız Sayın Cumhurbaşkanımız "Ben faize karşıyım, bu benim şahsi görüşüm. Bunu desteklemiyorum. Fakat şu anda ekonomi yönetimi bunun olmasını uygun gördü" demişti. Ve böyle bir süreç yaşanmıştı.
 

VOLKAN ÖNGEL.jpg
Beykent Üniversitesi Rektörü ekonomist Prof. Dr. Volkan Öngel, Independent Türkçe'nin sorularını yanıtladı / Fotoğraf: Taner Eser


Bu faiz artışı sonucunda da yerel paramızın, TL'nin değer kaybının yüzde 40'la sınırlandırıldığı bir dönem görmüştük. Ama ondan sonraki süreç, pandemi dediğimiz bir döneme denk geldi. Tüm bildiğimiz iktisadi, ekonomik işler bir anda ikinci plana atıldı. Hepimiz için o dönemlerde tek önceliğimiz yaşamak olmuştu, yani o dönemi hastalanmadan geçirmek…. Dolayısıyla ekonominin seyri tüm dünyada değişti. Şimdi bugün geldiğimiz senaryoda yine piyasanın çok altında bir politika faizi uyguluyoruz. Dolayısıyla bu politika faizi yine yükselecek. Bunun sinyalleri ve açıklamaları verilmiş durumda. Benim de beklentim bu faizin yüzde 15-20 bandına çıkacağı yönünde. Yani buradaki yüzde 30'un bir anda gerçekleşmesi çok muhtemel olmaz. Çok makul de olmaz.

Kademe kademe mi?

Evet, sizin bunu izle-gör ile yapmanız lazım. Çünkü en nihayetinde ilk başta yapılacak hareket büyük bir hareket olacaktır. 700 baz puanlık bir artış olsa, 15,5 seviyelerine gelir faiz. Yine mevcut piyasa faizinden düşük bir seviyede olacaktır.
 

Gaye Erkan AA

Halef ile selef yan yana, devir teslim töreninde / Fotoğraf: AA


Ama Merkez Bankası muhtemelen ilk başta böyle bir faiz artışı yapıp, bekleyip görüp bir sonraki toplantıda gerekli görürse biraz daha faizi yükseltmeyi tercih edecek gibi düşünüyorum.

Dolar ve altından bile çok kazandıran araçlar...

Mevcut piyasa faiziyle Merkez Bankası faiz oranı arasında halihazırda bugün itibariyle olan bu uçurum çok normal bir şey mi?

Çok normal bir şey değil tabi. Yani siz politika faiziyle piyasa faizi arasındaki makasın açılmasının olumsuz etkileri olduğunu rahatlıkla ekonomi içerisinde görürsünüz. Sizin yatırımcı-üreten kişi olarak kazancınız ne? Kazanç beklentiniz ne? Ve kaybınız ne? Riskiniz ne? Şimdi siz eğer herhangi bir mal alıyorsanız bunu elinizde tutuyorsunuz. Ne gibi şu anda? Mesela otomobil örneğinde bunu görüyoruz.
 

EN ÇOK.png
Grafik: Indy Türk Digital Lab


Fiat Egea mesela... 1 Ocak'tan bu yana yüzde 39'luk oranla en fazla kazandıran ürün... Dolar ve altından bile daha fazla kazandırmış bir yatırım aracı...

Türkiye'nin her hiçbir yerinde şu anda liste fiyatından araç satın alabilmeniz mümkün değil. Ve hiçbir aracı satın alabilmeniz mümkün değil. Şimdi bu açıdan değerlendirdiğinizde, şöyle bir durum ortaya çıkmış sizin de belirttiğiniz gibi. Ben araba alırsam piyasada veya bankaya ödeyeceğim faizden daha fazla getiri elde edebiliyorum. O zaman ne yapıyorum? Gidiyorum, kredi tercih ediyorum, kredi alıyorum. Bunu gayrimenkule, menkule yatırıyorum. Ve bankaya ben borcumu ödüyorum. Üzerine de kar elde ediyorum. Şimdi böyle bir durum ortaya çıktığı sürece hiçbir zaman bu sürecin önüne geçemezsiniz. Eğer bankalardan siz borçlandığınızda yüzde 20 ile borçlanıyorsanız ve banka da size paranızı yatırdığınızda yüzde 50 faiz veriyorsa gider A Bankası'ndan yüzde 20 ile kredi çeker, yüzde 50 ile diğer bankaya yatırırım. Dönem sonunda yüzde 30 hiçbir şey yapmadan kâr elde etmiş olurum. Dolayısıyla piyasa faizi ile politika faizinin birbirinden çok ciddi ayrılmaması gerekiyor. Niye? Şu ortada. Politika faizine yakın bankalarımız var mı bizim piyasada?

Devlet bankaları var...

Evet, bizim üç devlet bankamız politika faizine yakın: Ziraat Bankası, Vakıfbank, Halkbank. Bu bankalar bugün itibarıyla 1,3-1,5 civarı aylık faizle size borç vermeyi taahhüt ederken, piyasaya çıktığınızda özel bankalar yüzde 5-6 arasında bir faizle borç veriyorlar. Dolayısıyla böyle bir durum ortaya çıktığında sizin için kamu bankalarının görev zararları veya karlılıkları ciddi oranda düşüyor düşüyor.

"Eylülden bile önce KKM'den çıkılabilir"

Kur korumalı mevduattan kademeli çıkışa dair yol haritasının birkaç aylık döviz gelişmeleri izlendikten sonra eylül ayı gibi açıklanması yönünde bir beklenti var. KKM'den çıkılması halinde ne olur?

Aslında KKM'den çıkılması halinde çok bir değişiklik olmayacak gibi gözüküyor. Çünkü piyasa biraz KKM'den çıkılacağını satın almaya başladı. Yani biz seçim sonrası yapılan açıklamalarla birlikte insanların tekrar direkt olarak dövize yöneldiğini rahatlıkla görüyoruz. Döviz talebindeki artış bunu gösteriyor. Ki; piyasada ikili bir kur ortaya çıkmış durumda.
 

doviz_5406.jpg

Türkiye'nin döviz denince akla gelen ticaret merkezlerinden Tahtakale / Fotoğraf: Mynet


Yani bir tarafta resmi kur ve bankalarda kullanılan kur var. Bir de bizim Tahtakale piyasası dediğimiz piyasada ortaya çıkan bir kur var. Bu kurlar arasındaki farkın yüzde 10, yüzde 15 seviyesine de açılmış olması çok ciddi bir bireysel döviz talebini de ortaya çıktığını gösteriyor. Demek ki; insanlar aslında KKM'den biraz daha çıkıp dövizi direkt olarak yöneliyorlar. Şu anda da dolayısıyla bu beklenti daha da güçlendiğinde biz KKM'den çıkışların çok daha fazla olduğunu göreceğiz. Ki; KKM evet kısa vadede yine biraz önce de bahsettiğimiz gibi ikinci en iyi seçimlerden biriydi. O dönem için rasyonel bir seçimdi. Kısa vadede bunun çok ciddi faydasını gördük ama sonsuza kadar sizin devlet bütçesinden, hazineden bunu finanse etme şansınız olmadığı için bir yerde zaten bunun bitmesi gerekiyordu. Ve bunun için güçlü kazanılan bir seçim sonrası doğru tarih midir? Kesinlikle doğru tarihtir. Eylülden bile daha önce çıkılabileceğini, KKM işinin piyasadan kalkabileceğini düşünüyorum.

"Düşük büyüme, düşük tasarruf, yetersiz sermaye, işsizliği konuşabiliriz"

Çalışanların yarısının asgari ücretten ücretlendirildiği bir ekonomik yapı sizce sürdürülebilir mi?

Türkiye açısından çok ilginç bir durum var aslına bakarsanız. Burada fiili olarak gerçekten çalışanların yarısı asgari ücret mi alıyor? Yoksa büyük bir kısmının bordroları resmi tarafta böyle gözüküyor ama gayriresmi tarafta başka bir ödeme…

Yani elden mi veriliyor?

Kesinlikle! Yani elden başka türlü ödemeler yapılıyor mu? Bunun tartışması çok aşikâr ve çokça olduğunu görüyoruz, biliyoruz. Dolayısıyla buradaki rakamlar net belirlenemediği için herkesin kafasında her zaman soru işareti var. Ama şu bir gerçek. Enflasyonist ortamlarda her zaman sabit gelirliler bu işler en çok etkilenen kesim olur. Son 1,5-2 yıllık döneme baktığımızda ücretlilerin gayrisafi yurt içi hasıladan aldığı payın gitgide azaldığını gördük. Yani yüzde 35-40'lar seviyesinden, yüzde 25'lere doğru gelen bir azalma var. O zaman biz sabit gelirliler olarak daha az pay almaya başladık. Bunun sıkıntısı ne? Bunun sıkıntısı orta vadede talebin azalmasını beraberinde getirecektir. Dolayısıyla sizin için evet, düşük ücret ya da yüksek ücret de kısa vadeli işleri bir kenara koyarsanız orta uzun vadede piyasanın üretebilmesi için talebin olması lazım. Eğer ki; sizin çalışanlarınız ya da sizin halkınızın büyük bir kısmı düşük gelir seviyesindeyse bunların talepleri belli bir seviyenin üzerine çıkamayacak, tasarruf yapamayacak. Dolayısıyla siz yatırım yapmak için para bulmakta zorlanacaksınız ve üretim düşmeye başlayacak. Üretimin düşmesi demek ülkenin büyüme hızının yavaşlaması anlamına gelir. Bu da maalesef şöyle bir sarmalı beraberinde getirecek, önümüzdeki dönemde biz maalesef 1-2 yıl sonra bunu da konuşmaya başlayacağız tekrar: Düşük büyüme, düşük tasarruf, yetersiz sermaye, işsizlik... Ve bunlar birbirini tetikleyen şekilde devam edecek...

"Acı reçeteyle karşılaşmazsak enflasyon canavarı durmaz"

Çünkü Türkiye büyürken bir bölüşüm şoku yaşıyordu. Şimdi ortodoks politikalara geçilmesiyle birlikte Türkiye eskisi kadar büyümeyecek diye mi düşünmemiz gerekiyor? Eskisi kadar büyümeyeceği için işsizlik belki bir parça yükselecek, diplomalı işsiz sayısı daha artacak. O vakit de küçülmeye mi gidecek?

Kesinlikle olacak şeyi bu şekilde özetleyebiliriz. Çünkü biz Türkiye'nin nüfus artışına baktığımızda, Türkiye'nin ihtiyaçlarına baktığımızda ortalama yüzde 4-4,5 altında büyüdüğümüz zaman aslında büyümüyoruz neredeyse yerimizde sayıyoruz. Yani biz ülke olarak bu sene yüzde 3 büyürsek bir önceki seneye göre evet matematiksel olarak büyümüş oluruz ama fiili olarak küçülmüş oluruz.

IMF'nin öngördüğü yüzde 3 ama öyle değil mi?

Evet yaklaşık olarak. Dünya Bankası ve IMF'nin yüzde 2,7-3,3 arası beklentileri var. Ortalama yüzde 3'ler seviyesinde dediğiniz gibi. Dolayısıyla ortodoks politikanın enflasyonla mücadele yolu piyasayı soğutmak, talebi düşürmek yönündedir. Bunun da maalesef getirisi bizim her zaman söylediğimiz daha önceki yıllardan alışık olduğumuz kemer sıkma politikası ve acı reçete dediğimiz iştir. Bununla karşılaşacak mıyız? Evet bununla karşılaşmak durumundayız. Aksi halde mevcut durumda enflasyon canavarını durdurma şansı yok. Bunu bir tren gibi düşünebilirsiniz. Yani ekonomi de aynen böyledir. Harekete geçirmek, durduğu zaman harekete geçirmek çok zordur. Hızlandığı zaman yoldan çıkarsa durdurmak da çok zor ya da imkansızdır. Onun için sizin şöyle bir dengeyi tutturmanız lazım. Ne? Trenin yoldan çıkacağı kadar hızlanması bir seçim... Ki; bu hızlanmada enflasyonla karşılaşıyoruz böyle bir durumda. Ne trenin durmasını istiyoruz. Çünkü tren durduğu anda da işsizlik ortaya çıkıyor. Arada bir dengenin oluşturulması lazım. Ama bir yerde kaçtığı zaman burada kondüktörün elinden gaz pedalı diyelim işin sonunda geldiğimiz şey bir seçim yapmaya varıyor. O seçimde de en az kişinin ölmesi ya da en fazla kişinin kurtulması şeklinde bir seçim.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

"Kendi politikamızı belirleyecek şekilde IMF ile bir anlaşmaya gidilebilir" 

Türkiye'nin IMF'yle görüşme olasılığı sizce var mıdır? Böyle bir gereklilik ortamı söz konusu mudur?

Şimdi Türkiye aslında IMF'nin bir üyesi. IMF'yle görüşmemek diye bir şey söz konusu değil. IMF'nin bir Türkiye temsilcisi var. IMF'nin Türkiye ile bir ortaklık payı var. Dolayısıyla IMF'nin masa etrafında oturan ülkelerinden biridir.

O zaman şöyle revize edeyim soruyu. Yeni dönemde Türkiye'nin bir Cotarelli'si olur mu?

Olacağını zannetmiyorum böyle bir durumun. Bakış açımızın şu olması lazım. Sizin bir dış finansmana, dış borca ihtiyacınız var ise bunu en düşük maliyetle karşılamaya yönelmeniz lazım. Dolayısıyla bugün Türkiye borçlanmak istediğinde uluslararası piyasalarda CDS primi (bir kredinin geri ödenmeme riskini tespit etmek ve bu riske karşı kredinin sigortalanması için kullanılan değer) seçim öncesi neredeyse 700 puanlara çıkmıştı, şu anda 500 puanlar civarında olduğunu görüyoruz. Bu şu demek. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki enflasyon artı CDS primi kadar fark ödemeniz lazım. Yüzde 4,5 olduğunu kabul ederseniz 4,5-5 faiz oranının artı 5 puanda CDS stoğumu ödeyerek dolar bazında sizin yüzde 10'dan daha az bir rakamla borçlanma şansınız teknik olarak yok uluslararası piyasada. IMF'de size tanınmış bir kota var. Daha önce yaptığımız ödemeler ve ortaklık payınız karşılığında.
 

IMF.png

IMF, Türkiye'nin de dahil olduğu 190 üye ülkesi olan uluslararası bir finans organizasyon, Türkiye, 1961'den bu yana ile toplam 52,5 milyar doların üzerinde krediye sahip 20 stand-by anlaşması imzalamıştı / Görsel: Canva


Bunu yüzde 1 faizle kullanma seçeneği ortaya çıktığında yüzde 10'u mu, yüzde 1'i mi tercih etmek mantıklı? Şimdi ekonomik bakış açısı olarak yüzde 1'i tercih etmek ülkenin çıkarınadır. Böyle bir durum olduğunda buradaki siyasi tercihimle ülkenin çıkarına kullanılabileceğini düşünüyorum. IMF'yle tekrar bir anlaşmaya gidilebilir. Ama buradaki anlaşma daha önceki yıllarda olduğu gibi çok sert stand-by anlaşmaları olmaz. Bizim politikamızı IMF'nin belirlemesine izin verecek şekilde bir anlaşma olmayacak.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU