Türkiye bir yandan yeni ekonomi yönetiminin nasıl bir politika izleyeceğini tartışıp gelecek hafta açıklanacak faiz kararını beklerken, Bloomberg Intelligence ortodoks politikalara dönüşün bankaların sermayelerine olumsuz etki edeceğini ve bankaların olası şoka hazırlandığını belirtiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, faiz politikalarında ciddi bir değişime gitmediğini, böyle bir yanılgı olmaması gerektiğini söyleyip "Ama Hazine ve Maliye Bakanımızın şu andaki düşüncesi noktasında, biz tabii kendisine burada atacağı adımları süratle, rahatlıkla Merkez Bankası ile atmasını kabullendik" mesajı veriyor.
Dövizle iç borç alınmaya devam edilip edilmeyeceği, döviz garantilerinin ne olacağı konusunda hala bir bilinmezlik var.
Ancak kimi ekonomistlere göre açık olan Türkiye'nin büyürken bir yandan yoksullaştığı.
Hindistanlı iktisatçı Jagdish Bhagwati'nin tezi büyürken refah seviyesinin düşebileceğine işaret ediyor.
Peki şimdi tablo yüzünü daha farklı bir tarafı mı çevirecek?
Yani Türkiye hem küçülecek hem yoksullaşacak mı?
Prof. Dr. Korkut Boratav'ın Independent Türkçe'ye verdiği mülakatın ikinci bölümü hem bu konuyu kapsıyor hem seçim nedeniyle ötelenen zamların karşımıza çıkıp çıkmayacağı sorusuna yanıt arıyor.
"Mevzu Nedir?" dolaylı vergiler, iş gücü piyasasından kopan emek gücü, IMF ile olası ilişkiler, servet vergisi, politika faizinin birkaç güne yüzde 25'e çıkarılabileceği öngörüleri ve deprem ekonomisini mevzu ediyor.
Boratav, söyleşinin ikinci bölümünde Türkiye'nin 2024 sonunda geçiş programının şokunu atlatmasının ardından toplumsal bunalımla yüz yüze kalacağını iddia ediyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek'in işaret ettiği mali disiplini sağlamak için en kolay yöntemin dolaylı vergilerin yükseltilmesi olabileceğini öne süren Boratav, "IMF'ye giderek borçların döndürülebilme olasılığı üzerine etüt olabilir" mesajı veriyor.
Bununla birlikte uluslararası para fonunun büyük bir katkı yapmaktan çekineceğini söylüyor.
Sene sonunda Türkiye'nin yaklaşık 303 milyar dolarlık bir dış finansman yükümlülüğü ile karşı karşıya kalabileceği yönünde bir hesap yapan Boratav, "2018'de Rahip Brunson krizinde ABD ile Türkiye arasında gerilimin yarattığı koşulların adeta tekrarlandığı bir dönemdeyiz. Potansiyel olarak patlak vermese bile Türkiye 2028'e kadar dış bağımlılığını ılımlı boyutlarda koruyacak" diyor.
"Alternatif bir modelin geçiş aşamasında faizleri bankalara bırakalım, dövizi kullanın, kontrol edin" reçetesi sunup "Prof. Dr. Daron Acemoğlu'nun aksine 1990'lara dönelim diyorum" mesajı veriyor.
Özet böyle, detayları merak edenler için ise daha fazlası hemen aşağıda.
"Türkiye diplomalı işsizler ve evde eşini bekleyen genç kadınların ülkesi olma yolunda"
Yoksullaştıran büyüme saptamasını yapan uzmanlar var. O zaman yeni ekonomi yönetimiyle Türkiye bu kez yoksullaştıran bir küçülmeye doğru mu geçecek? Enflasyonun ancak talebin aşağıya çekilmesiyle mümkün olabileceğini gösteren, alım gücünün yavaşlayıp işsizliğin yeni dönemde artabileceği bir durum mu söz konusu olacak? Yoksa bunlar sadece kuruntu mu?
"Açtırma kutuyu söyletme kötüyü" derler. Daha ciddi bir soruna giriyoruz. Diyelim şu veya bu şekilde neoliberal modelin geçiş aşamasını atlattık. Diyelim 2024'te bir küçülmeyi göze alıp raya oturttuk. Bunun öngörülerini IMF yapıyor. IMF, Türkiye'nin 2028'e kadar normale yumuşak bir geçiş öngörüsünü yapıyor. IMF Türkiye için dengeli, istikrarlı büyüme potansiyelinin yüzde 3 olduğunu öteden beri tahmin etmiş oluyor. Dolayısıyla geçiş aşamalarından sonra Türkiye yüzde 3 büyüme veriyor. Bütün problem şudur. 2024'ün sonuna geldiğimizde bu geçiş programının şokunu da atlattıktan sonra Türkiye ekonomisi benim daha önce değindiğim toplumsal bunalımın ürünleriyle, sonuçlarıyla yüz yüze kalmak durumunda olacaktır. Yoksullaşmaya yol açan bir bölüşüm şokundan geçmiştir. Sermayenin seçkin kesimleri hatta büyük kesimleri ihya olmuştur net hasıladan aldıkları payla… Emekçi kesimler yoksullaşmanın yaygın sorunlarıyla karşı karşıyadır.
İstihdam artmaya başlayacak ama birikmiş emek fazlası barındırarak… Türkiye'nin atıl emek stokunu hesap eden TÜİK verileri, iş gücü piyasasından kopmuş çalışma yaşındaki nüfusu da kapsayan emek oranının yüzde 24 eşiğine geldiğini hesaplıyor şubat itibarıyla. Son rakamlara bakıldığında yüzde 20'ler civarında… Bir başka deyişle toplumun çalışma yaşında olan yüzde 20'si kronik işsizliğe mahkûm. Bu sayı artacaktır. Türkiye'de yüzde 3 büyüme, istihdamın faal nüfusu çalıştırmasına imkân verecek bir büyüklük değil. Bu atıl emeğin artışı anlamına gelir. İş gücünden kopan, faal iş gücü piyasalarından kopan genç işsizler birikimi anlamana gelir. Şimdi Türkiye yavaş yavaş boşta gezen gençlerin, diplomalı işsizlerin yahut evde oturup eş-koca bekleyen genç kadınların ülkesi olmaya gidiyor. Büyük bir bölüşüm şoku yaşadı. Ve Türkiye'nin emek fazlası barındıran az gelişmişlik ekonomik yapısı kalıcı oldu. İşte o yüzden radikal bir kopma gerekiyor. Yani neoliberal politikaların temel reçetelerinden radikal bir kopma gerekiyor. Bu iktidara rakip olan bugünkü muhalif çevrelerin gündeminde yok. Solun ya sosyalist çevrelerin gündeminde sadece... Özetle söyleyeyim. Büyük bölüşüm şokunu telafi edebilecek şey aslında Kovid-19 yılında IMF'nin dahi tavsiye ettiği bir servet vergisi aracılığıyla büyük bölüşüm şokunu telafi eden önemli bir operasyon ve kamunun üretken yatırımları, yatırım potansiyelinin üretkenlik potansiyelini canlandıran bir bütçe yapısı… Bu finansta pahalı bütçede esnek geçiş aşamasında politikayı gerektirir. Bütçede musluklar açılmalı. Bir de Türkiye depremin şokunu yaşıyor. Depremi telafi etmenin en ucuz ve en etkili yöntemi doğrudan kamu yatırımlarıdır. Yani inşaat sektöründe kamunun yatırımcı gücünü yeniden canlandırmaktır. Türkiye'nin 1960'larda yaptığı geleneksel yatırımcılık kamunun kamu kurumları aracılığıyla yaptığı yatırımdır. Yani müteahhitlik sisteminin Türkiye yatırımlarını yönlendiren bir büyük havuz halinde olması ve kaynak aktarımına büyük bir sızıntı mekanizması sağlaması önlenmelidir. İşte bu geçiş Türkiye'yi az gelişmişlik cenderesinden kurtarmanın ön koşullarını içerir. Daha ötesini önermiyorum. Orası radikal uçlara götürür. Bugünün gündeminde olmayan uçlar...
Yeni dönemde dolaylı vergiler kapıda mı, değerli konut vergisi ne olacak?
Bugünün gündeminde servet vergisinin olmadığı kesin ama dolaylı vergi artışlarının beklendiği de kesin gibi görünüyor değil mi? Seçim nedeniyle zamlar ötelenmişti ama herhalde biraz da amiyane tabirle halkı acı bir reçete bekliyor denilebilir mi?
Evet. Mali disiplin en kolay yöntem dolaylı vergilerin yükseltilmesi yoluyla olacak. Birikmiş şeyler var… Yani diyelim ki; benzin fiyatı dahil olmak üzere o vergilerin enerjide ödedikleri sübvansiyonlar var. Mayıs ayında sıfır fatura gibi enerji sektöründe, temel tüketim mallarında hatta gıdada bazen yapay olarak düşük tuttukları KDV oranları vardı bir miktar geciktirdikleri… İçkiye de bir süredir zam yapmadılar şehirli kıyı kentlerinin duyarlı nüfusunu gözeterek… Orada da büyük zamlar bekliyoruz.
İstisnai birikim dolaysız vergi de gelebilir. AKP kendisinden beklenmeyecek bir vergi getirmişti, değerli konut vergisi diye… O kadar büyük tepki yarattığı için ertelediler. Hala ertelenmiş bir vergi tipi olarak duruyor. İşletme vergilerine bir ek vergi, yüzde 15'lik bir ek vergi önerildi. Tam uygulanmaya başlayıp başlamadığını izleyemedim. Ama o da gündemdedir. Yani sermayeye hafif veya elit, seçkin burjuvazinin mülk sahibi kesimlerine değerli konut vergisi gibi bir istisna vergi gündemde olabilir. Bu istisnadır.
Bunun için de herhalde seçimin geçmesi bekleniyor.
Evet. Seçimden sonra onu dahi bekleyebiliriz. Ama Türkiye dolaylı vergilerdeki ağır yük ve bir de bordro vergilerini yani gelir vergisini en büyük yükünü de ücretli kesimin üstlendiğini biliyoruz. Vergi mükellefi bilinci yoktur Türkiye'de. "Onun için ben ödüyorum, karşılığını almam lazım" diyemezsin. Bunu sorduğun zaman "Ne vergisi?" diyecek. Çalışan sınıf büyük vergi ödüyor, ücretler üzerinden. Ne kadar vergi ödediğinin farkında değil. Çünkü beyannameli vergi istisnadır. Beyannameli vergi veren bağımsız gelir sahipleri dahi istisnadır. Gelirleri havuza sokan bir vergi mükellefi bilinci Türkiye'de yoktur. Yani Amerikan vergi sisteminin karikatürleşmiş ilkel bir biçimi Türkiye'de hakimdir. 3'te 2'si civarında dolaylı vergilerden oluşan, dolaysız vergilerinde önemli bir bölümü belki yarısı zaten ücretlilerin üzerine yıkılmış olan bir vergi sistemi…
"IMF'ye giderek borçların döndürülebilme olasılığı üzerine etüt olabilir"
Yani bankalar ve ihracat sektörü karlılıklarını arttırırken, finans ve ihracata dayalı sektörler para kazanırken, kaybeden ya da kazanamayan yine sıradan vatandaş mı olacak?
Doğru. Bakın, borsa yine canlanma konjonktüründe. Hisse senetleri yükseliyor. Bu kazanma konjonktürü son 2-3 yılın genel kuralı oldu. Banka raporlarında "Türkiye Batı'dan pozitif ayrışıyor" tespiti sürekli olarak şu anlama geliyor. Borsadaki menkul değerlerde bir şişkinlik başlamıştır. Yani borsa servetleri, menkul değerler servetleri şişmektedir. Vergilenmeden şişmektedir. Servet vergisinin hedefi olan kaynaklar orada yatıyor.
Peki sizce olası bir IMF programı bugün gündemde midir?
IMF programının "extended financial facility" türü hafif bir modeli var. O modeller gündeme gelebilir. Mehmet Şimşek yaptırır mı yaptırmaz mı bilmiyorum ama IMF'ye giderek borçların döndürülebilme olasılığı üzerinde bir etüt yaptırılmasında büyük fayda var. Yani Türkiye'nin dış borçlarının döndürülebilirlik potansiyelinin aranması lazım. Türkiye'de şu anda son rakam, büyük ihtimalle mart ayında 12 ayda ödemesi gereken döviz yükümlülüklerin dışa dönük döviz vadesi gelen dış yükümlülükler 203 milyar dolar. Ama Türkiye'nin son 12 aydaki cari işlem açığı da 54 milyar dolar. Son aylardaki temposu devam ederse şunu söyleyeyim, 3 ayda 54 milyar dolarlık cari açığın 12 ay sonunda 100 milyar dolara doğru yaklaşması lazım. Dış ticaret açığı 100 milyar doları geçti zaten. Yani 203 milyar dolara 100 milyar dolarlık bir cari açığı da ekleyeceğiz. 303 milyar dolarlık bir dış finansman yükümlülüğü karşımıza çıkıyor. Bunun ödenebilirlik, döndürülebilirlik derecesinin sınanması lazım.
Borçların yapısı, yansıması ve buna ek olarak da içe dönük dövizli borçlar var. Döviz yükümlülüklü… Mesela ilk defa yerlilere dövizli tahvil sattı hazine. "Bunların vadesi geldiğinde karşılanabilecek mi?" sorusu var. İlaveten şunu söyleyelim, bir iflas seçeneğinin dışında bir ödemeler dengesi olasılığı da söz konusu. Ödemeler dengesinin olasılığı, mesela borsadan çıkan yabancı yatırımcıya döviz tahsis edebilecek misiniz? Türk lirası alacaklarını dövize devredebilecek misiniz? Sermaye hareketleri serbestliğini sürdürebiliyor musunuz? Türkiye'de sermaye hareketleri serbestliği, yerleşikler için sınırlandı. Şu anda uygulanmıyor. İhraç dövizlerinin bile bir bölümü Merkez Bankası'na devrediliyor yüzde 40-50 civarında. Ama yabancılara serbest, yabancılara kısıtlama yok. Borsadan çıkış yapmak isteyen, Timothy Ash'in yönettiği fonları çıkış anında dövize döndürüyorlar. Onun için zaten döviz pahalıyken girip ucuzken çıkmayı tercih ediyorlar. O zamanlamayı iyi yapmaya çalışıyorlar. Onun için arbitraj getirisi (aynı finansal ürünlerin veya menkul kıymetlerin farklı piyasalarda veya ülkelerde fiyat farklılıklarından faydalanmak amacıyla aynı anda alınıp satılması işlemi) zaman zaman dolar cinsinden yüzde 30'lara, yüzde 40'lara ulaşıyor, vesaire… Bunu şunun için diyorum. Bu döndürme potansiyelinin en iyi ölçecek dış aktör ne Timothy Ash ne de Mehmet Şimşek'in eski iş vereni Merrill Lynch. Bunu muhtemelen en iyi yapacak olan IMF'dir. Ama IMF büyük bir fon katkısı yapmaktan büyük ihtimalle çekinecek. Arjantin'e yaptı bunu. Arjantin'e 2015'te 70 milyar dolara kadar yükselen bir kredi verdi. Fakat siyasi bir öncelikle verdi.
Bu çapta bir kredinin IMF yürütme kurulundan geçmesi için Amerika'nın peşinen onayı lazım. Türkiye'nin milli gelirinden düşük milli geliri vardır Arjantin'in. Türkiye'de benzer bir büyük operasyon 75 değil 100 milyar dolara yaklaşan bir büyük kurtarma operasyonu anlamına gelir. 2001 ve sonrasında Türkiye'ye ödenen büyük büyük fonlara yaklaşan bir rakamdır bu. Bu türden büyük bir operasyon için ABD'nin onayı gerekiyor. Bu onay Arjantin'e verildi ama Arjantin başına problem çıkardı. Çünkü verdiği kredi serbest sermaye hareketleri nedeniyle dışarıya kaçıldı. İktidar değişince şimdi yeniden bir borç krizine girdi. O yüzden IMF hem dış dünyada yani dış gözlemciler hem de Arjantin tarafından sert bir şekilde eleştirildi. O yüzden o derecede büyük bir kredi fon akımı büyük bir dış politika ayarlamasıyla birlikte olur. Yani bu Türkiye'yle Rusya arasındaki bütün ilişkilerin Batı'nın öngördüğü raya oturması, yaptırımların tam uygulanması gerekir. Bakın şüpheli terimlerle adlandırılan "Kirli 5'li" deniyor yaptırımları delenler için. Rusya'ya ambargoyu delen ülkeler grubu yani… 5'liden birinin de Türkiye olduğu söyleniyor. İhracat üçlüsü kurularak, Çin'den ithalatı arttırılarak Rusya'ya ihracat da yükseltildi. Yani Çin'in Rusya'ya yaptığı ihracatın Türkiye üzerinden kaymasını sağladığı da rivayet ediliyor. Bunu tespit edenler var. 2018'de Rahip Brunson krizinde ABD ile Türkiye arasında gerilimin yarattığı koşulların adeta tekrarlandığı bir dönemdeyiz. Potansiyel olarak patlak vermese bile. Tam anlamıyla çözülmesi için o türde bir anlaşma lazım. Onu da aşmayan küçük boyutlu anlaşmalar yapılabilir. Benim örneğini verdiğim Pakistan'a, Sri Lanka'ya uygulanan anlaşmalar… Burada büyük ihtimalle IMF "Büyük alacaklılarından peşin bir yapılandırma yap" diyecektir. Dış borçların yapılandırılmasının tümünü üstlenmeyecektir. Ondan sonra da rahatlatıcı bir dış kaynak verecektir ki; bu rakamını öngöremem. 10-15-20 milyar dolar civarında bir kaynak tahmin edebiliyorum. Ama bu da biraz önce söylediğim reçetenin öngördüğü bir gelişme çizgisini Türkiye'ye verecek. O çizginin içinde IMF'nin öngörüleri bile iki haneli işsizliğin -dar anlamlı işsizliktir- yüzde 10'ların üzerinde seyredeceğini ve cari işlem açığının yüzde 2-2,5 civarında istikrar sağlayacağını öngörüyor. Türkiye 2028'e kadar dış bağımlılığını, ılımlı boyutlarda koruyacak. İşsizlik oranının bugünkü tempoda tutacak iyimser varsayımla bir geleceğe razı olacak mı? IMF'nin Türkiye'ye vadettiği gelecek bu.
"Acemoğlu'nun aksine 1990'lara dönelim diyorum"
Bankalardaki mevduat ve kredi faizlerinin, Merkez Bankası'nın belirlediği resmi faizin zaten beş katına yaklaştığını biliyoruz. Eğer faiz artışları başlayacaksa ki; bununla ilgili JPMorgan ekonomistlerinin bir öngörüsü var. Geçtiğimiz günlerde yayınladıkları araştırma notunda, "Politika faizinin 22 Haziran'da veya daha erken yüzde 8,5'ten yüzde 25'e çıkarılması masada. Yıl sonunda politika faizinin yüzde 30 olacağı öngörülüyor" tahmininde bulunmuşlardı. Böylesi bir hamlenin etkileri ne olur ve sizce mümkün mü? Ve eğer faiz artışları o ya da bu şekilde başlayacaksa Türkiye onca çileyi neden çekti?
Vallahi şöyle söyleyeyim, Mehmet Şimşek gelmeden önce bankalardaki faiz düzeni anormaldi. Mevduat faizleri, kredi faizlerinin üstünde seyrediyordu. Böyle bir anormallik... Ben zaten "Bankaları serbest bırakalım, alternatif bir modelin geçiş aşamasında -yani 6'lı masanın iktidarı ortamında- faizleri bankalara bırakalım, dövizi kullanın, kontrol edin" reçetesi veriyordum. Bu Türkiye'nin 1990'lı yıllarda uyguladığı reçetedir. Türkiye iktisat camiasının çok kıymet verdiği Daron Acemoğlu'nun "1990'lara dönmeyelim" diye yaptığı uyarının tam tersini söylüyorum aslında. 90'lar Türkiye'nin serbest piyasa ekonomisine dengeli geçişi uyguladığı bir dönemdir. Dövizi kontrol etmiş, faizleri serbest bırakmıştır. Döviz o yüzden cari işlem açığını sıfır civarında seyrettirmiştir. Yüzde 4,5 civarında büyümeyle Türkiye sıfır civarında cari açık verdi. Ama enflasyon kalıcı oldu. Bankalarda enflasyon üzerinde faiz verdiler. Yüksek faiz… Mevduat kaçmıyor… Dövizi kontrol ediyor. Dövizi enflasyona endeksliyor kabaca. Bu uyumlu bir programdır.
Faizlerin geçişi bana göre bir anlamda şirketlerin finans sermayesinden nemalanma alanlarını tıkar. Yani ucuz faizle yatırım, ucuz faiz ve banka fonlamasıyla yatırım coşkusu anlamını yitirir. Belli bir gerçekten yatırım disiplini sağlar, kamu yatırımı ise canlanır. Türkiye'nin zaten bütçe dengeleri AKP'nin Türkiye'ye getirdiği bir denge göstergesidir. Uzun yıllar sürdürmeyi sağladı. Ama bunu sağlayan temel değişken de kamunun büyük ölçüde özelleştirmesi oldu. Özelleştirme gelirleri bütçeye gelir olarak girdi. Bütçe açığını frenleyen ana değişken oldu. Büyük devlet yatırımları da kamu özel ortaklığı sistemiyle kısa vadede özel sektöre devredildi. Uzun vadeli finansmanı devletçe üstlendi ama o zaman içine yedirildi.
"Deprem eşitsizliğe yol açtı"
6 Şubat Depremleri beraberinde sosyal ve ekonomik eşitsizliği arttıracak mı?
Aslında depremin kendisi zaten servet mülkiyetinde büyük eşitsizliğe yol açtı. Bunu devlet-kamu ortak geleneksel yöntemiyle, kamu finansmanını kredi yoluyla üstlenerek sürdürmeyi hedefliyor. Yani geleneksel yöntemi uyguluyor. Bana göre hafifletme imkânı -tekrar edeceğim ama- sermaye sektörünü büyük boyutlu vergilemeyi üstlenerek servet vergisiyle başlayıp istisnai şirket karlarını da vergileyerek, finansmanı kamu tarafından, yatırımları kamu tarafından üstlenilecek bir konut programıyla düzenlemektir. Bu, servet eşitsizliğine azaltıcı bir etki yapabilir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bütçesinin 120 milyar dolar civarında olacağını Dünya Bankası hesaplamıştı. 62 milyar dolarlık bir stok kaybı var. "Bunun maliyeti iki misline çıkabilir" demişti. Bu yükü söylediğim finansman biçimi içinde devletin kaldırması mümkündür. Mevcut mantık içinde ise bu mümkün değil. Büyük ihtimalle burada spekülatif yatırımlar da rol oynayacak. Finansmana katkı yapacak. Yani arsa spekülasyonunun yarattığı kaynaklar servet dağılımına yansıyacak. Bu gelir dağılımında anlık olarak belirlenen bir hesaplama yöntemi değil. Servet dağılımındaki uçlar daha sonra gelir dağılımına yansıyor. Onun mekanizması daha karmaşık bir mekanizma ama arsa spekülasyonu da açık bir yöntem. Piyasada yapacağı devletin de geleneksel yöntem yani AKP'nin geleneksel yöntemiyle finansmanı üstlenilecek bir model eşitsizlikleri de artıracak nitelikte.
-BİTTİ-
© The Independentturkish