Son günlerde birçok kişinin sorduğu soru benzer.
"Tamam aynı gemideyiz ama ekonomi herkes için aynı yere mi gidiyor?"
1 yıl 6 aylık mesaisini geride bırakan Nureddin Nebati koltuğunu Mehmet Şimşek'e teslim etti.
Ekonominin düzeleceği yolunda beklenti büyük.
En azından Şimşek'in gözlerdeki ışıltıdan bahsetmek yerine rasyonalite ve mali disiplin üzerine mesajlar veren, kendini kanıtlamış bir ekonomist olduğu hususunda hemfikir olanların sayısı hayli fazla.
Peki dış borcu milli gelire oranı yüzde 50,7 olan Türkiye nasıl toparlayacak?
Mart 2024'teki yerel seçimlere kadar Şimşek'in elinde sihirli bir değnek var mı, yoksa Türkiye'nin sorunu çok daha yapısal ve uğraştırıcı mı?
Türk lirası neden bu kadar değer kaybediyor?
22 Haziran'da faiz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önceki açıklamalarına rağmen yükselecek mi?
Ne kadar ortodoks ne kadar heterodoks ne kadar hibrit bir ekonomi modeli ile karşı karşıya kalacağız?
Dahası tüm bunlar halkın yaşamına nasıl yansıyacak, fatura kime çıkacak?
Soru her zamanki gibi çok.
Independent Türkçe akıllara takılanları uzmanlarla konuşuyor.
"Mevzu Nedir?", yeni ekonomi takımından beklentiler, ortada öylece duran gerçekler ve Türkiye'yi bekleyen riskleri mevzu ediyor.
İlk konuk evine konuk olduğumuz Türkiye ekonomisindeki uzmanlığının yanı sıra uluslararası iktisat, iktisat politikası, gelişme iktisadındaki yetkinliği ile bilinen Türkiye Bilimler Akademisi ödüllü Prof. Dr. Korkut Boratav.
Prof. Boratav, özetle Türkiye'de çok ciddi bir bölüşüm şoku yaşandığını söylüyor, "Yoksullaşma genel ortalama işçi sınıfında yaygın olmadı" diyor.
"Devletin iflası olasıdır" tespiti yapan Boratav, döviz kurunun TCMB rezervlerinin daha vahim duruma düşmesini frenleyecek şekilde serbest bırakıldığını söylüyor.
"Kur 40 liraya çıksın Türkiye iyice ucuzlasın" modelinin Mehmet Şimşek için bile aşırı olduğunu ifade eden Boratav, "Kur Korumalı Mevduat iktidarın uyguladığı tek rasyonal mekanizmaydı, bunu gevşettiğiniz anda kontrol edilemez bir döviz tırmanması olacak" öngörüsünde bulunuyor.
Söyleşinin tamamını bugün ve yarın okumak, hafta sonu ise öne çıkan bölümlerini Independent Türkçe'nin YouTube ve Instagram hesaplarından izlemek mümkün olacak.
Detaylar için buyursunlar...
"Büyük bölüşüm şoku emekçi sınıflara yansıdı"
"Seçim ekonomik kriz ortamında gerçekleşmedi, Türkiye bir ekonomik kriz içinde seçime gitmedi" diyorsunuz. Peki aslında ne oldu? Türkiye ağır bir bölüşüm şoku mu yaşadı? Son 7 yıl içinde ücretlerin net hasıldan payı 8,1 puan gerilediğini baz alacak olursak?
Şöyle bir tespitle başlayayım. Kriz algılaması şu anda Türkiye'de çok yaygın. Bu algılamanın geleneksel kriz tanımıyla çakışmadığını tespit edelim. Çünkü kriz denilen, iktisat yazınında resesyon dediğimiz, iki çeyrek yıl üst üste küçülme sağlandığı noktada ekonomi daralmaya gitmesidir. Bu uzarsa, -diyelim 12 ay ya da daha uzun- o zaman bu duruma ekonomik kriz denir.
Türkiye'de ekonomi politikalarındaki köklü değişme benim tespitime göre 2015'te başladı. AKP haziranda seçimlerden yenik çıktı. Ve o tarihte Tayyip Erdoğan şu kararı verdi: "Seçimi kaybetmememiz lazım ve kaybetmemenin ekonomideki tek yöntemi büyüme olacak." Büyüme 2015 yılı ortamında geleneksel istikrar politikalarıyla dış açık ve çok aşırı olmayan bir enflasyon temposu nedeniyle uzlaşmıyordu. Dolayısıyla adım adım o reçeteleri çiğneyerek büyümeyi tercih etti. (Erdoğan'ın) Uyguladığı yöntem aslında çok basitti. Parasal istikrar normları ihlal edildi, politika faizi düşük tutuldu. Merkez Bankası Başkanı'yla gerilime girerek -2015'te başladı bu gerilim- adım adım aşağı çekerek bol kredi genişlemesiyle büyüme sağlandı. Bu durum iki sonuç yarattı. Daha sonra sorulabilecek iki soruya da ön cevap vermiş olayım. Eğer ekonomi üretim sınırlarını zorlarsa iki doğrultuda sapkınlık yapar: "enflasyon ve cari açık" Her ikisi de gerçekleşti. Bunun gerçekleşmesi üç kere döviz kriziyle yaşandı. 2018'de birincisi, 2020'de ikincisi, 2020'nin sonunda da üçüncüsü…
Bu kredi pompalamasıyla büyüme tuttu. Yıllık ortalama olarak yüzde 4,4 büyüme… Ki; Kovid-19 dönemi de giriyor bu ortalamalara... Ama her dönemin sonunda bir sıçramayla telafi ediliyor. Yüzde 4,4'lük büyüme Türkiye'de kriz olmadığını gösteriyor ama şirketlere düşük faizli kredi pompalamasıyla ilerleyen süreç ekonominin yönetim mekanizmasını, kaynak tahsisi ve bölüşümünü bankalar ile şirketlerin inisiyatifine veriyor elbette sarayın denetimi ve tercihleri altında... Özellikle sermaye katmanlarına dönük Türkiye Cumhuriyet iktisat tarihinde nadiren yaşanmış, muhtemelen daha önce yaşanmamış büyük bir kaynak aktarımını sağladı. Yani sermaye 7 yıllık bir bilançoda ihya oldu. Milli gelir verileri veriyor bunu. Sermayenin gayrisafi yurtiçi hasılada veya net hasıladaki payı 7 yılda 10 puan kadar arttı. Bu büyük bir bölüşüm şokudur. Elbette emekçilere de yansıdı, aynı şekilde ücretlilerin de payı daraldı. Daraldı ama büyümenin verdiği olanaklar emekçi sınıflara eşit olmayan bir şekilde dağıldı. En ağır darbe, en ağır sıkıntı enflasyonu kolaylıkla telafi edemeyen ücretli ve maaşlı kesim için bu oldu.
Yoksullaştıran bir büyüme mi söz konusu yani?
Evet, doğru teşhis. Ama yoksullaştıran büyüme iki ayrı katmana farklı bir şekilde yayıldı. Ücretlerin ortalama geliriyle bakarsanız; kişi başına ortalama ücretler daraldı. Kişi başına diyorum, ücret kitlesini istihdama bölerek... 2016'daki düzeyiyle mukayese edilirse… 2022'de de yüzde 15 ya da yüzde 25 gerilemiştir. Ama bu durum 7 yılın son 3 yılında gerçekleşti. Demek ki; yoksullaşma genel ortalama işçi sınıfında yaygın olmadı. Enflasyona uyum sağlayamayan işçi ve emekçi kesimde, bunlar arasında en ağır kesim emekliler, ikincisi beyaz yakalı asgari ücretin üstünde gelir alan fakat ücret pazarlığında örgütlü olmayan kesim yani örgütsüz beyaz yakalı emekçilerde gördük bunu. Mesela bir örnek vereyim size. Banka personelleri örneğini... Bankalar rekor kar elde ettikleri son iki yılda personele karlarından prim dağıtmadılar bildiğimiz kadarıyla. Onların ücretleri baskıyla aşağı indi. Buradaki problem, yani bölüşüm şokunu hissedenlerle hissetmeyenler arasındaki ayrışma seçmenlere de yansıdı. Burada görüyoruz ki; coğrafi bir ayrışma var. Büyük kentler, kıyı kentleri, eğitim ortalamasının daha yüksek olduğu, beyaz yakalı istihdamın, nitelikli istihdamın daha yüksek olduğu ortamlarda insanlarımız bölüşüm şokunu göreli yoksullaşma şeklinde yaşadılar.
Bununla ilgili olarak mesela Profesör Ali Çarkoğlu seçimde ekonominin beklendiği ölçüde belirleyici olmamasında büyükşehirlerde yaşayan insanların -İstanbul, İzmir, Ankara gibi kentlerde hayatlarını sürdürenlerin- yani tarif etmiş olduğunuz beyaz yakalı kesimin, yoksulluğu daha derinden hissetmesi fakat kırsaldaki insanların ürüne, gıdaya ulaşımının nispeten daha kolay/ucuz olması ve aynı zamanda kira fiyatlarının buralarda büyük şehirler kadar yüksek olmamasını gerekçe göstermişti. Yani kırsalda tencere biraz daha küçük porsiyonla da olsa kaynamaya devam ediyordu anlaşılan.
Doğru ama kırsalı revizyondan geçirelim. Anadolu taşrasının istihdamı, üç milyonluk istihdam artışından yararlandı. Fakat aynı zamanda asgari ücret düzeyine daha yakın olduğu için, devletin ihsan ettiği sosyal yardım ve asgari ücret artışlarından da faydalandı. Oradaki algılama daha zayıf oldu. Beyaz yakalı işsizliği büyük kentlerin algılaması bölüşüm şoku şeklindeydi. Kimileri bu algılamayı çok şiddetli şekilde hissetmiyor. Kimler? Rezervleri olanlar… Yani kendi mülklerinde oturanlar, kira ödemeyenler gibi… Ama buna siz kira ödeyen beyaz yakalıları, çocuklarını üniversiteye hazırlamak için dershane masrafını üstlenen beyaz yakalıları, hayat tarzlarını korumak mecburiyetinde olan beyaz yakalıları eklerseniz asimetrik algılamayı bulursunuz. Özetle şöyle diyeyim. Bölüşüm şokunu algılayanlar, hayat tarzlarında veya bilgi ve görgüleriyle ekonomik anlamda da tepki gösterdiler. Büyümenin bölüşüm şokunu hafifletmesi sosyal yardımlarla beslenenlerde o ekonomik kriz algılamasını ortadan kaldırdı. Yani ekonomi belirleyici olmadı. Taşra coğrafyasında ve keza büyük kentlerin en yoksul kesimlerinde İslamcı-muhafazakâr ideolojinin kök salması, hayat tarzlarına taşınmış olması daha önemli hatta belirleyici oldu.
Türk lirası neden çöküşte, doların ipleri serbest mi bırakıldı?
Bugünlerde herkes Türk lirasının neden çöküşe geçtiğini, ne zamandır çöküşte olduğunu, bir toparlanma formülünün olup olmadığını konuşuyor. Bir de ekonomiyi dengelemenin yolunun Türk lirasının değer kaybından geçip geçmediği yönünde bazı söylemler dile getiriliyor. Sizce liranın dolar karşısındaki değer kaybına bu yeni ekonomi yönetimiyle birlikte izin mi veriliyor? Dolar/TL "olması gereken" denilen seviyeye doğru mu geliyor? Daha doğru bir ifadeyle baskılanan kur serbest mi bırakılıyor?
Bu soruya seçimin sonuçlanmasından hemen sonra ekonomi yönetiminin başına Mehmet Şimşek'in getirilmesiyle başlayalım. Mehmet Şimşek hepinizin bildiği gibi finans çevrelerinden bir isim.
Daha çok fon yöneticisi, yatırım bankacısı türündeki finans çevrelerinden gelen bir uzman… Ne dedi göreve başlarken? "Rasyonaliteye geçeceğiz" dedi. İlaveten bir şey daha söyledi, "Mali disiplin" dedi. İki şey burada algılanıyor. Rasyonalite dediği finans kapitalin özellikle kısa vadeli ve spekülatif akımlarını yöneten çevrelerin reçetesi enflasyon hedeflemesi diye bir başlıkla özetlenebilir.
Yani?
Yani birkaç şey var. Birincisi Merkez Bankası'nın siyasi iktidardan özerkliği… İkincisi sermaye hareketlerinin serbestliği… Üçüncüsü serbest sermaye hareketlerinin kısıtı... Döviz kurunu mu, fiyatları mı denetleyecek? Fiyatlara disiplin yani sıkı para, yüksek faiz, kur serbest… Kur piyasaya bırakılacak… Rasyonaliteden ima ettiği budur. Ama buna ilaveten daima dışarıdan bir güvence aranıyor ki iflas riski hafifletilsin.
Böyle bir risk var mı?
Batı terminolojisini kullanayım. Bu "sovereign default" (devletin temerrüde düşmesi), yani devletin iflasıdır. Devletin iflası olasıdır. Onu ayrıca tartışabiliriz. Türkiye'nin karşılaştığı durumda devletin iflası olasılığını hafifletmek için mali disiplinden söz ediliyor. Mali disiplin bütçenin fazla vermesi, faiz dışı fazla vermesidir.
Neye karşı sağlıyor? Yarın öbür gün dövizli devlet borcunun iflasa girmesi halinde o borç bütçe dışı fazla yaratarak, dövize çevrilerek ödenebilecektir. İşte bu da dördüncü eklenti. Enflasyon hedeflemesinin serbest sermaye hareketlerine döviz kuru serbestliği, dar sıkı para politikası ve Merkez Bankası özerkliğinden oluşan kurallarına bir de mali disiplin ekleniyor. İşte Mehmet Şimşek bunu getirmek istiyor. Getirebilir mi? Büyük soru bu. Bana göre tek belirsizlik mali disiplinde güçlük çekeceği yönünde.
Çünkü 2024 Mart'ında yerel seçim var. Bu uyarıyı ilginç bir şekilde BlackRock (New York merkezli Amerikan global yatırım yönetimi şirketi) denilen büyük fon yöneticisi, hatta dünyada en büyük fon yöneticisi olduğu rivayet edilen, 8,3 trilyon dolarlık fon yönettiği ileri sürülen kurum dile getirdi. BlackRock'ın Türkiye'deki temsilcisi "Türkiye'de iktidar değişirse bütçe disiplininin hemen uygulanmaması lazım. En azından yerel seçimlere kadar beklenmesi lazım, şu anda uluslararası piyasalarda Türkiye tercihli bir ekonomi değil" demişti. Yani şuna geliyorum. Beklentim faizlerde, para politikasında daralma olacak. Ama nereye kadar? İşte birinci soru bu. İkincisi büyük ihtimalle kemer sıkma unsurunu yerel seçimlerden önce saray iktidarının vaat ettiği bütçe kaynaklarının; emekli maaşlarının ayarlanması, kamu personelinin ücret zammı vesaire gibi ayarlamaların uygulanması ertelenecek. Büyük ihtimalle Mehmet Şimşek bu konuda yerel seçimlerden sonra hareket serbestisini kazanacak şekilde pazarlık yaptı.
"Döviz kuru TCMB rezervlerinin daha vahim duruma düşmesini frenleyecek şekilde serbest bırakıldı"
Faizin nasıl yükseleceği tartışmalı mı?
Nasıl yükselecek? Size bir örnek vereyim. IMF denetimindeki iki ülke üzerinden… Biri Pakistan. Pakistan'da enflasyon Türkiye seviyesindedir. TÜFE enflasyonu, Türkiye seviyesindedir. Pakistan'da yüzde 38, Türkiye'de yüzde 39… Pakistan'daki politika faizi yüzde 21. Demek ki; IMF dahi gerçek enflasyona değil altında bir düzeyde para politikasında sıklığı savunuyor. Mehmet Şimşek'ten daha radikal bir uyarı beklemeyiz. Büyük ihtimalle aşamalı olacak. Daha dramatik bir örnek ise Arjantin'dir. Orada da IMF var, enflasyon yüzde 100 civarında. Oradaki para politikası yüzde 78 Merkez Bankası'nın. Yani Türkiye'de yüzde 39 ama dikkat edin Türkiye'de TÜFE yüzde 39. ÜFE yani üretici fiyatları enflasyonu TÜİK verisine göre yüzde 96'dır.
ÜFE, TÜFE'yi yukarı çeken temel etkendir temel girdileri ve ithalat maliyetinden ötürü. Peki döviz kuru ne olacak? İdeal rasyonaliste döviz kurunda serbestliği önerir. İki anlamda. Birincisini yapıyorlar şimdi. Yani bankalar üzerindeki baskıyı hafifleterek döviz kurunu bankaların yapay şekilde yani Merkez Bankası rezervlerinin daha da fazla eksi rezervinin daha da vahim duruma düşmesini frenleyecek şekilde serbest bıraktılar. Aşağı yukarı biraz önce benim baktığım bankaların verdiği oran yüzde 23,65 civarındaydı. Galiba bu Mehmet Şimşek'in yüzde 24 civarında bir ilk dengeleme marj sınırını oluşturuyor. Ama öte yandan ikinci bir dinamit bekliyor. Yerli yatırımcıların, tasarruf sahiplerinin -yerli yerleşik diyoruz ona- yerleşik rantiye ve şirketlerin potansiyel döviz talebi frenlendi. Yani bankaya gidip döviz satın alamıyorsun kolaylıkla. Bu fon kur korumalı mevduatta yığıldı.
"KKM iktidarın uyguladığı tek rasyonal mekanizmaydı"
Tam da bununla ilgili bir sorum olacak, Kur Korumalı Mevduat ile alakalı. KKM'da 19 Mayıs haftasında yükseliş ivmesi devam etmiş hatta yeni bir rekor seviye kaydedilmişti. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu verilerine göre, kur korumalı mevduatta 51,4 milyar TL'lik giriş yaşanmıştı. Bu girişle birlikte kur korumalı mevduatta toplam büyüklük, -bir ay öncesinin verileriyle konuşuyorum- 2,4 trilyon TL'ye yükselmişti. Ne olacak bu KKM? 28 Nisan'da "AK Parti'nin getirdiği KKM düzenlemesi araçlardan biri olarak korunmalıdır. Faizler bankalar arası rekabete bırakılmalı; yükselmesi göze alınmalıdır" diye yazmıştınız. Hala aynı fikirde misiniz?
Benim bu önerim iktidar değişirse 6'lı masanın mutabakat metninde önerdiği serbestleşmeye hızlı geçiş modeline karşı bir uyarıydı. Kur Korumalı Mevduat saray iktidarının uyguladığı en rasyonal denetim mekanizması oldu. Bir kere baskı değil bir seçenek sundu: "Elinizdeki Türk lirasını dövize yatırmayın, döviz garantisini sağlayan mevduata yatırın" şeklinde. Döviz mevduatlarını yönlendirmeye çalışıldı bankalar üzerinde baskıyla. Fakat bunun sonunda şu anda sizin söylediğiniz rakam döviz kurundaki son dalgalanma ile birlikte 120 milyar dolar ediyor. En hafifi 100 yüz milyar dolarlık bir potansiyel talep orada saklı diyelim. Gevşettiğiniz anda doğrudan doğruya döviz piyasalarına yönelecek ve kontrol edilemez bir döviz tırmanması olacak. O, Mehmet Şimşek'in dahi hatta neoliberal reçetenin dahi sınırlarını zorlar.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Göze alabileceği bir şey değil yani?
Evet. Ona devalüasyon diyorlar hala. Aslında neoliberal modelde devalüasyon yoktur. Serbest kur hareketleri vardır, depresiasyon vardır. Yani değer yitirme... O yumuşak hareketlerdir, esnekliğin verdiği bir terminolojidir. Halbuki öbürü ani bir şok ayarlaması gerektiriyor. Bu zincirleme bütün döviz yükümlüsü aktörleri, şirketler ve bankalar dahil olmak üzere kamu bankaları da önemli bir aktördür. Çünkü ellerinde mevduat olarak tuttukları dolar yükümlülüklerini SWAP biçimiyle Merkez Bankası'na aktararak Merkez Bankası'nın rezerv erimesinin aracılığını sağladılar. Bankalardan yükümlü oldukları dövizin talebini karşılayacak durumda değiller. Bu az önce sözünü ettiğim iflas olasılığını dahi gündeme getirebilir.
"Kurlar yükselsin, Türkiye ucuzlasın mantığı var"
Mehmet Şimşek sosyal medya hesapları üzerinden İngilizce açıklamalar yapıyor. Yine rasyonal politikalardan bahsediyor. Kabaca özetlersek "Acil önceliğimiz, ekibimizi güçlendirmek ve güvenilir bir program tasarlamaktadır" diyor. Bu açıklama elde henüz bir programın olmadığı anlamına mı geliyor?
Açıkça şunu söyleyeyim. Mehmet Şimşek'in kafasındaki program bana göre açık seçiktir. Bilirsiniz, finans kapitalin ayak takımı vardır, ben onlara öyle derim. O uzmanlar durmadan demeç verirler. Bunlar içinde Türkiye uzmanları da vardır. Türkiye hakkında bol miktarda ahkam kesen Timothy Ash de var aralarında. Önerileri gayet basit: "Hızlı sıçramalarla politika faizini yaşanan enflasyonun eşiğine getir"
İkincisi demin söylediğim şeyler. Döviz kuru serbest bırakılacak, KKM de açılacak. Bu şu anlama geliyor. Yönettikleri sıcak para Mehmet Şimşek'in de iyi bildiği sıcak para. Kurlar yükselmeli ki; Türkiye ucuzlasın. Yani sabit getirili tahviller iyice ucuzlasın. Gayrimenkul alımları da dahil olmak üzere dolaysız yatırımlara kapı açılsın ve hisse senetlerine para aksın. Yüksek sabit faizi yüksek bir getiriyi garantiye alarak Türk lirasıyla giriş zamanını Türkiye'nin ucuzlama anını arıyorlar. Yani aslında Türkiye'yi satın almanın uygun tarihi aranıyor. KKM'de de "Vadesi geleni serbest bırak" demeye başlayacaklar. Bu, dışarıda tuzakta yatan büyük bir patlama yaratacak. Dolayısıyla buradan şuraya geliyorum. Mehmet Şimşek'in kafasında deneyimleri nedeniyle bu riskler de şüphesiz vardır.
Bir de Türkiye deneyimi var sonuçta Şimşek'in. Muhatap olduğu saray çevresinin ne tür talepleriyle karşılaşacağını biliyor. Tahminim az önce aktardığım 6'lı masanın iktidar olması halinde önerdiğim ihtiyatlı geçişi Mehmet Şimşek dahi yani Türkiye'yi bir hayli yakından bilen bir uzman olarak gerekli görecektir. Yani çılgınca Timothy Ash'in gönlünde yatan aslan "Kur 40 liraya çıksın Türkiye iyice ucuzlasın" modeli Mehmet Şimşek için bile aşırıdır. Onun için mali disiplini yerel seçim sonrasına erteleyen, parasal serbestleşmede ise biraz daha ihtiyatlı adımlar atmasını tahmin ediyorum.
YARIN: Yoksullaştıran büyüme, dolaylı vergi artışları, IMF ile olası ilişkiler, faiz ve deprem ekonomisi
© The Independentturkish