'Medya' 40 yılı aşkın süredir ne yazık ki pek prestijli bir 'sektör' değil Türkiye'de.
1980'de askeri darbe koşullarına uyum sağlayan pek çok gazetenin ve gazetecinin varlığı bir vaka.
Sonraki yıllarda da gazetecilik dışında işlerle uğraşan ve elindeki medya gücünü holdingini büyütmek ve servetine servet katmak için kullanan medya patronları medyanın güvenilirliğini iyice zedeledi...
Lakin AKP döneminde gazetecilik ve medya giderek bambaşka bir hal aldı.
Sabah-ATV grubunun kamu bankaları kredisi ve Katar takviyesiyle nasıl alındığını hatırlıyoruz.
Yine yaşı tutanlar hatırlayacaktır, "Medyada kimler gidecek kimler kalacak" gibi bir tartışma başlamıştı.
Bu tartışma, Fethullahçıların AKP ile 'koalisyon ortağı' olduğu dönemde, bu acayip örgütlenmenin tüm medyaya hakim olma çabasını ifade ediyordu.
'Ana akım' denilen medya o süreçte tüm topluma yönelik bir tezgahın aleti haline gelmeye başladı.
Fethullahçılar sadece alenen kendi 'cemaat'lerine ait medya organlarını yönetmekle kalmadı, tüm medyada yönetici seviyelerine yerleştiler.
Aslına bakarsanız, sivil ve askeri bürokrasideki kadrolaşmanın simetriğini akademi, kültür, edebiyat ve medyada da inşa ettiler.
Şimdi 'kaçak' olan bir dönemin 'genel yayın yönetmeni' isimler malumunuzdur.
Keza, bir dönem, misal, 'cemaat gelini' olması hasebiyle pohpohlanarak ödüle boğulan, hatta uluslararası piyasaya taşınan 'edebiyatçı' benzeri isimlerin şimdi memlekette esamisinin okunmaması bundandır.
Akademimiz yine o dönemde pespayeleşmeye başlamıştır...
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bütün kurumlar aynı hızla kirleniyor olsa da birinciliği medyaya verebiliriz.
Bir operasyon aracı olarak çıkarılan 'Taraf' gazetesi vakasını yaşadık, hâlâ bütün ayrıntılarıyla ortaya dökülmüş değil.
Bir ABD-'Cemaat' ortak yapımı olan 'Taraf'ın sadece Fethullahçılar tarafından devşirilmiş elemanları cezalandırıldı; işin içindeki 'Amerikan personeli'ne dokunulamadı.
O zaman iktidarın hışmına uğrayan kimi medya figürlerinin nasıl mutasyona uğradığını da gördük.
Evet, AKP-'Cemaat' koalisyonu bozulup çatışma başladıktan ve Fethullahçıların darbe girişimi yenildikten sonra medya tam manasıyla bir iktidar aleti haline geldi.
İktidar gemisine kimler doluştu kimler...
Darbe girişimi ardından Doğan Grubu'ndan arta kalanın bu kez pek punduna da uydurulmadan kamu kredisiyle, yani halkın parasıyla el değiştirmesine tanık olduk.
Çiftçiye kaynak sağlaması gereken banka, çiftçiler batarken iktidarın medya operasyonunu finanse ediyordu.
Ve nihayet artık başlı başına bir fenomen haline gelen Sedat Peker'in diğer bazı 'Saray dönemi' medya sahipleri ile ilgili ifşaatları pek çok kişinin ağzını açık bıraktı.
Evet, Akşam Grubu'nun sahibi Yeşildağ biraderlerden söz ediyorum.
Eh, geleneksel olarak zaten iktidarın elinde, çeperinde olan medyanın para akıtılarak beslendiğini, büyütüldüğünü de dikkate alırsak, medyanın neredeyse tamamı iktidarın doğrudan hizmetinde diyebiliriz.
Ne var ki, bütün bu iktidar medyası çöp hükmünde.
Devlet bütçesinden bütün resmi kurumlara satın alınmasa market raflarına gömülecek 'çöp-gazeteler' yayımlanıyor o koca binalarda.
At yarışı bültenleri gazetelerden fazla satıyor!
Ülkede her geçen gün daha fazla insan iktidar medyasının yalan söylediğinden emin hale geliyor.
Şuur sahibi herkes, günlük yaşamıyla gazetelerde yazanlar ya da televizyon ekranlarından söylenenler arasındaki tezatın farkında.
Halk artık bırakın haber bültenlerini falan, gündüz kuşağı kadın programlarını, hatta büyük bütçeli dizileri bile izlemez oldu.
Gazete okuyanlar birkaç gazeteyi takip ediyor, televizyon izleyenler imkanı kısıtlı birkaç kanala bakıyor.
Şimdi onları kapatmak için hamle yapılıyor. Halkın haber alma hakkı için mücadele veren birkaç kanalı yok etmek için yasalar çıkarıyorlar.
RTÜK, en az TÜİK kadar utanç verici bir müessese haline geldi...
Utanmıyorlar...
Ve tabii aynı sansür yasalarını kendini ifade etmeye hâlâ cüret edenleri bastırmak için kullanmaya başlıyorlar... İstibdat için...
Çünkü artık herkes internete yöneliyor. Ülkenin geleceğinden endişe eden yaşlı kuşaklar bile, aşina olmadıkları teknolojilere hakim hale gelmeye çalışıyor ve sadece havadis takip etmekle kalmayıp düşüncelerini ifade ediyor.
Onca para yatırdığı yalan medyası çöpe dönen iktidarın elde kalan tek sermayesi korkuyla bastırmak.
Susturmak...
İşte Türkiye seçime böyle bir manzarada gidiyor.
İktidarın sürekli kan kaybettiği alenen ortada.
Nizami seçimler yapıldığı takdirde 'Saray Rejimi'nin son bulacağı açık.
Ne var ki, bu iktidarın bu ülkeye büyük bir kötülük yapmadan gideceği kanaatinde değilim.
Medya, yani halkın haber alma hakkı bu işin turnusoludur.
Muhalif medyanın ve özellikle internet üzerinden düşünce ve ifade hürriyetinin baskı altına alınması bu 'kötülük' hazırlığının önemli bir parçası olsa gerektir.
İktidar marifetiyle işlenen o kadar büyük suçlar ve o kadar çok suç ortağı var ki artık bu ülkede mutedil bir değişim dalgası beklenemez.
Türkiye Cumhuriyeti 100. yılına girerken, tarihinin en kritik sürecine de adım atıyor. Her bir vatandaşın çok sorumlu davranması gereken bir süreç...
Hepimize kolay gelsin...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish