Altın Orta'yı tutturmak ve ortanın inşası

Dr. Yüksel Hoş Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Maria Hergueta

Sanat bilmek arada iyidir. Sanat ve içerdiği sembolleri, manalarını bilmek de ufkunuzu açar.

Bu hafta değerli öğrencim, bazı konularda benden çok daha derin olan ve bu yanını çok sevdiğim Batuhan Bozbay ile yaptığım ve tadını alamadığım için buraya da aktardığım bazı şeyleri sizlerle de paylaşmak istedim.

Siz de kendisini takip ederseniz çok şey kazanmış olursunuz.

Bu sohbetleri vakit geçirmek değil, düşünceyi geliştirmek, vakti genişletmek için yaparız.

Sohbetin de gelişimi ve geldiği yerdeki birkaç mesajı size bu vesileyle iletmiş olalım.

Evet dostlar. Sanat bilmek arada iyidir demiştik. Sanatın mesajlarını da anlamak faydalıdır.

Onca sembolle gizlenmiş onca mesajı analiz ederken derinleşirsiniz. Göz derinliği değil ruh, bakış ve mana derinliği de kazanırsınız.

Dünyaya tat katan sanat olmasa ne yapardık?

Süslü binalar, güzel giysiler olmasa?

Bu sanatkârlar hangi sınıftandır peki?

Söyleyeyim. Üst sınıf yok denecek kadar azdır. Alt sınıftan da pek sanatkâr çıkmaz. Çoğu orta sınıftır.

Sanatı, kültürü en üst seviyelere taşıyanlar, orta sınıftan çıkarlar. Sanat eserlerinde semboller, metaforlar kullanırlar.

Mesela Holbein'in yaptığı "Elçiler" adlı tabloda birden fazla sembol bulursunuz.

Ayrıca aşağıda beyaz uzun ve ne olduğu ilk bakışta anlaşılmayan bir şey vardır.

Eğer resmin sol aşağısından belli bir açıyla bakarsanız, eksiksiz bir kuru kafa resmidir bu. Resmin tam altında duran üç boyutlu bir kuru kafa… 
  

 

Bu resim bir duvar için sipariş edilmiş ve merdivenden çıkan insanların o kuru kafayı görmesi için özellikle düşünülmüş.

Çünkü resme sadece sol alttan bakarken o kuru kafa görülebiliyor.
 

 

Verdiği metaforlar ile size bazı mesajlar verir bu tablolar. Yaşam, ölüm, doğu, batı arasında birçok mesaj vardır.

Resimdeki hiçbir şey tesadüfi değildir ve bir manası vardır. 

Sanat, insanların gönlünü hoş etmenin yanında onları düşündürmek, onlara bir şeyler anlatmak, aktarmak ve zamanın, çağın hikâyesini yapıta aktarma vazifesi de güder.

Şimdi biraz Batuhan'ın katkıları ile detaya girip sonra coğrafi bir perspektifle çıkacağız.

Arkadaşlar, Platon ve Aristoteles; felsefeleri, dünyaya bakış açıları birbirinden farklı iki Antik Yunan filozofudur.

Raffaello Sanzio tarafından 1509-1511 yıllarında çıkan Scuola di Atene (Atina Okulu) tablosunda basit bir özetle ortaya ayrım koyulur.

Platon tabloda parmağını gökyüzünü gösterirken; Aristoteles ise yeryüzünü gösteriyordur.

Oysa ikisinin de referans noktası aynıdır: Tanrı.

Ne demek istediğimi açayım... 
 

3.JPG
 Scuola di Atene (Atina Okulu), Raffaello Sanzio

 

Platon için dünya; idealardan, biçimden, düzenden ve buna göre şekillendirilmesi gereken siyasal, etik sistemlerden oluşmaktadır.

Platon'un 3 önemli siyaset felsefesi eserinden en çok bilineni olan Republic (Devlet) eserinde çizdiği tüm sistem aslında idealara en yakın Filozof Kral'dan hareketle koskoca bir bedendir, yani düzendir.

Bu beden yani düzen, devlet bazında Thomas Moore ve hatta daha makro tarzda Friedrich Ratzel tarafından da ele alınmıştır ama burada mevzuyu ilk tahlil edenin hakkını vermek durumundayız.


Elbette Platon'u demokrasi karşıtı, düzen takıntılı olmaya iten ailevi nedenler bulunmaktadır; eserin kendi dönemi için bile çok ağır talepleri vardı -mülkiyetsizlik, aile kavramına karşıtlık, öjeni vb.

Öyle ki kendisi de bunu görmüş olmalı ki, düşüncelerini yeniden formüle ederek Nomoi (Yasalar) eserini kalemi almıştı.

Bu eserin en önemli iki farklı bulunmaktadır: 

İlki, klasik Platon'a özel, estetik dil yoktur; ama konu itibarıyla önemli olan ikinci kısımdır: Platon burada da belirli kalıplardan, düzenden hareket etmektedir.

Düzeninin referans noktası ise Platon'un tanrısıdır. Sanmayın ki eski Yunan'daki entelektüeller çok tanrıcıydı.

Bunlar, varlığı, varlığın başlangıcını, kozmogoniyi düşünen ve kafalarına takan insanlardı. Söylediklerinde de inanç dünyalarını aslında görebilirsiniz.

Aralarında tek tanrıcı olanları Stoacı ve Platoncu olarak bilinmektedir. Bu insanlar çok tanrının çoklu kargaşa olduğunu bilecek kadar entelektüeldi.

Deyimi yerinde ise Allah'ını düşünerek bulanlardandı.


Belki yaşlılığın etkisi, belki de fikirlerinin zamanla olgunlaşmasındandır ve belki de döneminin bir peygamberi de olabilir bilinmez ama Platon'un son dönemi açıkca teolojik bir dönemdir.

Nomoi'nin bazı bölümlerinde açıkca devletin referans noktasını Tanrı olarak almaya davet eder okucuları, hatta Tanrıya hareketi idam nedeni görür. 


Elbette bu şöyle düşünülebilir: Klasik idealist ya da yaşlılık nedenli kuruntular...

Oysa yukarıdaki paragraflarda anlatmak istediğim şey fikirleri, yöntemleri zaman içinde değişse de Platon'da değişmeyen tek şey referans noktası olarak Tanrıyı almasıydı.

Tüm felsefi gelişimi, başta salt akıl merkezli dünyaya bakışı, duyguları, dürtüleri olumsuzlaması; zamanla ise orta yola gelmesi, yöntemini zamanla değiştirmesi hepsi Platon'da görünür; ama tek değişmeyen şey referans noktasıdır.

Peki ya Aristoteles?

Aristoteles, Politics (Politika) eserinde devletin amacının "iyi" olduğunu dile getirir, ama Aristoteles'in anladığı iyi, Platon'un anladığı anlamda idea olan iyi değil, mutluluktur.

Zevk verme garantisi olmayan bir "iyi" yerine zevk veren ve mutlu edendir. Devletin amacı mutluluktur.

Filozofun en bilinen etik eseri olan Nicomachean Ethics (Nikomakhos'a Etik) kitabında, açıkca mutluluğa doğru erdemlerle ulaşılacağını belirtir.

Doğru erdemler iki zıt kutbun arasındaki erdemlerdir. Korkaklık kötüdür, ama atılganlık da öyledir; cahillik kötüdür, ama bilgiçlik de.

Korkaklık ile atılganlık arasındaki altın orta ise cesarettir; cahillik ile bilgiçlik arasındaki altın orta da bilgeliktir. 


Eski Yunan'dan bu kadar güzel fikirlerin çıkmasına şaşırmayın ve günümüzün çakma Yunanlarını "Eski Yunan" sanıp alaka kurmaya çalışmayın.

Bu ikisi arasında en az bilimde ve sanatta ileri gitmiş Endülüs Arapları ile bir pilav dağının üzerine yatırılmış pişmiş deveye elleriyle dalan bedeviler kadar fark vardır.


Mutluluk demiştik.

Aristoteles bu bakışıyla açıkca mutluluk=altın orta erdemler demektedir, ancak görüldüğü üzere bu sadece etik değildir, filozofun siyaset felsefesidir de aynı zamanda.

Neden?

Çünkü mutluluk devletin de amacıdır. İşte bu "orta olana" dair ilgisi nedeniyle Aristoteles bügünkü anlamda orta sınıfın olmadığı bir toplumun yıkılacağını dile getirir Politics adlı eserinde.

Bir toplumu üst gelir grubuna ait bireyler haline getirirseniz, Katarın kendi öz halkı gibi kendi işini kendi yapamaz hale gelir ve hatta ordusunu bile yabancı askerlerle kurma yoluna gider.

Çünkü orta sınıfı kurgulanmamış ve tamamı alt gelir grubu veya üst gelir grubundan olan ülkelerde sektörler ve milli güvenlik, milli asayiş hizmetleri oluşamaz. Sanatkarları bile yok denecek kadar azdır.

Hatta sizi şaşırtayım, konfor ve görsel zevkin en ileri noktasında hayal gücü tembelleşir derler.

Yani dünyanın çarpıcı coğrafyalarında doğmuş çok az kişiden ünlü ressamlar çıkmıştır.

İsviçre Alplerinde doğan birinin zaten önünde olan cennet doğayı resmetmesi ruhen bir "ihtiyaç olarak" ortaya çıkmaz ya da efsanevi yapıtları ortaya çıkaracak ustalıkta nadiren gelişir o seviyeye nadiren ulaşır.

Peki ama neden orta olan?

İşte bu noktada tıpkı Platon gibi Aristoteles'in de referans noktası ile yani tanrısı ile karşılaşıyoruz. 

Bu tanrıyı anlamak adına Aristoteles'in Physics (Fizik) ve Metaphysics (Metafizik) eserlerine odaklanmak gerekir, ancak böylece orta olana dair ilgisi anlaşılabilir.

Bu iki eser kozmoloji ve teoloji eseri olup yüzlerce yıl kaynak olarak gösterilmiş, gerek İslam felsefesi gerekse batıdaki skolastik felsefenin kök metni olmuştur.

Özellikle gelişmiş bir fen anlayışının sadece eski Yunan'dan elde edildiği İslam'ın başlangıç döneminde bunlar, Kur'an-ı Kerim'de anlatılan mesajların fen tabanını karşılamıştır. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Ayrıca Aristoteles bu iki eserde evrenin merkezine "hareket etmeyen hareket ettirici" olan tanrıyı koyar, bu tanrı öyle bir tanrıdır ki, kendi üzerine düşünen akıl ya da doğru çeviri ile "düşüncenin düşüncesi/noesis noeseos" olarak tanımlanır.

O salt kendi kendisi üzerine düşünen, temaşa eden çembersel harekete sahip olan, arzu bağıyla herkesi ve her şeyi kendisi gibi olmaya çekendir.

O orta olandır; iyinin ve kötünün ötesindekidir. Hareket etmeyen ama hareket ettirici olan tanımına benzer bir şekilde İngilizlerin "Creation, Supposes a creator", yani "yaradılışın varlığı, yaradanın varlığını gösterir" ifadesinde yerini bulur.

Öyleyse hareket de esas özne olarak cismi değil, hareket ettirenin varlığına götürür. Bunları bu adamlar düşünerek ve sorular sorarak buluyorlardı.

Felsefe yani doğru sorular sorarak varlığı ve meseleleri sorgulama, beyin idmanı, beyin geliştirme bilimini yoğura yoğura bir noktaya getirenler bunlardı.

Skyros adasının sırtı çıplak keçi güden Yunanı bunları düşünmezdi arkadaşlar.

Anadolu'nun filanca köyünde tek işi tarlasını sürüp çoluk çocuğunu zar zor helal lokmasıyla doyurmaktan ibaret bir hayatı olan insanlar da düşünemez.

Bunları düşünen, kafa yoran, düşünceyi yoğuran ve günümüzdeki haline getiren düşünce üstadlarıdır ve tamamına yakını, orta sınıftır. 


Aristoteles de bu iki eserinde (Physics ve Metaphysics) çembersel olmayı över; çembersel olmanın dışındakiler karşıtları temsil eder ve bu eksik olmadır, çember ise tamamlanmış olmadır; eksiklikler onda bütündür artık.

Bu tanrısal olandır; iyi olandır, mutlu olandır, dualitenin ötesinde olandır... 

Bu çemberselliği atomun dönüşünden kabenin etrafındaki harekete ve dünyanın dönüşüne, güneş sisteminin ve galaksinin dönüşüne kadar vurabilirsiniz.

Bu mutlu, iyi, dualitenin ötesinde olan, tanrısal olan, eksikliklerin "onda" bütünleştiği şey, Hinduizmdeki Nirvana'ya ulaşmak veya Tasavvuf'taki Fenafillah'a ulaşmak gibi değil, insan-ı kamil olmaktır.

Çünkü insanın metafizik bir yere gittiği yoktur; bilakis dünyada kemale ermiş kişiyi hedefler bu düşünceler.

Şimdi okuyucular olarak sizler şunu sorabilirsiniz:

Peki ama bu iki filozofun felsefelerinin referans noktasının kendi tanrıları olmasının bizim modern toplumla ne alakası var?


Buraya kadar sıkılanlar varsa geliyoruz mevzuya.

Aslında çok alakası var. İki filozof da aslında yolculuğa düzensiz bir dünyada nasıl ideal, iyi bir düzen kurulabilir sorusuyla çıkmıştır.

Platon'un Akademi'sindeki amaç, çökmekte olan bir topluma doğru siyasetçileri yetiştirmekti.

Ancak sorun, hangi referans noktasının doğru olacağı idi, öyle bir nokta olmalıydı ki hatasız olmalıydı.

İşte aslında iki filozofun da ortak noktası budur:

İnsan ne arzular?

Bu soruya cevap olarak mükemmel olandan hareketle bir cennetsel bir düzen oluşturma...

Bu düşünceler yönetim için ideal bir sistemi ve ona temel teşkil eden soruları ortaya çıkarmıştır.


Gelelim bugüne. Doğrusu, "İnsan ne arzular?" sorusunu önüne koymayan bir siyasetçi, entelektüel düşünceyi çoktan rafa kaldırmış ve boşuna çabalıyordur.

"İnsan ne arzular?" sorusuna cevap için bir referans noktası bulunması önemlidir ve bunda büyük ihtimalle orta olanın doğru olduğu oldukça önemlidir.

Bugün yaşadığımız dünyada orta olan her şey solmaya başlamıştır.

Zengin ile fakir arasındaki orta olan ve orta alan, ahlaklı ile ahlaksız arasındaki orta olan, fakir öğrencilerle zengin öğrencilerin oynadıkları mahallelerin orta olanı, cehaletle kültür arasındaki orta olan vb.

Ortayı yok ettikten sonra vasat ortanın yerini alıyor ve asla orta olamıyor, mutedil olamıyor.


İdeal sistem nedir bilmiyorum, ancak ideale en yakın şeyin terazinin dengede, ortada olduğu nokta olduğuna eminim.

Aksi halde savaşlar, yıkımlar, açlıklar, yok oluşlar kaçınılmazdır. Dini metinlerde ya da filozofların yazdığı eserlerde gördüğümüz şey budur: Dengenin bozulması, aşırılıklara kaçılma hali.

Kur'an-ı Kerim ve çok sayıda hadis-i şerifte de Beynel Havfı ve'l Reca yani korku ile ümit arasında bulunmak tavsiye edilmiştir. Yani ortada… 

Acaba yanacak mıyım korkusunu geçin. Kimsenin cehennemden korktuğu için günah işlemediğini görmedim.

Ama Allah'ın nimetlerinden cennette mahrum olmak ve/veya "Acaba Allah'ın rızasını kaybeder miyim?" korkusu insanları dinde "orta noktada" olmaya çekmiştir.

İdeal Allah korkusu da onun azabından korkmakla onun dostluğu ve nimetlerini, rızasını kaybetmekten korkmanın tam ortasıdır.


Bir politikacının orta noktada olması için kurumsal sistemlerin eksiksiz çalışması, çevresinde ihale şebekelerinin şekillenmemesi, medyanın her şekilde her şeyi sorabilmesi, yaşam seyri içerisinde ortanın çok üstüne çıkmaması gerekir.

Evet, bir ülkenin bakanı olup toplu taşıma ile işine gidip gelmek ve markette sıra beklemek çok kötü bir şey değildir.

Kutsal liderler kültünü alıp atmaktır ortaları geri getirmek. Halifeler gibi "ortalama" insan olmaktır.

Camide hutbede iken basit bir insanın size ikinci elbisenizi hangi parayla aldığınızı soracak kadar onlardan birisi olmanız ve ortalama bir hayat yaşayıp ortalama üstü bir yönetim becerisi ortaya koymanızdır.

Bugün her şeyden çok şu soruya cevap aramalıyız:

Orta olan şeyleri gerek Türkiye'de gerekse dünyada nasıl tekrar inşa edebiliriz? 


Söyleyeyim. Zor ederiz. Ama etmeliyiz!

Özellikle faizlerin yüksek olduğu toplumlarda, zengin daha zenginleşirken ve fakir daha da fakirleşirken altın orta giderek kaybolacak, orta sınıf da giderek yok olacaktır.

Dikkat ettiniz mi bilmem, yeryüzünde bile en iyi iklim bölgesi, Orta Kuşak'tır. Kuzey Yarımkürede kabaca 30°-65° olarak, Güney Yarımkürede ise 30°-45° dereceler arasındaki enlemler Orta Kuşak'tır.

Yaşanırsa bu alanda yaşanır. Bunun dışına çıkar, kutuplara yakın kısımlara giderseniz oraları aşırı soğuk, iktisada ve toplumsal yaşama uygun olmayan sürekli kışı yaşayan bölgelerdir.

Bunun Ekvator yönüne doğru gidip 30° enleminden dönencelere yakın taraflara doğru gittikçe ise durum daha da zorlaşır.

İklimler neredeyse belirginsizleşir ve sıcaklık, sene içerisinde çok az oynar. Çöllerde ise günlük 60-70 hatta 80 derecelerde oynamalar olur.

Çünkü 30° paralelleri arası, güneş ışınlarının geliş açılarına yakındır ve bu ışınları dik veya dike yakın açılarda alır. Mevsimler neredeyse yok gibidir.

Ekvator bölgelerinin insanlarına dikkat ederseniz maşallah her yerleri ortada gezinirler. 

Neden bilir misiniz? Giyinmelerine gerek yoktur da ondan. Üşümüyor ki adam... Dillerinde çoğunun "Kar" kelimesi bile yoktur.

Öyle kabileler vardır ki sadece erkeklik uzuvlarına kamışlar geçirmişlerdir. Mahremiyetten dolayı değil, böcek ve kemirgenlerden korumak için.

Yaşadıkları yerler ise sazlıklar veyahut otlar ya da bambularla kaplı 5-6 metrekarelik ilkel yerleşmelerdir. Binlerce yıldır hiçbir gelişim kat etmemiştir yaşamları.

Niye peki?

Çünkü dört iklim bu tür yerlerde yoktur. 

Dört iklim varsa farklı kıyafetleri giymek zorunda kalırız. Üretmek zorunda kalırız.

Dört iklim varsa yapı ve inşaat kültürü ve tarzları gelişir. Sıcak bölgede taş mesken, dağlık ormanlık bölgelerde ahşap mesken, bozkır ve step bölgelerde ise kerpiç meskenleri görürüz.

Binlerce yılı geçin, yüzlerce yılda ciddi gelişmeler kat eder bunlar. Sokakları taş döşemek, o sokakların belli mevsimlerde çamurlanmasından dolayıdır.

Şehirleri oluşturan ev kümelerini kalelerle çevirmek de yine basit birkaç sazlık ya da bambu ile ev yapmaya benzemez.

Çünkü ormandaki maymundan değil, topu, tüfeği ya da mancınıkları olan düşmandan korunmak için yapıyorsunuz bunları.


Bu insanları toplu ve büyük yerleşmeler halinde kalelerin içerisine kapatan zorunluluk nedir?

Nüfustur efendim. Çünkü Orta Kuşak, insan nüfusunun en iyi semireceği, gelişeceği alandır.

Ekvatoral bir yerde doğsanız yavrunuzu ya bir babun kapar ya puma ya timsah ya komodo ejderi.

Hiçbiri olmasın bir kurbağaya dokunur ölür, anakonda gelir, sivrisinek ısırır, sıtma olur ölür.

Ekvatoral bölgelerde medeniyeti bırakın nüfus da "beyaz adam gelene dek" gelişme olanağı bulacak durumda değildi.

İnsanların tarıma en müsait koşulları bulduğu "Orta Kuşak" onları tarımda çalıştıracakları "çok çocuklu" ailelere yönlendirdi.

Çok çocuklu aileler olmak, büyük nüfuslu medeniyetler kurmaya götürdü. Dünyanın orta kuşak dediğimiz alanları toplam yeryüzü sahasının yüzde 15'i kadar olmasına rağmen nüfusun yüzde 50'si bu kuşakta yaşamaktadır.

Dünyadaki kavgaları, rant ve hakimiyet savaşlarını, sermaye hegemonyasını ve tüm politik çalkantıları ortaya çıkaran saha da burasıdır, orta kuşağı tehdit eden ihtirasların, lüksün ve hırsın en fazla olduğu saha da.

Ancak bu saha, teknolojinin, sistemin, bilimin ve yukarıda saydığımız tüm bu insanların, yeryüzüne kültürel ve felsefi manada değer katmış kimselerin de yüzde doksandan fazlasının yetiştiği bir sahadır.

İnsanın düşünce gelişimi, karnını doyurduğu andan itibaren başlar ise işte Orta Kuşak da bu düşünce gelişimi yolunda hayli mesafe kat etmiştir.

Yetişen cümle değer simalar sayesinde ortaya koyulan kurallar, idealler, prensipler aslında Altın Orta'nın muhafazası içindir.

Aşırı zenginleşmemek, çok kazanandan çok vergi alınması, fakirleşmemek ve sosyal devlet olmak, yöneticilerin sorgulanamaz otoriteyi ellerine almamaları için kuvvetler ayrılığı işte tamamen bu Ortanın yaratılmasını veya muhafazasını sağlar.

Ortamız maalesef kalmamıştır. 

Ya birini çok seviyor ya nefret ediyoruz.

Ya bir partinin trolü ya da düşmanı oluyoruz.

Toplumumuzda orta sınıfın geliştirilmesi için de çok fazla bir şey yapılmıyor.

Oysa bilimsel çalışmaları orta sınıf üretir. Sanatı orta sınıf, kültürel eserleri orta sınıf üretir.

Orta sınıfı çektiğiniz vakit geriye doyma hayali ve günü kurtarma derdiyle yaşayanlar ve onlarla soluduğu hava dışında hiçbir şey paylaşmayan üst sınıf vardır.

Üst sınıf da orta sınıfa ihtiyaç duyar.

Padişah isen kızına piyano dersi aldıracağın hocadır orta sınıf. Sarayını inşa edecek mimar, dekore edecek, bezeyecek sanatkardır.

Brahms'tır, Schubert'tir, Kafka'dır, Kant'tır, Ziya Gökalp'tir, Yahya Kemal'dir, Ömer Seyfettin'dir, Evliya Çelebi'dir, Ömer Nasuhi Bilmen'dir, Elmalılı Hamdi Yazır'dır, Aziz Nesin'dir, Nazım Hikmet'tir, Necip Fazıl'dır.

Nuri İyem'dir, Osman Zeki Üngör'dür, Halil İnalcık'tır, Erol Tümertekin'dir, Münir Nurettin Selçuk'tur, Kemal Sunal'dır, Cüneyt Arkın'dır.

Nobel ödüllü bilim adamın, altın madalya almış olimpiyat sporcundur. Orta sınıf hayattır, hayattan tat almanın anlamı, o anlamı ortaya koyan, hayatı yaşanabilir kılan, mutedil yani ılıman iklimde gelişen kültürün meyvesidir.

Orta kuşakta insanın meydana getirdiği ne varsa onu taşıyan ve bir sonraki kültüre aktararak tekâmül sürecini sağlayan kitledir orta sınıf.

Orta, kalemin ve çubuğun dengede durduğu kısmı, toplumları dengede tutan kısımlardır.

Ve bu orta sınıfı kaldırırsanız dünyadan orta kuşağı kaldırmak gibidir. Geriye Amazon ormanları, çöller ve kutuplar kalır.

Orta sınıfı olmayan medeniyetler, lidere tapılan kabile medeniyetleridir, çöl bedevileridir, balıktan başka gıdası kokmuş fok etinden ibaret olan eskimolardır. 

Orta sınıf düşünür, ses çıkarır, bağırır, konuşur. Yargılanır, sistemleri değiştirir.

Orta sınıf devrim yapar, Fransız devrimi ortaya çıkar. Orta sınıf keşifler yapar, matbaayı, gazeteyi çıkarır.

"Dur be adam, yakacaksın kendini" denmesine aldırış etmez, Peygamber gibi tüm akrabalarının önerisini reddeder ve kendisini ilahi davasına adar, Martin Luther gibi reform bayrağını, Sadık Ahmet gibi Türklük onuru için yumruğunu kaldırır.

Denktaş gibi, Arafat gibi, Aliya gibi, Mandela gibi ömrünü mücadele içerisinde orantısız bir düşmana ya da zulme karşı pişerek bir davaya adar, Gandhi gibi onun kurbanı da olur.

Bunların büyük çoğunluğu orta kuşaktan çıkar.


Orta kuşaktaki insanların cennetidir ortalama bir hayat ve altın orta.

O insanların altın ortasını, yani orta sınıfını yok ederseniz;

Yönettiğiniz toplum, bedenlerden oluşan ruhsuz bir çölden farksızdır.

Emir verirsiniz, "Başüstüne efendimiz" derler ama nasıl yapacaklarını bilmezler. Yapar ama en iyi şekliyle yapamazlar. 

Orta sınıfı yok eder herkesi alt sınıfa eşitlerseniz toplumu korku ile yine bal gibi yönetirsiniz ancak devlet kan kaybeder, hoşnutsuzluk merdiven altında örgütlenir.

Çavuşesku'nun Romanya'sı, Çin'in desteği ile ayakta kalan Kuzey Kore'li şişkonun vatanı gibidir bu.

Ama orta sınıfa kendinizi dayamaz, sermayeyi yanıma alır, fakir kalabalıkları da miting meydanına dizerim derseniz kaybedersiniz. 

Maalesef Ortadoğu'nun petrolsüz demokrasilerinin önemli kısmında bu vardır.

Ortasızlık.

Öyleyse kararımızı vereceğiz.

Ya Ortadoğu olacağız ya da altın ortayı tutturup, orta sınıfı güçlendireceğiz.

Ortaya oynamak, dengedir. Denge ise devletleri yüzyıllarca, binyıllarca yaşatan şeydir.

İnsan ve kâinat arasındaki denge ise kaynakların, hizmetin ve üretimin dengesi yani sosyal adalettir.

Bu sosyal adalette orta sınıfa oynayan, iktidar süresini bilmem ama ülkesinin süresini binlerce yılla çarpar, gazoz olmaz, efsane olur, bizler de arkasından seve seve gideriz, vesselam.

Dixi et salvavi animam meam. 

(Konuştum ve ruhumu kurtardım…)

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU