Küçük Prens'e eşlik eden mektuplar: "Bir çiçek vardı, sanıyorum o beni evcilleştirdi"

Mustafa Orman Independent Türkçe için yazdı

Ne geçmiş günümüzle ne de günümüz geçmişle okunabilir. Her çağın, her zamanın, her dönemin kendine has bir dönüşümü var. Bir pencereden başka bir pencereye, bir kapıdan başka bir kapıya yol görünür.

Zaman geçer, takvimlerin yaprakları savrulur, hayat anılarıyla kalır. Söyledikleriyle ve söylemedikleriyle bir hafıza yaratır.

Kişisel hayatın, duyguların, düşüncelerin yelpazesi ve hayatın tüm alanlarındaki mücadele, umut, umutsuzluk kâğıtlara daha sert, daha hakikatli düşer.

Üretilen sanat eseri, sanat eserini üreten sanatçının dünya ile eserleri arasındaki bağ bambaşka bir alan açar. Kimi zaman bu günlüklerle kimi zaman da mektuplarla belirir. 


Mektup yazmak hem bir arayışın hem de bir bekleyişin duygusuna yatırır insanı.

Duygu dünyasından akmış, muhatabını bulamamış kişiler duygularını, özlemlerini, sevinçlerini, üzüntülerini uzaktakine ulaştırmak ister.

Yıllar önce sahaftan aldığım bir kitabın içinde bulduğum mektup ve bir fotoğraf, ulaştırılamamış bir mektubun hikâyesini anlatır.

Mektupta, "Bu mektubu, sana ulaşıp ulaşmayacağını bilmeden yazıyorum. Sana anlatmak isteyip bir türlü anlatamadığım yaşamım ve senin uzaklara gitme nedenin burada. Sabah akşam seni düşünmekten, özlemekten, merak etmekten günlerimi cehenneme çevireceğimi ummazdım. Öyle ya ummadığı başına gelir insanın…" diye başlayıp devam ediyordu.

Asıl sahibinin okumadığı mektup, tesadüflerin ortasında başkasının şahitliğiyle örtüsünü kaldırır. Onun duygularını hisseder, yaşar, aynı cenderenin içinden geçtiğinin farkına varır.

Böylece insan olmanın tüm yanlarını, birkaç sözcüğün bir araya gelip ruhuna değmesiyle yeniden can bulur, okuyan da anılarına geri döner, özünü bir daha sorgular. Bu böyle sürer.

Tarihe gömülü onlarca aşkı mektuplar dillere dökerken, ruhları da güzelliğe ulaştırır. Kendi devini böylece yaratmış olur mektuplar. Yarım kalanlar tamamlanır, tamamlanmamışlar yarım kalır kâğıtlarda.


Biraz daha makarayı geriye sarmakta yarar var. Yüzyıllar önce, dağın ardında yaşayan sevdiğini görmeyen, ondan kilometrelerce uzak olan bir ozanın, yaktığı türkü sonsuz bir yaşam bırakırken, yaşamın ve yaşayışın kodlarını da gösterir.

Sanat, kime, nasıl ve hangi koşullarda seslenir düsturunu ortaya çıkararak, biriciklik penceresine bakan milyonlarca kişiyi etrafında toplar.

Ölümde ve yaşayışta sanatçının geride bıraktığı hayat, yalnızca eserlerinden ibaret olmadığı için özyaşamı da ona dair bakışımızı geniş ve keskin bir ayrıntıda gösterir. 


Edebiyatın ve sanatın iç içe geçmiş bir türü olarak mektup; yaşamın ve üretimin en temel bileşeni olarak karşımıza çıkar. Sanatçıların, duygu dünyasının dökümü mektuplarla belirginleşir.

Okura yön veren, okurun duygularını taşkın yaşamasına sebep bir yolu, bir kapıyı, bir pencereyi işaret eder. Aşkta, ayrılıkta, üzüntüde, sevinçte geçmişin kalıntıları bir an duygu dünyasını yapraklandırır.

Aynı zamanda o yaprakları dalından düşürür. Yeşeren her şey kurumaya, kuruyan her şey de yeşermeye koşar.
 

 

Antoine de Saint-Exupery'den Consuelo de Saint-Exupery'e Mektuplar

Antoine de Saint-Exupery'le ressam eşi Consuelo de Saint-Exupery arasındaki mektuplaşmaları konu edinen Mektuplar kitabı, ikilinin aşkın bedenden sökülüp yaşamın kaynağına sürüklediği anılarını, özlemlerini, hayal kırıklıklarını, sevinçlerini, acılarını gün yüzüne çıkarır.

Her iki aşığın ve sanatçının hayal dünyasındaki masalsı duyguları sayfalarda çokça gösterir kendini. Antoine Consuelo'ya şöyle seslenir:

Bir varmış bir yokmuş, çocuğun biri bir hazine keşfetmiş. Ama bu hazine, anlamayı bilmeyen gözleri ve tutmayı beceremeyen kolları olan çocuk için çok güzelmiş. Bu yüzden çocuk hüzünlü birine dönüşmüş.
 

mektuplar.jpeg
Antoine de Saint-Exupery ile eşi Consuelo de Saint-Exupery

 

Masalsı bir yaşamda, duyguların yansıması da masalın diline dönüşür. Yaşam onlar için masalsı olduğu kadar hakikatlidir de.

Biriciktir. Aşkın, sevginin, hayal dünyasının biricikliği. Bedenden aşkın bir biriciklik hali.

Ne kelimeler yetebilir ne de cümleler üstesinden gelebilir, sadece tahayyül edildiğinde, hissedildiğinde yerine oturur her şey.

Sevgi merhametle birlikte başlar. Yol görünür, pencere açılır, bahçe gösterişiyle karşına çıkar, dallar sallanır, yapraklar hışırdar, yaşamın ışığı belirir.

Consuelo da Antoine'ye şöyle seslenir:

Tonnio'm, 

Uzun günler boyunca benden uzakta olacaksın. Her sabah seni kim uyandıracak? Seni kim öpecek? Ne rüzgâr ne ay ne de gece küçük karının narin ve sıcak okşayışlarını sana verebilir. Senden uzak günlerde hepsini saklıyorum ki, tek bir gecede sana verebileyim. Dönmek için elini çabuk tut. Seni çok seviyorum, 

Consuelo'n.


Her aşkın gölgesinde yetişmekte olan bir ıstırap da sevgiye ve aşka dairdir.

Yaşam zıtlıklarıyla şeklini alır. Yaşam sevmekle olduğu kadar öfkeyle de demlenir: 

Consuelo, 

Sizin, kendimin, annemin üzerine yemin ederim ki bu gibi anlaşılmaz beklentiler, beni bir telefon görüşmesiyle hemen iyileştirecekken onca gereksiz ıstıraba maruz bırakıyor, dayanamayacağım kadar incitiyor, bedenimi ve kalbimi savaştan daha fazla yaşlandırıyorsunuz.

İçimde nasıl kurtulacağımı bilmediğim sebepsiz bir kin birikiyor sana karşı. Günlerce beni meşgul edip işimi mahvediyor. 

Ve Tonio'nuzu öldürüyor.
 

Antoine-de-Saint-Exupery-ask-mektuplari-Consuelo-Sunci.jpg
Antoine ile Consuelo 

 

Antoine de Saint-Exupery'in edebi hayatının ışığının kaynağı Consuelo, satırlar boyunca ışığın yeşermekte nasıl bir öneme sahip olduğunu yazdıklarıyla ima eder.

Besleyici kaynağın, zarif bakışları arasında büyüyen bir Küçük Prens gerçeği yadsınamaz güzellikte hafızada yer edinir.

İki aşığın birbirlerinin yaşamlarına olan etkileri, savaş zamanları ve dünyadaki buhranlar da bu ışığın içinde bir rol üstlenir.

Bilinir ki, ışığın karanlığa ihtiyacı vardır. Bu yüzden yeryüzünün savaşa bulandığı yerde, duygu ve düşünce akışları da ikili arasındaki uzak mesafede sayfalara hakkını teslim eder: 

Anlayın beni küçük Consuelo'm, sevgilim. Sizi seviyorum. Bu endişeye katlanamıyorum. 1939'da beni kaçmak zorunda bırakan ve ölüme sürükleyen o atmosferi hissetttim bu gece. Hiçbir zaman Nelly'yi sevmedim. Sadece onun hayatımı kurtarmasını istedim. Kendime rağmen şu bir gerçek ki, Consuelo'ya beni öldürme gücünü verdim. Bu şiddetli yıpranmadan kurtulmak için tek şansım savaş. Consuelo, savaşta ölmek istiyorum. Siz beni kurtarmayı arzulamıyorken, bu acıya dayanamazken ve sizi severken başka ne yapabilirim?


Antoine de Saint-Exupery ile ressam eşi Consuelo de Saint-Exupery arasındaki mektuplaşmalar, bize yaşamda tattığımız her şeyin bir sebebini işaret eder.

Bizi aynı anda çocuklaştırıp aynı anda yaşlandıran, yine aynı anda güldürüp aynı anda ağlatan hayatın ihtişamını gösterir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU