Son dönemlerde “Siyasal İslam bitti, Siyasal İslam'ın İslam dünyasında bir geleceği yok, biz İslamcı değiliz” demek moda oldu.
Özellikle de yıllarca Siyasal İslamcılık yaptıktan sonra, olan bitenlerde hiç bir dahilleri yokmuşçasına, üstüne üstlük hiç bir özeleştiri yapmadan, hesap vermeden ahkam kesenler can sıkıyor.
Saç kesimlerini ve gözlük modellerini (önemli bir kısmı eşlerini de) değiştiren bu çakma liberaller, becüşleşmiş çehrelerine bir top sakal da ekleyerek işi çözdüklerini sanıyor, yeni dönemde de statülerini devam ettirmeye çalışıyorlar.
Geçmişte İslam’ı siyasal bir ideoloji seviyesine indiren, yanlış doğru ayırımı yapmadan bin küsür yıllık geleneğe savaş açan en az Türk solu kadar halka yabancılaşan kişiler bugün de aynı aymazlıkla yıllarca tam karşısında oldukları (Neye karşı olduklarını da tam olarak bilmiyorlardı) dünyaya yatay geçiş yapmak istiyorlar.
“Gömleğini, pantolonunu, tumanını” çıkaran çıkarana.
“Sana ne kardeşim kim neyini çıkarıyorsa çıkarsın, yatay mı geçer, dikey mi geçer, nereye geçiyorsa geçsin. Astığı astık, kestiği kestik İran Devrim Savcısı Ayetullah Halhali misin?” diyebilirsiniz.
Lakin kazın ayağı öyle değil.
İsterseniz mevzuya gerçek bir hayat hikayesiyle başlayalım.
Diyarbakır'da bilinen tanınan bir aileden uzun boylu, sarışın, renkli gözlü çok yakışıklı, filinta gibi bir arkadaşımız vardı.
Öyle hızlı bir hayatı vardı ki “yetişebilene” aşk olsun. Fazla söze gerek yok tam bir playboy!
Ama öyle böyle değil, vukuatlarının bini bir para!
Elinden, dilinden, belinden bizar olan ailesi ne yaptı ne ettiyse bizimkine bir ayar veremedi.
Son çare olarak bari yanında onu frenleyen biri olsun diyerek onun kadar olmasa da gece hayatından hoşlanan amcaoğlunu yanına kattı.
Amcaoğlunun “Dur! Yapma, etme, yeter, fazla ileri gitmeyelim” demekten feleği şaştı.
Fren tutmayan araba misali pek fazla bir yararı olmadı, ama az bir nebze de olsa işe yaradı.
En azından gözetim altında tutuldu.
Tam bu günlerde Yalova'da yazlıklarında uyurlarken 1999'daki deprem oldu.
Tatillerini geçirmekte olan birçok Diyarbakırlı hemşerimiz hayatını kaybetti. İki amcaoğlu canlarını zor kurtardı.
Ölüm korkusuyla büyük bir şok yaşayan arkadaşımız ani bir dönüşle her şeye tövbe etti. 5 vakit namaza, niyaza, oruca başladı.
Ama ne başlayış! Kırk yıllık şeyhler eline abdest suyu dökemez!
Değil, viski, rakı, votkaya; kola ve gazoza, dişi sineklere bile dönüp bakmayacak hale geldi.
Sağa dönsen haram, sola dönsen yasak, gülsen ayıp, ağlasan isyan...
Her sabah namazında daha hoca ilk Allahu Ekber'i der demez bir hışımla yatağından fırlamaya, biçare amcaoğlunu hırpalayarak yatağından kaldırmaya, biraz geciktiğinde ise kucaklayarak yataktan atmaya, tekmelemeye başladı.
Biçare amcaoğlu en sonunda dayanamayarak “Ulan gavurluğunda da evimizi yıktın iflahımızı kestin, Müslümanlığında da! Ne gavurluğunun ayarı var ne Müslümanlığının!” diyerek yolunu ayırmak zorunda kaldı.
Evet! Dün laf anlatamadığımız, söz dinletemediğimiz amellerinden hayır görmediğimiz “ideolojik, örgütçü Neo-Selefi” Müslümanlara bugün de söz geçiremiyoruz.
Eski hallerinden bir hayır görmedik, bugünkü hallerinden de bir hayır görmemiz mümkün değil.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
“Siyasal İslamcılık”a gelince;
“Siyasal İslam”, “Sosyal İslam”, “Kültürel İslam” tanımlamaları yeni dönemlerin terimleri.
Bir de Batı'nın “Modern İslam”, bizim “Ilımlı İslam” dediğimiz ekol var.
“Protestan İslam”, “Kayseri Müslümanlığı” gibi adlandırmalar da cabası.
Bu konularla ilgili dünyanın her yerinde yüzlerce kitap, binlerce, on binlerce makale yayınlandı.
Bunlar bu yazının boyutlarını aşan mevzular. Görüşlerimi inşallah ileriki dönemde daha detaylı olarak sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
18. 19. yüzyıllardan itibaren İslam dünyası Batılılar tarafından Fas'tan Endonezya'ya kadar işgal edilmeye başlandı.
Rönesans, Reform ve Aydınlanma, Sanayi Devrimi ile bambaşka bir sürece giren Batı dünyası karşısında İslam coğrafyası tam bir hezimete uğradı.
Bu süreci de burada uzun uzadıya anlatacak değilim.
Ziya Paşa (1825-1880) bu serencamı çok güzel özetler:
Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kaşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i İslamı bütün viraneler gördüm
Bütün bir “Mülk-i İslam’ın” viraneler haline geldiği bu yıllarda Müslüman aydınlar bir çıkış yolu bulmaya çalıştılar.
Özet olarak “Siyasal İslam” özünde bu arayışların ürünüdür.
Bir kaç başlık altında anlatılabilinir;
İslamcılık Şerif Mardin'e göre ideolojik İslam’dır.
Bir başka tanımlamayla Batı dünyasının işgaline karşı koyan, “ötekine” karşı mezhep ve yorum farkı gözetmeksizin tüm Müslümanları başkaldırıya çağıran “İslam milliyetçiliği”dir.
Müslümanlar, Müslüman halkı örgütleyerek işgalcilerle savaşacak, bağımsızlıklarını elde ettikten sonra ise Müslüman bir iktidarla tüm toplumu yukarıdan aşağıya İslamileştirecek ve yeni bir Müslüman toplum inşa edeceklerdir.
Cemaleddin-i Efgani (1838-1897), Muhammed Abduh (1849-1905), Said-i Nursi (1878-1960), Mehmet Akif Ersoy (1873-1936), Hasan El Benna (1906-1949), Muhammed Ferid Vecdi (1878-1954), Mustafa Kamil (1874-1908)... ilk akla gelen İslamcılardır.
Ancak Said-i Nursi toplumun yukarıda aşağıya değil aşağıdan yukarıya doğru inşa edilmesini savunur.
Cemahiriyye-i Müttefikay-i İslamiyye, (İslami Cumhuriyetler Birliği) ortak gayeleridir.
Sultan 2. Abdülhamid, Siyasal İslamcılığı imparatorluğun parçalanmasını engellemek için ilk olarak kullananlardandır.
Siyasal İslamcıların en büyük açmazlarından biri Batı'ya karşı koyarken bir müddet sonra Batı'nın yöntem ve metodlarını kullanmaları (veya kullanmaya mecbur kalmaları) sonuç olarak da karşıtlarına benzemeye başlamalarıdır.
Bir kısmına göre Batı'nın bilim ve teknolojisi alınmalı, ancak ahlak ve yaşantısı reddedilmelidir.
Bunun bu kadar basit bir iş olmadığı çok sonraları anlaşılabildi.
“Bilginin üretilmesi”, “bilginin İslamileştirilmesi” ve başta epistomoloji olmak üzere birçok derin konu çok sonraki yıllarda tartışılmaya başlandı.
Siyasal İslamcıların büyük bir kısmı İslam ile demokrasinin bağdaşmayacağını savunur. En ılımlı yaklaşım demokrasinin iktidar yolunda ancak bir araç olarak kullanılabileceğidir.
Sloganları “Hakimiyet Allah'ındır” ancak yer yüzünde Allah'ın hakimiyetini Allah adına hangi kullar, hangi yollarla ve nasıl sağlayacaktır?
Müslümanların kendi aralarındaki mezhebi farklılıklar; Sünni-Şii çatışması; birlikte yaşamakta oldukları Hıristiyan, Yahudi, Ezidi, Hindularla ilişkiler; Kürt, Berberi, Azeri, Ermeni, Süryani gibi halkların etnik sorunlarının nasıl çözülebileceği ile ilgili çözüm önerileri cevapları bir türlü yerli yerine oturtulamamış problemlerdir.
En önemli sorunlardan biri de kamusal alanı düzenlerken doğal olarak dinden referans almaları ancak bir müddet sonra dinin iktidarın bir aracı haline gelmesi, bir adım sonrasında ise araçsallaştırılan dinin iktidarın arzu ve gereklerine göre eğilip, bükülmesi ve deforme olmasıdır.
“İktidar için din” bütün dinler için en dramatik sondur.
Bu sürecin Hz. Peygamber'in ölümünden hemen sonra başladığını, Emeviler döneminde ise zirveye ulaşarak adeta bir ekol haline geldiğini savunan çok sayıda araştırmacı vardır.
Bu serencamın sadece Müslümanlığa ait bir şey olmadığı, Yahudilik, Hıristiyanlık, Budizm, Marksizim... gibi birçok din ve ideolojinin de benzer bir süreçten geçtiği söylenilebilinir.
Hz. İsa'nın yaşadığı dönemde Yahudilik tam olarak bu durumdadır ve Hz. İsa, Hz. Musa'nın Şeriatı'nı yerli yerine oturtmak için görevlendirilmiştir.
Milyonlarca insan öldüren Stalin ile köylü diktatörlüğü kuran Mao'nun siyasi uygulamaları, katliamları Marks ve Engels'in hiç bir kitabında yazmaz. Her iki denemede de ortaya çıkan parti elitlerinden oluşan yeni bir komprador sınıf ve acımasız bir devlet kapitalizmidir.
Birçoklarına göre bizzat iktidarın kendisi kirli, en azından kirlenen bir şeydir.
Modern öncesi zamanların kadın erkek ilişkileri ve kadına yaklaşım da çok ciddi değişimler yaşamıştır.
Türkiye'deki türban (başörtüsü-hicab) tartışmalarının en yoğun olduğu dönemde ‘Modern Mahrem’ kitabını yazan Nilüfer Göle; “Türban dindar kadın için eve kapatılmanın değil, tam aksine kadının evden çıkarak sosyalleşmesinin aracıdır” diyerek katı laikçi ulusalcıların tam tersi bir yaklaşımla eğitim alan Müslüman dindar kadının (doktor, mühendis, avukat, öğretmen, iktisatçı...) geleneksel kadın gibi evde oturmayacağını, kamusal alanda çalışmak zorunda kalacağını ve mekansal kadın erkek birlikteliğinin engellenemeyeceğini, bunun da tüm paradigmaları değiştirerek yeni bir “mahrem” doğuracağını öngörmüştür.
Evet!
Siyasal İslam, İslam Dünyası'na bir çözüm üretemedi.
Ya El Kaide, DAİŞ (İŞİD), Vehhabi Körfez Krallıkları ve Taliban gibi faşist diktatörlükler, ya İran gibi 1960, 1970'lerin kapitalist karma ekonomik modeline yakın totaliter rejimler veya Türkiye'de ortaya çıkan otoriter, “Kötü liberal, kötü kapitalist” kısaca ortaya karışık uygulamalar.
Afganistan'da olup bitenler ise ayrı bir felaket.
Bunların hiç biri başlangıçta öngörülen ve arzulanan sonuçlar değildi.
İhvan-ı Müslimin'in “İslam gelecek, vahşet bitecek” sloganını “Refah gelecek, zulüm bitecek” diyerek Türkçeye çeviren kadrolar varmak istedikleri yerin çok uzaklarına savruldular.
Özellikle de Türkiye'de bir “Müslüman demokrasi inşası” için yola çıkan kadrolar birbirlerine düşerek, değil “Müslüman Demokrat” kötü bir “Muhafazakar Demokrat” bile olamadılar.
“Kabahat samur kürk olsa kimse sırtına almaz” sözü çok doğru.
Bugün cenaze yerde ve kaçan kaçana.
Turabdinli bir Süryani hemşerimizle evli damadımız Olivier Roy 1994’te yayınlanan ‘Siyasal İslam’ın İflası’ kitabında özetle “Siyasal İslam'ın bir geleceği yok, Modern dünya ile ilgili alternatif bir medeniyet projeleri bulunmuyor. Dolayısıyla endişelenmeye de gerek yok, geldikleri gibi giderler, biraz sabırlı olun yeter” diyor.
“Lafı nereye vardırmak istiyorsun? Sen de 'Siyasal İslamcılık bitti' ye getiriyorsun. Peki, o zaman 'Siyasal İslamcılık' bitti diyenlere niye kızıyorsun?” diyorsanız, söyleyeyim.
İslam’ı dünya -ahiret ile bireysel alan- kamusal ayırımı yapmayan bir din olarak kabul eden ve tüm hayatı Allah'ın emirleri doğrultusunda yaşamak isteyen, geçmişteki eksik ve yanlışlardan ders çıkaran, cevabı bulunamayan tüm sorunlara kafa patlatan, alternatif bir medeniyetin arayışı içinde olan ve bunun ızdırabını çeken, samimi Müslümanlara saygım sonsuz. Ben de aynı inançtayım.
Benim itirazım tek amaçları sınıf atlamak olan her dönemin yardakçılarına.
Türkiye başta olmak üzere Cezayir'den Filistin'e, Mısır'dan Endonezya'ya kadar İslami muhalefetin yükselişte olduğu dönemlerde “Tekbiiir! Allah'u Ekber” sloganlarıyla en önde yürüyen, sözde yazar-çizer, belediye başkanı, milletvekili, bakan, iş adamı (rüşvet ve yolsuzluğu meslek edinen iş hırsızları demek daha doğru) olduktan sonra; bu da yetmezmiş gibi çocukları ve eşlerini de milletvekili ve bakan yapan, işler sarpa sardıktan sonra ise üzerlerindeki her şeyi çıkararak kaçan üç kağıtçılara.
En büyük hedefleri İstanbul Boğazı'nda Reina'ya, olmazsa yanındaki Huqqa'ya kapak atmak olanlara.
Her şeylerini değiştirenler!
Fukuyama daha siz iktidar şerbetini içmeden “Dünyada tek bir medeniyet vardır, o da Batı medeniyetidir. İslam dahil tüm eski medeniyetler ya ona teslim olacak veya imha olacaklardır” derken uyanmadınız da şimdi mi “hidayete” erdiniz?
İçinizden “Fukayama'yı da, Olivier Roy'u da, Şerif Mardin ve Nilüfer Göle'yi de okuduk ama işimize gelmedi, o günlerde daha köyden 'yarın' gelmiştik. Heybemiz delik, küpümüz boştu” dediğinizi duyar gibiyim.
Siyasal İslam mı bitti, İslam mı?
Yoksa Allah'ı dünya hayatından emekliye mi sevk ettiniz?
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish