2017 'de bir grup teknoloji şirketi yöneticisi, nefret söylemleri için daha sert önlemler talep eden saldırgan Britanya parlamenterleri karşısında yerlere kapanmıştı. Twitter'ın temsilcisi, platformun "John Stuart Mill'ci felsefesini" terk ettiğini duyurmuş, "artık tüm ifadelere arka çıkmanın mümkün olmadığını" ilan etmişti.
Yine de Elon Musk'ın yakın zamanda Twitter'ı 44 milyar dolara satın alması, Mill'in ilkelerine geri dönüşe dayanıyor. Mill, "İnsanların özgür tartışma lehindeki argümanların sağlamlığını kabul edip de o argümanların 'uca çekilmesine' itiraz etmesi; gerekçelerin uç bir vaka için iyi olmadan hiçbir vaka için iyi olamayacağını görememesi gariptir" diye yazmıştı. Tıpkı Musk gibi o da ifade özgürlüğünü bireylerin yönelttiği tehditlerden korumanın, "devlet yöneticilerinin zorbalığı"ndan korumak kadar önemli olduğuna inanıyordu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Musk'ın pratikte Mill'in ilkelerini nasıl uygulamaya geçireceğini kimse bilmese de Twitter'daki içerik denetiminin daha az titiz bir hal alma ihtimali, bunun potansiyel sonuçlarıyla ilgili önemli tartışmalara neden oldu. Bu sonuçlar arasında geçim kaynakları ifade özgürlüğünü uygulamaya koymaya bağlı olan birçok yorumcu ve politikacı arasındaki "elit paniği" salgını da var.
ABD'li Senatör Elizabeth Warren anlaşmayı "demokrasimiz için tehlikeli" diye nitelerken, diğerleri bu devralmayı #BlackTwitter'ı (siyahilerle ilgili meselelere odaklanan internet topluluğu -ed.n.) bitirecek Beyazların Gücü'nün (White Power) tezahürü olarak görüyor. Öte yandan, meseleye eleştirel yaklaşmayıp Musk'ı ifade özgürlüğünü Twitter'ın sözüm ona dijital otoriterliğinden kurtaracak kişi olarak göklere çıkaranlar da var.
Aslında Musk'ın Twitter'ına ve bunun yanın sıra ifade özgürlüğünü koruyup kullanıcıları güçlendirecek gelecek yollara karşı hem temkinli hem de umutlu olmak için sebepler var.
1945'te George Orwell, "belirli önemli konularda dürüst olmamak için her türlü gerekçeye sahip varlıklı kişilere ait" merkezileşmiş basına karşı uyarmıştı. Twitter medya kuruluşlarının, gazetecilerin, yorumcuların ve politikacıların tercih ettiği platform ve bu da ona kamusal alanda son derece büyük bir nüfuz sağlıyor. Dolayısıyla, Orwell'in uyarısı dijital çağda da hâlâ güncel.
Musk'ın ifade özgürlüğüne vefakarca bağlı olduğunu öne sürmesi, bu ideale sadık kalacağının garantisi değil. Areopagitica kitabında John Milton sansürü şiddetle eleştirmiş ama sonradan Cromwell yönetiminde sansürcü olarak görev yapmıştı. O gün bu gündür "Milton'ın Laneti", yani ifade özgürlüğünün seçici ve ilkesizce savunulması bu özgürlüğün tarihinin başına bela oluyor.
Musk, Tesla'ya dair olumsuz haberleri saptırmaya ya da bastırmaya çalışıyormuş gibi göründüğü zamankine benzer şekilde, Twitter aracılığıyla çevrimiçi personasını şekle sokmaya ve ticari çıkarlarını korumaya da ayartılacak mı? Bu tehlikeler Musk'ın şeffaflığı artırma vaadiyle dengelenebilir ve yeni ilkeler yürürlüğe girdikten sonra kendisiyle içerik denetiminin uygulanması arasına "Çin Seddi" çekmesi de akıllıca olacaktır.
Peki ya nefret söylemi ve yanlış bilgilendirmeyle ilgili tehlikeler? Bir bakış açısı edinmek pekala önemli. Nihai rakamlara bakınca (özellikle de geniş ve öznel tanımlar kullanıldığında) nefret ve yanlış bilgilendirmenin birçok örneği bulunabilir. Ancak genel anlamda, geleneksel medya ve eskinin elitist kamusal alanını aksatan dijitalliği kontrolü altına almak isteyen siyasetçiler bu ifadelerin payını çoğu zaman abartıyor.
Bu, alçakça bir nefretin hedefi olan hassas gruplar için boş bir avuntu olsa da Twitter'ın Siyahilerin Hayatı Önemlidir, #MeToo ve LGBT+ aktivistlerininkiler gibi kampanyalara ses vermede etkili olduğu da bir gerçek.
İfade özgürlüğü kaçınılmaz olarak bedelleri ve zararlarıyla birlikte geliyor. Kısıtlayıcılık meselesinde Twitter'ın hataya düştüğüyle, giderek daha da geniş çapta nefret ve yanlış bilgilendirme kategorisini platformdan kaldırarak bazen bunlarla korumaya çalıştığı azınlıkları kasıtsız olarak etkilediğiyle ve gerçekten haber değeri taşıyan hikayeleri bastırdığıyla ilgili iyi argümanlar var.
Ama ayrıca, ifade özgürlüğünün yasal sınırlarını çizmesi beklenen az sayıdaki net ayrımın da sanal gerçeklikle birlikte çok hızlı bir şekilde bulanıklaştığı da doğru. Tekno-ütopik ifade özgürlüğü idealleriyle doğan ve büyütülen birçok Silikon Vadisi sakini, bu ilkeleri uygulanabilir çevrimiçi kurallara dönüştürmekte zorlandı.
Küresel platformların farklı ülkelerden, çizginin nerede çekileceğinde çok farklı fikirlere sahip yüz milyonlarca kullanıcısı var. Dahası, içerik denetimi ölçek ve hız gerektirir, ki bu da hassasiyete ve düşünceliliğe aykırıdır. Dolayısıyla, hatalar ve tutarsız uygulama bir kusur değil özelliktir. Şüphesiz Musk da bu sorunla karşı karşıya kalacak. Aslına bakılırsa, yakın tarihli TED röportajında Musk, vizyonunun tam ifade özgürlüğü mutlakiyetçiliğini içermeyeceğini kabul ediyor gibi görünüyordu.
İleri gitmemizi sağlayacak yollardan biri, Twitter'ın merkezi denetimini azaltıp yaygınlaştırılan içerik denetimi denen uygulamayla kullanıcıların daha fazla kontrol sahibi olmasına imkan tanımak olabilir. Bu, Twitter'ın (ve nihayetinde Elon Musk'ın) elindeki merkezi karar verme yetkisinin büyük kısmını alarak kararlarda bireyleri güçlendirecektir.
Örneğin kadınlar ya da LGBT+ grupları, belirli türdeki yasal ama rezil içerikleri son derece saldırgan ve rahatsız edici buluyorsa, Twitter için merkezi öneme sahip daha geniş çaptaki haber, görüş ve bilgi ekosistemini etkilemeden üçüncü şahısların geliştirdiği filtreleri kullanarak bundan kaçınabilir.
Jacob Mchangama, insan haklarına odaklanan Kopenhag merkezli düşünce kuruluşu Justitia'nın yönetici direktörü ve Free Speech: A Global History From Socrates to Social Media (Sokrates'ten Sosyal Medyaya İfade Özgürlüğü'nün Küresel Tarihi) kitabının yazarıdır
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: Sevgi Aydoğan
© The Independent