Buhârî'nin köleleri

Ömercan Kaçar Independent Türkçe için yazdı

...Onlara sefere çıktıklarında ordunun en önünde [Sahîh-i Buhârî'yi] taşımalarını emretti. Tıpkı İsrailoğullarının Ahit Sandığı gibi...

Ahmed b. Halid en-Nasiri es-Selevî

 

Türk ordusu tam gücünde, toplarla donanmış. Akşama doğru hem toplar hem hafif silahlarla ateşe başladılar. Aynı anda meşaleler yakılmış ve davullar çalınıyordu. Bu gürültüyü duyduklarında Araplar dehşet içinde kaçtılar. Ertesi sabah Sultan'ın sadece -önemli bir kayıp vermeyen- düşman tarafından kuşatılmış düzenli ordusu kalmıştı.

Ahmed b. Halid en-Nasiri es-Selevî


1674'te Osmanlı'ya bağlı Cezayir eyaletiyle girdiği savaşta aldığı yenilgi sonucunda Fas hükümdarı Mevlây İsmail'in (1672-1727) yeni bir ordu kurmaya karar vermesi çok da uzun sürmedi. 
 

1.jpg
18'inci yüzyıl Alevî (Filâlî) yönetimindeki Fas haritası

 

Allen R. Meyers'e göre 1674-1676 tarihleri arasında "Abîdü'l-Buhârî" (Buhârî'nin köleleri) adlı özel ordu kuruldu. Çoğunluğu siyâhî kölelerden oluşmakla birlikte Fas ve Haratin halkından askerler de ordu içerisinde yer aldı.
 

 

Doğrudan Sultanın emrindeki askerler onunla birlikte Sahîh-i Buhârî'ye (Buhârî (ö. 256/870) tarafından kaleme alınan hadis kitabı) sadakat yemini ediyorlardı.

Bu şekilde bağlılıklarının sadece Hz. Muhammed'in sözlerine ve Sultan'ın emirlerine olduğunu deklare ediyorlardı. Ahmed b. Halid en-Nasiri'nin aktardığına göre Mevlây İsmail ve köle ordusunun ilk yemini şu şekilde gerçekleşmişti:

Ben ve siz Allah Resulü'nün sünneti ve onun şeriatinin toplandığı bu kitabın (Sahîh-i Buhârî) köleleriyiz. O, ne emrederse onu yapacağız, o neyi yasaklarsa ondan sakınacağız ve ona dayanarak savaşacağız.


Ordu için çocuklar toplanıyor ve yedi yıl süren bir eğitimden geçiriliyorlardı. Bu eğitimin ilk üç yılı taşcılık, marangozluk ve katırcılık öğretiliyor sonrasında askeri eğitime geçiliyordu.
 

 

İyi eğitim alan ordu sadece dış tehditlere karşı değil ülke içinde çıkan isyanları bastırmak için de kullanılıyordu. Sayıları 1727 yılına gelindiğinde 50 bini bulan ordunun giderlerini karşılamak için yeni vergiler getiriliyor veya mevcut vergilerin bir kısmı orduya tahsis ediliyordu.

Sultan'ın tek ordusu Abîdü'l-Buhârî'den ibaret değildi. Diğer kabilelerden oluşturulan ordular da vardı. Ancak Abîdü'l-Buhârî en yaygın ve güçlü orduydu. Temel amacı da Sultan'ı korumaktı. Bu yönüyle ülkedeki tüm şehirlerde garnizonları bulunan tek orduydu.

Herhangi bir kabile bağı bulunmayan ordunun tek bağlı olduğu otorite Sultan'dı. Ayrıca herhangi bir gelirleri veya toprakları olmadığı için hükümdara bağlı kalmaktan başka çareleri de yoktu.

"Mahzen" (merkezî yönetim) köle ordusu sayesinde özellikle Amazigh (Berberî) kabileler tarafından oluşturulan "hareke" ve bunun sonucunda çıkarılan isyanları bastırmakta sorun yaşamıyordu.
 

 

Ancak Sultan'ın mücadele etmesi gereken sadece isyan eden kabileler değildi. Ulemâ (İslam bilginleri) Sultan'ın bazı politikalarına karşı çıkıyordu. Özellikle Fes şehri kadısının Abîdü'l-Buhârî karşıtı fetvası gerilimi artırmıştı.


Fes kadısının fetvası: Köle ordusu câiz değil

1697'de Fes kadısının köle ordusunun şer'î (yasal) olmadığına dair fetvası iki gerekçeye sahipti. İlki kölelerin uygun olmayan yollarla ele geçirilip zorla köle yapılmaları ikincisi ise kölelerin cihat etme yetkisinin olmadığıydı.

Sultan, kadıyı hemen görevden aldı ve ordusunun şer'î olduğuna dair gerekçeleriyle uzunca bir savunma hazırladı. Kadıyı da görüşünden dönmedikçe görevine iade etmeyeceğini söyledi. Ancak kadı görüşünün sürdürdü ve göreve dönmeyi reddetti.
 

 

1708 yılında yine karşı karşıya gelen Sultan ve ulemâ arasında gerilim daha da fazlaydı. Sultan'ın ordusuna dahil olan köleleri fetva verip onaylamayan âlimlere türlü işkenceler yapıldı ve hapis cezaları verildi.

Fetva vermediği için İbn Hamdun Cesus adlı âlimin tüm ailesi tutuklandı. Kendisi bir köle gibi zincirlenerek çarşıya çıkarıldı ve serbest kalma fidyesi için yalvarması istendi. Daha sonra Fes'ten Meknes'e gönderilerek hapsedildi.

Ahmed b. Halid en-Nasiri'nin aktardığına göre İbn Hamdun şöyle bir mektup kaleme aldı:

Senin, Abîd[ü'l-Buhârî'] sahipliğinin meşruluğunu reddetmedim. Ancak, Kuran'da buna ne bir yol ne bir delil bulabildim. Eğer, kibirle veya sağduyuya dayanan yargıma aykırı olarak bu ameli onaylasaydım, Allah'a, Peygamberine ve Şeriata karşı günah işlemiş olurdum. Allah benimle aksi düşüncede olanlar hakkındaki hükmü verecek olandır.
 

 

Mevlây İsmail döneminde gücünün zirvesine çıkan ordu, onun ölümünden sonra güç kaybetti, bazıları çeteler oluşturdu ve eşkıyalar ortaya çıktı.

Garnizonları terkeden bir kısmı şehirlere göç etti. Bazıları köylere yerleşti ve tarımla uğraştı. Zaman zaman yeniden organize edilmeye çalışılan Abîdü'l-Buhârî sonunda 19'uncu yüzyılda dağıldı. Geriye sadece Sultan'ın şahsi koruması olarak az sayıda Abîd kaldı.


Neden Buhârî? Dinî-siyasi otoritenin sembolü bir kitap

Bir hadis kitabı olarak alanındaki yetkinliği ve hadis âlimlerinin kabulüyle "otorite" olarak kabul edilen Sahîh-i Buhârî'nin "eser karizması" zamanla daha geniş bir mana kazanmıştır.

Bu otorite, Hadis alanıyla sınırlı kalmamış ve Sahîh-i Buhârî ontolojik olarak diğer kitaplardan ayrı değerlendirilmiştir. Buhârî'nin kitabı etrafında oluşan kanonik kültürün (canonical culture) bir sonucu olarak bu esere kutsiyet atfedilmiştir.

Tam da bu noktada siyasi gücü elinde tutanlar Sahîh-i Buhârî'nin taşıdığı bu değerden mümkün olduğunca istifade etmeye çalıştılar.

Fas'ı yöneten Alevî (Filâlî) hanedanının en önemli meşruiyet kaynağı soyunun Hz. Peygamber'den gelmesidir. Bu sayede yönetim hakkı elde etmiş ve insanların bunu kabul etmesini sağlamıştır.

Dolayısıyla Hanedana karşı girişilecek herhangi bir isyan doğrudan Hz. Muhammed'e karşı bir girişim olarak görülecekti. Ancak Fas sultanlarının karşısında büyük bir tehlike vardı: Kabile asabiyesi.

Kabile mensupları arasında tesis edilen birlik duygusu Peygamber soyundan da gelse Sultan'a bağlılıktan önce gelebiliyordu. Bu da sık sık isyanların çıkmasına sebep oluyordu.

Ayrıca bir savaş durumunda menfaatleri uyuşmazsa derhal Sultan'ı terkedebiliyorlardı. Bu noktada yukarıda da değindiğim gibi Mevlây İsmail sadece kendisine bağlı bir köle ordusu kurmuştu.

Bu orduyu bir arada tutacak onların azmini ve adanmışlığını sağlayacak bir de sembol gerekiyordu. Meşruiyetinin kaynağı Hz. Muhammed soyundan gelmek olan hanedan, sembol olarak da doğrudan Hz. Peygamberle bağlantılı, onun sözlerini içeren ve her adı anıldığında Hz. Muhammed'i dolayısıyla hanedanı hatırlatacak bir kitap seçti.

Jonathan Brown bu ilişkiye dair şunları kaydeder:

Ritüel olarak Sahîh'in [Hz.] Peygamber'in şahsiyetine vekâlet etme kabiliyeti, gerçek anlamda Sultan'ın ilerleyen ordusunun önünde taşınması politik ritüel mantığının merkezinde yer alıyordu.


Bu duruma meşruiyetini ve otoritesini Hz. Muhammed'den alan siyasi otoritenin yine meşruiyetini ve otoritesini Hz. Muhammed'e dayandıran bir kitapla kendi yönetim hakkını ve gücünü kristalleştirmesi ve sembolize etmesi denebilir.

 

 

Kaynaklar:

Allen, R. Meyers. (1983). "Slave Soldiers and State Politics in Early 'Alawi Morocco, 1668 – 1727".  The International Journal of African Historical Studies, 16/1, s. 39-48.
---------,The °Abıd 'L-Buharı: Slave Soldıers and Statecraft in Morocco, 1672-1790 (Tez). Cornell University for the Degree of Doctor of Philosophy, 1974.
Brown, Jonathan. (2007). The Canonization of al-Bukhārī and Muslim: The Formation and Function of the Sunnī Hadīth Canon, Leiden-Boston: Brill.
Harrak, Fatima. (2018) "'Abid al-Bukhari and the Development of the Makhzen System in Seventeenth-Century Morocco". Comparative Studies of South Asia, Africa and the Middle East. 38/2, s. 280–295.
https://www.britannica.com/topic/Abid-al-Bukhari. Accessed 23 April 2022.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU