Liberal demokrasilerin güç kaybetmesiyle birlikte günümüzde en çok anılan siyasi kavramlardan biri popülizm olsa gerek.
Belki de bunun nedenlerinden biri eski ABD Başkanı Donald Trump, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, Fransız aşırı sağ siyasetçi Marine Le Pen, Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro gibi popülist olarak nitelendirilebilecek liderlerin 2000'li yıllardaki yükselişidir.
Peki, popülizm nedir?
Popülizm, siyasal alanı halk ile seçkinler arasındaki karşıtlık üzerinden tanımlayan ayrımcı bir kimlik siyaseti olarak tanımlanabilir.
Popülist söyleme başvuran liderler, halk egemenliği iddiasını ileri sürerek iktidarı gerçek sahiplerine, yani halka devredeceklerini vadederler.
Popülist liderlerin söz konusu vaatleriyle uyumlu olarak seçkincilik karşıtlığı bir söyleme başvurdukları söylenebilir. Yalnız popülist liderler her ne kadar iktidarı gerçek sahiplerine, yani halka devretmeyi vadetseler de aslında durum hiç de böyle değildir.
Çünkü çoğulculuğa ve dolayısıyla da çoğulcu demokrasiye tahammülleri olmayan popülist liderlerin "halk"tan kastettikleri şey halkın kendilerini destekleyen kesimiyle sınırlıdır.
Yani popülist liderlerin gözünde halk yalnızca kendileri gibi olan, düşünen kesimi ifade eder.
Öte yanda, onların gözünde halk ahlâki saflığa sahip homojen bir bütündür ki, popülist liderler, bu siyasi bütünün bir irade oluşturup kendilerine temsil yetkisi verdiğini kabul ederler.
Oysaki halk çoğuldur, yani siyasi, sınıfsal, etnik ya da dini farklılıkları içinde barındırır. Popülist liderler işte bu çoğulcu yapısına rağmen homojen, yani türdeş olduğunu düşündükleri siyasal bütünü temsil ettiklerini ileri sürerler.
Kendilerini desteklemeyen toplumun tüm kesimleri ise onların gözünde ahlâken yozlaşmış seçkinlerdir.
Popülizm kavramı çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasi anlayışları çerçevesinde de ele alınabilir ki popülist liderlerin çoğunlukçu demokrasiden yana saf tuttukları söylenebilir.
Peki neden?
Popülist liderlerin iktidarın sınırlandırıldığı, anayasalarında temel hak ve özgürlüklere yer veren, kuvvetler ayrılığı ilkesinin temel alındığı çoğulcu demokrasileri eleştirdikleri bilinmektedir.
Onların gözünde halkın seçtiği siyasetçilerin sınırlandırılması aslında halkın iradesinin sınırlandırılması anlamına gelir.
Popülist liderlerin en dikkat çekici tutumlarından biri ise halkın düşmanıymış gibi gösterdikleri seçkinlere karşı sanki halkın yanındaymış gibi bir görünüm sergilemeleridir.
Bu tutum iktidara geldiklerinde de devam eder. Yani popülist liderler iktidara geldiklerinde halk ile seçkinler ayrımı üzerinden inşa ettikleri siyasal söylemlerini sürdürürler.
İktidarları döneminde ortada herhangi bir konuda bir başarısızlık söz konusu olursa bunun nedeni seçkinlerin art niyetli tutum ve eylemleridir.
Dahası popülist liderler iktidar olduklarında halkın düşmanı olarak tanımladıkları seçkinlerle ve muhalefetle baş edebilmek için iktidarlarını sürekli bir seferberlik haline getirirler.
Oysa iktidar bütün rejimlerde vardır. Rejime demokratik karakterini veren muhalefettir ki popülist söylemin egemen olduğu rejimlerin çoğulcu demokrasiyi temel alan bir tutum sergiledikleri söylenemez.
Yalnız söz konusu rejimlerin otoriter oldukları da söylenemez. Popülist liderler güçlerini halkın kendilerine oy veren kesiminden alırlar. Dolayısıyla iktidara gayrimeşru değil meşru yollarla gelirler.
Sonuçta popülist söylemin egemen olduğu rejimleri "kusurlu demokrasiler" olarak tanımlamak mümkündür.
Popülist liderlerin liberal demokrasi karşısındaki tutumlarına dönecek olursak söz konusu liderlerin çoğulcu değil ama çoğunlukçu demokrasi yanlısı oldukları, tam da bu nedenle liberal demokrasinin karşısında saf tuttukları aşikardır.
Kaynak: Müller, J. M. (2017) Popülizm Nedir? (O. Yıldız, Çev.) İstanbul: İletişim
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish