ABD'nin "altın çağı"

Ayşe Müzeyyen Taşçı Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AP

ABD seçimlerinde Donald Trump, beklenmedik bir şekilde ezici çoğunlukla Başkanlığı kazandı.

Joe Biden'ın seçimlerden çekilmesiyle birlikte Trump'ın karşısına çıkarılan Kamala Harris ise iddialı bir seçim kampanyasının ardından kaybetti.

Trump'ın seçim sonrası zaferini değerlendirirken, "Bu Amerika'nın altın çağı olacak" sözleri dikkat çekiciydi doğrusu.

Trump'ın kazanması kendi toplumu için altın çağ olur mu, bilmiyorum, umurumda da değil esasında.

Ancak "altın çağı" dünyaya ve insanlığa katacağı olumlu hiçbir sonuç meydana getirmeyeceği kanaatindeyim.

Yani "savaş istemiyorum" demek, ABD desteğiyle yapılan katliamları sonlandırmak gibi bir politika uygulanacağı anlamına gelmiyor.

Kaldı ki, zaten Trump seçim çalışmaları esnasında Amerikan halkı için çeşitli vaatlerde bulunurken, Gazze ve Lübnan saldırılarına yönelik olarak da kendisini "güçlü bir İsrail savunucusu" olarak konumlandırmıştır.

Kendisi bir önceki başkanlık döneminde zaten siyasi stratejilerini ortaya koymuş, dolayısıyla denenmiş bir isimdi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bazı çevrelerce Joe Biden sonrası başkan seçilen Trump'a karşı pozitif düşüncelere, olumlu beklentilere girilmiş olması, bu anlamda boş bir heves olacaktır.

Öte yandan çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan, sınırları dışındaki pek çok ülkede pervasızca savaş ateşi yakarak dünyanın jandarmalığını yürütme çabası güden Amerika'nın, kendi medeniyet değerlerine sahip, meşru bir devlet olduğunu da düşünmüyorum.

Zira Amerika'nın dünya haritasında yer almasının yolunu coğrafi keşifler açtı.

Dolayısıyla emperyal güçlerin 15'inci yüzyılın sonlarına doğru başlattığı "coğrafi keşifler" Avrupa kolonizasyonunu oluşturdu.

Katolik hükümdarlar tarafından desteklenen Kristof Kolomb'un Amerika kıtasını keşfiyle, MÖ 11'inci yüzyıldan itibaren var olduğu bilinen yaklaşık 10 milyon nüfusa sahip olan yerlilerin yaşadığı bu toprakları işgal ettiler.

Tıpkı bugün Filistin'de olduğu gibi, dün de kıtadaki binlerce yerli halkın evlerine el konmuş, topraklarını zaptederek katliamlar yaptılar.

Dolayısıyla Amerika; İngiliz, Portekiz, Fransız gibi ülkelerden kıtaya taşınan nüfusun oluşturduğu koloniler üzerinden kurulmuş bir "işgal ve terör devletidir."

Yani ABD, kendisi de bir işgal çocuğu.

Çok daha trajik olan ise topraklarını işgal ettiği yerli halkı, Western filmleriyle tüm dünyaya "kafa derisi yüzen barbar" olarak manipüle etmesi, mevcut bir medeniyeti soykırım ve katliamlarla ortadan kaldırmış olmasıdır.

Amerikan tarihine baktığımızda "varoluş" hikâyesi, bugünkü Siyonist karakterle aynı genetik kodları taşıyor.

Dünyanın egemen gücü olmaya çalışan ABD'nin, özellikle Soğuk Savaş sonrası ortaya koymaya çalıştığı "küresel liderlik" ve "yeni dünya düzeni" hedefi bağlamında, kendisine her türlü fırsatı yaratmada beis görmeyişi onu işgal ve sömürgeden, savaş ve kandan beslenen bir güce dönüştürdü.

Nitekim Ortadoğu'yu dizayn etmek (BOP) için İsrail'i kullanan ABD, vahşi Siyonizm'in insanlık dışı katliam ve sergilediği soykırımları siyasi ve askeri olarak açıkça destekliyor.

Tüm bu gerçeklerden yola çıkıldığında, kendisi de "Evangelist" olan (Siyonist Hristiyan veya dönme) Trump'ın "altın çağda" neler yapabileceği konusunda öngörü sahibi olmak hiç de zor olmasa gerek.

Ki, Trump'ı destekleyenlerin çoğu, özellikle de Evangelistler, onun "Tanrı tarafından seçildiğine" inanıyor.

Hatırlanacağı üzere bir önceki başkanlık döneminde de enerji bakanı Rick Perry ve çoğu seçmen Trump'ı "Tanrı'nın seçtiği başkan" olarak nitelediler.

Özellikle de Trump'ın önceki seçimlerden zaferle çıktığında ağlama duvarını ziyaret ederek ayin yapması ve "Kudüs İsrail'in başkenti olacaktır" şeklindeki açıklamaları hala hafızamızda tazeliğini koruyor.

Neticede Trump'ın başkanlık döneminde işlenen küresel suçlar bir yana, ırkçı, İslamofobik tavır ve eylemleri unutulmuş değil.
 


Ve yine çoğunluğu Müslüman olan bazı ülkelerin vatandaşlarına seyahat yasağı getirmesi de geçmiş siciline işlendi.

ABD'nin suç sicilinin oldukça kabarık olduğunu göz önünde bulundurulduğunda, geçmişten bugüne devam eden politikalarını da net bir şekilde anlamış oluruz.

Çok değil, daha yakın bir zamanda "terör bahanesi" ile işgal ettiği Irak'ta 1 milyonun üzerinde sivili, Afganistan işgalinde yine binlerce masum ve savunmasız insanı öldürdü.

Vietnam Savaşı, Kandahar Katliamı, Güney Kore'deki "My Lai" toplu katliamı yakın tarih suç sicilinden sadece birkaçını oluşturuyor.

ABD askerleri işgal edilen ülkelerde sivilleri öldürmekten, işkence etmekten imtina etmedikleri gibi, kadınlara tecavüz etmekten de asla utanç duymadılar.

Bütün bunlara rağmen kendisini tanımladığı "özgürlükler ülkesi olmak, diplomatik ve etik değerlerle hareket etmek" gibi ifadeler hiç de gerçeği yansıtmıyor.

Ez cümle,

Bahsi geçen hususlar asla Anti-Amerikancılık içermediği gibi, geçmişten bugüne ekonomik, askeri ve siyasi olarak Amerikan anlayışının küresel çıkarlarından başka bir etiği tanımadığına işaret ediyor.

Dolayısıyla pragmatik bir anlayışa, Siyonist ve emperyalist politikalara sahip olan Amerika'da seçimleri kim kazanırsa kazansın, bu anlayışın bir devamı olarak, küresel jandarmalığa, İsrail destekçiliğine, Müslüman düşmanlığına devam edecek politikaların hakim olacağı muhakkaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU