Geçtiğimiz cuma günü Ekvador Amazon yerli topluluklarının avukatı Pablo Fajardo, basına bazı resim ve videolar gönderdi. Panduyacu yerli bölgesinin de içinde bulunduğu Coca Nehri'nde petrol sızıntısı görüntülenmişti.
Ekvador anayasası dünyanın ilk "doğa hakları"nı tanıyan sözleşmesi; bu nedenle Avukat Fajardo, sızıntının suya ve doğaya karşı anayasal suç kapsamında değerlendirilmesini talep etti.
Ayrıca devletten, yerli topluluklarını ve çevreyi korumak için daha fazla garanti istedi.
Devlet ortaklı özel petrol işletmesinin iddiasına göre, erozyon sebebiyle düşen kayalar boruların kırılmasına, bu da sızıntıya neden olmuştu. Fakat yerlilerin avukatı bu tezin araştırılmaya muhtaç olduğunu söylüyor.
Zira bölgedeki boru hattının başarısızlığı gözler önünde. Boru hattının, erozyon arazisinde toprak üstünde inşa edilmiş olması bile büyük bir hata.
Şirket, sızıntının kontrol altına alındığını belirtse de yukarıdan çekilen görüntülerde sızıntının nehre ulaştığı ve göletler oluşturduğu izlenebiliyor.
Çevre Bakanlığı'nın acil durum ve temizlik çalışmaları başlatması ise bu küçük çaplı çevre felaketinin izlerini silmeye yetmiyor.
Sızıntının gerçekleştiği San Luis, Piedra Fina bölgesi Sucumbias eyaletinde yer alıyor. Sucumbias Amerikan Texaco şirketinin 1967'den 1990'a kadar açtığı petrol kuyularının yarattığı çevre felaketinin merkezi.
Şirket 20 yıldan uzun süre boyunca, Ekvador Amazonu'na açtığı binden fazla kuyunun her birinin yanına onlarca petrol çukuru oluşturmuştu. 30 metre genişliğinde ve 3 metre derinliğindeki bu havuzlar doğrudan toprağın içinde ve yalıtımsızdı.
Herhangi bir su yalıtımının olmadığı veya çevresel değerlendirmenin yapılmadığı bu platformun çevresinde, test yağı, sondaj çamuru ve suyun döküldüğü büyük çukurlardı bunlar.
Bu modası geçmiş uygulamalar o yıllarda bile ABD'de yasaktı. Ama gözden uzak Amazon köşesinde rahatça uygulandı.
Bu çukurların çoğu daha sonra toprakla kapatıldı ve inşa edilen bu çukurların tam sayısı şirket tarafından gizlendi. Sadece bin tanesi Texaco'nun davacıları tarafından tespit edildi.
1993'te davanın açılmasından neredeyse 30 yıl sonra bile bu çukurlar zehirli maddeleri yeraltına sızdırmaya ve yeraltı sularını kirletmeye devam ediyor.
Yapılan hesaplamalara göre 1992'de Texaco, Ekvador'u terk ederken 17 milyon galon petrolü ve 20 milyar galon zehirlenmiş suyu Amazona boşaltmıştı.
Bu atıklar yüzünden Amazon yerlileri kanser gibi daha önce bilmedikleri ve onlar için yeni birçok hastalıkla tanıştılar.
Ayrıca sağlıklı ve çok doğum yapmakla ünlü Amazon kadınları çocuk düşürmeye başladılar. Toprak ekilemeyecek kadar zehirlenmiş. Gidebilenler gitti; geriye kalanlar ise başlarını sokacak bir yer bulamayanlar.
Pablo Fajardo ormanda değil Ekvador'un fakir sahil kesiminde doğmuş, on kardeşin beşincisiydi. Babası hiçbir zaman okuma yazma öğrenemedi. Onun doğumundan birkaç yıl sonra ailesi çalışmak için Amazon'a göçmüş.
Fajardo, Amazon'a vardığında iki gerçekle karşı karşıyaydı: Biri ruhlarla, fısıltılarla, kokularla, tatlarla, su, böcekler ve hayvanlarla hayat dolu Amazon'du. Diğeri ise kirlenmiş, acı çeken ve ölmek üzere olan Amazon'du.
Bunun yanı sıra binlerce yıldır burada yaşayan ve doğayla, suyla, havayla, hayvanlarla çok derin ilişkileri olan yerli halk vardı. Onların sayesinde ormanın maneviyatı ile ağacın bilgeliğiyle tanıştı.
Yerlilerin kolektif çalışma kültürü içinde büyüdü. Doğanın ve toplumun ihtiyaçlarına önem vermeye alıştı. Annesi yaşadıkları komünün ebeliğini yaptı 50 yıl boyunca. Otları tanıdı ve onları, insanlara şifa için kullanmayı öğrendi.
Bunlar, onun için bir anı olmaktan öte varlığını bütünleyen bir gerçeklikti. Hatırasında olan şey aslında bizzat o an olduğu şeydi: Amazon.
Kardeşlerinin birkaçı liseyi bitirse de hiçbiri üniversitede okuma fırsatını bulamadı; yoksulluk yüzünden. Kimin çalışıp kimin okuyacağını belirleyen şey oydu.
16 yaşındayken ilk kez, bir petrol arama şirketinin ormanı yararak ve köylülerin mülklerinden izin almaksızın ezip geçerek gelişine tanık oldu. O zaman 3 bin köylüyü doğaya ve haklarına tecavüz eden şirkete karşı örgütlediler.
Petrol şirketine karşı mücadele ederken tüm ailesi hedef haline geldi. Bir kardeşini onunla karıştırarak işkenceyle öldürdüler.
Tüm ailesi evlerini terk edip aylarca gezgin biçimde yaşadılar. Aylarca sokakta "kim bana ateş edecek" korkusuyla yürüdü.
Texaco; zehirli suyu, yağı, atıkları yere, yollara dökerek balıkların, orman hayvanlarının, yerli halkların yok olmasına neden oldu.
Bu çevresel tahribatla karşı karşıya kalan yerli halk, bir petrol şirketine nasıl karşı koyacağını bilemediği için savunmasız kaldı.
Devlet, yerli halkların haklarını koruma ya da ortaya çıkan olumsuz sonuçları bildirme konusunda yetkin değildi.
Pablo, kasabadaki Fransiskan kilisesinin desteğiyle üniversiteye gidebildi. Hukuk fakültesi son sınıftayken 2003'de Texaco'ya (2001'de Chevron tarafından satın alındı) karşı Ekvador mahkemelerinde dava açan grubun öncüsüydü.
İlk olarak Kasım 1993'te, 15 Ekvadorlu tarafından New York Güney Bölge Mahkemesi'nde Texaco petrol şirketine karşı dava açılmıştı.
16 Ağustos 2002'de New York Temyiz Mahkemesi, Chevron'un baskısı nedeniyle davayı Ekvador'a göndermeye karar verdi. Bu karar sonrası Pablo ve arkadaşları Ekvador'daki davayı açtılar.
2003 yılında Lago Agrio'da Chevron'a karşı her gün, bir kasaba gösteri yapmak için sokağa çıktı. Yerlilerin yetişkinleri asla ayakkabı giymezdi.
Duruşma için gelen genç bir Amerikalı, bu kadar çok insanı ayakkabısız görünce şaşırdı. Ülkesine dönüp altı ay içinde beş bin ayakkabı toplayıp Pablo'ya gönderdi.
Ayakkabıları dağıttılar. Ama yetişkin yerliler ayakkabıyla yürüyemedikleri için kısa süre sonra onları çıkardı. Ve halk kullanılmayan ayakkabılardan futbol topu yaptı.
Genç Amerikalı, yerlilerin ayakkabıyı yoksulluktan değil insanla toprak arasındaki bağı kopardığı için giymediklerini anlayamamıştı. Yerliler toprağın bir parçasıydı. Yaşam kaynaklarıyla aralarındaki bağı koparmak istemiyorlardı.
Texaco-Chevron davası, yerli halkın büyük şirketlerle mücadelede bilgi eksikliğini fakat bununla beraber onların köklerine bağlılığını ve mücadele azmini de gösteriyor.
Amazon gibi farklı dilleri, gelenekleri, görenekleri, bölgeleri ve yerleşimleri olan değişik yerli topluluklarının birlikte mücadele etmek için bir araya gelmesi yeni bir olgu.
Dar bir alanda dilleri, kültürleri ve doğayı koruyarak yeni bir tür ulus fikri ortaya çıkıyor. Bolivya'da 15 yıl önce buna "plurinasyonizm" denildi.
Dilleri ve kültürlerini koruyan "territoryal" toplulukları ulus içinde yok etme değil "ulusu oluşturan uluslar" olarak tanımak.
Bu biçimde formüle edilmiş bir ulus, 19'uncu yüzyılda oluşmuş bir çok ulus devletten çok daha fazla toprak bütünlüğüne ihtiyaç duyuyor.
Örneğin bugün Amazon'ların yok edilmesinin temelinde, 9 devlet tarafından paylaşılması yatar. Bu devletler iki asırdır birbirleriyle rekabet halinde, ulusal kalkınma ve birikim yaratma adına Amazonları yağmalamaktadır.
Gezegeni korkunç bir sona sürükleyen bu yıkım; sağ ya da sol, bağımlı ya da bağımsız her türden hükümet altında, kesintisiz biçimde bugüne dek devam etmiştir.
Hatta hiçbir sömürgeci güç 20'nci yüzyılda ulusal hükümetlerin yaptığı kadar bu yıkımı derinleştirememiştir.
Köken halklar Amazonların yok edilişiyle paralel biçimde tükendi. İnsanın ve doğanın ulusal gelişme adına yok edilmesinin sınırlarına gelindiği görmezden gelinemeyecek bir hal aldı.
O yüzden yerli toplulukları, Amazonun herhangi bir noktasını, ayrım yapmaksızın kendi vatanları olarak görüyor. Yani toprakları bölme düşüncesi 19'uncu yüzyılda kalmış köhnemiş bir fikir.
21'inci yüzyıl siyasi projesi halkların kültürel zenginliğini koruyarak parçalanmış toprakları bütünleştirmek olabilir.
Siyasi grupların kendilerine devlet kurma hedefiyle, gezegene hayat veren denizleri, nehirleri ve ormanları suni biçimde parçalaması artık imkansız hale geldi. Çünkü doğa artık daha fazla parçalanamayacak kadar bütünlüğünü yitirdi.
Geçen hafta bir tek Ekvador'da değil Peru sahillerinde de tarihin en büyük petrol sızıntısı yaşandı.
15 Ocak'ta Lima sahilleri yakınında bir Repsol tankeri devrildi ve 200 kilometre uzunluğunda bir sahil şeridini petrol kapladı.
Şirketten yapılan açıklamaya göre; Tonga volkanının patlamasından sonra oluşan deniz hareketi, La Pampilla Rafinerisine boşaltım yapan bir tankerden 6 bin varilden fazla petrolün denize boşalmasına neden olmuştu.
Ancak hükümet şirketin tezini henüz doğrulamadı ve şirket yöneticilerine ülkeden çıkış yasağı koydu. Devlet başkanı Pedro Castillo, ne olursa olsun şirketin ortaya çıkan zararı tazmin etmek zorunda olduğunu söyledi.
Felaketin olduğu bölge, okyanusların en zengin balık faunasının bulunduğu Humboldt Akıntısının üzerinde. Peru'nun önemli bir gelir kaynağı olan balıkçılığın merkezi olan bu bölgede, kirlilik sebebiyle faaliyet durdu.
Balıkçılar, petrolün döküldüğü İtalyan bandıralı gemiyi çevreleyerek Peru sularını terk etmesini engellediler.
Su yüzeyindeki petrol atıklarını toplamak için 1989'da Alabama'da kullanılan bir yöntemden esinlenen halk, Lima'da saçlarını kestirerek bağışladı.
Kesilen saçlar sosis şeritleri gibi fileler içine doldurulacak ve deniz yüzeyinden petrolün toplanması için kullanılacaktı.
Bu olayda, Amazonlara benzer türde bir bilinçlenmeyi ve mücadeleyi gözlemleyebiliyoruz. Kolektif çalışma, her kesimden genel katılım ve ortak mücadele öne çıkıyor.
Büyük şirketlerin çevreye verdikleri zarara karşı mücadele, halkın haklarını, topraklarını, gelenek ve göreneklerini savunma mücadelesidir.
Texaco dava süreci yerlilerdeki toprak bilincini politikleştirdi. Dava boyunca yerliler kitlesel eylemler düzenlediler. Şirketin açmış olduğu çukurları tek tek tespit ettiler.
Uzmanlara rehberlik ettiler. Bu arada Pablo ve arkadaşları, şirketin dokümanlarına ulaşarak gerekli delilleri elde ettiler.
2011 Şubatında Sucumbios mahkemesi, davacılar lehine kararını verdi. Şirketi 30 bin yerliye toplam 9,5 milyar USD tazminat ödemeye mahkum etti.
2012'de ceza üst mahkeme tarafından onaylandı. Chevron'un temyize götürdüğü karar Yüksek Mahkemece 2013'de onaylandı ve kesinleşti.
Chevron, kesinleşen karara rağmen cezayı ödemeye yanaşmadı. Anayasa mahkemesine taşıdığı dava ise 2018'de reddedildi.
Fakat ulusal mahkemelerin ve ulusal kurumların gücünün Chevron türünden uluslararası tekellere yetmediği gerçeği bu noktada daha belirgin hal aldı.
Zira bu şirketler, yalnızca ulusal düzeyde değil uluslararası düzeyde de hukuki girişimler yapabilecek kapasitedeler.
Chevron, 30 Ağustos 2018'de Lahey Daimi Tahkim Mahkemesinden kendi lehine bir karar çıkarmayı başardı.
Lahey'deki mahkeme, petrol şirketinin herhangi bir sorumluluktan muaf tutulduğuna karar verdi ve cezanın iptal edilmesi gerektiğine hükmetti.
Sadece Texaco olayı değil, son 20 yılda bilinen 500 büyük petrol sızıntısı yaşandı Amazonlarda. Çok azı tazmin edilebildi ya da gerekli önlemler alındı.
Üstelik Chevron gibi şirketlerin hepsi kirliliğe neden oldukları ve zararı tazmin etmedikleri ülkeleri terk etmeksizin petrol çıkarmaya devam ettiler.
Çünkü yeni ve karşı davalar açarak süreci onlarca yıl uzatabilecek hukuki araçlara sahipler.
Olumsuz çevresel etkileri en aza indirmek için ülkelerin; bir yandan yeni enerji politikaları belirlemeleri, diğer yandan denizlerin, suların, sulak alanların ve ormanlardaki enerji kaynaklarının nasıl ve hangi koşullarda işletileceğini yeniden belirlemeleri gerekiyor.
Bununla beraber; toplumların çevre, doğa temelinde yeniden şekillenmesi, durdurulamayacak bir süreç.
Doğadaki değişim, toplumların yeniden biçimlenmesini her anlamda zorluyor. Bu değişim, yaşam şekillerini ve alışkanlıkları besleyen kaynakların azalmasıyla doğrudan ilintili.
Bu da kaçınılmaz olarak birbirine bağımlı sular ve coğrafyaları paylaşan halkları ortaklaştıracak.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish